BETA YAŞAM EL KİTAPLARI DİZİSİ 2
NEGATİF ENERJİLER
ZULMANİLER “Onları tanırsanız, korunmanız çok kolay olacaktır”.
Cemal BENCAN
NEGATİF ENERJİLER ZULMANİLER 1. Baskı
OCAK 2004 Bu kitabın bütün hakları yazarına aittir. Dizgi : Mevlüt PARLAK Kapak Tasarım : İlyas TANDEMİR & Büge AKKANIM Derleyen: Loryn Fotokopi ve Yazılım Çizimler : Mustafa BENCAN Baskı : Tic. Ltd. Şti. Temiz İş Matbaası ISBN: 975-92055-1-3
İnisiye Evi: 0.232.788 11 33 İzmir İrtibat: 0.232.239 64 27 Cep: 0 532 292 22 00
Cemal BENCAN
Eski Kuşadası Yolu Üzeri 40. Km Çile Köyü No:125 Menderes/İZMİR www.dogaterapi.com www.takemore.info/paradise
[email protected] 2
İÇİNDEKİLER İlk Temas ve Yolculuk
7
Vücut Uzayımız-Evimiz
23
Huyum Kurusun
33
Niçin Buradayız
36
Nereden Geliyoruz?
43
Yüksek Farkındalık ve Parazit Enerjiler İnsanilerin
51 Ele
Geçirilmesi
58 Kişilik Nedir?
65
Çakralar ve Nefs
69
Seslerdeki
Cevher
80 Öykü
89
3
4
İLK TEMAS VE YOLCULUK
5
6
İLK TEMAS VE YOLCULUK Her şey sorduğum sorular ile başladı. Mânâdan uzak, farkındalıktan yoksun. Madde yaşam boyutunda, madde zamanı madde form ile yaşarken, her şey akışına uygun tarzda gidiyordu. Ancak ne var ki ne zaman kendi kendime evrensel sorular sormaya başladım, o zaman da evrensel kanallardan bunların cevapları birer birer akışa geçmeye başladı. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: Sanki bir evrensel kural var ve şöyle çalışıyor. “Soru yoksa cevapta yok” Hani okulda öğretmenlerimiz şöyle söylerdi: “ben senin derse olan ilgini sorduğun sorudan anlarım” aynı sistem sanırım her boyut da geçerli. Yani bir insani varlık ne zaman evrensel soruları sormaya başlar, o erginliğe ulaşırsa, o zaman, göksel hiyerarşi tarafından onun soruları ve düşünceleri oranında doğan istihkakına istinaden göksel yardım, bilgi, cevap ve donanım, yani imkanlar manzumesi ona sunulur. Evrensel sorular deyince ne anlamalıyız: Ben, o zamandaki kendi sorularımdan ve kafamda oluşan düşüncelerden bazılarını paylaşmak istiyorum. Yıl 1998 bu yıla kadar at gözlüğü takılmış gibi ticari ve sosyal hayatın tüm fonksiyonlarını dolu dolu yaşadım. Bu yaşam biçimi sürüp giderken, vücudumda anlam veremediğim çeşitli rahatsızlıklar, sıkıntılar oluşuyordu. Bunların, şu anda çözmüş bulunduğum nedenlerini o zaman bir türlü anlayamıyordum. Mesela bir düğüne, bir bara, ya da alışveriş için kalabalık bir caddeye ya da süpermarkete gidip orada biraz zaman geçirdiğimde, kısa sürede ayaklarım beni taşıyamıyor hale geliyordu. Vücudumda aşırı bir yorgunluk, bir ağırlık ve hayattan bezgin bir halde bir an önce evime dönmek isteği ile hemen geri dönüyordum ve pestil gibi yatağa seriliyordum. 7
Tabi arkasından ağrı kesiciler, belki biraz alkol. Ve saatler, belki günler süren yorgunluk. Şu anda bile bu tarife uygun yaşayan bir sürü insan tanıyorum çevremde. Bu, hayatın normal akışı gibi görünüyor ama değil. Şimdi, bu olayın nedenlerini geniş bir şekilde açıklamaya çalışayım ama önce evrensel sorulara geri dönelim: kendi kendime sorularım önceleri hep: Çok para kazanabilecek miyim? iyi bir hayat yaşaya bilecek miyim? sağlığım bozulacak mı? yazlığım, model arabam olacak mı? hedeflerimi yakalayabilecek miyim? Gibi madde dünyaya ilişkin madde ağırlıklı sorulardı ve bunların cevapları da düşünce gücümün yoğunluğu oranında madde dünyada forma bürünüp realiteye dönüşüyor ve önüme madde ve fenomen olarak geliyordu. (para, ev, araba, yaşanan olaylar vs.). Bu arada sırası gelmişken belirtmek istiyorum evrende cevabı olmayan hiçbir soru yoktur. Hangi boyuttan soru yöneltirseniz o boyutdan cevap alırsınız. Ama bunun farkedersiniz ya da (Allah herkesin kalbine göre verir prensibi) edemezsiniz. O sizin o boyutdaki farkındalığınıza bağlı bir olaydır. Öyle bir zaman geldi ki, sorularım ve düşüncelerimin mecrası artık madde ağırlıklı olmayıp başka bir boyuta kaymaya başladı (Mantık idrak tatmin olgularının yaşanmasıyla hücrelerin erginleşmesi ve frekansın yükselmesi). Durup dururken burada (dünyada) ne aradığımı, ne için buraya geldiğimi, nereden geldiğimi, sorgulamaya başladım. Bu benim açımdan ucundan ucundan mânâ alemine dalış gibiydi. Ancak Müslüman bir ülkede, Müslüman bir ailenin Müslüman bir çocuğu olarak doğmama rağmen camiye gitmek oruç tutmak gibi farz olan ibadetleri hakkıyla yapamıyor, zaman zaman ve çok az yapıyordum. 8
Ama Allah'tan korkmak yerine onunla bir olduğumu, onun içimde olduğunu hissetmek, onu sevmek, hatta onunla ilgili mizahi düşünmek bile (bu yıkılan en büyük tabularımdan birisidir) benim içimi ferahlatıyordu. Mesela birkaç saat T.V izledikten sonra şu düşünce çok sık geçiyordu kafamdan: Allah içinde bulunduğumuz bu trajikomik durumu izliyor ve ey insanlarım ben sizi dünyaya gidin ve bu hale gelin diye mi yarattım. Ne kadar salaklaştınız diye kızmıyor fakat herhalde gülmekten yerlere yatıyordur, diye düşünmekten, kendimi alamıyordum. O zaman Allah'ın teknolojisini (makro teknoloji) tanımadığım için ne yaptığımı bilmiyordum. Ama bu düşünce sinyalim galaksileri, evrenleri ve değişik boyutları ışık hızından çok çok daha hızlı bir şekilde delerek geçiyor ve O'na kadar anında ulaşıyor iken, bu düşüncenin kimden geldiği, gönderen kişinin evrim ve tekamülü anında araştırılıyor, bu düşünce repliğinin sağlığı yoğunluğu tespit edildikten sonra bu kişinin gen programına giriliyor, erginlik ve olma frekansı ölçülüyor, enkarneleri ve seceresi gözden geçiriliyor ve “hak” ettiği “hakkı” istihkakı oranda tahakkuk ettiriliyor ve buda kendisine bildiriliyordu. O kişi artık bu dünyanın insanı değildir. Hakkını almış bu dünya ile olan hesabını, derslerini büyük ölçüde tamamlamıştır. Bir kervancının, sağ salim yüklerini mal sahibine teslim edip emeğinin karşılığını alarak cebine koyması ve huzur içinde artık dinlenip bir sonraki sefere kadar tatil yapması gibi bir şey diyebiliriz. Ayrıca aklımda kalan ve benim Allah'ın yüce makamları tarafından imtihana çekilmemi sağlayan belirgin düşüncelerimden birisi de şuydu: Sık sık, “Artık bu bedeni değişmem gerekiyor” diyordum. Çünkü dünyasal, madde düşkünü hırslarla, bana emanet edilen bu bedeni, yani evimi çok hor 9
kullanmıştım. Ona hiç bakmamıştım ve içinde birçok haşaratın oluşmasına göz yummuştum. Çeşitli hastalıklar vücudumu sarmıştı. Belki 10 çeşit kronik hastalık vardı vücudumda ve sayıları her geçen gün artıyordu. Her gün bir cephede daha kaybediyordum. Ama güzel olan bir şey var ki bunu serin kanlılıkla farkediyorum, paniğe kapılmıyor ve bu bedenle işimin bittiğini, yeni bir bedene ihtiyaç olduğunu düşünüyordum. Ben bunları düşünebildiğime göre bu demektir ki hastalıklar ruhuma, düşünce ve zihin bedenime hiç yaklaşamamışlardı. Sadece fizik bedenimi ele geçirmişlerdi. İçerdeki cevher halen aklı selim ve soğuk kanlı, ne yapacağının idrakindeydi. Sanırım bu düşünce sinyallerim de kayda değer görüldü ve göksel yüce alem tarafından büyüteç altına alındım. Bulunduğum şehirden acil olarak ayrılmaya, yalnız kalmaya ve metamorfoza uygun bir zemin ve zamana yönlendirildim. İş yerimi ve bir sürü çalışanımı, eşimin sevk ve idaresine bırakıp çok kararsız ve dağınık bir durumda evden ayrıldım. Bedenim iflas etmişti. Her yanım hızla hastalanıyor ve giderek ölüme biraz daha yaklaştığımı hissediyordum. Belki de bu yolculuktan hiç dönemeyecektim. Belki de evime cenazem dönecekti ve bu yüzde doksan böyle olacaktı. Ben bu seyahate kendime ölecek uygun bir yer aramak için çakıyordum sanki. Nereye gideceksin diye sorduklarında, aileme; nereye gedeceğimi bilmiyorum, ne kadar kalacağımı da bilmiyorum, ne zaman gelirim Allah bilir diyordum. Siz beni aramayın ben sizi arayacağım diyordum. Otobüs terminaline gelinceye kadar nereye gideceğimi gerçekten ben de bilmiyordum. Ama Sahilden Türkiye'yi dolaşıp, gönlümün hoş gördüğü bir yerde gönlümün istediği kadar kalmaya, öleceksem de oralarda ölmeye meylim vardı. Fakat nereden başlayacağımı bilmediğim gibi nerede biteceğini hiç kestiremiyordum. 10
Böyle bir seyahati çoktan hak ettiğimi, ancak bu hakkımı sağlıklı ve güçlü iken neden kullanmayıp ta işimin bittiği bir zamanda, ölüp de kalacağım bir yer aramak için kullandığım sorusunu da kendime hep soruyordum. Her neyse, Adana otobüs terminalindeki firmanın birisine gittim ve İzmir’e kalkan ilk arabayı sordum. Yarım saat sonraydı ve hemen biletimi aldım. Neden İzmir? orada kızım okuyordu Üniversitede ancak ben ona gitmiyordum, çünkü benim bu halimi görsün istemiyordum. Ben kördüğüm olmuştum ve bunu çocuğuma yansıtmak, onunda dengesini bozmak istemiyordum. O halde neden İzmir? Bilmiyorum ama bu sorunun cevabı er geç gelecekti. Otobüste yol alırken düşünüyordum, peki ben İzmir'e varınca kızıma uğramayacaksam nereye gidecektim? Amacım neydi? O anda eşimin yeğeni olan Mehmet aklıma geldi. İzmir'in Bergama ilçesinde Turizm müdürlüğünde çalışıyordu. Bir bekar evi vardı ve orada yalnız yaşıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla İzmir'e indim. Bundan 18 yıl öncede İzmir'e gelmiştim ancak o zaman asker olmak için gelmiştim ve 18 yıl sonra ikinci kez bu memlekete ayak basıyordum. Ve hiç vakit kaybetmeden Bergama arabasına bindim. Öğleye doğru Bergama'ya ulaştım. İlk durağım burasıydı. Mehmet'i buldum ve onun iki gün misafiri oldum.
İki gün boyunca Bergama'daki harabeleri ve tarihi yerleri gezdik. Bunun dışındaki vakitlerde ise ben hep hareketsiz yatıp uzandım. Çünkü vücudum bana böyle yapmamı emrediyordu. Ne bilirdim; Bergama'nın dünyanın en çok enerji çeken yerlerinden birisi olduğunu. Toprağındaki altın rezervinin çokluğundan mı, yoksa çok eski bir 11
yerleşim merkezi oluşundan mı? Belki de her ikisinden dolayı çok güçlü bir manyetik alan ve çok yüksek bir frekansla titreşen bir bölge olduğunu daha sonra anladım. Ayrıca bu bölgede dünyanın en büyük ilk hastane ve şifa merkezinin (asklepion) bulunduğunu ve dolayısıyla antik çağın en iyi hekimlerinin ve şifa alanının da burada olduğunu, ayrıca (Aristo Thales - Heredot) ve bunlar gibi birçok üstat ve fikir adamlarının da bu bölgeden dünyaya hizmet ettiklerini öğrendim. İki gün Bergama'da kaldıktan sonra 20 yıl önce Gaziantep'te tanıştığım ve İzmir'de olduğunu işittiğim eski bir arkadaşım olan Tayfun'u 118 bilinmeyen numaralardan sordum ve bana bir telefon numarası verdiler. O numarayı çevirdiğimde ise arkadaşım tam karşımda idi. Kendimi tanıttım ve yeni bir hayata başlamak için, her şeye yeniden başlamak için (bu arada ölümünburalara de son değil, bir başlangıç hatırlatırım) geldiğimi söyledim.olduğunu Oda, bu enerji ve cesareti bu yaştan sonra nasıl yakaladığımı merak ettiğini belirtti ve beni evine davet etti. Adresi alıp ilk arabayla Tayfun'a gittim. Uzun boylu arkadaşım kapının pervazına kafasını vurmamak için kafasını eğe eğe beni kapıda güler yüzle karşıladı. Yaklaşık 18 ya da 20 yıldır görüşmüyorduk. İçeri girdik ve biraz sonra koyu sohbetlere başladık. Hep ben konuşuyordum. Görüşemediğimiz yirmi yılı içine alan hayatımı kısaca anlattım. Rahatsızlıklarımı saydım ve vücudumun her noktalanmasını cephede çöktüğünü, kaybettiğini, yaşamımın böyle kabul edemediğimi, tıpta ve hastalıkların tedavisinde her şeyin görünen ya da bilinen kadar olmayıp daha fazlasının da olması gerektiğini söyledim. O da bana doğru düşündüğümü, iz üstünde olduğumu, “daha fazlasının” var olduğunu söyledi. Durakladım; ne demek istiyordu? 12
Biraz açmasını söyledim ve anlatmaya başladı: Bundan on iki yıl kadar önce bir grupla tanışmış. Bu grup spiritüel bir grupmuş. Bu grupta giderek aktif çalışmalara girmiş. Bu çalışmalar insanın titreşimini, frekansını yükselten çalışmalarmış, ayrıca bilinçte de hızlı gelişmeler ve hızlı bir evrime vesile oluyormuş. Halende bu gruptaymış ve çalışmalara devam ediyormuş. Ancak, Altı Yedi yıl kadar önce kendinde bir şey fark etmiş. Oda hasta kişilere dokunduğunda onların iyileşmesi imiş. Bu yeni yeteneği üzerinde çalışmış ve geliştirmiş. Bana söylediğine göre artık bir şifacıymış ve gelip giden hastaları varmış. Bütün bunları hayretle dinledim böyle bir şeyi ilk defa duyuyordum. Mahallelerdeki veya köylerdeki efsuncu hocaları duymuştum ama bunu arkadaşımla özdeşleştiremiyordum. tutamayıpmuska sordum, yoksa sen üfürükçülükKendimi mü yapıyorsun, mı yazıyorsun diye. Cevap olarak hayır dedi ben yalnızca insanın aurası denilen, enerji bedeninde bulunan yırtık ve çatlakları tamir ediyorum. Çakra denilen enerji devinim merkezlerini temizleyip ayarlıyorum ve vücuda girmiş olan negatif enerjileri o vücuttan çıkartarak vücudu temiz ve sağlıklı bir hale getirmeye çalışıyorum. Donakalmıştım. Bu konularda hiçbir araştırmam yoktu, konuyla ilgili bir kitap da okumamıştım. Zaten bir gazetenin başlıklarını bile tam okuyamıyordum. Bunun için ne zamanım ne de yüreğim vardı. Ama aradığım, olması gerek dediğim şeylerden bahsediyordu ve bunlarda şu anda eski bir arkadaşım tarafından paket halinde önüme getiriliyordu. Eğer istersem, benim enkaz haline gelmiş olan vücudumda çalışabileceğini söyledi. Çok sevindim ve hemen çalışmaya başlamasını rica ettim. 13
Sevgili Tayfun bir duble rakısını hazırladı. Bana da az bir rakı koydu, çünkü rakı içerken daha iyi çalışıyormuş. Üzerimde çalışmaya başladı. Ellerini üzerimde gezdiriyor, Pas'lar yapıyor, daha sonra vücudumun çeşitli yerlerine ellerini koyarak öylece bekliyordu. Vücudumun üzerinde paslar yaparken elleri ile vücudum hissediyordum. Elini arasında koyup biresen sürerüzgarlar tutup, vakti geldiğinde kaldırdığında ise o bölgede büyük bir rahatlama oluyordu. Vücudumda taşıdığım hastalıklar ya da hastalık yapan enerjilerin dışarıya tezahürü şunlardı, önce çok eskiden beri süregelen bir kemik erimesi problemim vardı. Vücudumun sol tarafı neredeyse bir santim kadar kısalmıştı ve tıbben tedavisi yoktu ancak yavaşlatılabiliyordu. Omurilik kanallarımda daralma başlamıştı ve hızla ilerliyordu. Bununda tıbben çaresi yoktu. Bu yüzden yüz metreden fazla yürüyemiyordum, çoğu zaman araba mı dahi kullanamıyordum. Karaciğerim iflas etmişti, değerlerim sürekli yüksek çıkıyordu, düşüremiyordum. Dalağımda büyüme vardı. Gözümde bir alerji peydah olmuştu. Bunun tedavisinin olmadığını söyledi uzman hekim, arkadaşım olmasıydı inanmayacaktım fakat bunu söyleyen hekim arkadaşımdı ve ölünceye kadar pomat ve damla kullanmam gerektiğini söylemişti. Bütün bu hastalıklarla birlikte agresif bir insan olup çıkmıştım. Çok sert ve sinirli, hoşgörüsüz, asabi, sürekli gergin bir insan, yani bir mayın. Tayfun'un ilk seansı yaklaşık beş saat kadar sürdü o gece neredeyse sabahladık hem seans yaptık, hem gelmişten geçmişten, eski günlerden konuştuk işi bitip de yattığımızda vücudum çok hafiflemişti. Gözlerim rahat ve net görüyordu ve o an tanımlayamadığım çok tuhaf şeyler hissediyordum. 14
Ertesi gün ev sahiplerini fazla rahatsız etmemek adına programım olduğunu ve seyahatime devam etmem gerektiğini söyledim. Tayfun'la birlikte çıktık, önce bir kitapçıya uğradık yolda giderken okuyacağım birkaç kitap aldık ve oradan Muğla'ya bir bilet alarak vedalaştım. Otobüse bindim. Otobüs İzmir'den çıktıkitap ve Selçuk yakınlarına geldiğinde birden okuduğum ağırlaştı. Gözlerim kapandı ve kendimi külçe gibi hissettim ama bu bir rahatsızlık değildi. Vücudumda bir şey gezinmeye başladı. Bu bir titreşim dalgası idi. Tepemden ayak parmaklarıma kadar yavaş yavaş bir scanner taraması gibi tarıyor tekrar aynı şekilde yukarı çıkıyordu ve bu olay birkaç dakika ara ile 8-10 defa tekrarlandı. Her defasında bütün hücrelerim sanki yıkanıyor, temizleniyor ve vücudumda tarifi imkansız bir rahatlama ve mutluluk hissediyordum. Burada kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Çünkü “olması gerek” dediğim şey oluyordu, ben bunu yaşıyordum ve bana özel olarak oluyordu. Belki de bu bir hak edişti her ne ise olan şey çok güzel oluyordu ve ben göz yaşlarımı tutamıyordum, çeşme gibi akıyorlardı. Yıkandığımı, durulandığımı hissediyordum. Sırası gelmişken burada Tayfun arkadaşıma, o vefalı dosta bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Nasibim olanı almam için bana vesile olmuş, hizmet etmişti. Allah kendisinden razı olsun. Sonra Muğla'ya kadar yolculuk böyle devam etti. Fakat ilk dahabaşladığı sonrada yer, araştırıp öğrendiğim gibi, tesirlerin Selçuk yakınlarıydı. Burasının özel bir alan olduğunu daha sonra öğrendim. Yıllar sonra gelip o bölgeyi karış karşı gezdim. Dağlarını, taşlarını, vadilerini, sahillerini. Yüksek farkındalıkla titreşimlerini hissederek gezdim ve oradan araziler aldım. İleride burası benim ve benim gibilerin yani galaktik ailemin yaşam alanı olacaktı. 15
Muğla'da aradığım kişiyi bulamayınca Marmaris'e geçtim. Orada bir otele yerleştim. Dışarıda yağmur yağıyor, şimşekler çakıyor, sanki kıyamet kopuyordu. Odadan dışarı çıkamıyordum. Bu sayede dinlenme, bol bol uzanma fırsatım olmuştu. Her uzandığımda o hücre taramasını yeniden yaşıyordum. Gözlerimi kapattığımda şekiller ve semboller görüyordum. Zaman zaman zihnimin içinde bir ses ortaya çıkıyor ve bana bu dünyaya niçin geldiğimi, nereden geldiğimi hem gösteriyor, gösterirken de tane tane anlatıyordu. Sonunda da erenlerin diyarına kayıt olduğumu, sözlü olarak bildirirken, yazılı olarak da gösterdiler. Ben ise hep günahkar bir kul olduğumu, bunlara layık olmadığımı söyleyip duruyordum. Hem böyle söylüyor, hem ağlıyordum. Olaylar oluyordu ve ben sadece mutlak bir teslimiyetle bu olguları yaşıyordum. Ölmeden ölmüştüm, yeniden dirilmiştim. İkinci günün sabahı idi. Aynaya baktığımda çok şaşırdım neredeyse on yaş gençleşmiştim. Bütün arazlarım geçmiş, her yanım iyileşmişti. çay bile içemeyen ben Türk kahvesi içebiliyordum, hem de günde birkaç kez. Normalde hiç içemezdim. Midede ve on iki parmak barsağımda ülser vardı. Ama artık yoktu. Bu bedeni değişmek lazım derken bunu böylece yaşayabileceğim hiç aklıma gelmemişti. İşte ilk temasım böyle oldu yüce alemle. Birkaç gün sonra Marmaris'ten ayrıldım ve Dalyan'a orada yaşayan ağabeyimin evine misafir oldum. Onları yılda bir ya da iki defa görürdüm ama bu defaki görüşmem hepsinden farklıydı. Sanki onların içlerini görüyordum, düşüncelerini okuyordum. 16
Başımdan geçenleri bir bir anlattım. Yengem çok şaşırdı ve güldü. Ağabeyim ise yarı şaka yarı ciddi sözlerle biraz ti'ye aldı. O gece evde bir iki tane bardak kırıldığını hatırlıyorum yengem hep elinden bardak, tabak düşürüyordu. Derken gece yatma zamanı ve ben odama çekildim. Bir türlü uykuya dalamıyordum çünkü odanın içinde beyaz ve mor ışıklar, titreşimler, tarif edilemeyen fenomenler oluşuyordu. Odanın pencere camının hemen önünde köpeklerinin kulübesi vardı. Köpek önce bir iki havlar gibi yaptı, sonra uykuya daldı. O gece de sabaha kadar değişik boyutlarda yolculuk ve astral seyahatler yaşadım. Kendimi çok hafif, çok sağlıklı, çok mutlu ve huzurlu hissediyordum. Rahatsızlıklarımdan eser kalmamıştı. Ertesi gün izin isteyerek oradan Antalya, Kemer'e geçtim. Niyetim birkaç gün de Kemer'de kalmaktı. Sabah çok erken bir vakitte otobüsten indim. Caddeler bomboş, hiç kimse yoktu. Hiçbir dükkan, işyeri açık değildi. Uygun bir yere geçip bir yol kenarına oturdum. Biraz bekleyip vakit geçirecektim. Uzaklardan sokak köpekleri geçiyor, etrafımda kediler dolaşıyordu. Derken, bir de baktım ki uzaktan geçen bir köpek yolunu değiştirip bana doğru gelmeye başladı. Hiç korkmamıştım. Yanıma iyice yaklaştı ve gelip elimi yalamaya başladı. Ben şaşırdım, onu sevmeye başladım. Başını okşarken yanını döndü ve sol arka ayak leğen kemiğini ya da kalçasını elime sürmeye çalıştı. Fark ettim ki oraya dokunmamı istiyor. Dokundum, dokunduğum anda oradan karpuz büyüklüğünde bir bulutsu por kütlesi kalkarak benim elime geçti. Elimden koluma, omzuma ve oradan da akciğerlerime. İçim daralmış, bir sıkıntı girmişti. Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Derin bir nefes alıp verdim ve o grup olduğu gibi nefesle vücudumu terk etti. 17
Neler olduğunu biraz anlamıştım. Köpek ne kadar ağrıyan yeri varsa dönerek hep elimin altına getirdi. Kuyruk sallayarak ve gözümün içine bakarak sanki teşekkür ediyordu. Sonra bir kedi, bir kedi daha, bir köpek, bir köpek daha yirmi dakika sonra, benim etrafımı kediler ve köpekler doldurmuştu. Her birinden ceviz büyüklüğünde, portakal büyüklüğünde, kavun, karpuz büyüklüğünde porlar çıkıyor, elimden ve aynı güzergahtan nefesle vücudumu terk ediyordu. Bazıları nefesle değil, ayak parmaklarımdan iğne batar gibi terk ediyorlardı. Ben yine göz yaşlarımı tutamadım ve Allah'ım ben bunlara layık mıyım diye ağlamaya başladım. Aradan birkaç saat geçti işyerleri açılmaya başladı. Bir yerde bir bardak çay içip, bir şeyler atıştırdıktan sonra bir pansiyona yerleştim. Biraz uzandıktan sonra işletebileceğim bir pansiyon bulabilir miyim, buraya yerleşebilir miyim diye araştırmak için dışarı çıktım. Birkaç kişiyle konuşunca beni bir yere yönlendirdiler. Burası boş, yeni işletmecisini bekleyen bir pansiyondu. Dışarıdan enfes görünüyordu. Mimarisi çok güzel, bahçeli, Şato gibi bir yerdi. Beni götüren kişiyle içeriye girdik. Alt katta bulunan mutfaktan başladık gezmeye. Mutfağa girdiğimiz anda içimi bir sıkıntı doldurdu. Nefes almakta güçlük çekmeye başladım. Bu arada orada geçen sezon yaşayan görüntüleri; kadın, bir erkek görüntüsüinsanların geldi gözümün önüne.bir Kavga ediyorlardı, adam kadının boğazını sıkıyordu. Oradan hemen dışarı çıktım. Çok sıkılmıştım, üst kata çıkalım dedim. Üst katta odalar vardı. Odalarda yaşananlar, olaylar hiç de güzel değildi, duvarlara yapışan düşünce repliklerini okuyordum. Çok sürmedi, gezintiyi kısa kesip kendimi dışarı attım. Dışarı çıkınca adama; 18
“burada güzel şeyler yaşanmamış, ne oldu burada” diye sordum. Şöyle cevapladı: “Evet efendim, burayı işleten karı koca hiç iyi geçinemezlerdi bir de ortakları vardı onunla da anlaşamadılar, sürekli hır gür, sonunda birbirini bıçakladılar ve pansiyon da polis tarafından kapatıldı. O günden sonrada açılamadı”, dedi. Sonra adamdan ayrıldım ve toprağa oturdum. Bir saat kadar oturduktan sonra temizlendiğimi hissetmiştim. Tekrar odama döndüm. Evden çıkalı tam on üç gün olmuştu. Kendimi, yenilenmiş olarak eve dönmeye hazır hissediyordum. Ayrıca ailemi de özlemiştim. Otobüs biletimi olarak yola koyuldum. Sabaha karşı evimde olacaktım. Otobüste pencere kenarında oturuyordum ve bitişiğim boştu. Tüm yolculuklarımda (on üç gündür) hep yan koltuğum boş bırakılmıştı. Yine aşk haline girmiş, sessiz sessiz ağlayıp terennüm eder iken ben benden ayrıldım. Bedenim otobüste kaldı ama ruhum, enerji bedenim otobüste değildi. Başka alemlerde idi. Gördüğüm rüya değil esrarlı demlerde idim. Öyle bir aşk haline geldim ki? Allah'ım al artık beni buradan eve dönmek istiyorum, yuvaya dönmek istiyorum dedim ve bir süre bekledim. Bu dünyadan artık gitmek istiyordum. Beklerkenki durumum Sultan Abdullaziz'in bir güftesindeki gibiydi. “Bi huzurum nâle-î mülk-û dil-î divâneden, Fark olunmaz cism-î bîmarım bozulmuş laleden, Bunca derd-i mihnet-e katlandığım, aya neden? Terki can etsem de kurtulsam şu mihnethaneden.” Halife, Sultan Abdulaziz 19
Osmanlı sultanı ve halife olduğu halde böyle düşünen bir insanın yorumunu siz sayın okuyana bırakıyorum. Derken otobüs durdu ve beş dakika molada birkaç yolcu aldı. Benimde yanıma bir çocuk oturdu. Otobüs hareket ettiğinde benim boğazım yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Nefes durmuş, türlü solunum sistemim çalışmıyordu. Yavaş bir yavaş morarmaya başladığımı hissettim, yüzümden terler akmaya başlamıştı. Biraz önceki talebim geldi aklıma. Tamam dedim; beni yanına alıyor. Sonra birden bir görüntü geldi gözümün önüne görüntüdeki bendim. Daha doğrusu beyaz kefene sarılı cesedimdi. Beni eve getirmişlerdi. İki kız çocuğum var o zaman 13 ve 17 yaşlarında. Babacığım diye bana sarılıyorlardı. Anladım ki onları çok erken bırakıyorum. Bu görüntü beni çok etkilemişti. Onların daha bana ihtiyaçları vardı. Eğer istihkakım varsa onları büyütüp, evlerini buluncaya kadar yanlarında olmalıydım. Hemen şöyle düşündüm. Allah'ım, çocuklarım çok küçük onlar büyürken onlara rehber olmak istiyorum, ayrıca insanlara da yardımcı olmak istiyorum diye mırıldandım. Gözümü açtığımda kendimde değildim. Arka koltuğa uzanmış, muavin ve birkaç yolcu tarafından kolonya ile ovuluyordum. Böylece yarı yoldan geri dönmüştüm kendime tam olarak gelmem iki saat kadar sürdü. O çocuk bir sonraki kasabada indi. Anladım ki o benim Arzanilimdi. Ama Allah benim; ailemin arasına, insanların arasına dönmemi daha uygun gördü. Sabaha karşı binamızın bulunduğu sokağa gelmiştim. Herkes uykuda idi. Uzaktan binaya şöyle bir baktım, soğuk buz gibi duruyordu. Elimi şöyle uzatıp bütün binayı ışıkla kuşattım. 26 daire olan bu bina da en az 80 kişi yaşamakta idi. Bütün dairelerde mutluluk ve esenlik hüküm sürsün dedim. 20
Bina birden ısındı ve nurlu bir hale geldi. Ya da ben öyle hissettim. Kapıyı çalıp eve girdiğimde eşim uyanık, beni bekliyordu. Sarıldık ve karşılıklı ağlaştık. Niye ağlıyorsun dedim, anlattı. “Ben senin ölünü bekliyordum. Yaklaşık 3-4 saat önce uykudan bir ses ile uyandım. Bu ses; kalk, Cemal öldü diyordu. O gerçek gibi içimde desen kesin öldüğüne birkadar his hakimdi. Çokkiemindim, ölmüştün ve dair ben kimi arayacağım diye, sen sabaha kadar gelmezsen ne yaparım diye şu anda telefon rehberini karıştırıyordum.” dedi. Bende; yanlış duymadın, evet gidiyordum ama Allah kalmamı uygun gördü dedim. Oturduk. Bir kahve istedim, şaşırdı. “Sen kahve içmezdin!” artık içiyorum dedim. Sonra sırasıyla yaşadıklarım ve olup bitenleri konuştuk. Birkaç gün sonra işyerimizde çalışıp ayrılan çok sevdiğimiz Hatice isimli bir elemanımız ziyaretime geldi “Cemal bey ben sizi geçen gün rüyamda gördüm. Toplu halde oturuyoruz, siz ortadasınız ve bu bir tören idi. Mekke'den, Kâbe'den sana bir hediye göndermişler, onu sana vermemi söylüyorlar. Bende sana sunuyorum. Sen bu hediyeyi usulca alıp açıyorsun ki, bu çok güzel bir kılıç.” böyle bir rüya gördüm sana anlatmak için geldim dedi. Bende onu anlından öptüm, teşekkür ettim ve hakkına hayırlar dileyerek gönderdim. Kendisini sevgiyle anıyorum. İşyerinde olsun, sosyal yaşamımda olsun sayısız mucizevi olaylar peş peşe gelmeye başladılar. Aradan yıl geçti. Şu anda İzmir'deyim. Evrensel birleşik beş yaşam alanlarıyla ilgili, Antik doğal terapi yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapıyordum. Arkamdan gelen insanlara bazı iz ve işaretler bırakmaya çalışıyorum. Bu kitabı yazarken eğer haddi aştıysam, ukalalık ettiysem Allah affetsin. Yaşadıklarımı olduğu gibi (bazılarını da çıkararak) anlatmaya çalıştım. 21
Enerji bedenimiz Vücut uzayımız
“Her insan yürüyen bir uzaydır.” 22
VÜCUT UZAYIMIZ “EVİMİZ”
23
“Hakk'ın yüksek lütfu ve ihsanı Ansızın gelir. Ansızın gelir ama, uyanık gönle gelir. Aklını başına al da, onu karşıla. Kendi varlık otağını (vücut uzayını) sen kendin boşalt. Boşalınca, o otağa padişah gelir.” Mevlana 976
24
VÜCUT UZAYIMIZ EVİMİZ Yeryüzünde yaşamakta olan bir canlının Fiziksel formlarından başka formları da vardır. Bunlardan birisi de enerji, yani ruhsal bedenimizdir. Fizik beden görünen sınırlar içerisindedir. Yani görüldüğü gibidir, (uzun, kısa, zayıf, şişman, esmer, sarışın vs. gibi). Oysa varolan enerji bedenimiz beş duyu organımızın algılarına girmez iken henüz bunu tespit edecek bir aygıt da üretilmiş değildir. Herkesi sarmallayan bu enerji beden çok esnek ve değişken bir yapıya sahiptir. Daha çok duygu ve düşüncelere hassastır. Üretilen duygularla yoğunluğu, rengi, genişliği ve etkinliği değişebilir, genişleyip küçülebilir. Canlı ve yaşayan bir uzaydır. Şöyle bir cümle ile ifade edersek “her insan yürüyen bir uzaydır” diyebiliriz. Şimdi vücut duygu ve düşüncelerle nasıl uzayımızın fonksiyonlarürettiğimiz gösterdiğini biraz açalım. Onsekizbin alemin yaşam sürdüğü kainat'da aynı zaman diliminde farklı boyut varlıklarıyla birlikte yaşam sürmekte iken bunların farkına varmamız istenmediğinden, algılarımız bu varlıkları farkedememektedir. Ancak biz farkedemiyoruz o halde böyle bir şey yoktur diyemeyiz. Evrenimizde hız ve zaman sınırlarına bağlı kalmayan, bu olguları aşmış enerjik boyut varlıkları yaşam sürmektedirler. Bunlar kutsal kitaplarda cinler, periler, devalar, melekler gibi isimlerle anılırlar. Formları bizim algılayabileceğimiz sınırların dışında kalmaktadır. Çok yüksek teknolojiye sahip olan bu varlıklar yerine göre bizimle her türlü enerjik etkileşime girebilmekte hatta birçok insanın vücut uzayını doldurarak işgal edip onu kendi yaşam biçimi ve istekleri doğrultusunda sevk ve idare edip kendilerine benzetebilmektedirler. Tabii bu varlıkların insanlarla ilişkileri de Yaradan'ın koymuş olduğu kurallar ve düzen çerçevesi içerisinde yaşanmaktadır. 25
Bu ilişki onlar açısından aşikar insan oğlu açısından ise şimdilik bir sır olarak yaşanmaktadır. “Çünkü o ve taraftarları sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.” Araf 27 Ancak perdenin kalktığı insanlar, bu ilişkiye şahit olabilmektedir. çok azdır ve perdenin kalkıp, sırların açıldığı Bu bu da insanlar ne kadar anlatsalar da yinede çoğunluk bu gizemli ilişkiyi anlayamamaktadır. Yunus bu konuyu kendi tarzı ile şu şekilde çok güzel ifade etmektedir. “Yüzbin lisan çöngeldi, Yüzbin can yolda kaldı, Yüzbin gözler görmeye, Bizim cevlanımızı.” Yada, “Medreseler müderrisi, Okumadılar bu dersi, Şöyle kaldılar aciz, Bilmediler nebab durur.” ve bir başka beyitinde de, “Alem ilmin okuyan, Dört mezhebin sırrın duyan, Aciz kaldı bu yolda, Bu aşka el uramaz.” diyerek Belli bir enginliğe ve tekamüle erişemeyenlerin, yani Beta yaşam bilinicine geçemeyenlerin ne kadar okurlarsa okusunlar, bu farkındalığa erişemeyeceklerini ifade etmektedir. Vücut uzayındaki bu hassasiyet duygu ve düşüncelere nasıl duyarlıdır? Ve bu duyarlılığın insan üzerindeki tezahürü ve etkisi nasıl yaşanmaktadır? Şimdide ona bir bakalım. Evrende; zaman ve mekan sınırlarını aşıp, kendi zaman ve mekanlarında belli bir yaşam sürmekte iken, aynı zamanda kendi evrimleri için madde dünya zaman ve mekan alanlarına geçebilme müsadesi alan varlıklar bulunmaktadır. Bu varlıkları iki ana başlık altında inceleyebiliriz. 26
1. Nurâniler (Pozitif karakterli enerjik varlıklar) 2. Zulmâniler (Negatif karakterli enerjik varlıklar) Bu olguya Fetih Suresi 7. Ayetde de işaret edilmektedir.
“Göklerin ve Yerin Orduları Alllahındır. Allah Azizdir, Hakimdir.” (beyaz ve siyah ordular, nurâniler ve zulmâniler). Nurâniler; Meleküt alemi varlıklarıdır. Kendi boyutlarında sevgi, yardımlaşma, karşılıksız hizmet, hoşgörü, tevazu, iyilikler, güzellikler gibi tüm olumlu ve pozitif olguları yaşarken, Dünya insanına feyiz ve ilham vermek, onlara ruhsal gelişimlerinde yardımcı olmak ve öğretmenlik yapmak, kısaca kendi yaşam ve hizmet fonksiyonlarını insanlarla birlikte yaşayıp, onlara da yaşatmak ve deneyim arşivlerini pozitif yönde yani sevgi ile yaşayan iyi insan olarak evrimleşmeleri yönünde doldurmaları için muhatap oldukları insanın duygu ve düşüncelerinde yaptığı tercihlere oranında bakarak kişinin duyarlıvücut oldukları aktif düşünceler uzayınaselim girip, onun genetik şifrelerine tesirler göndererek kişiliğini selim aktif yönde geliştirip, daha iyi insanı ortaya çıkarıp pozitif evrene bir fert daha kazandırmak için efor sarfederler. Zulmâniler; Ceberrüt alemi varlıklarıdırlar. Kendi boyutlarında korku, dehşet, üzüntü, kahır, kıskançlık, öfke, v.s. gibi tüm olumsuz ve negatif olguları yaşarken, Dünya insanını hep korku ve kaos ortamına çekmek, ona her türlü acıyı, üzüntüyü, nefreti, isyanı, inkarı yaşatarak ruhsal gelişimine mümkün olabildiğince engel olmak, kısaca kendi uzmanlık sahalarını ve yaşam fonksiyonlarını, insanlarla birlikte yaşayıp, onlarayani da kötü, yaşatmak ve deneyim arşivlerini negatif yönde mutsuz insan olarak doldurmaları için, muhatap oldukları insanın duygu ve düşüncelerinde yaptığı tercihlere bakarak, duyarlı oldukları habis aktif düşünceler oranında kişinin vücut uzayına girerler ve onun genetik duyarlılıklarına tesirler göndererek kişiliğini habis aktif yönde geliştirip, sapkın, daha kötü insanı oluşturup, negatif evrene bir fert daha kazandırmak için efor sarfederler. 27
“Şeytanın kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.” (Karanlık güçler, obsedör varlıklar, negatif enerjiler) Şuara 221-222. Evet, o halde biz insanları; hastalandıran, sıkıntı ve strese sokup yakan; surat asmaktan, cinayet işlemeye kadar her türlü olumsuzluğu yaşatan, vücut uzayımızda bulunan mülteci parazit enerjiler diyebileceğimiz enerji kolonileridir. Yani sıkıntı da, huzur da aslında evimizin içinde, kendi vücut uzayımızdadır. Burada Yüce Veli Hacı Bektaş-ı Veli'nin çok yüksek cevher yüklü şu sözlerini anmadan geçemeyeceğim.
“Hararet nardadır, sacda değildir. Keramet hırkada, tac'da değildir. Her ne arar isen kendinde ara, Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.” Hacı Bektaş-ı Veli Peki vücut uzayımızı temizleyip, evimizi sürekli arı duru tutarak zulmani varlıkların cirit attığı, onların deneyim sahası haline getirmesek daha iyi değil mi? Aksi halde düpedüz bir robot haline gelip kendimizi Kulainsanı kul olmamanın gerçek anlamı dakullandırtırız. budur. Bunlar insan olmaktan çıkartıp aşağılara, kendi boyutlarına çekerek o insanın evrimini yavaşlatmak hatta geriletmek istemekte, insanı hayvanlaştırmaya çalışmaktadırlar. Vücut uzayımızı bunlardan temizleyip arıtmak mümkündür. İbadet ve meditasyonla, doğal bazı yöntemlerle evimizi temizleyebiliriz. Bunları başka bir başlık altında detaylı olarak açıklamaya çalışacağım. 28
Vücut uzayının temiz ve arıtılmış olmasıyla ilgili bakın yüce insan Mevlana kendi tarzıyla neler söylemiş.
“Hakk’ın yüksek lütfu ve ihsanı Ansızın gelir. Ansızın gelir ama, uyanık gönle gelir. Aklını başına al da, onu karşıla. Kendi varlık otağını (vücut uzayını) Sen kendin boşalt. Boşalınca, o otağa padişah gelir.” Mevlana 976 Bunları temizleme çalışmalarına başlamadan önce tanımamız ve evimize nasıl nüfuz ettiklerini öğrenmemiz gerekiyor. Evrim ve deneyim eksikliklerimizi tamamlamak için geldiğimiz gezegenimizde yaşam denilen programı aktif hale getirebilmek için vasıta olarak ihtiyaç duyduğumuz fiziksel bedenimize nasıl mikrop, virüs gibi yabancı parazitlerin girmesine izin verebiliyorsak, aynı şekilde enerji beden ve vücut uzayımıza da mülteci enerjik varlıkların yerleşip bizimle yaşamasına biz izin veriyoruz. Bunu, ürettiğimiz duygu ve düşüncelerle biz yapıyoruz. Mesela: bir olay karşısında diyelim ki iki seçeneğimiz var. Öfkelenip kızacağız ya da hoş görüp bağışlayacağız. Eğer biz bu olayda öfkelenip kızmayı tercih edersek, aynı anda öfke ve kızgınlığa duyarlı porsal varlıkların hemen ilgisini çekip, onların vücut uzayımıza nüfuz etmesine fırsat veririz. Böylece kızgınlığımız daha da artar, belki de kendimizi kaybedebiliriz. Arkasından baş ağrısı, veya değişik rahatsızlıklarda gelişebilir. 29
“Aranızdaki kavga ve çekişmelerin kaynağı nedir? Bedenlerinizin üyelerinde (vücut uzayınızda) savaşan tutkularınız değil mi?” İncil Yakup - 4 / 1 Oysa hoş görü ve bağışlamayı tercih edersek o zamanda sevgiye duyarlı porsal varlıkların ilgisini çekerek onları vücut uzayımızda ağırlamış oluruz. Vücut uzayımızı evimiz gibi düşünebiliriz. Özümüz bu uzayın içerisinde o uzayın kumandanıdır, sahibidir. Yani ev sahibi özümüzdür ve evini temiz tuttuğu, şuna buna kiraya verip harabeye çevirmediği sürece özümüz huzur içinde kendini ifade edip rahat rahat evrimini tamamlayacaktır. Şimdi bu konuda yine yunusa kulak verelim.
“İş bu vücut şehrine, herdem giresim gelir. İçindeki sultanın yüzün göresim gelir. Yüzün görmekliğe canım veresim gelir.” Buradaki Sultan özdür. Fakat bazan bu sultan yani öz; etrafını çevreleyen vücut uzayında haşarat türü negatif enerjilerle abluka altına alınabilir. Bütün ev zaptolunabilir. “Ol sultan halvetinin yedi hücresi vardır, Yedisinden içeri cevlan olasım gelir. Her kapıda bir kişi, yüzbin çerisi vardır, Işık kılıcın kuşanıp, cümle kırasım gelir.” Yunus. Vücut uzayımızdaki mülteci enerjiler belli bir yoğunluğa ve miktara ulaşınca kişilikte değişiklikler başlar. “sen böyle değildin, artık seni tanıyamıyorum” ya da “o günden sonra tamamen farklı bir insan oldu” gibi ifadeler bu olaylar için pek sık kullanılan ifadelerdir. Mesela toplumsal kural ve kaidelere çok önem veren birinin bir süre sonra herkesi şaşırtacak derecede bu değerleri hiçe sayması “Ar damarı Çatladı” tabiriyle bize o kişinin vücut uzayında köklü bir kiracı değişimi yaşandığını anlatmaya çalışmaktadır. 30
Çünkü köklü bir kişilik değişimi vardır. Birgün önce namus, ayıp, günah gibi kavramlar birgün sonra o insanda normal, geçerli hale gelebiliyor. Peki bir anda ne oldu da böyle oldu, çünkü yeni bir grup kiracı geldi ve o kişi için yeni bir evrim ve deneyim programı açılmış oldu. Düşünce ve davranışlarıyla o neyi hakkettiyse hak yasası böylece tecelli etmiş oldu. budeyimle çekişmenefsani ve olguların yaşandığı Bu bu alana Bütün başka bir alan da diyebiliriz. alan insanın özünün; birbirine karşıt olan eğilimlerin, iyilik ve kötülüğün savaşını izleyip temaşa yaptığı bir alandır. Burası insanın ürettiği düşünceler ve yaptığı işlerin selim ya da habis özellikleri oranında zulmani ya da Nurani enerjiler tarafından kullanım sahasına girerken o insanın yaşamını hastalık, stres, korku, panik şeklinde ya da mutluluk, sürur, tatminlik halleriyle direk etkileyip, ona bu dünyada cenneti veya cehennemi yaşatabilen, insana özgü bir “sebepsonuç” manyetik alanıdır.
“YUçmağ edi yer ile yedi göğü, dağları deniz leri, Tamuyu, cümle vü ctda bulduk” Yunus. Uçmağ: Cennet Tamu:Cehennem. Bu alanı sürekli temiz tutabilen bir insan ile yaradanı arasında bir parazit ve engel kalmaz. Direk bağlantı vardır. Ancak bunu başarabilmek de pek kolay değildir. İnsanın vücut uzayı devasa boyutlara ulaşabilen gerçek bir evren büyüklüğündedir. Bu anlamda her insan bir mikro evrendir diyebiliriz. “A güzelim, sen sen alalede tek denizsin.” bir adam değilsin ki. Senyoldaşım, bir Alemsin, bir derin (Sen bir uzaysın). Mevlana Bu vücut uzayını ben bazen Hollywood gibi film setine benzetirim. Akla hayale gelmeyecek çeşitlilikte mekan ve mahaller mevcuttur. “Yere göğe sığmayan sığmış bu can içine” Yunus. 31
Nitekim tüm rüyalar da bu mekanlarda yaşanmakta değil midir? Mesela insan vücut uzayındaki kirlilik oranında karış kuruş rüyalar görür. Bunlar değişik yönetmenlerin kurguladığı senaryolardır set ise vücut uzayımızdır. Örneğin hasta yatan bir insanın vücut uzayı çok kirli ağır ve değişik enerjilerle dolu olduğundan dolayı, negatif enerjilerin sergilediği kabus ve korku filmini andıran gerilim içerikli senaryolarla ateşli ve dehşetli rüyalar görecektir. O halde ürettiğimiz duygu ve düşüncelere çok dikkat etmemiz gerekiyor. Olanlar karşısında olumsuz, negatif düşünüp üzüntü veya öfkeyi, kibri veya korkuyu yaşayacak olur isek varlık boyutundaki negatife duyarlı tüm porların ilgisini üzerimize çekeriz. Kendimize yöneltiriz ve onların bize yapışmasıyla onların yaşam fonksiyonlarını bizim üzerimizde yaşamalarına ve bize de yaşatmalarına izin vermiş oluruz. Böyle yaşamaya devam edersek zamanla bu varlıkların deneği haline geliriz ve robotlaşırız ve bize de kimse yardım edemez. Çünkü bu tercihi biz yaptık ve bu bizim özgür irademizin sonucudur. Dolayısıyla faturayı da biz öderiz. Yaşadığımız boyuta olumsuz yaklaşımlarda bulunup onun hep olumsuz, negatif veçhesi ile ilgilenerek negatif olguları hayatımıza çektiğimizde tercih ettiğimiz korkutucu,ardı öfkeli, hükmedici, egoya yönelik düşünce sistemiyle arkası kesilmeyen zorluklarla savaşırken ve buna zaman ve enerji harcarken geçip gitmekte olan çok daha olumlu zevk ve huzur veren, tatmin edici olguların varlığını bile farkedememekteyiz. Çünkü bunu farkedecek dikkatimiz ve enerjimiz negatif olgular tarafından tüketilmektedir. 32
HUYUM KURUSUN Yaşam boyunca birgün gelip de bu kelimeyi kullanmayan olmuş mudur bilmiyorum? Bu deyimi genellikle yapmayı isteyip de bir türlü yapamadığımız hal ve davranışlar için kullanırız. İnsanların huyum kurusun diyerek başlayan cümlelerinin arkasında çoğu zaman kaybedilen dostluklar ve bazı değerler, pişmanlık duyguları kaçırılan fırsatlar, kırılan ve bununkalpler, o kişi üzerinde kısaca vermiş derin olduğu hasarı müşahede ederiz. Düşünebiliyor musunuz? insan; yapacağı bir aksiyonda bu hasarı ve zararı görebiliyor, yada hissediyor, sonunda acı duyacağını da biliyor, ama huyu kurusun ah, o pis huyu yok mu? “inat da bir murad” deyip huyundan ödün vermiyor. (huylu huyundan vaz geçmez). Şimdi burada ne oluyor da böyle oluyor onu biraz inceleyelim: İncili araştırırken gözüme bir şey takılmıştı: “İçimde iyiyi yapmaya istek var ama,
Güç yoktur. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum. İstemediğim kötü şeyi yapıyorum. İstemediğim şeyi yapıyorsam, bunu yapan Artık ben değil, içimde yaşayan günah'tır” İncil-Romalılar-7/18-20. GÜNAH: İnsanı dejenere etmeye programlanmış negatif aktif karakterli zulmani porların (enerjilerin) kişi üzerindeki tasarruf hakkıdır. Bu porlar kişinin üzerine, vücut uzayına öyle nüfuz ederler ki genlerine kadar girip oraya zamk gibi sıvaşırlar. Onları oradan çıkarıp atmak kolay değildir çok kuvvetlive bir iman veister, teslimiyet ruhsal olgunlaşma farkındalık eğer bu ile yoksa onlardan kurtulmak mümkün değildir. (Can çıkar huy çıkmaz). Bu porlar genlerimize kadar sıvaşarak bizde değişik huy ve karakterlerin oluşmasına sebep olurlar. Kendimiz olmaktan çıkar, bu porların bir bileşkesi halinde, varyasyonel bir kişilik olarak yaşamaya devam ederiz. Komuta bazen onlarda, bazen bizdedir. Yapmak istediğimiz şeyler onlara ters düşüyorsa, bazen istesek de yapamayız, huyumuz kurusun. 33
Daha önceki bir yazımda insanlar yürüyen birer uzaydır demiştim bunlar bizim vücut uzayımıza yerleşerek kendi alemlerini oluştururlar ve içimizde bu porsal koloniler iskan ettiği sürece, biz biz olmaktan çıkar, bir kombinasyon oluveririz. Eğer özümüzü bu mülteci parazit enerji akınından kurtarıp kendimiz olmak ve kendimizi tanımak istiyorsak, enerji bedenimizi her zaman temiz tutmalıyız. Mevlana'nın deyişini bir kez daha belirtmeden geçemiyor ve bu konuyu onunla kapatıyorum.
“Hakkı'ın yüksek lütfu ve ihsanı ansızın gelir. Ansızın gelir ama, uyanık gönle gelir. Aklını başına alda onu karşıla. Kendi varlık otağını (vücut uzayı), sen kendin boşalt. Boşalınca, o otağa padişah gelir.” Mevlana 976.
34
Enerji bedene yerleşen negatif enerjiler, kendi fonksiyonel manyetik alanları ile enerji bedenimizi parçalamaya çalışarak, vücudun genel enerji akışına hasar verirler ve hücreler arası enformasyonu kesintiye uğratırlar. 35
NİÇİN BURADAYIZ ?
36
NİÇİN BURADAYIZ “İnsan bedenleri dünya tarlasına ekilmiş birer tohumdur. Bu tohum çimlendiğinde, kendisine hiç benzemeyen insan üstü muhteşem bir varlığı ortaya çıkaracaktır. Kimileri de bunu başara-mayıp çürüyüp gideceklerdir”. “Miskin adem oğlanını Benzetmişler ekinciye. Kimi biter, kimi yiter, yere Tohum saçmış gibi” Yunus Evet “Niçin Buradayız” eğer bu soruyu sormaya başladınız ise uyanış ve aydınlamaya bir adım attınız demektir. Evrensel bir yasa vardır; “Soru yoksa cevapta yok”. Aydınlanma yolunda sorular başladıysa bu sorular bilgi kapılarını zorlar ve cevapları açılmaya başlar. Bilgiler alındıkça eksikler tamamlanırken idrak ve tatmin yaşanır ve böylece aydınlanma yolunda mesafeler aşılır. Fakat yalnızca bilgi herşey demek değildir. Bir ata sözü; ”Bildiklerini amel etmeyen Alim kitap yüklü merkebe benzer” der. Çok da haklıdır. Burada bulunma sebebimiz görev, evrim ve tekamül olduğundan yalnızca bilgi ve akıl yetmez. Akıl ile gönülü bir etmek gerekir.
“Şeyh-u danişment-ü fakı, Gönül yapan bulur hakk'ı Sen bir gönül yıktın ise, Gerekse var yüz yıl oku”
Yunus
Evet bir insan niçin buradayız, nereden geliyoruz, hayatımızın amacı sadece yapmakta olduğumuz bu iş mi ya da sadece annelik mi, yoksa memurluk, esnaflık, ticaret mi, sorularını sormaya başlamışsa, bu tohumda bir kıpırtı, bir çimlenme
başlamış demektir.
37
Çünkü sebep sonuç ilişkileri prensibine göre sebepler bilinirse sonuca varmak daha bir kolaylaşır, olgular netleşir, çalışmalar programlanır, yani her şey daha bir yerine oturur. Bu insanın bilinci artık bulunduğu boyutta yeterince kalmış, orayı tamamlamış, bir üst boyuta geçmenin, sıçrama yapmanın hazırlıklarını yaşıyor demektir. En basit şekli ile ifade etmeye çalışırsak bu dünya planına 4 ayrı boyuttan gelmekteyiz. A. Beşeraltı-Negatif evrenler “Ve sizler de üç sınıf B. Beşer-Genel evrim kuşağı olduğunuz zaman” C. Beşer üstü- Pozitif evrenler Vakıa-7 D. Gezginler- Çok özel boyuttan gelenler
Hangi boyuttan gelirsek gelelim geliş sebebimiz eğer görevli değil isek (Peygamberler gibi) Evrim ve tekamül için geliriz. Amacımız burada madde evrenin yasalarını ve olgularını deneyimlemek ve bilgi ve deneyim sandığımızda ki eksikleri tamamlamaktır. Yani deneyimsiz var iken deneyimli var kategorisinde yer almaktır. Buraya duygusal, duyumsal, düşünsel ve seksüel deneyim için geliriz. Şimdi bunları boyutsal düzeyde inceleyelim. A. BEŞERALTI YAŞAM BOYUTUNDAN GELENLER Negatif evren sakinlerdir, merkezleri Orion nebulasıdır. O bölgede tecrit altında tutulurlar. Hak yasası gereği kendilerine hak doğduğu her fırsatta dünya planında bir cenine çekilirler. 1. Islah olmak için: Bu nedenle gelenler yaşamları boyunca acı ve ızdırap çekerler, (acıların kadını ya da dert babası) buna katlanırlar, kabullenirler, yakınları, komşuları bunları anlamakta zorluk çeker. Nasıl katlandığına akıl erdiremezler, ben olsam çekmem etmem derler, ama o katlanır. 38
Bu katlanış o cana bulunduğu boyuttan pozitif aleme geçme vesilesi olacaktır onu içsel olarak bilir. Kendisi ifade edemese de hücre kayıtları bilir. Çilesini çeker ve ihtiyacı oranında evrimini yapar. 2. Negatif evrim için: Habis aktif bir yaşam sürerlerken, bulundukları alt boyutların evrimini yapmak, uzman oldukları sahada daha da uzmanlaşmak, uzmanlaşırken bu olguları çevresindekilere de yaşatmak yani geldiği yerin koşullarını bu dünyada oluşturup daha da mükemmelleştirmek için gelirler. Örnek verirsek Orion yıldız topluluğunun Nakar bölgesinden gelmişse Cinayet, zulüm, işkence uzmanlık sahasıdır. Bu hasletlerini daha da geliştirmeye çalışırken; Bunalım, seksüel, sapkınlık, büyü gibi olguları da öğrenmeye ve yaşamaya çalışır.
“işte böyle küfre sapanlara yapmakta oldukları süslü püslü gösterilmiştir” Enam-Suresi-122 3. Karma tamamlamak için gelirler: Hangi boyuttan gelirse gelsin bütün varlıkların bir eğitim ve tekamül programı vardır ve amaçları bu programı tamamlamaktır. (müsbet veya menfi yolda). Ancak bu yaşam sürecinde bazen, bazıları işimize karışır, burnunu sokar, ya da biz başkalarının programına müdahale ederiz. Bunu özgür irademizle yaparken başkasının özgür iradesine de müdahalede bulunuruz. Mesela bir tecavüz olayını ele alalım. Orion yıldız topluluğundan gelen bir varlık seksüel deneyimini yapmak için bir karşı cins ile gönül rızası ile beraberlik yaşarsa sorun yoktur. Anacak zorla o istemediği halde tecavüz ve saldırganlık boyutlarında bunu yaşarken yaşatırsa bu olay onun karmasına işlenir
“Sağında ve solunda oturmuş iki görevli kayıt yapmaktadır” Kaf suresi 17 39
Daha sonra bu dünyadaki programını tamamlasa dahi bu hesap kapanmamıştır (Karma yasası gereği) “Yanıma kul hakkı ile gelmeyin”. Bu defa tecavüz edilen bir vesile ile saldırgana başka bir hayatta ya da aynı hayatta aynı duyguyu yaşatacaktır. Yani hakkını alacaktır. İslam dininde ölmeden önce yapılan helalleşmeler, son nefeste hakkını helal etmeler hep bu karma olgusunu temizlemek içindir. İçten gelerek af edildiğinde karma silinir. Karmalar silinince hesaplar temizlenir. Hesaplar temizlendikçe de dünya temizlenir, kainat temizlenir, evren temizlenir. 4. Eksik Kalan Madde Dünyaya Has Madde Boyut Deneyimlerini İcra Etmek İçin: Bunlar duyumsal deyimleri, (Tad, koku, dokunmak, hırs, kin, nefret, kibirlik, kıskançlık, çekememezlik, fesat, pişmanlık, yargılamak v.b.) seksüel deneyimleri (seksüel aşırılıkları, homo seksüel, lezbiyenlik, anal seks vb.) ve düşünsel deneyimleri (ben kimim, niçin buradayım, düzen kuran, yaratıcı var mı, varsa nerede, gibi evrensel sorular ve düşünceler, sanatsal düşünceler ve yapılan aşamalar düşündüm ve buldum gibi bilimsel düşünceler ve yapılan aşamalar gibi) tamamlamak için gelirler.
B- BEŞER- GENEL EVRİM İÇİN GELENLER Bunlar Dünya üzerinde yaşayan insan ırkının çoğunluğunu temsil ederler. Çok çeşitli galaktik boyutlardan her konuda evrim ve deneyim eksikliklerini tamamlamak için buradadırlar. Yerler, içerler, her şeyi merak ederler, her şeyin tadına bakmak isterler, sık sık sevgili değiştirirler, hız yaparlar, heyecanı, korkuyu, sevgiyi, tüm duyguları ve dünyanın tüm nimetlerini tadıp bu dünyada bu dünyayı yaşamak isterler. Öbür dünya, Ahiret onları fazla ilgilendirmez. Bu konular onlara biraz ağır ve sıkıcı gelir, fazla soru sormazlar, zaten merak da etmezler uyanış aşamasına gelinceye kadar inişli çıkışlı bir yaşam sürer giderler. 40
C. BEŞER ÜSTÜ YAŞAM BOYUTUNDAN GELENLER 1. 2. 3. 4.
Öğretmenlik yapmak için İnsanlığın gelişimi için Kötülük ve kaosun gelişmesini frenlemek için Pozitif evrim ve tekamül için 1. Öğretmenlik Yapmak İçin: Bu varlıklar geldikleri ortamdaki ilke ve özellikleri dünyaya da indirmek ve burayı da cennete çevirmek için buradadırlar. Ailelerine ve çevrelerine sevgiyi, hoşgörüyü, barışı her koşulda yaşatmaya çalışırlar. Hep bunun öncülüğünü yaparlar. Yakınları ve komşuları çoğu zaman bu kadar hoşgörüyü anlamakta güçlük çekerler ama o için için büyük bir hazla öz hasletlerini sergiliyor ve dünyaya bunları yaymak için geldiğini kendisi hücrelerinde derinden derine biliyordur. Geldiği yerdeki o mutluluk sevgi ve mutlak barışın dünya yaşamında da hüküm sürmesi için bütün imkanlarını ölünceye kadar kullanır. İnsanlık bunları peygamberler, evliyalar, veliler gurular gibi adlandırmıştır. 2. İnsanlığın Gelişimi İçin: Bunlar dinsel, bilimsel ve sanatsal anlamda dünyanın ve üstünde yaşayan insanlığın gelişimi ve tamponlaması için gelirler. Dinsel gelişimi için gelenler ruhsal boyuttan gelirler. İnsanların ruhsal gelişimine katkıda bulunurlar. Veliler, nebiler, sipirütüel üstatlar, inisiye üstatları gibi. Bilimsel gelişme ve geliştirme amacıyla gelenler Rabsal boyuttan (teknolojik boyut) gelirler. Amaçları yavaş yavaş tedricen, geldikleri boyuttaki kozmik teknolojiyi yere indirerek, insanların toplumsal bilinç seviyesi oranında dünyaya kazandırmaktır. Bu tedriç sistemi tekerlek ve ateşin öğrenilmesiyle başlamış ancak 1900 yılından sonra oldukça hızlanmıştır. Sanatsal gelişme ve geliştirmek için gelenler ise yine beşer üstü boyutlardan gelirler. Güzel sanatların her alanında uzmandırlar. Gezegenin titreşimine çok büyük katkıları olmuş ve olmaktadır. Leonardo Da Vinci Bach Einstein Arshimed Deckard Oklid Psagor Mozart Gogen Picasso Mimar Sinan - Dede Efendi vb. örnekler sıralanabilir. 41
3. Kötülük ve Kaosun Gelişimini Frenlemek İçin: Bunlar özel olarak kritik zamanlarda Dünyaya gelirler. Dünyayı bir dönemeçten geçirmek, bir tıkanıklığı açmak ya da dengeyi sağlamak için. Bunlar usta komutan ve fikir adamıdırlar. Kemal Atatürk ve Gandhi gibi. Her ikisi de bir ulusun yaşayacağı muhtemel aşağılanmayı, sömürülmeyi ve kahırı
bertaraf etmek için gelmişler ve başarılı da olmuşlardır. 4. Pozitif Evrim ve Tekamül İçin: Bulundukları üst boyutların evrimini madde dünya koşulları ile ve imkanları ile yapmak ve deneyimlemek için gelirler. Orada sonsuz sevgi ve hoşgörüyü, sonsuz tevazuyu dolu dolu yaşıyoruz. Bakalım dünya arenasında bu olguları ne kadar başarı ile yaşayabileceğizin cevabını bulmak için dünyaya gelirler. Bunun adına bilimsel-sanatsal-dinsel çalışmalar yaparken bu olguları yaşarlar ve yaşatırlar. Bu gibi insanları artık tanıyıp örnek almak gerekir. Sonra da aynayı kendimize çevirip nerede olduğumuzu görmek gerekir.
D. GEZGİNLER Bunlar çok yüksek boyutlardan dünyaya gelen varlıklardır. Dünyaya şöyle bir bakmak için yine herkes gibi doğum yolu ile gelirler. Sakin yapılı insanlardır. Kimsenin işine karışmayı sevmezler. Bir kenarda basit, sade bir işle uğraşırken etrafı temaşa ederler (iğnenin deliğinden Hindistan'ı seyrederler). On parmaklarında on hüner vardır. Her şeyi bilirler ya da çok çabuk öğrenirler. Bir yerde uzun süre kalmaktan hoşlanmazlar. Evliliğe hiç sıcak bakmazlar. Özgürlükleri her şeyden önemlidir. Yanlışlıkla evlenir iseler bunun çok sıkıntısını yaşarlar. Aynı anda birçok boyutta ve zamanda yaşarlar (Hızır A.s). Diğer insanlara nazaran birçok gizli güçleri ve üstünlükleri vardır ama bunları şov yapmak için kullanmazlar. Ün ve şandan, övülmekten hoşnut olmazlar. Dünyaya sade bir şekilde gelirler, sade bir yaşam sürer ve sade bir şekilde giderler (Şems-i Tebriz-i gibi). 42
NEREDEN GELİYORUZ ? AL
LA
BİLİNÇ BÜT H’IN kk Boyut ÜNLÜĞ u Ha Ü ALLAH
(
)
TANR
Y
a
BOYUTU
ISAL BOYUT
ı
l t
a
r
u
ş
a
m
B
Ö
o
yu
tla
rı
M KUŞA ĞI ZEL EVRİ
Beşe
raltı Beşer Beşerüst ü
a aş
m
B
oy
Y (+)
Genel Evrim Kuşağı
Doğum
Dünyasal Yaşam Programı Ölüm
Evrim - Deneyim - İmtihan - Görev
43
“Bir kılı kırk yardılar, Birin yol gösterdiler Bu mülke gönderdi ler, Ol yola düşüp geldim.” Yunus
44
NEREDEN GELİYORUZ ? Aslında hepimiz uzaylıyız. Buraya ait değiliz. Geçici bir süre için burada görevli, cezalı, sınava tabii yada gezgin kotlarız. Bunu 2000 yıl önce İsa'da belirtmişti “Cana karşı savaşan bedensel tutkulardan kaçının. Çünkü bu dünyada yabancılar ve konuk-
larsınız”. 1.Petrus 2/11 Ayrıca 700 yıl önce Yunus'da benzer şeyler ifade etmiştir. “Bir kılı kırk yardılar, birin yol gösterdiler Bu mülke gönderdiler, ol yola düşüp geldim.” “Et-ü deri büründüm, geldim size göründüm Adem adın urundum, işte zuhura geldim” “Ben bu suretten ileri, adım Yunus değil iken, Ben ol idim, ol ben idim, bu aşkı sunanda idim.” Yunus Bizler şu an idrak edemediğimiz, aklımızın, mantığımızın alamayacağı bir teknoloji ile boyutlar arasından ışınlanma benzeri bir yolculuk yaparak bir cenine sahip çıkan evrensel kotlarız. Halk arasında Ruh ya da Can diye tabir ediliriz. Çok özel bir frekans ile kapıyı çaldığımızda (Bu Orgazm titreşimidir) çok kısa bir süre madde dünyada beden alma kapıları açılır ve bu fırsatla kendimizden geçtiğimiz o anda evlat enerjisi yumurta ve sperm hücresine kotlanır. (Bunun en güzel örneği kuşlarda ve tavuklarda görülür). Yine benzer şekilde belli bir derecenin üstündeki şok veya zorlamayla terk ederiz. da kendimizden geçme haliyle o bedeni Şimdi nereden geliyoruz ve nasıl geliyoruz onu biraz inceleyelim. Kudreti sonsuzun, canlıların üreme ve yayılma projesi kapsamında dünyadaki varlıkların birçoğu çiftleşerek üreme programına alınmışlardır. Her şeyi sevgisinden yaratan kudreti sonsuz varlığın üremesini de sevgi titreşimiyle şifreleyerek pozitif bir duygu 45
olan sevgi ve aşk ile yapılan çiftleşmeler ile pozitif evrende bekleyen kodlara istihkak çıkartıp, onların bu dünyaya gelmelerini sağlarken, evrensel kutup yasası gereği negatif evren de boş durmayarak sevgisiz birlikteliklerde kendi negatif evrenlerinde beklemekte olan kodları dünya planına sevk etmektedirler. Yani iki insan olduklarında eğer ikisievrenin de tam bir sevgi ve aşkbirlikte ile beraber oluyorlarsa pozitif en üst boyutlarından bir can (evlat enerjisi) dünya planına ışınlanmakta (intikal etmekte) iken birisi sevgi ile, diğeri sevgisiz oluyorsa yine pozitif evrenden ama ara kademelerden bir can dünya planına çekilmektedir. Burada eşlerin sosyal konumlarına, yaşlarına, kariyerlerine bakılmaz. Yüce Alem sadece beraberlik anında üretilen sevgi yoğunluğuna duyarlı evlat enerjisini harekete geçirmektedir. İki sevgisiz insan sevgisizce birleştiğinde ise onlar evli bile olsalar, yaptıkları ruhsal zinadır. Negatif evrenin karanlıklarından bir veledi zina çekilecektir. Bu yüzdendir ki halk arasında:
“Alimden zalim doğar, zalimden alim doğar” ya da. “Beş kardeşin beşi bir olmaz” gibi teknolojisi bilinmediği halde bu prensip bu şekilde ifade edilmeye çalışılmıştır. “Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz varın” (sevgi giderseniz sevgi çiçekleri, nefret öyle ile giderseniz nefretileotları biçersiniz) Bakara-223. Şimdi bir evlat enerjisinin dünya planına nasıl çekildiğini yani dünyaya nasıl geldiğimizi kısaca inceledikten sonra biraz da niçin buradayız'a bakalım. 46
“Bizi, ezel harabatından getirdiler. Kötü huylu, inatçı olanları ise savaşıp cedelleşmeye getirdiler. Bizim savaşımız, celleleşmemiz yok. Bizi sütle bal gibi kardılar da getirdiler.” Mevlana-728 Buraya her alemden doğum yoluyla gelip bedenlenebilirsiniz. Bir ailede doğarsınız. Burada sizin ruhunuzun ve her varlığın bir kodu, bir barkodu vardır. Tıpkı bir süpermarkette bir kürdanın bile kasadan işlenmeden çıkamadığı gibi ve siz buradaki en küçükten en büyüğe bütün mevcudatla olan ilişkilerinizin karma değerlendirmesine göre değerlendirilirsiniz. Bir karınca ile olan münasebetiniz bile kodlanır ve kasada karşınıza çıkar. “Benim bir karıncaya bile ulu nazarım vardır.” Yunus Adına yaşam denilen bu 3 boyutlu oyun sahasındaki aksiyonlarını hulus aktif düşünce ve eylemleri tercih ederek hayata geçirenlerin etrafında daha bu mekan, zaman ve forumda yani bu dünyada yavaş yavaş beyaz, yeşil, turuncu ve mor boyutların görevlileri toplanarak onu kısaca cennet diye adlandırılan öteki üst yaşam tarzlarına hazırlamaya başlarlar. “Onlar cennet odalarında mutludurlar” ve bu dünyada ön cennete alınırlar. İşleri hep rast gider, kaza ve belalardan korunurlar, karma yükümlülükleri kalkar, yavaş yavaş ışık olmaya başlarlar. Huzurludurlar, etrafa da huzur verirler. Çünkü artık bu insanlar buranın malı değillerdir. Paket hazırlanmış, gideceği adres belli olmuştur. Habis aktif düşünce ve eylemleri tercih ederek hayata geçirenlerin etrafına ise siyah ve kırmızı boyutların görevlileri toplanarak (Zulmani porlar) onu kısaca cehennem diye adlandırılan aşağı yaşam tarzlarına hazırlarlar. Bu hazırlığın 47
buradaki çalışmaları da ön cehennemi oluşturur. Hastalıklar, kıskançlıklar, haset, kin, korkular, kibir, bağımlılıklar, bunalım ve hannas gibi. Tüm negatif enerjiler bu kişilere hak yasası gereği üzerine çullandıklarından tüm kötü olay ve fenomenleri de bu kişilere çekerler. Kısacası burnu beladan kurtulmaz. Biri bitmeden diğeri başlar. Buradan gitme vakti gelen insanlara adına ölüm denen olay yaşatılır. Görevli varlıklar ona yardımcı olarak beden ayırtılır ve beden burada çürümeye bırakılarak hak ettiği boyuta yada kazandığı okula ya alkışlar içerisinde çiçekler ve sevgi ile karşılanarak, yada zebaniler eşliğinde daha başka evrim boyutlarına uğurlanır. Bütün bunlar diğer canlılar tarafından görülemez, bilinemez. Çünkü kopya çekmek imkanı yoktur, yasaktır. Herkes bunu kendisi çözecektir. Eğer bunu hulus aktif bir yaşam tarzı ile çözebilmişseniz ışıklar yanarekibi ve perde Siz orkestrayı, sanatçıları ve tüm toplukalkar. halde görmeye başlarsınız. Artık sırlar ve yasak sizin için kalkmıştır. Tıpkı okulun öğretim yılının sonuna doğru sınıfını geçen bir çocuğun notların idareye verilip de derslerdeki yükümlülükten kurtulmanın verdiği rahatlık gibi bir rahatlık ve huzur kaplar içinizi. Sınıfı geçtiğinizi bilirsiniz ve tüm alt boyutlardaki yaşamların o ana kadar görülmeyen yönleri size gösterilir artık. Ama henüz üst boyutlar yine sırlarla doludur. Artık oralar, gidildiği vakit programınıza girecektir. başlarsınız. Fakat siz şimdiden hazırlanmaya
“Kıyısı, dili olmayan ayran çanağını seyretmeye geldik. Fakat seyrettiğimiz ayran çanağının için düştük” Mevlana - 1433 48
, rı a y la u tu c n y o u r b tu m , a e ş ilş a y e y , e d r a e z l a k y e n b e , r e n e iy ş v ü a n mö , d a e y ı n i g ız n ırm re k n ı n tl ta a , h a a r iy o S m
u p to r u n i g n e r n ıt l a n a p a y m i in v e D
“Herbir skala bir yaşam biçimidir. Bu alemler ve yaşam boyutlarının hepsi birbirinden habersizdir, çok özel varlıklar dışında” 49
Parazit enerjilerin insan vücut uzayında yayınladığı stres dalgaları.
50
YÜKSEK FARKINDALIK VE PARAZİT ENERJİLER
51
YÜKSEK FARKINDALIK VE PARAZİT ENERJİLER Burada inceleyeceğimiz konu herkesi farklı etkileyecek. Farkındalık eşiğinizin durumuna göre yaşadığınız günlük olaylar biraz daha yerli yerine oturacak, yada anlamaya çalışacaksınız. Burada yazdıklarımı belki desize bazılarınız defa duyuyor olacaksınız. Şimdi parazit ilk enerjilerden bahsedeceğim, yani hastalık yapan, bizi hastalandıran Habis aktif enerji porlarından bahsedeceğim. Okuyanlar içinde reiki uzmanı ya da yoga, meditasyon, biyoenerji ile ilgilenenler, bu arkadaşlar enerji beden üzerinde çalıştıkları için beni daha kolay anlayacaklardır. Şimdi sizi bir süreliğine farkınladık çizgisinin öbür tarafına taşıyacağım. Orada neler olduğunu her beraber müşahede edeceğiz. ·
· · ·
· · · ·
Farkındalık nedir? Beş duyu organımızın sınırlarının dışına çıkmaktır. Farkına varmaktır. Bakış açısını değiştirmektir. Sessizliği dinlemektir (sessizlik değil midir yüce ruhun kendi sesi). Derine dalmaktır. Zoom yapmaktır. İnce ayardır. Fiziksel düzeyden, sezgisel ve duygusal
düzeye ilerlemektir. İnsanlar merceği icad edip mikroskobu geliştirinceye kadar kendilerini hastalandıran bakteri, mantar ve mikrobik alemin farkında bile değildiler. O zamanlarda birisi çıkıp “dişlerimizin arasındaki yemek kalıntılarının içinde binlerce minik canlıdan oluşan bir hayvanat bahçesi mevcut” dese, herhalde ona; sen çıldırmışsın derlerdi. 52
Yada Newton yerçekimini ve hava basıncını formule etmeden önce sahada futbol oynayan oyunculara “hey çocuklar, sırtınızda şu kadar ton yükle koşmaktasınız” dese yine anlaşılamazdı. Veya sessiz ve derinden işleyen dev bir laboratuar olan bitkiler aleminin hergün yaptığı fotosentez olayının önemi yeterince farkedilse ormanlar bu kadar hunharca yok edilmezdi. Farkında olmadığımız ama içinde yüzdüğümüz, yaşadığımız bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Peki bilim her şeyi artık bilebilmiş midir sizce? Son noktaya gelmiş midir? Son sözü söylemiş midir? Evrensel bilgi külliyesinin ne kadarı keşfedilmiştir? Kudreti sonsuzun sistem ve nizam içerisinde ustaca düzenlediği ve gizlediği daha ne kadar bilginin üzerine basıpta geçiyoruz ve farkında olamıyoruz dersiniz? İçinde yaşadığımız ama farkedemediğimiz daha ne kadar olay ve fenomen mevcut dersiniz? Vay be! diyeceğimiz daha ne sırlar çözeceğiz bu evrim yolculuğunda, tahmin edebilir miyiz? İşte burada size; yine içinde yaşadığımız, içinde yüzdüğümüz, ama çok az insanın nasibi oranında farkında olduğu enerjilerden bahsedeceğim. Enerji (Etrafımızı saran yaşam enerjisi) Nedir? Nefestir Ruhtur (o bizi nefesiyle var etmiştir). · ·
· ·
Varoluş boyutunun hammaddesidir. Esir'dir, prana'dır, che'dir
O vardır. Tıpkı ana rahmindeki plesenta gibi her tarafımızı çevrelemiştir ve hayat verir. Onu beş duyumuzla ve şimdiki teknoloji ile farkememiz mümkün değildir. Ancak duyu organlarımızın sınırlarını aşabilirsek onu farkedebiliriz. 53
Dünyadaki yaşamımız ona bağlıdır. O hayattır ama ne görebiliriz, ne de tarife sığar. Şimdi şöyle bir soru soralım. İnsanı ayakta tutan nedir? Bilim bunu kısaca şöyle cevaplar. “iskelet ve kas sistemidir” Kasabın tezgahında yatan da kemik ve kas sistemine sahiptir. Ama onda bir şey eksiktir. Çıkıp gitmiştir ve o gittiği anda, varlığın madde dünyadaki yaşamı, programı da sona ermiştir. Demek ki bizi ayakta tutan yalnızca kas ve iskelet sistemi değil. Bir şey daha var o da enerji bedenimiz. “Ten candan, Can'da tenden gizli kapaklı değil; Lakin canı görmek için kimseye izin yok.” Mevlana Henüz laboratuar ortamında formüle edemesekte bu mevcuttur ve gerçektir. Her canlıyı çevreleyen hologramik bir tayfdır. Biz buna kısaca vücut uzayımız ya da enerji bedenimiz diyebiliriz. Bunun varlığı ayrıca son zamanlarda kırlıan fotoğraf tekniği denilen bir teknikle bilim tarafından da tespit ve tasdik edilmiştir. İnsanlarda, bitkilerde, hayvanlarda ve minerallerde mevcuttur. Enerji bedeni; ne kadar temiz, arı duru ve güçlü olan varlık o kadar sağlıklı ve dengededir. Ne kadar da zayıflamış, dejenere edilmişse o kadar sağlıksız ve bunalımdadır. Kutsal kitaplarda bahsedilen arınmışlıktan kasıt fizik bedenin değil enerji bedeninin arıtılmasıdır.
“Mü'min içi boş ney gibidir dolu olunca ses çıkarmaz, sesi güzel olmaz.” Hadis 54
Peki enerji bedenimizi nasıl arıtacağız? Bir şeyi arıtmak, düzenlemek için önce onu tanımak, onun farkında olmak lazımdır. Bir insanda farkındalık kilidinin açılması için bazı şeyleri üzerinden atması gerekir.Bunlar şunlardır. Şartlanmışlıktan kurtulmak ·
Bağımlılıklardan kurtulmak Tutku ve tabuların yıkılması Tam teslimiyet Bunları başarabilen bir insan yaptığı günlük ibadet ve meditasyonlar ile enerji bedenini parazit enerjilerden arıtıp, temiz ve güçlü tutabilir. Enerji bedenin temizlenmesi için değişik yöntemler ve terapiler vardır bunu doğal terapi yöntemleri başlığı altında geniş bir şekilde inceliyoruz. Burada işleyeceğimiz konu “enerji beden parazitlerini oluşturan forma girmemiş enerjiler.” Bunlar henüz bir formu olmayan, madde olamamış enerjilerdir. Diğer bir deyişle bir badene sahip olamamış hastalık yapan korsan enerjiler. Denetimsiz, belli bir boyutda tecrit altına alınmış mülteci enerjilerdir. Peki bu enerjiler neredeler? Her yerdeler. En önemli yerleşim merkezleri insan enerji bedenleridir. Hepimiz enerji bedenimizde ya da vücut uzayımızda bu görünmeyen enerjilerden bir miktar taşımaktayız. Bunların vücut · · ·
uzayımızdaki oranı günlük olaytercihlerimize ve ilişkilerimizdeki pozitif ve negatif davranış göre değişmektedir. Çünkü bunlar programları gereği negatif duygu ve düşüncelere duyarlı yaratılmışlardır ve böyle yaşayan insanlara çekilim duyarlar. Bunlar atmosferde, her yerde vardırlar. Evimizdeki, çevremizdeki tüm objelerde siklonlanabildikleri gibi, halk otobüsüne bindiğimizde otobüsteki insanlarda, aile 55
fertlerimizde, evimizdeki evcil hayvanlarda, T.V. yayınlarında, gazete ve dergilerdeki resimlerde, yazılarda, cebimizdeki parada, her an herşeyde karşımıza çıkabilirler. Davetsiz misafirdirler. Ürettiğimiz duygu ve düşüncelerin enerji bedenimizi zayıflattığı yerlerden hemen bahçemize üşüşürler ve orada yerleşik düzen hasıl edip asli görevlerine başlarlar. Bunların asli görevleri dejenere etmektir. Programları budur. Aşağı evrim boyutunun, yokluk boyutunun sakinleri olduklarından dolayı amaçları ve programları, varlığı yok etmektir. Tasavufi isimleri “Zulmaniler” dir. Kuvantaltı porlardan oluşmaktadırlar, porsal manzumeler halinde, bulutsudurlar. Negatif aktif, kaos yaratıcı, dejenere edici, programa sahip olup habis karakterli fonksiyon vurgularlar. Sıvaştıkları varlıkta bu çeşit yaşam fonksiyonlarını yaşarlar ve yaşatırlar. Programlarını n içeriği: Tembellik ve Oburluk, Fal ve Büyü, Bunalım, vesvese ve Hannas, Seksüel sapkınlık ve zulüm, Ego-Kibirlilik köleleştirme, Dehşet ve Cinayet Bunlar bu programlarıyla vücut uzayına yerleşerek kişiliğin değişmesine fevkalade etki · · · · · ·
ederler.
56
Negatif enerjiler (Zulmaniler) henüz maddi forma (ur, kist, kreçlenme, kanser vs.) Dönüşmeden önce bulutsu kümeler halinde vücut uzayına yerleşirler. Eğer oradan atılmazlarsa, bir zaman sonra fiziksel forma dönüşerek hastalık olarak ortaya çıkarlar. 57
İNSANİLERİN ELE GEÇİRİLMESİ
58
“Biz ona bir de arkadaş tayin ederiz”.
59
İNSANİLERİN ELE GEÇİRİLMESİ Burada bir insan bedeninin enerji varlık kolonileri tarafından nasıl ele geçirildiklerini inceleyeceğiz. İnsanın ruhu yani canı bir bedene girmiş ve o bedeni, dünya yaşamında evrim ve deneyim vasıtası olarak kullanırken, insan kapalı şuur hali ile yalnızca fiziksel bedenin varlığından haberdardır ve beş duyu organını kullanabildiği kadar deneyim ve öğrenme, çevresinden haber alma kapasitesine sahiptir. Bu hali ile yaşarken kendisini fizik beden olarak görür. Daha başka yetilere sahip olduğunu bilemez. Yürüyen bir uzay olduğunu hiçbir zaman fark edemez. “Hiç ölülerle, diriler bir olur mu?”. “Onlar sağırdırlar, duymazlar; kördürler, görmezler”. Peki farkında olunmayan nelerdir, şimdi biraz bunlara değinelim. Atmosferde, yaşadığımız ortamda, toprakta, taşta, objelerde, kısaca her yerde özel programlarla duyarlılıklar yüklenmiş aydınlık ve karanlık enerji partikülleri her yanı doldurmaktadır. Bunlar sayılamayacak kadar çokturlar ve başka bir alemi oluştururlarken kendilerince bir yaşam tarzları vardır. Nasıl ki mikroplar da dünya kurulalı beri,insanlar tarafından fark edilinceye kadar kendi tarzlarında yaşıyorlar idi. Ama biz onların varlığını öğreneli çok olmadı. Bunun gibi, şimdi bu varlıkların her bir grubunun, modelinin duyarlılığı farklı bir düşünceye ayarlan-mıştır. Düşünce enerjisine duyarlıdırlar onunla gelişip Böyle bir enerji yokturvedemeyin! henüzçoğalırlar. varlığı keşfedilmemiştir. Zaten tüm bilimsel yenilikler ve keşifler insanlar tarafından yaratılmaz onu yaratan yaratmış ve bir yere ustaca gizlemiştir. İnsanların arayıp onu bulması için. İnsanlar da çalışır çabalar ve onu bulup ortaya çıkartırlar. Sonra da bunu biz bulduk diye sevinirler. Aslında bu güzel bir yarıştır. 60
Yüce alem insanların bu gelişmesini izleyip zevk almaktadır. Evet bu enerjiler insanın düşüncesinin türü oranında o kişiye doğru çekilir veya itilirler. Yani belli bitkilerin belli yüksekliklerde, yada bazı türlerin belli sıcaklıklarda yaşayıp yaşayamaması gibi bir şeydir. Düşüncenin türünü açalım biraz. Mesela, ben bu yıl ihtiyacım olandan daha fazlasını kazanmak için inat ve hırs ile illa şu model arabam olsun, bir evim daha olsun, bir şunum, bir bunum daha olsun hırsını güderek ek işler alıp, mesaiye kalıp tüm uzuvlarımla bu ego kaynaklı tutkuma hizmet düşüncesi ile yoğunlaştığımda, işte o süre zarfında çevremdeki atmosferde, yerde, insanlar üzerinde, objeler üzerinde bulunan tüm hırs ve egoya duyarlı karanlık enerji porlarını üzerime çekerim. Bunlar benim öncelikle vücut uzayıma yani enerji bedenime hemen gelip yerleşik düzen oluştururlar ve ben o an hiç farkında olamam. Oysa onlar artık benim bahçemdedir ve bu düşünceme devam edersem bir süre sonra tüm bahçemi ayrık otlarının (karanlık enerjilerin) istila ettiğini esefle göreceğimdir. Bunlar bununla kalmıyorlar, benzer benzeri çeker prensibiyle hareket ederek ortamlarında daha iyi bir yaşam platformu oluşturup o bölgeyi iyice ele geçirmek için sahip oldukları çok yüksek teknolojiyi kullanarak gen iplikçiklerimize tesirler gönderip gen şifrelerimizi bozarak biziiçin kendilerine benzetippasifleştirip kendi evrim ve deneyimleri kendi ruhumuzu içinde yaşadıkları bedeni ele geçirmeye başlıyorlar “Ben onların en ince damarlarına kadar nüfus edeceğim”. Bu yabancı enerji varlığı farkedip vücut uzayınızdan atamadığınız sürece, bu durum ilerledikçe artık siz siz değilsinizdir, başka birisi olup çıkarsınız. Eski kişiliğinizle şimdiki haliniz çok 61
farklılaşır. En yakınlarınız bile sizi tanıyamaz. Bu adam değişti, çok kendini beğenmiş oldu, ya da çok cimri oldu; çok şöyle oldu, çok böyle oldu eskiden böyle değildi derler. “Hak yoluna yalnız gitme. Bu yol tehlikelerle doludur. Bu yolda yol kesenler çoktur. Senin tek bir
canın Canın'sa düşmanı pek çoktur.Ona Üstelik içinde var. bulunan can düşmanını tanımıyor. can diyorsun, cihan adını takıyorsun. Bu dünyada senin gibi aptallar pek çoktur.” Mevlana-737 Evet işte bir grup enerji varlığının bir bedeni ele geçirme operasyonu böyle başlar ve giderek derinleşir. Ama burada önemle dikkat edilecek husus şudur. Bunlar kendiliklerinden gelmiyorlar. Biz düşünüyoruz, onlar geliyorlar, yani herşey bizde başlayıp bizde bitiyor. “Biz onlara zülüm etmeyiz, onlar kendi kendilerine zülüm ederler”. Başka düşünce türlerinden de bazı örnekler verelim. Mesela hırsızlık ve gasp. Birçok hırsız defalarca tutuklandıkları halde bırakıldığının ertesi gün yeniden aynı suçu bu sefer daha da profesyonelce işler. İleride belki gasp uğruna cinayeti bile mübah sayabilirler kendi kendilerince. Çünkü o bedende yaşayan artık bir insan değil bir karma zulmani enerji kolonisidir. Bir başka örnek seksüel sapkınlıkla ilgili. Seksüel ihtiyacı çıkar veya sapkınlık derecesine getirenler yine bu porların eline geçmiş, onlarla birlikte yaşıyor demektir ve o alanda deneyimlerini sonuna kadar yapmak isterler. Halk arasında bunlara “ar damarı yırtılmış”deriz. Yani ar ve namus iffet kavramlı tüm inançları zulmani enerjik varlıklar tarafından tahrip edilip dejenerasyona uğratılmış yahut yeniden kodlanmıştır.Bunlardan bazıları büyü ve fal konusunda, bazıları zulüm ve eziyet, bazıları cinayet ve dehşet, korku, bunalım ve tembellik v.s. 62
konularında duyarlı ve programlıdırlar. Bu olgulara meyledip yaşamayı, bu sahalarda deneyim yapmayı tercih eden canların kullandıkları enerji ve fizik bedenlerine derhal nüfus ederler ki, bu nüfus ediş, ilgili canın düşüncesi, niyeti ve hayata geçirişi (ameli) oranında hak yasası gereği hak ettiği oranda ve şiddette tahakkuk eder. Bir fizik bedenin tam olarak ele geçirilmesi için önce bu varlıklar seyyal beden dediğimiz kişinin enerji bedenine nüfus edip bir tenya gibi yapışarak o beden ile homojen hale gelirler. Daha sonra bu bedende evrim hakkı kazandıklarından hemen evrime başlayıp (bu bir ters evrimdir. Yani enerjiden maddeye doğru bir evrimdir). Maddi bir form kazanma çabasına girerler. Kendi düşük ve kesif titreşimleri ile o bölgede hükümranlık kurup kendilerince yeni bir manyetik alan yaratarak, vücudun enerji akışını kesintiye uğratırken, elektrolitik dengesini de bozarlar. Böylece bedene yerleştikleri bölgedeki fiziksel hücrelerin atom ve moleküllerine onlardaki gen programlarına Bu tesirler her zaman parazit vetesirler habisgöndedirler. aktif tesirlerdir, yıkıcı tesirlerdir. Hücrenin doğal ritmini, yapısını titreşimini değiştirmeye çalışır ve genellikle de bunu başarırlar (Bu başarının sonucunu bugün hastanelerimizin kapılarındaki yoğunluktan rahatça anlayabiliriz). Artık kaleye girilmiş ve burçlardan birisine sancağı dikmişlerdir. Vücut içerisinde uzun yıllar sürecek ateşli bir savaş süreci başlamıştır artık. Görünmeyen bir canavarı partner edinip, yaşar gideriz. “Biz ona bir de arkadaş tayin ederiz”. Bu varlıklar en çok böbreküstü bezlere yerleşip o bezlerin yapısını dejenere ederek kişinin kendineederek, güvenini, cesaretini korkusuzluğunu alaşağı korkan, çekinen, ve özgüvenini yitirmiş, eski atak ve cevvaliyetini ortaya bir türlü çıkartamayan ürkek bir kişiliğe bürünmesini sağlarlar. Bu yerleştikleri bölge vücudun arka tarafındadır yani sırt kısmı sınırlarına dahildir. Ayrıca burada bir habis maneytik disk alanı yarattıklarından vücudun omurilik boyunca devinim yapması gereken doğal enerjisinin yolunu kapatarak yan etki olarak bel 63
ağrıları ya da bel fıtığı gibi omur hastalıklarına yol açıp kişinin hareketlerini de bir hayli sınırlandırırken ön tarafa da hazımsızlık, kabızlık, iktidarsızlık gibi karın ve kasıkla ilgili bölgeleri kapsayan hastalıklara da yol açarlar. Yine bunlar insan bedeninin sırtının orta üst kısmında bulunan ve ellerin vücutta kavuşamadığı tek nokta olan iki kürek arası orta bölümüne yerleşirler bu bölge Hint terminolojisinde kalp çakrası olarak bilinen yerin sırt bölgesine tekabül eden bölgesine dikkat çekmemin sebebi bukısımdır. konuda Sırt bir ayetle ilgili olduğundandır. Kalp çakrasını ele geçiren bu habis aktif zulmani programa sahip porlar yine hak yasası gereği “biz onların kalbine mühür vurduk” ayetinin icapları doğrultusunda o bölgede hükümdarlık kurarak kendi manyetik alanlarını oluştururlar. Bu sayede insanın sevgi üretmesi gereken kalp çakrasından artık sevgi akamaz olur. Herkesten şüphelenmeye, korku ve kıskançlık duymaya başlar. Duygularına haset, Fitne, Sıkıntı ve bunalım hakimdir. Bu pınardan çevresine yayılan artık sevgi değil nefrettir. Bu insanlara halk arasında kalpsiz, tarafından ruhsuz diyetamamen sıfatlar takılır. Eğer nefsani, zulmaniler ele geçirilmişse dehşetin ve cinayetin bile en acımasızını sergileyebilirler hiç ürpermeden. Çünkü iyiliğin ve sevginin kaynağı kurumuştur. Ama eğer kalp çakrası diye adlandırdığımız, tasavvufta nefsi mütmaine olarak geçen insani prototipin bu dördüncü mührü açılıp da sürekli açık ve temiz tutulursa “Ey huzura eren nefs” Fecr/27 gerçekleşir ki, bunun içinde insanın birçok duygularda tatmini yaşaması gerekmektedir. O taktirde bu enerjiler yine hak yasası gereği o bölgeyi derhal terkederler aksi halde yanarlar. Ama kalbi mütmain (tatmin) edememişsek ve bu zulmanileri bahçemize düşünce ve eylemlerimizle davet etmişsek, işte o zaman bu bölgeye yerleşip, burada bulunan timüs bezini dejenere ederler. Timüs bezi vücudun bağışıklığını düzenleyen çok önemli bir bezdir ve o bozulduğu vakit ortamdaki tüm hastalıklar bizim için öldürücü bir tehdit halini alır, bir nezle bile öldürebilir. 64
KİŞİLİK NEDİR? Bir insanın vücut uzayında bulunan değişik türden mülteci enerjilerin fonksiyonları toplamı ile özsel tekamülünün bileşkesi o insanın yersel kişiliğini oluşturur. İnsan; Ürettiği her düşünceden ve yaptığı amelden sorumludur. Henüz yeterli tekamüle ulaşamamış ve denge rayına oturamamış, yolunu bulamamış birçok insan, yaşamındaki ve mevcudatla ilişkilerindeki tutarsız tercihlerinden dolayı vücut uzayında dejenerasyon yapmaya programlı mülteci enerjilerin değişik istihkaklarla tahakkuk edip yerleşmesi sonucu, kişilik olarak günü gününü, hatta saati saatini tutmamaktadır. Bir olaya bugün şöyle tepki vermekteyken, yarın daha farklı bir tepki verebilmektedir. Eşref Saati (Mülteci enerjilerin baskın olmadığı zamandır, izinzamv.s. istenebilir, anlayış ve hoşgörü devrededir. ). Huyum Kurusun (Bazı kritik zamanlarda yönetim kendi elinde değildir, Huyu ! enerjik koalisyon devrededir.) Şimdiki aklım olsaydı (dengede olmadığı kaoslu zamanlarına hayıflanmaktadır). Belli bir yaşa kadar muhlis yaşayan biri, bir yaştan sonra, yakınlarını çok şaşırtan kişilik değişimleri sergileyebilir. Bazı insanların çıkarına dokunulduğunda ya da üstüne gidildiğinde, ya da bir düğmesine basıldığında hayret edilebilecek davranışlar ortaya koyabilmektedirler. Örneğin, halk arasında : Tepem attı Cinler tepeme sıçradı Film koptu Derken kendimi kaybettim (yönetim tamamen mülteci enerjilerin eline geçmiştir. Sonu nerede biter bilinmez) O anda keçiler geldi gibi. bunları normal hayat da sık sık kullanırız. ·
·
·
· · · ·
·
65
Her insanın tepe atma çizgisi farklı farklıdır. Bu kısaca, sabrın, soğukkanlılığın tükendiği noktadır. Hoşgörünün artık kapandığı, insani hasletlerin yani özümüzün bir köşeye sinip, büzülüp kaldığı, fonksiyon vurgulayamadığı bir noktadır. Peki o noktadan sonra biz kimiz? kim oluyoruz? neye dönüyoruz? köşeye büzüldüyse, oEğer andaözümüz kontrol bir kimin elindeçekilip ve bizi yöneten nedir? işte o anda bizi yöneten biz değil, vücut uzayımızda bulunan zulmani parazit enerji varlıklardır. Bunu böyle bilelim. “Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt, süvarilerinle, yayalarınla, onları yaygaraya boğ, mallarına, evlatlarına ortak ol (eşyalarına ve aile fertlerine sıvaş), kendilerine vaatlerde bulun. Şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez.” Şimdi şöyle bir soru akla gelecektir: İsra 64 Bunlar diğer insan ve objelerden, kendi vücut uzayımıza, enerji bedenimize nasıl girip, yerleşik düzen hasıl edebiliyorlar? Bunu nasıl gerçekleştiriyorlar? Birkaç madde halinde belirtilebilir. Ses ve söz ile (ses siklon teknolojisini kullanarak) Bakışlar, jest ve mimikler (ışık siklon teknolojisini kullanarak) Her türlü resimler, gazete ve TV programları ·
·
·
·
· ·
(ses + ışık siklon teknolojisini kullanarak) Dokunma ile (ısım siklon teknolojisini kullanarak) Düşünce (Replikleri kullanarak) Duygu ürettiğimizde (Acı korku üzüntü keder öfke pişmanlık vs. ) 66
Peki bunları enerji bedenimizden nasıl atarız? İyi insan olmanın, yüksek ahlaki değerleri taşımanın icaplarına uygun yaşam sergileyerek. İbadet yaparak (günlük) ·
·
·
·
·
Kutsal kitabımızdan hergün biraz okuyarak (günlük) Toprak, ağaç, taşlarla ve hayvanlarla terapi yaparak , onlarla iletişim halinde olmayı bir yaşam biçimi haline getirerek. Pozitif enerji yüklü siklon alanlara, bazı yatırlara ve özel yerlere ziyaretler yaparak. Bunları vücut uzayamızdan atamaz isek ne
olur?
Vücut uzayımıza, enerji bedenimize yerleşirler ve enerji akışını inkıtaya uğratırlar. O zaman önce kişiliğimizde olmasını istemediğimiz değişiklikler olmaya başlar. Sonrada fizik bedenimizde hastalıklar, ağrılar, sızılar vs. ortaya çıkar. · · · · ·
·
Daralırız Gerginlik Stress Bunalım - Nöbetler Çabuk öfkelenmeler Sabırsızlık
·
·
·
·
·
·
·
Oburluk
·
Tembellik Kilo alma ya da verme Acelecilik Telaş Dengesizlik Öfke, kızgınlık Kin Affedememe Hoşgörüsüzlük
·
·
·
·
·
·
·
Sevgisizlik Bağımlılıklar Sakarlık Aksilikler Konsantrasyon bozukluğu Hastalıklar Korkular vs.
Bunlar ve bunlarla birlikte hayatımıza giren olumsuz hadiseler. İşlerin aksi gitmesi, mutlaka bir aksiliğin kapıda hazır olması. Bereketsizlik, bir elin görüp diğer elin görmemesi. ·
·
67
·
·
·
Basiretsizlik, hiçbir işin sonunu getiremeyip tamama erdirememek. Kaza ve belalar, (dikkat ve konsantrasyon eksikliğinden) Maddi ve manevi kayıplar, zarar, ziyan.
Bütün bu menfi programlar kişinin hayatına zift gibi sıvaşır. Kişi değişmeye başlar. Bazen kendi kendini tanıyamaz hale gelir. Doktorlara, psikologlara gider. Bu döngüler böyle devam ederken onlar hala oradadır. Dejenerasyon, yaşlanma ve çöküş hızla devam etmektedir. Sonunda eline bir doktor raporu uzatılır. Ömür oyalanmalarla geçip giderken mülteci enerjiler habis karakterli bir nodüle dönüşmüştür ve hükümranlığını ilan etmiştir. Vücut üzerinde ayrı bir manyetik alan yaratarak vücutdaki enerji akışını keser ve o enerjiyi kendisi somurarak dejenere aktif yaşamında yeni cepheler kazanmaya başlar, yani dal kol atar. Fakat bu gerçekler kimseyi korkutmasın. Nasıl ki teşhis konulduktan sonra tedavi artık kolay hale geliyorsa, burada da bunların ipliği pazara çıktıktan sonra bunlardan kurtulmak, arınıp temizlenmek insanın kendi eline kalmış çok kolay bir iştir. İhtiyacımız olan her türlü bilgi ve kaynak yüce beyanda ilahi kitaplarda bir şekilde insanlara ve sunulmuştur. Yeter kieksiksiz biz araştırma isteği duyalım ve O'na yakın olalım. Çözüm kendiliğinden gelecektir.
68
ÇAKRALAR VE NEFS
69
“Biz onların, kalplerini mühürledik de onlar işitmezler.” Âraf 100
70
ÇAKRALAR VE NEFS Beşerî boyutlardan Madde kainatdaki Dünya mektebine genel evrim için intikal eden bir can kendisine uygun görülen bir erkek veya dişil kalıba girerek annesinden doğarken, onun için artık bâdirelerle dolu bir evrim ve tekamül yolculuğu başlamıştır. Doğum yoluyla madde Dünyanın kesif, Nefsâni programlarla dolu atmosferine ayak basarak Akıl balik oluncaya, yani sorumluluk taşıyabilecek, tercihlerinin, düşüncelerinin ve eylemlerinin sonuçlarına katlanabilecek, bunları yorumlayabilecek yaşa gelinceye kadar bu insanın enerji bedeni ve çakraları ,melekler ve hami varlıklar tarafından sürekli desteklenerek temizlenir. Bu sebepledir ki çocuklarda ve bebeklerde hastalıklar büyüklere oranla çok çabuk iyileşir. Bu insanlar büyüyüp geliştiklerinde bir enerji b e d e n l e r i n i n o l d u ğ u n d a n h a b e r s i z d i r l e r. Düşündükleri ve uyguladıkları her kötü, zararlı, yıkıcı, habis aktif hareket nispetinde vücut uzaylarına aldıkları nefsani ve zulmani enerjileri ve bunların yaşam programlarının kendi yaşam programlarıyla mündemiç, (içice) nasıl girdiğini fark edemezler. Enerji bedende kirlilikler hat safhaya gelirken, tüm olumsuzluklar, hastalıklar, terslikler, aksililikler, korku ve kaoslar kendilerine doğru çekilmektedir. Bütün bunlar olurken tüm çakralarda kirlenerek birer birer kapanırlar. Denizlerdeki suyun buharlaşıp bulut olması, tekrar yağıp, topraktan süzülüp, arınarak yer altında bir süre yol alıp, sonra akarsu olup tekrar denize kavuşması gibi Ruh'da sürekli, büyük bir arzu ile geldiği kaynağa yani yaradanına kavuşmak istemektedir. Ancak bu kolay bir şey değildir. Bunun için Dünya programı aşılmalı, gerekli arınma sağlanmalıdır. 71
Bu bir tedrisatdır. Tasavvufda bu süre Seyri Sülûk olarak anılmaktadır. Bu kaynağa geri dönüş programında bedene hakim olmaya çalışan nefs önce zapt edilmeli, sonra alt edilmeli, daha sonrada başı kesilip yok edilmeli, özde eritilmelidir. Bu aşamalar esnasında çeşitli merhalelerden geçilir. Aşılan her merhalede bir çakra temizlenir ve düzgün çalışır hale gelir. Çünkü insana çeşitli halleri yaşatan nefs; programı gereği çakraları (insani prototipteki enerji akış kapılarını) mühürler ve kapatır. Nefsin programı; insanı maddeye ve onun yasalarına bağımlı kılıp onu ayartmak ve kovulanlardan olmasını sağlamaktır. Nefs programının makro amacı dünyayı bir kaos gezegeni haline getirmektir, sevgiyi, hoşgörüyü, tevazuyu, bağışlamayı, velhasıl tüm yüksek Ahlaki olguları yok etmektir.
“ Gözümaçıp gördüğüm zından Nefsû hevâ pûr dolu şeytan işi”işi Yunus Bu nefsani programın karşısında Allah'ın Rahmanî programı da mevcuttur ve aktiftir. Tercih eden istediği anda bu programa dahil olabilir. Ne kadar zamandır nefsani programı hakkıyla yaşayıp yaşatıyor olsa dahi kararını verip de o yoldan dönmek istediği anda Sıdkı kalp ile yapacağı bir tevbe ve bağışlanma müracatı ile Allah'ın Rahman programına dönüş yapması mümkündür. “Allah Sonsuz bağışlayandır, Affedendir”. Rahmanî programa giren insandaki enerji bedende ve Çakralarında yavaş yavaş arınma ve temizlik başlar içdeki bu temizlik dışa davranış ve hâl olarak yansır ve kişideki değişiklik bu arınmışlık arttıkça huzur ve sürûr olarak kendini göstermeye başlar. Şimdi Çakralarla Nefs arasındaki ilişkiye bir göz atalım. 72
Bilindiği gibi insanın Ruhanî anlamda evrim ve tekâmülünü tamamlaması için Nefs programının yedi mertebesini başarıyla atlaması gerekir. Ancak o zaman vuslata erişir, insanı kamil olup kendisini yaratanıyla, kaynağıyla buluşabilir. Ancak bu sözle olmaz, hâl ile olur, Hâl'de enerji bedenin arınması ve temizlenmesidir. Buda Nefsin yedi mertebesinin mühürleri sayılan yedi çakranın temizlenip mükemmel çalışır hale gelmesiyle sağlanır. Yani Nefsani arzu, heva ve heveslerle kapatıp mühürlediğimiz bu yedi kapının mühürleri kırılıp açılmadan Seyrü Sülük-ü tamamlamak mümkün değildir. Şimdi Bütün Çakraları kapalı olan bir insanî prototip düşünüp onun üzerinde Çakra-Nefs ilişkisine bir göz atalım. 1. Mühür: Kök Çakrası Nefsi Emmare kapısı Burası en alt çakradır. Üst çakralarıyla birlikte burası da kapalı olan bir insan aşağıların en aşağısındadır. Birden fazla ciddi hastalığa sahiptir ve bu Merhaleyi aşamayıp uzun yıllar bu çakrayıda kapalı olarak yaşarsa ölümü çok acılar çekerek yaşar. Nefsin bu merhalesinde yaşadığı sürece, kötülüklere ve çirkinliklere sürekli bir çekilim duyar. İçinden bir ses sürekli kin, nefret ve egoya hizmet etmesini haykırır. Bir nevi hayvanlaşmış gibidir acıma
duygusu, gönül yoktur. Kibir ve zulüm, korku ve korkutmahatır, had safhadadır. Allah korkusu yoktur. “Aşksızlara verme öğüt öğüdünden alır değil,
Aşksız kişi hayvan olur, Hayvan öğüt bilir değil.” Yunus 73
2. Mühür: Hara Çakrası Nefsi Levvame Kapısı Burası Cinsel bölge üzerindedir. Nefsi emmare programında boğuşmakta olan yarı hayvan prototip birçok çileler ve sıkıntılar çektikten ve birçok dersler aldıktan sonra Artık bu halden kurtulmam gerek, içimdeki bu hayvanı dinlememem gerek, deyip; bu
ilkeyi kabul ettiğinde Çakrası açılarak bir üst programa geçer. Artık Kök hayvani halden kurtulmuştur. Sıra Hara çakrasına yani Nefsi Levvameye gelmiştir. Burada Allah'a küfür yerini Allah korkusuna bırakmaya başlar kişinin hal ve hareketlerinde düzelmeler görülürken sağlığı da yavaş yavaş düzelmeye başlar. Burada nefs yaşadığı sıkıntı ve çileler nispetinde yorgun düşmüş ve artık denetimi kabul etmiştir. Fakat nefsin en büyük silahlarından, kozlarından birisi burada sahneye çıkar. Bu şehvetdir. Şehvetin yanı sıra makam tutkusu, başkalarıyla çekişme, heves, riya gibi sıfatlar henüz alt edilememişken, kulluk ve ibadet bilincide yavaş yavaş oluşup gelişmeye başlar. Kişi yaptığı hatalardan pişmanlık duyup sürekli af dileyip tevbe ederse, hızla bu merhaleyide aşabilir. 3. Mühür: Göbek Çakrası Nefsi Mülhime Kapısı Göbek üzerindedir, karın bölgesini kapsar. Nefsi Levvameyi terbiye eden canın hara çakrası temizlenir ve çalışır hale gelir iken Nefs artık denetimi ele alınmış, biraz yola getirilmiş, öfkesi, hırsı ve Şehveti dindirilmiş bir haldedir. Artık sıra göbek çakrasının arınmasına gelmiştir. Bu programla muhatap olan insanın bu programı çökertmesi için Oburluk, Tembellik, Çabuk Zengin olma isteği, sevgisizlik, kendini ve başkalarını yargılama gibi duygularıyla savaşıp onları düzeltmesi gerekir. Artık bu kişi hayrın ve şerrin, iyinin ve kötünün farkındadır. Nisbi arınma sağlanmaya başlamıştır burada kişinin Allah korkusu Allah sevgisine dönüşür, sevgi ve hoşgörüye yöneliş başlar. 74
4. Mühür: Kalp Çakrası Nefsi Mütmaine Kapısı Burası kalbin üzerine denk gelen göğüs kafesinin tam ortasıdır. Vücuttadaki en büyük ve önemli ana çakra durumundadır.
“Biz onların kalplerini mühürledik de onlar işitmezler.” Âraf 100 Kişisel gelişimin son durağıdır yani kişi çalışarak ancak buraya kadar bir açılım elde edebilir bundan sonrası Allah'ın lütfuna bağlıdır. Dilediğine verir. Burası kapalı iken kişi bunalım, gıybet, haset, dedikodu, kıskançlık gibi halleri sergiler. Bağışıklık sistemini kontrol eden timüs bezi bu bölgede bulunduğundan vücudun bağışıklık sistemi zayıf düşer ve tüm hastalıklara açık hale gelir. Burası temizlendiğinde ürettiği sevgiyi bu kapıdan yaymaya başlar. Burada Nefs herşeyi yaşamış ve artık doyuma ermiştir. Tamamen emir altındadır. Sükuna ermiştir. Kalp çakrasının temizlenip açılmasıyla huzur ve tatmin bulunmuş ve bu etrafa da yayılmaya başlanmıştır. “Ey huzura eren nefs” Fecr 27 Allah sevgisi mutlak sevgi halinde oluk oluk kalp çakrasında bir kaynak gibi akar. 5. Mühür: Boğaz Çakrası Nefsi Raziyye Kapısı Burası boyun bölgesindedir Kelam izini verildiğinde açılır. Burası kapalı ve kirli iken kişi vesvese Hannas fal ve büyü gibi hasletleri sözcüklere yükleyerek insanları bunalıma düşürüp aşağılar ve bilinci bulandıracak sözcükler üretirken, temizlenip kelam izni verildiğinde ise müsaade nispetinde, “O'nun ağzından, “O”nun diliyle konuşmaya başlar, “Kelamın hasında pas, Allah'ını bulanda yas olmaz” atasözü bu mertebeye çok uymaktadır. 75
Kabullenerek, mutlulanan bir benlik ve sevgili yolunda herşeye, ondan gelen hayır ve şerre, her çileye, kadere, razı olma halidir. Onun sevgisinden ve manevi lütuflarından başka her şeyden vaz geçilir.
“Canlar canını buldum, Bu canım yağma olsun, Assı ziyandan geçtim, Dükkanım yağma olsun. Ben benliğimden geçtim, Gözüm hicâbın açtım, Dost vaslına eriştim, Gümanım yağma olsun. Yunus ne hoş demişsin, Balu şeker yemişsin, Ballar balını buldum, Kovanım yağma olsun. Ey sözlerin aslın bilen Geldi, bu söz kandan gelir, Söz aslın, anlamayan, Sanır bu söz benden gelir. “
76
Yunus
6. Mühür: Alın Çakrası (3. Göz) Nefsi Marziyye Kapısı Alın üzerindeki mühürdür. Allah'ın kendiinden razı olduğu benlik halidir. Burada kişi Allah katında sevildiğini bilir ve hisseder. Onun ağzıyla konuşurken onun gözüyle de görmeye başlar. Kendisine yaradan tarafından ilmi Ledûn ve Hikmet verilmiştir. Çünkü “Allah'ın Ahlakıyla onun ahlaklanın” hitabının muhatabı olup ona yakınlaşıp, nuruyla dolmuş ve onda eriyip yok olmuştur. Bu mertebedeki insan hem Allah'tan hem de kullardan rızalık alırken kendiside herkesten razı olmaktadır. Bu kişiler artık keşif ve kerâmete önem vermezler, bu makam vahdet makamıdır. Şeriat Tarikat Hakikat gibi okul ve mastrlar tamamlanmış, Fena Fillah ve Beka billah halleri zuhur etmeye başlamıştır.
“ Din-ü millet sorar isen, Aşıklara din ne hacet Aşık kişi harab olur, Harap bilmez din diyanet. Dört kitabın mânisin okudum hasıl ettim, Aşka gelince gördüm, bir uzun hece imiş.” Yunus 7. Mühür: Tepe Çakrası Nefsi Kâmile Kapısı Yeri başın üst kısmıdır. Son basamaktır. Daire tamamlanır, madde aradan çıkar, alt edilmiştir. Ego ve benlik artık Canın, ruhun emrindedir, bütün manevi kir ve pislikten arınılmış ve mükemmel, Adem Modeli, orijinal insan prototipine ulaşılmıştır. Kişi yarı beden
yarı ışık haldedir. seyir ve seyahatler, alemler, kainatlar Işık onunbedeniyle için sır olmaktan çıkmıştır. Artık kamil insandır. Sırlar çözülmüş, kendisi sır olmuştur. “ Evvel benem, ahır benem, Canlara can olan benem Azıp yolda kalmışlara, Hızır medet eden benem. 77
Çarh benim hükmümdedir, mülk benim elimdedir, Her kanda ben oturmuşam, yakan benem, yanan benem” Yunus Kaynağıyla buluşup onda erimiştir. Bazan burada bazan birçok boyutu anda yaşarlar zamanda ve orada mekanlarda seyre aynı dalarlar. Sizinle konuşurken dünyanın öbür köşesinden haber verirler. Her an her yerde olabilirler. Böyle insan her yüz yılda ancak bir ya da iki-üç tane bulunur. Ne mutlu onlarla karşılaşıp sevgisine mazhar olana.
“ Hayra döndü benim işim, Endişeden azad başım Nefsimin başını kestim, Kanatlanıp uçar oldum. Azrail Sorucugelmez gelmezcanıma, sinime Bunlar beni ne sorsunlar, Onu sorduran ben oldum. Haktan gelen şerbeti, içtik elhamdü-lillah Şol kudret denizini geçtik elhamdü-lillah. Nefsin terbiyesi nasıl yapılır :
Tıpkı hiçbir şey bilmeyen yaramaz, haşarı bir çocuğu karşına alır gibi nefsi karşına alıp onunla konuşulur. Bu kendi kendinle konuşmak şeklindedir. Bir tür öz eleştiri de denebilir. Nefse; Dünya nimetlerinden oluşan zevk ve sefalardan, onlarla oyalanıp onlara tutkuyla bağlanmaktan vazgeçmesi, aşkı ve tatmini onlarda aramaması gerektiği anlatılır. Sebebi de izah edilir. Şöyle ki; Neyi çok severse sevsin, nice hırsla, faturalar 78
ödeyerek elde etmeye çalıştığı dünyasal değerlerin sonunda ölümle ondan ayrılacağı, onu terk edeceği anlatılır. Nefs böyle sevdiği herşeyden (parazenginlik-güzellik-gençlik- şöhret-evlat-eş-mevkivs.) eninde sonunda ölümle ayrılıp onları dünyada bırakacağını ve bunların hasretini çekerken acı duyacağını anlayınca ayrılığıbukaçınılmaz sevdiği herşeyi burada bırakan sisteme olan başkaldırır. Kabullenemez, isyan eder. Ama sonunda ikna olur ve ayrılığı olmayan bir sevgiliyle meşgul olmak için araştırmaya başlar. Tabii bu süreç insan hayatında nice on yılları alır bazen bir ömür bile bu muhasebe ve idrak için yetmeyebilir. Sonunda anlar ki onu buraya gönderen ve eğitiminden sonrada yanına alacak olan yaradanı onun yegane sevgilisidir ve bu sevgili yalnız bu dünyada değil mezarda ve sonrası yolculuğunda da onun hep yanında olacaktır. Bu konuyu çok beğendiğim bir şiirle tamamlamak istiyorum.
“ Sular gibi alçak gez, rif'at bulursun gönül Akd-i ihadını çiz, vuslat bulursun gönül. Nefs ile et savaşı ta ki alt eyleyesin Nefsi katleyleyince, izzat bulursun gönül. Verme ömrün hebaya, her yerde çalış meğer, Kırılınca iki diz, vuslat bulursun gönül. Geceler ahuzâr et, yüzünü yerlere sür. Parelensin iki yüz, sıhhat bulursun gönül. Nuri bunları dedin, bunun biri sende yok, Sende seyyah ol gez, devlet bulursun gönül. Abdulahad Nûrî. 1594 1650 Sıvas 79
SESLERDEKİ CEVHER Evrensel Ses Siklon teknolojisi
Şimdi de sizinle “ses” hakkında mütala yapacağız. Sesteki gizli gücü ve sesin canlılar üzerinde ne gibi etkiler yapabileceğini, ses dalgalarında bulunupta henüz formüle edilememiş bazı hikmetanlamaya ve sırlarıçalışacağız. yaradanın izniyle ve müsaade nispetinde Günümüzde sesteki meknuz bulunan bazı güç ve sırların bir bölümü bilimin tespit edebildikleri nisbetinde çözülmüş bulunmaktadır. Örnek verirsek: Bazı sonar sistemleri sayesinde varlıklar ve kütlelerin türleri ile büyüklükleri çok uzaklardan anlaşılabilirken mesafeleri hakkında da bilgiler alabilmekteyiz. Ayrıca ses frekanslarında gerekli ayarlamalar yapıldığında sert cisimler ve taşlar kırılabilmektedir. Bu örnekler ses'deki gücün fiziksel işlevler kısmını oluşturmaktadır. Burada asıl işleyeceğimiz konu sese yüklenip taşınabilecek cevher ve enerjiler konusudur. Fiziksel gücü kullanıldığında camları kıran, taşları parçalayan ses yüklendiği cevherlerle siklonlandığında hücrelerimize, manevi yapımıza, vücudumuzun yaşam kaynağı ve yöneticisi olan ruhsal bedenimize nasıl etkilerde bulunabilir ona beraberce bir bakalım ve insan sesini ele alarak birlikte inceleyelim. Bir insanın, ciğerlerinden gelerek gırtlağından geçip ağzından çıkarken ses tellerinin değişik frekansta titreşmesi sonucusesiçıkardığı duyumsal dalgalara insan denilir. akustik, Bu, sesin fiziksel tanımıdır. Şimdi perdeyi biraz aralayalım ve sesin arkasında ve içeriğinde neler var onu inceleyelim. Kudreti sonsuz her şeyde olduğu gibi ilahi yaratma gücü ve ihsanı ile insan bedenini de mucizevi ve mükemmel bir şekilde yaratıp, dizayn etmiştir. 80
Alim ve latif isimlerinin icaplarıyla insanın ruhu ile bedeni arasındaki uyum ve kalibrasyonun sayısız örnekleri yanında, ses'e yüklediği mükemmelliği müşahede ettiğimizde yüce Yaradan'a bir kez daha hayran olmamak, secde etmemek mümkün mü? Burada yarattığı ve yaşattığı tüm güzellikler için onu yüceltip, binlerce hamd ettikten sonra insan sesindeki “Transsesmation” olayını biraz açmak istiyorum. Öncelikle sesin asal özeliğinin bir taşıyıcı olduğunu belirtmek istiyorum; “Ses” Bir ifadeyi taşır, bilgiyi taşır, öfkeyi taşır, kısacası ne koyarsanız onu taşır, yani transfer eder. Transfer bir yerden başka bir yere taşıma işlemidir yani nakil etmedir. Transformasyon ise bir tür dönüşüm hadisesidir. Bir şeyi taşırken dönüşüme uğratarak taşır. Konumuzla ilgili olarak, bir alçak frekansı yükseltmekte ya da yüksek frekansı düşürmekte kullanılır. Transsesmation ise yüksek frekansa sahip duygu ve düşüncelerin frekansını kulakların duyabileceği ses frekansına kadar düşürürken aynı anda da bunu karşıya taşıma işleminin tümüdür. İnsanlar konuşurlarken çok normal günlük bir olayı yaşadıklarını sanarlarken bu teknoloji mükemmel bir şekilde onların bedenlerinde zuhur etmektedir. Burada yüksek frekanslı taraf insanın zihnindeki imajinasyonlar, aklındaki fikirler ve düşünceler, duygular, ilhamlar iken bunların karşıya nakledilebilmesi ve bunun içinde ses'e dönüşebilmesi için Tnassesmation tekniği yaradan tarafından insan programına ustaca yerleştirilmiştir. Tabii bize sunulan tüm armağanlar gibi bu armağan da sorumluluk gerektirmektedir. Burada bir örnek gösterirsek; Nasıl 12 volta ihtiyaç duyulan bir yerde transformatör kullanılarak şehir cereyanı olan 220 volt 12 volta ya da daha düşük voltajlara indiriliyorsa, aynı benzer bir teknoloji düşüncenin ses'e dönüştürülmesinde de kullanılmaktadır. 81
Sesler, sözcükleri oluşturan kelime ve heceler, madde dünyanın iletişim aracıdırlar. Duygu ve düşünceleri karşıdakine aktarmak için birer şifredirler, semboldürler. Düşüncemizdeki bir şeyi karşıdakine anlatmak için, mesela, “kaya gibi bir şey” ya da, “tüy kadar hafif” gibi ifadeler kullanırız. Böylece düşüncemizde oluşan görüntüyü, imgeyi, bir fikri ya da aklımızdaki bir düşünce paketini, hava ve ses tellerimizi kontrollü bir biçimde kullanarak karşıya iletebiliriz. Örneğin bir cafeye oturduğumuzu düşünelim. Garson ne alırsınız diye sorduğunda, biz; canımızın son derece çekmekte olduğu cam bardakta, yanında iki kesme şeker olan, buğuları çıkan tavşan kanı çayın görüntüsünü zihnimizde oluştururken, eğer bunu sese dönüştürmez isek o çayı içmemiz epey gecikebilir. Çünkü bir sürü içecek arasından hangisini tercih ettiğimiz hakkındaki bilgi bizde hazır olmakla birlikte henüz garsona transses edilmemiştir. Ama garsona bakarak “çay” dememizle birlikte bu üç harflik heceye zihnimizde beliren tüm görüntüyü ve söyleyiş tarzımızla da (Çayy) ne kadar acele istediğimiz bilgisini yükleyip göndermemiz bir olur. Garson mesajı almıştır, döner gider ve birazdan bizde arzu duyduğumuz sıcak çayımıza kavuşuruz. Buraya kadar yazdıklarım bilinen şeylerdi. Burada dikkatleri çekmek istediğim asıl bir nokta var ki orası çok önemli. Oda şudur ki ağzımızdan çıkan her ses ve hecenin, hatta her harfin bir vagon dolusu kıymetli veya tehlikeli cevher taşıya bildiğidir. İşte bu sebeptendir ki; ağzımızdan çıkan her sözden sorumluyuz ve bu sorumluluğumuzda çok büyüktür. “Ağzından çıkanı kulağın duysun.” 82
Şimdi bir ses ya da hecenin nasıl cevher taşıdığını görelim. Birisiyle konuşurken kullandığımız her kelimeyi boş bir vagon gibi düşünürsek, bir şeyler anlattığımız insana konunun uzunluğu oranında bir katar gönderiyoruz demektir. Bu vagonlar dizininde hangi vagona hangi duygu, düşünce ve mânâyı yüklersek karşı tarafa da onu göndeririz. Bazan söylediğimiz kelimelerin bildik anlamları ile onlara yüklediğimiz mânâlar tam zıt bile olabilir. Ama asıl mesaj Ruh'dan ruh'a gönderilen olduğundan “arif olan anlar.” Halk arasında: Gözünü seveyim derken sanki, gözün çıksın diyor, İncitmeden aba altından sopa gösteriyor, “Biz sizi ararız” dedi, Özürü kabahatından büyük Anlat anlat, ben seni dinliyorum. vs gibi ifade edilen ama söylenenden çok farklı mana taşıyan sözcük vagonlarının örneği bir hayli çoğaltılabilir. Bunlar günlük konuşmalardır. Şimdi de yapıcı ve yıkıcı sözlerin üzerinde duralım biraz. Burada çok yüksek bir teknoloji tecelli etmektedir. Bir başka konuda, vücut uzayımızdan ve burada yerleşik düzen hasıl eden mülteci enerjilerden bahsetmiştim. İşte bu enerjiler bu ses ve kelime vagonlarını vasıta olarak kullanıp, ses'e yüklenen cevhere siklonlanarak (sıkıştırıp, güç alanı oluşturularak) karşıya taşınabilmektedirler. Peki bu nasıl olmaktadır. Eğer bir insanın vücut uzayı, mevcudatla olan ilişkilerini negatif aktif yaşadığından dolayı negatif enerjiler tarafından istila edilip, onu cehennemi bir şekilde yakmakta iken bu kişi karşısındaki ile bağırıp çağırarak, küfürlü bir şekilde, sesine aşağılayıcı manalar yükleyerek konuşuyorsa, kelime vagonlarını kor ateşlerde doldurup karşıya gönderiyor demektir. ·
· ·
·
·
83
İçindeki zehiri, kelimelere yükleyerek karşıya akıtır ve içinden “oh be, şu da kalsın demedim, ama ne rahatladım” der. Toplam beş kelime söylemiştir belki de. Ama aylarca, hatta yıllarca biriktirdiği pisliği bu beş kelime vagonuna presleyip yükleyerek, karşıya göndermiştir. Kusmuştur. Artık zulmani enerjiler ses vagonlarına yüklenerek karşıdakine geçmiştir. Bir gurup negatif enerji külliyesi onun vücut uzayına, enerji bedenine sıvanmıştır. Yanmaya başlar. Hazmedemez. İçine dert olur. Karnına kurt düşmüştür. Gider, ailesine çatar, en yakın arkadaşını kırar. Hatta intiharı bile düşünebilir. Velhasıl kendisine ait olmayan bir grup mülteci habis aktif, yıkıcı enerji bahçesine girmiş, kamp yapmaktadır. “ve sakın bir şey isteyeni azarlama.” (çünkü azarlayınca o kişiye neler gönderdiğini bilmiyorsun. Onu hasta edip, öldürebilirsin). Duhâ suresi - 10 Peki bunlardan kurtulmak için neler yapmalıdır? Bu durumlara hepimiz, her an maruz kalmakta iken, bu durumu fark ettiğimizde tavrımız ne olmalıdır. Bunu temizleyecek unsurlar nelerdir. Konunun birazda arınma yönünü inceleyelim. Bunlar enerji varlıklardır dolayısıyla titreşimleri, frekansları maddeden daha yüksektir. Bu sebeple bunlara daha düşük bir frekansa sahip olan madde aleminin unsurları etki edemez. Yani bir insanla size sıkıntı veren bir görüşme yaptınız ve oradan çıktığınızda başınıza bir ağırının girdiğini farkettiniz diyelim. Bu o insandan çıkan seslerle size taşınan bir grup negatif enerjinin size yaptığı dejenere aktif etkidir. Ağrı kesiciyle onu oradan atamazsınız. Ağrı kesici ancak sizin ondan etkilenmenizi belli oranda azaltır ama o hala oradadır. Ağrı kesici ilaç sizin madde bedeniniz üzerinde endikedir o enerji grubunun üzerinde değil. 84
Nitekim migren bugün hala çözüm bekleyen büyük bir soru işaretidir. Çünkü o ağrıyı oluşturan enerji porları bir madde kütlesi değildir (henüz). Enerji porlarından oluşmuş antimadde bulutsu bir manzumedir. Eğer ona bir tesir yapılmak isteniyorsa bu da aynı platformda bir karşı enerji ile olmalıdır. Bir enerji grubu ile ilaçla mücadele; füze ile saldıran düşmana taş atmak gibi bir şeydir. Birisi evrensel teknoloji ile saldırırken diğeri dünyasal teknoloji ile karşılık vermektedir. Arada muazzam bir teknoloji farkı vardır ve kaybedecek olanda şimdiden bellidir. Nitekim tıp ne kadar ilerlerse, hastalıklarla arası kapanacağı yerde tam tersi yinede yetişememektedir. Saldırı fizik beden ile değil, enerjik ise savunmada enerjik olmalıdır. İnsanın kendi içindeki savaşta, korkuya karşı cesaret, nefrete karşı, sevgi, öfkeye karşı, hoşgörü, kibre karşı, tevazu ancak etkili olabilir. Bunlar zehre karşı panzehir gibidirler. Ancak başarıyı sağlıklı ve sürekli kılmak için bir tükenmez kaynağa ihtiyaç vardır. Bu kaynakta kudreti sonsuz Allah, onun kitapları ve evreni dolduran sonsuz yaşam enerjisidir. Bütün uluslara gönderilen kutsal kitaplardaki metinler dualar, içindeki sesler üzerinde negatif enerjilere karşı en etkili cevherleri taşırlar. Yüce yaradan bu özel programı kutsal kitaplara incelikle yerleştirmiştir. İşte tam bu noktada kuranın Türkçe okunması ile Arapça okunması arasındakiÇünkü farkı kuran belirtmenin zamanı gelmiş bulunmaktadır. Allah kelamıdır. Ve orijinal hali ile, indiği dil ile okunduğunda oradaki orijinal seslere yüklenen pozitif cevherlerdeki enerjinin açığa çıkması ile bir manyetik alan oluşur. “Yuya günahlarını her bir kuran hecesi.” Yunus 85
Bu oluşan manyetik alan ve açığa çıkan henüz formüle edilemeyen enerji, ortamdaki tüm zulmani, habis aktif enerjilerin aktivasyonlarını nötralize edip, onların dejenere aktif programlarını etkisiz hale getiren, onları eriten, yakan bir üst programa sahiptir. Bu mucizevi cevhere karşı durabilecek bir negatif varlık da enerji yoktur.enKutsal kitaplar, en fırtınalı sulardayadahi sığınılacak güvenli limanlardır. Bir beyit geldi aklıma. “Kelamın; hasında pas, Allah'ını bulanda, yas olmaz.” Allah kelamı olan Kuran-ı Kerim okunurken, hele bir de arı duru, temiz bir insan tarafından okunuyorsa vücut uzayımızdaki negatif enerjiler temizlendiği gibi, bir rahatlık, huzur ve esenlik müşahede ederiz. “Gülden esip gelen rüzgar elbette güzel kokar” Mevlana-633 Bununda sebebi seslerdeki cevherden hücrelere yayılan ekstra pozitif yaşam enerjisi (Rahtmet) ve şifadır. Bu özellikler ve daha henüz keşfedilmeyen nice gizli faydalar kurandaki seslere cevher olarak yüklenmiştir. Cevher nedir?: Cevher bir şeyin özüdür, esasıdır. Bilgi taşır, güç taşır, enerji taşır. Kurandaki orijinal Arapça seslere yüklenen cevher Türkçe mealede sirayet eder yani meali okumak da, aynı yapıcı, rejenere edici etkiyi gösterir ama yinede kabı kaba boşaltmak gibi, ya da araya bir karbon koyup müsvedde almak gibi bir şey olduğundan, orjinali daha etkilidir. Bu nedenle de Ezan'ında kurandaki tümcelerden oluştuğunu düşünürsek Arapça okunmasının çok daha yararlı olacağını sırası gelmişken belirtmeden geçemiyorum. 86
Bir düşünür, “bütün hayvanlar evcileştirilebilir, terbiye edilebilir ama dili terbiye etmek hepsinden zordur” demiş. Gerçektende çok doğru. Çünkü insan dilinden çıkıp sözlerle yayılmak isteyen negatif enerjiler, hayvanların çok çok ötesinde düşük evrim varlıkları olup, zaten ele geçirdikleri insanı da hayvandan beter etmek istemektedirler. Dilden övgüde çıkar, sövgüde. Enerji bedeni, vücut uzayı temiz olan insan dengeli ve yapıcı sözleriyle karşıya esenlik verir. Gönüller yapar, yaralı gönülleri, ruhları tedavi eder. Oysa kirli bir enerji bedene sahip insan konuştukça dili, içindeki cehennemden ateşleri alıp alıp karşıya atar ve ondaki barutu tutuşturur ve o vücut'da böylece yanmaya başlar. Tahrip gücü yüksek bir bomba gibi, yakar, yıkar, tahrip eder (Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır). ·
İyi kibir varsın Beni tek sen anlıyorsun İşte böyle, sana içimi döktüm Hadi biraz dertleşelim v.s. gibi yaklaşımlar, insanın dolu olduğunun, bardağın taşacak yer aradığının ifadesidir. Fakat yaşam bir sanat ise, bu sanat'da asıl ustalık: ne kadar dolsak'da bize yüklenen, yada bilerek ya da bilmeyerek enerji bedenimize topladığımız bu dejenere aktif enerjileri (bunlara dert, günah, vesvese'de diyebiliriz) başkasına atmayıp, kendi içimizde Allah'ın yardımıyla, inançla, biatla, ibadetle, meditasyonlarla yakabilmektir. Elimize ve dilimize indirmeyip, kötülüğü daha enerji halindeyken, Allah'ın bize verdiği silahlarla yok etmektir. Bize verilen konuşma yetisini yakıcı bir araç olarak değil, yapıcı bir araç olarak kullanmak yaşama sanatında bir çeşit ustalıktır. Bir ozanımızın dediği gibi: · · ·
87
“Yağmur gibi yağar başıma taşlar, İlle dostun dili yareler beni.” Burada bahsedildiği gibi insanları yaralamak yerine gönüller yapmaya çalışmalıyız. Ses ve sözleri hafife almayalım. Günlük konuştuğumuz, söylediğimiz, bize sıradan gelen her sözde aslında çok yüksek teknolojik gerçekler mevcuttur. “Konuş, konuş ki seni tanıyayım.” Eğer sözlerimizle hiç hata yapmıyorsak o zaman bütün bedenimizi de dizginleyen yetkin ve olgun bir kişi olabilmişiz demektir. Burada son bir mesajla konuyu tamamlamak istiyorum. Eğer hala ağzımızdan çıkan sözleri denetlemiyorsak, “Ne çektiysem dilimden” diyenler arasında isek, yeterli arınmışlığa ve erginliğe ulaşıncaya kadar hiç değilse “sessiz” kalalım. Şimdi bir Kızılderili atasözü geliyor aklıma. “Sessizlik değil midir yüce ruhun kendi sesi.” Gerçekten sesin bittiği yerde duyu ötesi titreşimler başlar. Bu dil O'nun dilidir. Düşünce dilidir. Henüz modern bilim bunu formüle edemese de, bu vardır, mevcuttur. Bütün dünya dillerinin üstünde, ve fakat her insanın konuşabildiği, ruh dilidir. Ağzını açmadan, sessizce, bir İspanyol, bir Çinli, bir İngiliz ya da Türk, Arap, Eskimo hiç farketmez, içinden kendi yerel diliyle yardım istediğinde “O” bunu hemen işitir ve anlar. Şükür edildiğinde “O” bunu yine işitir ve gereken cevabı kendine has bir şekilde gönderir. Bir şiirle kapatalım.
“Öyle bir söz söyleki, Sözünden ibret alsınlar. Söz bilmez isen, sukut eyle, Sesi bir Âdem sansınlar.” 88
ÖYKÜ YIL 2053 Birkaç doktor hastanın etrafını çevirdiler. Bu bir kadındı, 35 yaşlarındaydı. Rengi kararmış, kormuş gibiydi, vücudu belli belirsiz bir şekilde titriyordu. Ateşi de yükselmiş nefes alışları düzensizdi. O ağrılarını ve sancılarını anlatırken sadece hissedebildiklerini anlatıyordu. Kendi içinde ve yaşam biçiminde ayrıştırıp düzenleyemediği olguların bedeniyle kesiştiği yerlerdeki çatışma ruhunda olduğu kadar bedeninde de hasara yol açmıştı ama o Ruhuna değil de bedenine bağımlı ve odaklanmış bir yaşam biçimini tercih ettiğinden bu çatışmanın sadece bedendeki sonuçlarını fark edebiliyordu. Doktorlardan birisi durumu daha çabuk kavradı ve Anladım; vücudun çeşitli yerlerinde habis karakterli manyetik alanlar yuvalanmış ve yaşam enerjisinin doğal akışını engelliyorlar. Hemen müdahale etmezsek ilerde daha ciddi sorunlar yaşayabilirsiniz. Durumunuzu düzeltmek ve sizi bu durumdan kurtarmak için bizimle işbirliği yapmaya hazır mısınız? - Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. - Doktor asistanına seslendi . Sintayı getirir misiniz. Asistan yan odaya gitti ve kucağında 1 yaşında şirin bir dalmaçyalı ile içeriye girdi. Doktor hastaya dönerek, - Şimdi Sintayı kucağınıza alıp onu seveceksiniz. Yalnızca seveceksiniz, biz size tamam deyinceye kadar başka bir şey yapmanız gerekmiyor. Bu arada köpeğe ve hasta kadının çeşitli yerlerine elektrotlar bağlamaya başladılar. 89
Hasta kadın şaşırmıştı nasıl yani dedi bir köpeği sevince ! Evet dedi doktor yalnızca onu seveceksiniz. Bu arada vücudunuzun bazı yerlerine şu elektrotları bağlayacağız, tabii Sintaya'da ve siz onu sevdiğiniz sürece Sinta sizde yerleşmiş bulunan ve hastalık yapan habis programlı negatif enerjileri kendi üzerine alacak. - Peki, sonra ona ne olacak ? - Siz onu düşünmeyin, onu bize bırakın. Sinta yaradılış olarak bizler gibi değil onlar insiyaki yaşıyorlar, yani onlarda irade kavramı bizdeki gibi çalışmıyor. İradeyi hayra ve şerre dönüştürme yetkileri yok. Sadece acıkınca yerler ve mevsimine göre çiftleşirler. Doğal programlarına göre yaşarlar. Hırsları v.s. yoktur. Dolayısıyla günah yasalarına dahil olmadıkları için atmosferde bulunan habis aktif manyetikler onların gen programlarını bozup onları hasta edemez, biraz etkilenseler bile toprakta biraz yürüyüp, arkadaşları ile biraz oyun oynayıp, şakalaştıklarında topladığı tüm kirli enerjileri boşaltırlar. Sinta da böyle hiç endişeniz olmasın. - Ama; anladım fakat bir sorun var ! - nedir ? - Ben köpeklerden nefret ederim. Hiç kucağıma alamam ve şu an çok korkuyorum. Bütün bunlar olurken Sinta tüm sevimliliğiyle olmadık yaramazlıklar yapıyor, patisiyle hastanın elindeki bilekliğin zinciri ile oynamaya çalışıyordu. - Ama; dedi doktor. Anladım;yerleşmiş vücut uzayımıza çok daha önceden daha derinlere olan enerjiler de olabilir, çünkü insanın doğasında korku yoktur ancak sonradan girerler ve bu, siz bebekken ya da çocukken yerleşmiş olmalı. Neyse biz şimdi üstüne fazlaca gidip içindekileri iyice korkutup yüksek defans yaratmayalım, bu işi yavaş yavaş ve tatlılıkla halletmeliyiz, değil mi arkadaşlar? 90
Diğer ekip arkadaşları saygılı bir şekilde sadece başlarıyla onay işareti yaptılar. Peki dedi doktor Sintayı uğurlayalım o zaman. Hastaya dönerek Yumak evet yumağa ne dersin ? Beyaz bir kedi - Hayır; kedilerden de nefret ederim. Doktor hastayla karşıya olduğunu anlamıştı fakatzor asılbir görevi zor karşı durumda olan, dipteki insanları kurtarmak değil miydi ? - Bakın; bitkiler de yaradan tarafından aynı şekilde programlanmıştır. Eğer mecbur kalırsak sizi oraya ormana da götürürüz ama bütün bu makinelerin, aletlerin ormana, açık havaya sizinle birlikte çıkması gerek. Bakın dışarıda hava da pek soğuk. Bu soğukta üşümemek için elimizde bulunup, bizlere hizmet için yaratılan şu hayvanlardan birini seçmeniz gerekiyor. Lütfen bize yardımcı olun size hizmet etmeye çalışıyoruz. Hasta durumu kavramıştı ve bu son derece nazik ve özverili insanlara kapris yaptığını fark ettiğinde artık içinde bazı şeyler harekete geçmiş ve biraz utandığını fark etmişti. Peki dedi başka ne var seçebileceğim ? - 8 aylık bir keçi ya da beyaz bir tavşan. - Peki, tavşan olabilir. Tamam dedi doktor ve işaretini verdi. Petrik gelsin. Kar gibi beyaz bir tavşan geldi. Kocaman renkli gözleri ile dikkatle bakarken iki eliyle tuttuğu maydanozu da çöpünün son noktasına kadar hızlı bir şekilde mideye indirdi. Petrikin ve hastanın gerekli yerlerine elektrotları bağladıktan sonra Petrik'i hastanın kucağına uzattılar. Hiç yabancılık çekmedi Petrik. Makinalar çalıştı, ekranda hastanın isminin üstünde bir çubuk tümüyle kırmızı, Petrik'in ise 91
isminin üstündeki çubuk bembeyazdı. Daha hasta Petrik'i kucağına alır almaz çubuklarda bir hareket başladı ve hastanın kırmızı çubuğunun ucundan, seviyesi biraz inerken Petrik'in çubuğunun da altında biraz kırmızılık dolmaya başlamıştı. - Çok güzel; bakın transfer başladı. Şimdi bu transferi sevgiyle yapıyoruz. Petriki bütün kalbinizle sevmeye çalışın. Sevin ki, ruhunuzu kaplayan tüm kirlilik sizi terk etsin. - Ama şu an seviyorum ! - Hayır tam sevgi üretemiyorsunuz. Bakın çok yavaş ilerliyor. Anlaşılan siz sevmeyi unutmuşsunuz. Şimdi yaşadığınız tüm kötü şeyleri unutun ve Allah'ın bu hayatı size bahşettiğine şükrederek en güzel şeyleri düşünerek içinizdeki coşkuyu serbest bırakın. Çok mutlu olduğunuz günleri hatırlayın, en sevinçli anlarınızı yaşayın. Sevin onu lütfen sevin, sevin. Hasta içinde bir şeylerin hareketlendiğini büyüdüğünü ve coşkuya dönüştüğünü yavaş yavaş hissetmeye başladı uzun zamandır neredeyse unuttuğu ya da çok az hissettiği bir şeyleri yoğun bir şekilde hissetmeye başladı. Gözleri dolu dolu oldu ve iki gözü çeşme gibi akarken tüm içtenliğiyle Petrik'i sımsıkı göğsüne bastırdı onu o an kendi kanından kendi canından biri gibi sevdi. O an onunla bir oldu sanki. O Petrik'in içine girmiş, Petrik olmuştu. Petrik'te onun içine girmiş, kendisi olmuştu, ikisi bir olmuşlardı. O anda hastanın ekranındaki kırmızı çizgi bir anda hızla inerek boşaltı ve Petrik'in çizgisi isi kırmızıyla doldu. Hemen elektrotları söküp Petrik'i götürdüler. Manyetik boşaltma yuvasının kapağını açarak oraya koydular. Petrik hızla oradan içeriye doğru koşarak uzaklaştı. 92
Hasta rahatlamış bir şekilde doktorun yüzüne baktı. Size Yunus'tan bir özdeyiş söyleyeceğim dedi doktor. “ Yaradılanı sevelim yardandan ötürü” Artık normal yaşamınıza dönebilirsiniz. Ha ! bu arada bir hafta sonra gelin ki şu köpek ve kedi korkunuzla ilgili çalışmaya başlayalım, ayrıca petriklede birkaç seans daha yapacaksınız. - Ne dersiniz gelecek misiniz ? -Tabi ki geleceğim. Artık onları sevebileceğime inanıyorum hatta şimdiden seviyorum bile. Size nasıl teşekkür etsem azdır. Sizi çok seviyorum, hepinizi çok seviyorum her şeyi çok seviyorum. Tanrım seni çok seviyorum. Dedi ve kapıdan çıkarken, ekibimiz; korku kalesinden bir esir'i daha kurtarmış olmanın hazzının tadını çıkarıyordu.
93