■I
DİNE KARŞI d Oş On g e n I n TARİHİ
ALBERT BAYET . A /•
D İ N E KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ Türkçesi : Cemal Süreya
VA R L I& Y A Y I N EV Ankara Caddesi, İstanbul
FAYDALI K İT A PL A R : 103
V arlık yayınlan, s a y ı: 1574 İstanbul’da, Yeni Hamle M atbaası’nda basılmıştır. Kasım, 1970
G İ Rİ Ş «Dine karşı düşünce» (libre-pens£e) deyimi (1) XIX. Yüzyıl boyunca çok kez öfkeli yankılar uyan dırm ıştır çevresinde, Bugün bile iş bitirici b ir anlam taşım aktadır. Kimisi onu az ya da çök, b ir meydan okuma olarak kullanıyor. Kimisi de düşmanca bir eğlen! diye kabul ediyor. Bununla birlikte böylesi duyguları doğrulayacak hiç b ir nitelik yok onda. Hangi kanıda olurlarsa olsunlar, b ü tün insanlar, Pascal gibi, onurum uzun düşüncede olduğunu ka bulde birleşm ektedirler. Herkes, b ir fikre bağlan manın, ancak bu bağlanma zor altında yapılmamış sa bir değer taşıyacağı kanısında. Rahatça diyebili riz ki kişioğlu düşündüğü her sefer özgürdür, ya da özgürleşmektedir; ve bu, yol gösterici olarak sadece gözleme, deneye, usa bağlanan kimse için ne kadar doğruysa, düşüncesini bir Tanrıya bağlayan kimse için de o kadar doğrudur. Burdân, özgür düşünce deyiminin, bölünme ve çatışm alara meydan ver m ekten uzak, bir birlik ilkesi olması gerektiği sonu cuna varılabilir. (1) Libre-pensee’nin tam karşılığı “dine karşı düşünce-'dir. Ki tapta bu kavramın kargılığı kimi yerde ‘özgür-düşünee" diye çevrilmiştir; bu bakımdan-her ikisini aynı anlamda görmek ge rekir. (Ç.N.)
6
•
'D ÎN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH Î
Bu denemenin sonunda, özgür düşüncenin sa vaş giysilerini üstünden atarak bir dirlik düzenlik işçisi olması gerektiğini belirtm eğe çalıştığıma gö re, böyle bir sonuca ulaşm aktan kaçm ıyor olamam. Ancak, bu arada, şu gerçeği belirtm eliyiz ki, keli meler, tem sil ediyor sayıldıkları soyut değerleri, ta rihin onîera yüklediği somut değerler kadar kav rayam ıyor. Bu noktadan hareket edildiğinde özgür düşüncenin yüzyıllar boyunca karşı koyucu ve dine karşı koyucu özelliği yadsınamaz. H erhangi bir sözlüğü açın, şunu okuyacaksınız: «Dine karşı düşünür (libre-penseur): her şeyi Öz gürce incelemenin yöndeşi.» Böylece anlıyoruz ki, «dine karşı düşünür» ya da «Özgür-düşünür», her türlü inanışı incelemeğe ve eleştirmeğe, h er tü rlü sorunu tartışm ağa hakki olan adamdır; o bu hak kı kullanırken hiç bir engel ya da kısıtlam a olmaya~: çaktır. İnanan kişinin (mümin) de araştırm a hakkı vardır; ancak; bu tıak sadece bazı alanlarda geçerlidir: b ir Tanrının konuşmadığı, b ir Kilisenin ilkele rini belirtm ediği alanlarda müm in kişi de düşüncesi ni rahatça geliştirebilir; ama onun düşüncesi Gök sel Esin doğrularının eşiğine gelir gelmez eğilmek zorundadır; çünkü nice güçlü olursa olsun, Scot Erigene’in deyimiyle superat omnem intelectum özel lik taşıyan tanrısal usun altında kalm aktadır, Düşünce haklarına ilişkin çok belirgin b ir «ay rım da, hiç kuşkusuz, çatışm alar yaratm a -eğilimi-, dir. Özgür düşüncenin tarih in i yapan da işte bu ça-
D İN E K A R ŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î
?
Uymaların ardarda zincirlenişidir. Doğrusunu söylemek gerekirse, b u hakların da ha başlangıçta bile düşüncenin ürü n ü olmamasına şaşılabilir; çünkü doğruyu parça parça yaratarak yakalamış kim senin kafa durum uyla, ,jb ir esinle, b ir kilise tarafından yaratılm ış doğruyu edinen kimse nin kafa durum u arasında b ir çatışkı v ar gibidir. Ancak, başlangıçta olguların b ir görüntüsünü m ey dana getirm ek ya da onların üstünde devinmek yo lunda gösterilen bütün düşünce çabaları dinin için de belirm iştir. M ağara duvarına b ir hayvan resmi çizen kişi b ir sanatçı olmayıp, kelim enin modern an lamıyla insan-ötesi güçlerle doğrudan doğruya ilişki kuran bir kimsedir. B ir çakm aktaşm ı yontan ya da b ir okun ucunu sivrilten kişi, b ir zanaatçı değil, ke limenin modern anlamıyla, doğa-üstü gücünün (m a na) etkinliğini deneyecek b ir m akinedir (1). M antık ötesi bir düşünce tarzı söz konusudur burda; ve usun verileri, din ve büyüyle çatışmaya girecek kadar farklılaşm ış değildir. H atta m antıklı düşün me yeteneği belirdiği zaman da, kuram sal planda kendine en yabancı, en karşıt görünen inançlara karşı mücadeleye girecek kadar güven içinde olma yacaktır. Us vş bilim, tapm akların kubbeleri altın da doğmuşlarcasma, ortak bileşiklerim in k âr konu sunda kararsız kalacaktır. Ne v ar ki, en içten bağ lılık duygularının üstünde b ir de olguların gücü var. (1) Levy-Bruhl, İlkel Düşiince.
8
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
K afalan gibi duyguları da ayrı ayrı olan insan top luluklarının ortasında gözlemlenen b ir gerçektir bu. B ir yapda, sahip olmanın rah at tatları içinde sadece yerleşmiş doğruları kabul etm ek ve onlara dayan mak isteyenle^; öte yanda, sadece araştırm anın kuş kulu tatları üstünde tüneyen, ve Lucretius gibi şöy le diyebilmek isteyenler görülm ektedir: ' Aviaj Pieridum peragro loca nullius ant© trita solo. Bu iki büyük eğilim arasında h er zaman kaçı nılmaz bir çatışma vardır. A rada uzlaşm alar m üm kündür. Ola ki kuşkunun ve araştırm anın en büyük bir tutkunu, araştırm alarının alanını kendiliğinden sınırlasın ve kutsalın eşiğinde duraklasın. Aynı şe kilde, ola ki, kutsalın en ateşli b ir yöndeşi düşünce haklarım tam sın ve ermiş Anselme gibi şöyle de^ sin: credo ut inteleggariı. Gelgelelim, düşünce. öz gürlüğüne sınırlar koyanla, onu sınırsız olarak iste-, yen arasındaki ilke karşıtlığı h er zaman kesin bir şekilde ortada o1ac aktır. Bunun içindir ki Eski Yunandan beri, köylü dinlerinin, yurttaş dinlerinin, sonra kurtuluş dinle rinin büyük bir egemenlik kurm uş göründükleri V<ı/;(l;ı bile, dogmalarla çatışma için nedenler görü lü r. Aynı (;atı;:malar, Lucretis’un Epicurus felsefesi ni' ■fiMırc.ııı bir tutum kazandm lığı dönemde, Ro t u
İtli!
illi
I I I 1,‘ t y i i
I Mıi'ii - tıı11 m■ntiırhı/rUn hristiyanlığa karşı
mü-
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
3eleye giriştiği, daha sonra hristiyan im parator-, *un paganizme karşı mücadeleye giriştiği sıradabaşka çatışm alar çıkar ortaya. H ristiyan kiliseler arasında, daha sonra siyasal fer kazanmış katolîk kilise içinde «sapkınlıklarda rşı eyleme girişildiğinde ortaya çıkan çatışm alar . vardır. Rönesans döneminde, uyanan «paganizm», ki leyle sessiz ve sürekli çatışma halinde bulunan gür-düşünce çabalarına yol açar. Bu sırada, çıkış >ktasmda hoşgörüsüz olan Reform çabalan da soıçta vicdan özgürlüğü ilkesine bitişir. XVIII. Yüzyılda, «filozoflar», sorunu cesur te mlerle ortaya koyarlar ve gösterdikleri çabalar ısan Hakları Bildirisi’yle taçlanır. XIX. Yüzyılda Kilise zorlu b ir çıkış yaparak düince özgürlüğü ilkesini bile mahkûm eder. Buna îrşı «Özgür-düşünürler» aralarında örgütlenirler, idece felsefe planında değil, siyasal planda da mü?îdeleye girişirler. XX. Yüzyılda «lâikler», okul sorunuyla ilgili azı inanç konularını didiklerler. Böylece, «özgür-düşünce», bütün tarih i boyuna, dinsel egemenliğe karşı mücadele halinde bir güç farak belirir. Bizim inceleyeceğimiz de bu mücaelevıin dönemleridir. Ama biz bunu, hırsları' uyanırmak, anlaşm azlıkları körüklemek amaciyle deil, temelfie haklı olup dâ uzun süreden beri kinle,
10
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
hiç değilse öfkeyle dolu olan bu çatışm aların artık bulutsuz günlere açık olduğunu göstermek um uduy la yapacağız.
I. BÖLÜM GREK DÜNYASINDA DİNE KARŞI' DÜŞÜNCE Eski Yunan’m, bir anlamda, dine k a r ş ı, düşünin anayurdu olduğunu rahatça söyleyebiliriz; kü Greklerde dinlerin sunduğu evren görün-, inün yerine gözlemden ve ustan çıkarılmış bir dam alar bütününü koyma yolunda sürekli bir a görülür «Yerler»e, tepe1ere, nehirlere, göllere, mağaraı bağlı eski tarım dinlerinin kucağındaki baskın r, insan topluluklarının yaşantısının bazı tamugüçlerin, sözgelimi Jeo’nun ya da Demeter’in Tasma bağlı olduğu yolundadır. Eşil’in dediği i bütün yaratıkları doğuran, besleyen onlardan üden bereket tohum u alan tek güç Toprak Ana’(1). Daha sonra, belki de G irit’ten gelmiş olan, ikat ve ayin ehli, din Gizemleri ortaya çıktı. Esköylü dininin başlangıç döneminde de sürüp gi~ • bunlar. Dionizos, ruhlarda hüküm sürer gibi, larda hüküm sürm ektedir. Daha sonra Tanrılar ip sitelere yerleşirler; sahipleridirler bu sitele(1) Choeph., s. ,128.
12
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
rin, ve tapm aklar aracılığıyla hüküm sürerler oralardâ- Homeroscu anlayış içinde bu nitelik bütün bütüne silinip gitmese de, zayıflar: T anrılar artık yeryüzünde hüküm sürmeğe başlam ışlardır. Sayıları sınırlıdır; büyük ta n rıla r vardır, küçük ta n rılar vardır; büyükleri de küçükleri de kendi çaplarına göre Evreni yönetirler; fizik dünyanın ve ruhsal dünyanın hareketlerini onların iradeleri, çok kez tutkuları ve hevesleri belirlem ektedir. Afrodit, Hera ’nın kin ve kıskançlık duyduğu Troya’yı korur: ikisi arasındaki bu anlaşmazlıktan kasırgalar, fırtınalar, salgın hastalıklar doğar. «Ölümsüzler», «ölüm lüler» in kaygı dolu yaşantılarını avuçlarının içine alm ışlardır. Sitelerin gerilemesi, yeni kılıklara bürünm üş eski din gizlerinin bireyselliğine yol açtığında, insanlar dinden sadece günlük ekm eklerini değil, erinçli bir ölümsüzlük de istemeğe başladıklarında Olimpos sakinlerinden bazıları itibarlarım yitirm işlerdir; ama güçlerinin eylemi yalnız* bireysel kurtuluşu değil, aynı zamanda Evrenin düzenini de kapsayan kurtarıcı tan rıların bu güçleri sürüp gitm ektedir daha. Özgür düşünce, birbiri ardınca gelen bütün bu egemen «dinsel tavırlar» la ve onların içerdiği ilkelerle daha ilk adım larda çatışmağa başlam akta; gö zünü budaktan sakınmadan, h iç' b ir duraksam aya düşmeden başı çekmektedir. M ilâttan önce VI. Yüzyıl başlarımda, Tales?i» mücadeleye giriştiğini görüyoruz. Onun çevresinde*
tn gj di ti aı tı a: «< v ]( & d
r ğ s \ ( < < -( ,
,
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î
13
lüminler, dünyayı Ogenos ve Okeanos adlı yaratıcı üçlerle açıklam aktaydılar.. O ise dünyayı suyla, aha doğrusu «nem»le açıklar. Abel Rey’in de belirtği gibi, b ir devrim dir bu. Çünkü Tales’in m itolojik' jıklam a biçimlerine iyice yabancı olan bu görüşü pkı çağdaş kim yacıların bu konudaki tutum larını ndırıyor; onlar da, «Su nerden geliyor» sorusuna Oksijenle hidrojenin birleşmesinden» diye karşılık erirler. T anrıların iradelerinin egemen olduğu yerjrde nesnelerin doğası hüküm sürm ektedir. Bilimel düşünce, m it düşüncesine karşı, günümüze ka!ar yitirm ediği b ir görünümde belirm iştir hep. (1). Aynı gözüpek davranışı Anaksimandros’ta göürüz. O, her şeyin başlangıcım, artık «nem» de defil, «apeirom denen şeyde, yani belirsizde ve son;uzda aram aktadır. Ama eski dinsel kozmogoni cavrayışlanm n yerine pozitif teorileri Tales’inkinîen daha kesin bir tavırla koyar. Güneşin ve ayın levinim lerini Helios’un ve Selene’nin değişken iraîeleriyZe açıklam aya eğilimli olanlardan ayrılm ış tır: ona göre yıldızlar dünyanın çevresinde devinip iu ran değirmi birtakım halkalardır. (2) Önceleri İyon okulunun sesiyle, kendini duyur muş olan dine karşı düşünce Büyük Yunan yarım-, adasında bir kez de Pitagorascılıkla sesini duyurur(1) Abel Hey, Grek Biliminin Gençlik Dönemi, Paris 1933, s. 30-31. (2) Aynı yapıt
M
DINK K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
ken daha az cesur değildir. Pitagorascılar m atem a tiğe, şayi teorisine, geometriye dayanarak bilim ta rihinde çok kesin b ir rol oynarlar; ama bununla kalmazlar, şu ünlü formülü de ortaya atarlar: «Nes neler sayılardır». Şurası açık ki «sayı-nesnelerin fiziği», dünyanın oluşumunu dinle açıklayan görüş lere taban tabana karşıt olacaktır. Bilginlerin de bun (lan bir kuşkuları yoktur. Zenon, devinimin olanak sızlığını belirtm eye yeltenen dört kanıtını önerir ken, yeryüzüne inen ta n rılar ya da uzayda uçan daimonlar örneğiyle kendisine karşı çıkılacağını hiç düşünmez. Herakleitos, «Ölümlüler, ölümsüz, ölüm süzler ölüm lüdürler; bunlardan biri başkasının ölü münü yaşar, öteki başkasının hayatıyla ölür» (1) derken Hömeroscu din tutum unun tem el dogmala rından. biriyle çatışm akta olduğuna hiç aldırmaz. Uzlaşmalara fazla açık olmayan usçu Ksenofanes, Olimpos tanrılarının boş gözetim yöntem lerine saldırır: ..... . «Homeros ve Hesiodos, insanlarda yüz karası ve kınanası olan her şeyi tan rılara da yakıştırm ışlardır: karşılıklı hırsızlıklar, ahlâk dışı yaşantılar, al datm alar gibi; T anrılar üstüne yasalara aykırı b ir sürü şey an latm ışlardır: karşılıklı hırsızlıklar, ahlâk dışı ya şantılar, aldatm alar; ölüm lüler, tanrılarının da kendileri gibi doğur(1) Abel Rey, adı geçen yapıt, s. 317.
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
15
klarım, elbise giydiklerini, kendilerininkilere nzeyen bir sesleri, bir biçimleri olduğunu düşüırler; öküzlerin ve aslanların elleri olsa ve bunıla insanlar gibi resim yapma, sanat yapıtı y arat ıl olanağına sahip bulunsalardı, atlar at şeklinde nrı resim leri çizer, öküzler öküz şeklinde ta n rılar ıparlafdı; her biri tanrıları kendi tü rlerinin dış irünümleriyle tanım lardı; Habeşler tanrılarını yassı burunlu ve kara derili tpıyorlar; T ra k la r,k e n d i tanrılarının mavi gözlü, zil saçlı olduğunu söylüyorlar». (1) Olimpos tanrılarının ahlâksız oluşları ilerde ristiyanîığı savunan fikirlerin önemli kanıtlarınan birini m eydana getirecektir; savunum cular bu anitr geliştirirken, Eleatizmin ustalarından birinin, .'senofanes’in düşüncesini yeniden ele alıp değer;ndirmekten başka b ir şey yapm ayacaklardır. «Sofistler» de özgür düşünceye b ir atılım sağ ırlar. O nlar m utlu olmak sanatı üstüne araştırm air yapm aktan ibaret olan asıl görevlerini yerine etirirkeri yerleşik inançlara pek kulak asmazlar, ’rotagoras, bilginin tek yolunun duyum olduğunu, insanın her şeyin ölçüsü olduğu» nu, belirtirken, »ütün dinsel gelenekleri yıkan, sonuna kadar götüülm üş bir ilke koymuş oluyor. Protagoras, gerçekte )ir şeyin var olmadığını, olsaydı da bilihemiyeceği(1) Abel Rey, adı geçen yapıt, s. 128.
16
D ÎN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
ni, bir an bilindiği varsayılsa bile bunun başkaları n a ulaştırılam ıyacağını açıklarken de daha az gözü kara b ir ,d avranış içinde değildir. Sokra tes’in dinsizlikten kuşkusu yoktur; ancak, «Gnothi Seâuton» derken ve ironi Sokra tik’i ortaya atarken yerleşik inançlara belli belirsiz b ir gözdağı vermektedir; çünkü insan etraflı b ir tümdengelicl diyalektik ve genel tanım lam alar yo’uyla G rek top rağında yaşayan bir sürü tan rı bulabilir. Burada Eflatun’un fikirlerini ya da Aristote les’in öğretisini bütünüyle ele alıp inceleyecek de ğiliz. Ama, Eflâtun bizi geçici olandan kalıcı olana, fenomenden varlığa, kanıdan bilime çağırırken önerdiği yöntem sapma dek usçu b ir yöntemdir. Aristoteles’in ise m odem bilime yol açtığım, onun devinimsiz bir itici olan T anrı’sının bilinen teolo jiyle hiç b ir ortak nokta taşımadığını, ve m antığı n ın Helen dinseverliğinin b ir sürü sevgili efsanesini silip süpürmeğe yettiğini eklemeğe lüzum v ar mı acaba? Piron kuşkuculuğu özgür düşüncenin doruğun<îadır. Piron, bilge kişinin bir şeyi doğrulamadığını, «bir şey söylemediğini» ileri sürerken, cepheden saldırıya geçtiği şey bütün dinlerin dinsel dogma-, tizm lerinin tem el kurallarıdır. Carneades’e gelince, o, antropomorfizmce, yani tanrıların maddî b ir ba den taşıdıkları görüşüyle, ve Stoacıların pek sev dikleri K ader kavram ıyla savaşm aktan çekinmez. Bunlarla Akademi arasındaki mücadele âonu-
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
17
ıda III. Yüzyılda Cüretli bir yenilik doğar: ola* k. Takvim çağının başlarında olasılığı savunan esidemes, her bilginin ikili bir görecelik taşıdığıileri sürm üştür; çünkü bilginin konusu hakkında n onun üstüne yargıda bulunan zihnin görevi, n de onun bilinmesini sağlayan terim lerin görevi değişmektedir. Görecelik, böylece başı çekerken, ıda nedensellik kavram ına bile saldırmaktadır. Başka' bir plânda, Kinikler, Diyojen’in, Borisles’li Bion’un, K rates’in, G adara’lı Menibüs’ün leriyle din inançlarını bir güzel alaya alırlar, kurıcı tanrıları ve Olimpos tanrılarını gülünçleşti ler, ağulu dillerini dualara, adaklara, sungulara, ıaze törenlerine uzatırlar, öldükten sonra ruhun yok olacağını söylerler. Kalın çizgilerle belirttiğim bütün bu olaylar steriyor ki Eski Yunanın tarihi boyunca özgür şünce ile din inançları arasında kıyasıya bir icadele vardır. Ne var ki bu mücadele çok kez lirli bir biçimde görünmez. Kimi zaman saldırılar ya da bu inanç biçimine yöneltilm iştir. Yukar* Ksenofanes’in saldırısını görmüştük; Evhemer(>r de III. yüzyılda, tanrıların ve tanrıçaların as ıda sadece birtakım erkekler ve kadınlar olduklaıı ileri sürerler; Evhemeros’a göre Zeus bir fa ili r. Atena savaşkan bir kıraliçedir, Afrodit bir ı işedir. Özgür düşünürlerin gelişigüzel ortaya at.ları bazı fikirler de var. Plutarkhos’ta şunları okuF.: 2
i8
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î
ruz: «Değişik ulusların değişik tanrıları, barbar tanrılar, Grek tanrıları, Kuzey ve Güney tanrıları olduğuna inanmıyoruz» (1). Ama, yine de bütün bu form üllerde sistemli b ir saldırıdan kaçınma ni teliği ağır basıyor; böylece patlaması gereken sa vaş bir tü rlü patlamaz. Kuşkusuz ki çatışm alar olmaktadır. Güneşin akkor halinde bir taş, ayın basit b ir toprak parçası olduğunu belirten Anaksagoras koğuşturulur. P ro tagoras, T anrıların var olup olmamalarının o kadar önemli olmadığını açıkladığı için Atina yargıçların ca sürgüne gönderilir. Din gizlerini alaya aldığı için Melos’lu Diagoras’m başını getirene ödül konur. Gençliği kötü yola yöneltmekle suçlanan Sokrates baldıran suyu içmeğe mahkûm edilir. Dinsizlikle suçlanan Aristoteles, kendisiyle düşm anlarının arası na Euripides’i koymak ihtiyatlılığm ı gösterir. Teophrastes ve Stilpon koğuşturm alara uğrarlar. (2) Ün lü F rine’nin Atina yargıçlarının önüne çıkışı da di ne hakaretten ötürüdür. G ernet ve Boulanger’nin belirttikleri gibi, «Aydınlık demokrasinin aktifinde azımsanamıyacak bir . dizi fikir davası vardır». (3) Ancak, bütün bu olaylara rağmen, Grek .dünyasının yaşantısında, ilerde tanrıtanım azların hristiyanlara, (1)- Gernet ve Boulanger, Dinde Grek Dehası, Paris, 1932, s. 467. (2) Aynı yapıt, s. 346-350. (3) Aynı yapıt, s. 346.
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
19
ıristiyanların. tanrıtanım azlara, ortodokslarm sap tı ıılara uyguladıkları zulümlerin hiç birine raslanııamaktadır. Özgür-düşünürlerle m üm inler arasın la düzenli bir savaş belirtisi yoktur. îki nedeni var bunun. Bir kere, yöneticiler, zaman zaman dinsel oln aktan çok siyasal nedenlerle şiddetli birtakım epkiler göstermiş olsalar da, genellikle bir düşünce istemine karşı hoşgörüsüz davranm am aktadırlar. )in planındaki istekleri oldukça belirsiz kalmaktadır: logmalar arasında, daha çok siteyi korum a kaygı n d a d ırla r. Bu bakımdan, şu bilginin buluşlarının ■n saygın dinsel inançlara karşı tolduğunun göste'ilmesi siyasal gücün pek um urunda olmamakta ve 'önetici, takımı, bilimsel araştırm anın atılım larm a ;et çekmeğe' çalışmaktadır. Bu kayıtsızlığı, hiç değilse b ir bakıma, Grek lünyasmda bir çeşit inançsızlığın oldukça yaygınlık uzanm asıyla açıklayabiliriz. Y urttaş kurulu düze lin gereklerini yerine getirdikten ve tanrılara «hakarinı» verdikten sonra artık onun inançlı olmasına ra da olmamasına kimse aldırm am aktadır. Gerçi îokrates’e hüküm giydirilm iştir, ama bu onun felseesinden değil, getirdiği sorulu diyalog sisteminden ıtürüdür; gençliğin ruhundan site tanrılarına olan nancı kazımakla ve onu başka inançlarla doldurnağa yeltenmekle suçlanm ıştır Sokrates. Ama, söz gelimi, VI. Yüzyılda tanrıları gülünç durum larda fösteren bir Epikharmes’e kimsenin bir1 şey dediği
20
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
yoktur. Sözgelimi, en saygın tanrılara, en serbest, hatta en saldırgan bir biçimde takılan Komedya ge leneğine kimse ağzını açmaz. Bu yönde yaratılm ış bir ortam için,de, yöneticiler, özgür düşünceye karşı savaşa girişmemekte, örgütlü bir bağnazlık davra nışında bulunm am aktadırlar. Ama bu savaşı önleyen b ir başka n e d e n . daha var: özgür düşünürlerin din duygulan. Gerçekten, yukarda andığımız ve yadsınmaz bir şekilde bilinemezciliği "(Agnosticisme) ve çağdaş uscu akım ları hazırlayan bu gözüpek çıkışların ço ğu Auguste Comte’un teolojik zihniyet dediği bir kafa düzeyinde bulunm aktadır. Bugünkü m antığı mızla, dünyayı tanrısal iradelerle açıklamak ile onu yasalarla açıklamak arasında karşıtlık bulunduğunu söyleyebiliriz; güneş, arabasını çeken atları h are kete getirm ede Helios’un gönlünü çeldiği için mi, yoksa işleyişi belirli bir sisteme bağlı olduğu için mi dönüp durm aktadır? D ünyanın herhangi bir ye rine niçin yıldırım düşmektedir? Zeus’un içinden Titanları cezalandırmak geçtiği için mi? Yoksa ta n rıların ve insanlann iradelerinden bağımsız b ir şe kilce, şimşeklerden ve onlara eşlik eden doğa olay larıyla ilgili gürültülerden mi ortaya çıkmaktadır? Buğday tanesini filizlendiren şey nedir? Demeter düşünüp karar verdiği için mi yoksa nesnelerin do ğası öyle gerektirdiği için mi su yürüyor tohuma? Bunlardan ya biri ya öteki söz konusudur. «Öteki» olduğu kanısında olan kimse, tanrılara, tanrıçalara
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
21
ıianıyor. Onlara yakarıyor demektir. Ne var ki Grek .ünyasmdaki özgür-düşünürlerin çoğu sorunu bu ekilde ortaya koymaz. Sözgelimi, Tales, ıslaklık eorisiyle dünyayı pozitiv terim lerle açıklamaktalır; ama bu onun tutup «Dünya tanrılarla dolu» dire konuşmasını önlfememektedir. Anaksimandros da lünyanın «tanrılı» b ir yer olduğunu söylemekten kaçınmamıştır. Ama bu yeni doğmuş usçulukla bu tanrısallığı ranyanai en çok Pitagorculukta görürüz. Bilimsel ilanda değerlendirdiğimizde, tanrıların yaratıcı fanezilerinin yerine niceliklerin gerekirciliğini koyan ıscu bir düşünce akırnıdır bu. Amâ hayât planında leğerlendirmeğe kalkarsak, onun aslında dinsel jir devinim olduğu sonucuna varacağız.. Isıdor je v i’nin ünlü kitabında,. Pitagoras’ın büyük bir’ natem âtikçi olarak tanınm asının bir efsane olduifu, belirtilm ektedir, ■ Oysa Pitagoras, gerçeken yaşamışsa (ki bu da ispat edilmiş değildir), hiç Dir zamân bir bilim adamı olmamıştı*". Hiç bir h a berci onun bir buluşundan söz etmez. H atta Pitagoras’ın adı bile «Pitie’nin habercisi», Orfizmin tem e lini meydana getiren b ir kurtuluş dininin havarisi mlamma gelmekteydi. R uhların göçünü ve ölüm süzlüğünü öğretm işti çevresine. K efaret sağlayıcı ve temizleyici b ir çilekeş hayat sürmesini önermiş ti insana. Elbet burada, Pitagorculukta bilimsel ve dinsel ukım lann paralel iki akım olduğu söylenebilir. Bu
22
D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
görüş m antık planında savunulabilir niteliktedir de. Bütün kurtuluş dinlerinin savunucuları gibi Pitagorcular için de asıl sorun insanı başlangıç kirinden temizlemekten ibarettir. Yunancada Katarsils de nen bu temizleme çağdaş bilimce etraflı b ir şekilde incelenmiş danslarla, şarkılarla, ayinlerle ve sayısız dinsel eylemle olmaktadır. Pitagorcuların özgün yanları şu ki, bunlar en yüce katarsis'in bilimin kendisi olduğunu ileri sürm ektedirler. Onlara göre bizi en fazla yıkayabilecek şey, y arar gözetmeyen bilgidir. «Nesneler-sayılar» ıü incelenmesi temelde dinsel nitelik taşıyor. Böylesi b ir kafa düzeyinin bulunduğu yerde özgür-düşünceyle din arasında bir savaş bulunmadığı kolayca anlaşılabilir çünkü özgür-düşünce zaten dinin kendisidir bu ortamda. Birçok yönden nice karanlık olursa olsun Sokrates’in düşiincesi de din izi taşım aktadır: y urttaş larını değiştirmek istemesi bile onun sorunla hangi noktada ilgilendiğini göstermektedir; bu bakımdan onun ünlü «şeytan» m m laikleştirilm esi çabası bo şunadır. E flatun’a geJ ince, otoun düşüncelerindeki kır mıltılı devinimi basit bir formüle sıkıştırm ak da boşuna olacaktır kuşkusuz. Ama bu aynı zamanda dindar Pitagorculuğun onun üstündeki etkisini in kâra kadar götür memelidir bizi. O b ir bakıma, Aris toteles’in ustasıysa, b ir bakıma da Orfe’nin oğludur. Öte yandan Yeni-Eflatunculuk’un gizemler içinde yüzdüğü de yadsınamaz.
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
23
Stoacılık, kendi metafiziğinin derin esprisine ığlı kalsaydı, paganizmin halk biçimlerine karşı vaş ilân etmeğe kalkışabilirdi. Stoacıların zekâyı ; usu tem sil eden, yeryüzü uyum unu gözetimi alıda bulunduran Tanrısı ile bir siteye, bir dağa, bir lynağa, bir ırm ağa 'tutunm uş tanrısal güçlerin çetli ışıltısındaki Olimpos çokçuluğu arasında büik ayrım lar vardır. Stoacıların Zeus’u yeryüzünün ■tak nedenidir ve H era’nm değişken kocasıyla göilecek hiç bir hesabı yoktur. Ama şurası da bir :rçek ki, bir Zenon, insan eliyle yapılan tapmaklan hizmetine verilmesine nice karşı çıkarsa çıkn, aslında antropomorfizme (Tanrıların insan jrünüm ü taşım alarına) karşı çok gevşek bir biçimî mücadele etm ektedir. Bir gerçek ki, Stoacılık, uruklarında panteizm i (vahdeti vücudu) taşımasıa. rağmen, yıldızların, Doğanın yaratıcı güçlerinin, kahramanlar» m, hatta b ir yerde Adalet ya da ’m ut gibi bazı soyut kavram ların tan rısal bir niteği olduğu varsayım ını rahatça kabul etmektedir, ernet ve Boulanger’nin dedikleri gibi «stoacı pan;izm, binbir adlı bir çoktanrıcılıkla kolayca uyuşailmektedir» (1). Yalnız Kinikler, ya da onlardan ayrılmış bir □lük düşünür «din» e karşı dikelmişlerdir. Ne var i onlar da kendilerini fazlaca ortaya koymaktan açmmışlardır. Öte yandan öğretilerindeki ve ha (1) Gernet ve Boulanger, adı geçen yapıt, s. 498.
24
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
yat tarzlarındaki aşırılıklar bunların itibarlarını az ya da çok azaltm ıştır. Bunun içindir ki Grek dün yasında özgür düşünce ile dinsel inançlar arasında açık ve şiddetli bir mücadeleye girişilmiş değildir. Gücül (virtuel) ve ikinci derecede bir ayrıntı niteli ğinde kalm ıştır bu mücadele. Pitagorculuğun, Ef latunculuğun ve Yeni-Eflatunculuğun ortasında za man zaman bilimsel gelişmelerle dinsel atılmaların tek ve aynı bir atılım olduğu görülm üştür.
II. BÖLÜM ROMA DÜNYASINDA DİNE KARŞI DÜŞÜNCE Eski Roma’da din siteyi ve aileyi aynı zaman c a kavram aktadır. Çiçeron çağından önce felsefenin fazla bir yeri yoktur; Grek felsefesi sadece küçük bir meraklı topluluğunun ilgisini çekmekte olup yaşlı Romalılar kuşkudan yanadırlar. Eşit olmayan iki güç arasındaki sürtüşm eler açık b ir savaş n ite liğini kazanam am ıştın ' , Hellen edebiyatı ve düşüncesi Roma’ya «cılız b ir ırm ak gibi değil, gür bir nehir gibi» (1) girdik ten sonra bu durum biraz değişir. Plautus halkını güldürm ek için kutsal inançlarla rahatça alay eder. Onun komedilerinde en arşız hırsızlar şanslarını denemeğe kalkmadan önce ciddî ciddî fal b ak tırır lar ve şöyle derler: «Tanrılar girişimimi onaylıyor lar» (2). H ırsızlıklarının meyvalarım ceplerine in dirirlerken tum turaklı bir biçimde Jü p iter’e dua ederler. Jüpiter’e, yani, «zengin, ünlü, güçlü, saygın,' Ops’un oğlu, insanların efendisi»' olan tanrıya. (3). (1) De Rep., II, 19. (2) Asin., II, I, II. (3) Persa, II, 3, I.
26
D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
Gaston Boissier’nin de belirttiği gibi, Ennius, Plautus’tan da saldırgandır. Aynı yazara göre Ennius «Kesin bir kuşkucudur ve inançsızlığıyla düşünür». (1). Evhemeros’un yapıtlarını çevirm iştir ve onu be nimsemiş görünmektedir. Yazdığı tragedyalardan birinde kaderden sızlanan b ir kişisini şöyle konuş turur: «Tanrıların varlığına inanıyorum; ve onları her zaman destekliyorum; ancak tan rıların insanlar la uğraşmadığı kanısındayım. Çünkü öyle olsaydı, iyi insanlar mutlu, kötüler mutsuz olurlardı hayat ta; oysa hep tersinin gerçekleştiği görülüyor.» (2) Çiçerön, bu çeşit sözlerin tiyatroda h er zaman genel b ir alkış tufanı yaratm akta olduğunu söyler (3) Lucilius da tan rı resim lerine saygı gösteren kişileri insafsızca alaya alır: Bunların hepsi b ir resim ser gisinden, yalandan, kuruntudan ibaret!» (4) Hiç kuşkusuz, Roma’da, C um huriyetin son dö neminde inançsızlık yerleşmeğe bağlamıştır. Çiçeron’un dostlarına, dostlarının Çiçeron’a yazdıkları m ektuplarda din konusuna hemen hemen hiç deği nilmemiş olması ilginçtir. Ama, unutm am alı ki, özğür-düşünürlerin çoğu dine açıkça saldırıda bulun m aktan kaçınm aktadırlar. Çiçeron’un kuş falı ko (1) Boissier, Roma Dini, Paris, 1892, s. 4243. (2) Telamo, (Ribbeek, s. 44) (3) De div., II, 50. (4) Lucilius, XV, 2.
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
27
nusundaki kuşkuculuğu bilinmektedir, ancak aynı Çiçeron «halkın inançlarını sarsmamak için» bunu saklamağı yeğlemektedir. Bunun içindir ki Lucreti us da olmasaydı, Koma’da özgür düşünce onu ortaya çıkarm aktan çekinen seçkin bir topluluğun içinde kapalı kalmış bir lüks aracı olarak kalacaktı. Lucretius, yani Epicurus. Çünkü De Rerum Na-, tu ra ’nın yazarı kendini Graius homo diye adlandır dığı ustanın alçakgönüllü bir öğrencisi olarak tan ıt m aktadır. Öte yandan Epicurus’un yapıtı kaybolmuş olduğundan, hangi bölümünün ustayaj, hangi bölü m ünün çırağa ait olduğunu ayırt etmek pek kolay değildir. Ama, Lucretius’un şiirlerinde, özgür-düşüncenin tutkulu b ir atılım ının parıltısının, dine karşı uzun bir savaş çığlığının bulunduğunu inkâr edemi yoruz. : , . . : -Fizik, sistem deniyor, onun sistemine. Gerçektir; bu ve ;başlık onu açıklam aktadır. Y ukardan beri; gördüğümüz öbür düşünürler Evreni nemle, ateşle, apelron’la, ide’lerle açıklam aktaydılar. Lucretius ise atqmlarfa açıklam aktadır. Küçücük;, parçalaia-' maz taneler olan atom lar sonsuzdan gelerek gökte, devinirler. Bunlar, «vadeleri erince», raslaşırlar; bu raslam alardan «şeyler» çıkar. H er şey çıkar. K urşun çıktığı gibi hava da çıkar; ateş gibi su da; beden gi bi ruh da... Bu kümeler, bölünebilir nitelikte oldu ğundan gün gelecek çözülecekler, öleceklerdir. Atomlar ise ölmezler. B ir başlangıçları olmadığı gi bi bir sonları da yoktur onların.
28
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
Epicurus’un, Demokritos’un, Leukippos’un be nimsemiş oldukları bu teori bugün aşılmıştır. Modern Fizik, Epicurus’cu atom kavram ının sadece adım m u hafaza" etmiş bulunuyor. Ama Lucretius’un özgünlü ğünü meydana getiren şey, her şeyden önce, atom culukta bir silâh, doğrudan doğruya, amansız bir şekilde dine karşı doğrultulmuş b ir silâh keşfetmiş olmasıdır. Niçin saldırıyor dine? Çünkü, ona göre, egemeniyi, zevktir. Elbet bu, bayağı bir zevk değil,, yapm a iyilikleri aşağılamada ve bilgelerin düşüncesiyle kurulm uş Templa serena ile uğraşm ada denenen tatlılıktır. Oysa din her tü rlü açıklığı olanaksız kıl maktandır. Öyleyse ne pahasına olursa olsun, öııu ylkm âk gerekir., . - < Din Lucretius’un gözünde iki biçim altında be lirm ektedir: bir yanda, kurtuluş . dinleri vardır; bun larda kurtarıcı, çok zaman da acı çeken b ir tan rı İşendi kullarına erinçli bir ölümsüzlüğe ulaşmanın yolunu, gösterir; öte yanda kelimenin en genel an lam ında dinler vardır; bunlar tan rıların dünyayı ve insanları gözetimleri altında tuttuklarım , a lty a z ı mızın onların iradelerine, tutkularına, hatta kapris lerine bağlı bulunduğunu, ve duayla, özverilerle, b ir sürü ayinle onların iyiliğini üstümüze çekmek zorunda olduğumuzu öğretir. Lucretius önce kurtuluş dinlerine saldırır. N e ler yakıştırarak yapar bunu? K orku yaratm akla suç lar onları. Gerçekten kurtuluş dinleri İsis’in, A ttis’-
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
29
in, M itra’mn sevgili kullarının sonsuz bir erince ka vuşacaklarını söylemekle kalmazlar, o kulların dı şında kalanların korkunç cehennem ateşlerinde ya nacaklarını da eklerler. Ama sevgili kul olmağı kim garanti edebilir bize? Kim kendinin h er yönden öy le bir kul olduğunu ileri sürebilir? «Titreyen ölüm lüler» kitlesi için var olma olanağı, büyük işkence lerle dolu ölümden sonra sadece korkuyu ortaya çı karm aktadır; bu sürekli korku da onları herhangi bir erinçten yoksun bırakm akta, sonsuz bir yılgıya mahkûm etm ektedir. Onları bu yılgıdan atom k u r tarıyor. Ruh ve bejden, ayrı ayrı, parçalardan mey-, dana gelen küm eler olduklarına göre, varlıklarını ölüm gibi bir çözülüm içinde yok oldukça fiuyarlar. İnsan varlığı artık yok olmuşsa, cehennem korkusu da kalm ayacaktır. Böylece, korkudan kurtulunca, m utlu da olabilir. Lucretius’un, yersiz b ir korku du yulan ölümün anim us’un varlığıyla anim a’nm v ar lığını birlikte sona erdirdiğini tu tkulu bir m antıkla belirten m ısraları gelip bu noktaya bağlanır. «Ru hun yılgılarını» dağıttığı için Epicurus’a övgüler düzen coşkusu burdan gelir. (1). «Kurtuluş» fikri dışında kavranan din ise, ilk bakışta, insan ve tanrısal güçler arasında bir ilişki ler sistemi olarak sükûnetin taşıdığı erince bir engel çıkarmaz görünmektedir. Ancak b ir kuruntudur bu! Çünkü bu anlamdaki din de insanların içine (1)
De Rerum Natura, III.
30
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
korku tohum ları ekmekten geri kalmaz. Tanrıların Evreni yarattıkları, onu yönetmekte oldukları fikri ni kabul ediniz, canları istediği zaman yıldırım lar yağdırabilecekleri, fırtınalar, yer sarsıntıları, ku raklıklar, su baskınları yaratabilecekleri fikrini ka bul ediniz, bir kere bunu kabul ettikten sonra, «kor ku» ya mahkûm olup gittiniz işte. Tıpkı Gizemler’in mantığında olduğu gibi. Bereket versin, Epicurus çıkmış ortaya. Onu dinleyiniz. Hayır, diyor Epicu rus, dünyayı tanrılar yaratmadı, yönettikleri de yok onu, insanların işleriyle uğraştıkları da yok; derin b ir sessizlik içinde ölümsüzlüklerini sürüyorlar; on ların yapıları, doğaları da bize ilişkin şeylerden ayırıyor onları, uzaklaştırıyor; me bir acı duyabilir ler onlar, ne de bir tehlike duygusu içinde olabilir ler; kendilerine özgü zenginliklerle donatılmış olan tanrıların bize ilişkin şeyleri gereksinmeleri bekle nemez; bizim erdemlerimiz karşısında duyarsızdır lar, öfkeden vb. anlam azlar (1). i Bundan sonrası, tanrısal güçleri, insanları vepşyayı yönetmekten böyle uzaklaştırırken, Epicurus’un doğru söylediğini kanıtlam ağa kalıyor. Luc retius’un bütün şiiri bu kanıtı getirmeğe adanmıştır. Görüşü tutkulu, açık ve kesindir. Evreni tanrısal güçlerin yaratm adığını gösteren şey, onun «nesne lerin doğasından» çıkan yasalarca yönetiliyor ol masıdır. (1)
De Rerum N atura, I.
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
31
Lucretius, atom fiziğinin yasaları olan bu yasa ları, zaman zaman soluğunu kesecek kertelere varan bir coşkuyla tanımlamağa özenir. Biz burada, bugün için günü geçmiş fikirlerle, o günler için vakitsiz sayılabilecek düşüncelerin ilginç bir şekilde bir birine karıştığı b ir kanıtlam a içinde onu izleye cek değiliz; konumuz ayrıntılara inmek değil, te mel ilkeyi yakalamak. Bu ilke açıktır: Lucretius, di nin karşısına daha sonra bilimsel gerekirciliği, nes nelerin konumunu ve insan gruplarının gelişimini aynı zamanda açıklayan gerekirciliği çıkarıyor. Re ne Pichon gibi söylersek, atomun şairi, bilim adına «yeryüzünden tanrısal olanı kovuyor» (1). Lucretius, bu kovuşla yetinmiyerek, dinin, kişioğlunu suç yollarına ittiğini de söylüyor. Özellikle Yunan gemilerini uygun bir rüzgârın Troya kıyıla rına götürmesi için babası tarafından kurban edilen İfijeni’nin özverisini anlattığı aşk ve acıma tüten m ısralarında şiirin doruklarına varıyor. Ve sonuca şöyle gidiyor: Tantum religio potuit suadere malorum! (2) Bu m ısralarm taşıdığı şiirsel gerilimle dehşete düşmüş olan yorum cular boşuna b ir çabayla bu ra daki religio kelimesini «bağnazlık» ya da «aşırı bağlılık» olarak ' anlam landırm ağa kalkm ışlardır. (1) Lucretius'tan Seçme Parçalar. Önsözde Pichon şöyle di yor: “Özgür dügüncenin bütün mühimmatı De Rerum Nafui-a’da saklıdır.
(2) Birinci şarkı.
32
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R İH İ
Buradaki din (religio) kavram ı tan rıların dini an lamındadır; yani Lucretius’un kişioğlunu suça sü rüklediğini ileri sürdüğü din. Ve zaten Epicurus ustayı göklere çıkarırken ona yakıştırdığı en iyi sı fat insanı dinden kurtarm ası olmaktadır. Şöyle diyor Lucretius: «Gözleri önünde, insan hayatı acınası b ir du rum da yerlere uzanmış, gök yüceltilerinden iğrenç görünümlü yüzünü ve dişlerini gösteren idinin ağır lığı altında yatıyordu. İlk kez b ir Grek, bakışlarını kaldırıp ona dikmeğe cesaret etti; karşı koymağı ilk olarak o göze aldı. Ne ta n rılar üstüne anlatılan şeyler, ne onların yıldırım ları, ne de gökyüzünün öf keli hom urtusu durdurabildi onu. Bütün bunlar onun cesaretini bilemekten başka şeye yaramadı. Sımsıkı kapanmış doğa kapılarının çatırdadığını ilk olarak o işitti. Sonuçta, düşüncesinin gidişen gücü zafere ulaştı ve dünyanın alevler içindeki du varlarının ötesine açıldı; zekâsı ve ruhuyla uçsuz bucaksız bütün mesafeleri aştı. Bu koşudan, h er şe yin üstesinden gelmiş olarak döndüğünde, yaratıcı olabilenle, yaratıcı olamayanı anlattı bize; her nes nedeki gücü belirleyen yasaları, bu gücün bellibaşlı ve derin sınırlarını gösterdi. Ve din yerle bir oldu sonunda; yenilmiş alarak ay ak larım ızın ' altına uzandı; ve bu zafer bizi göksel güçlerle eşitledi» (1) Uomn dini, bu şiddetli saldırıya aynı şiddetle ılı
Avm yııpıl
fiİN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
33
karşı koymuş görünüyor. Özgür-düşünceyle din inançları arasındaki savaş, bu kez kaçınılmaz gibi dir. Bununla birlikte ortaya çıkmaz. Lucretius’un ölümünden uzun bir süre sonra hristiyanlar Epicurus’un fikirlerini yıkm ak için çabalarını Julianus’unkilerle (namı diğer Dönek) birleştireceklerdir. Ama, şimdilik, kimsenin Lucretius’a meydan okudu ğu yoktur yine de; yadsınmış, inkâr edilmiş olan din büyük bir tepki gösteremez. Öte yandan, Virgilius, dini bütün Virgilius, Lucretius’un yapıtım gök lere çıkarır; ve ona «Açgözlü Akheron’un fiyakasını bozduğu, bütün korkuları» defettiği için övgüler düzer (1). Karşı çıkılmış dinin bu durgunluğunu açıkla mak için Lucretius’un şiirinin tem eline görkemli bir şekilde Venüs’e bir başvurma, M ars’a bir çağrı koy muş olması ileri sürülür. Ancak, daha çok simgesel değer taşıyan bu başvurm a ve bu çağrı Epicuruş’cu saldırının tutkulu gerilimini örtm ekten uzaktır. R a hipler, kendilerine yapılan meydan okumaya karşı lık bir şey yapmamışlarsa, bu, h er şeyden önce, Lucretius’un sadece küçük bir seçkinler çevresince izlenen bilgiç şiirinin halk kitlelerinde yankılanamamasındandır; ikinci olarak, Cum huriyetin son yıllarında yılgı içine düşmüş olan dinin İm parator luk döneminde parlak bir öç alma olanağına kavuşmasmdandır. (1) Georgiques, . II, 489.
I’’.: :ı
34
D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
Din gizemleri, Roma İm paratorluğu üstünde etkinliğini kurduğu, Sezarlar metroasizmi ve mitroasizmi k an atlan altına aldıkları zaman, zafere eriş miş olan dinin Epicurus’u da, Lucretius’u da küçüm sediği görülür. Ancak siyasal otoritelerin kayıtsız kalışını açık layan bir neden daha var; bu da İm paratorluğun ku cağında hüküm süren fiili hoşgörü havasıdır. «Fiilî» kelimesini kullandık. Çünkü hiç bir yerde düşünce özgürlüğünün b ir hak olduğu fikrine raslanmamakta:dır. İm paratorluk döneminin büyük hukukçuları şu sözleri yazarak İnsan Hakları Bildirisi’nin taslağını meydana getirirlerken bizi şa şırtacak bir tutku içindedirler: «Doğal hukukta, bü tün insanlar özgür doğarlar» (1). Ancak «özgür» de yimi burada «köle olmayan» anlamında kullanıl m aktadır. Özgürlüğün felsefî bir düşünce ya da dinsel bir inanç seçebilmekten ibaret olduğu fikri hiç ırgalamaz onları. XVIII. Yüzyılın düşüncesinin tem elini meydana getirecek olan hoşgörü kavram ı na yabancıdırlar. Yalnız, ilkelerin altından ve üstünden hayatın aktığı görülür genellikle. İm paratorlukta o hoşgörü havası gerçekten yaşamaktadır. Hiç kuşkusuz, teorik planda, Roma’mn Jü p iter’i «En iyi» olarak, «En büyük» olarak yaşamaktadır. Ama İm paratorluk toprakları üstünde bir sürü tan (1) Digesta, I, I, 4.
D ÎN E K A RSI DÜŞÜNCENİN TA R ÎH Î
35
rı vardır. Siyasal iktidarlar bu çeşitlilikten y arar lanmayı bilmişlerdir. Belirsiz bir şekilde bütün inançları hoşgörürler. Hatta, daha ileri giderek, Ro ma tanrısal güçleriyle yabancı tanrısal güçler ara sında bazı kaynaşmaları da rahatça kabul edebilme eğilimindedirler. Roma Galyası’nda Jüpiter, Junoıı, Minerva, Ezüs’le, Belenüs’le, üçbaşlı tanrılarla bir arada yaşarlar; Tötate, S atürn’le birleşir. Bugün bi zim yaşadığımız m odem çağda b ir Yehova-Allah ya da bir Mesih-Buda düşünmeğe im kân yoktur. Böyle bir .şey dinsiz bir kimseye bile pek şaşırtıcı gelir. Romalılarsa, bir Mars-Ezüs ya da bir Apollon-Belenüs düşünebilm ektedirler (1)- Alexandre Setvere Tanrıevinde îsa, İbrahim ’in, Orfe’nin, Tyan’lı Apollonius’un komşusudur. İkinci bir hoşgörü belirtisi: İm paratorluk top raklarında yaşayan bir kimse hiç bir zaman herhan gi bir din baskısı altınca kalmış değildir. Bir reza letin failiyse, kutsal bir şey çalmışsa yasalar gelip yakasına yapışır. Ama bir din ayininde bulunup bu lunmamakta, bir kurban kesip kesmemekte, dua edip etmemekte serbesttir. Tanrı-Sezarlar inancı önerilmektedir; çünkü onda İm paratorluğun birliği ilkesine elverişli gelen b ir yan görülm ektedir; ama bunun kimseye baskı aracı olarak işletildiğine de ta nık olunm amaktadır. Tiberius zam anında Romalı bir şövalye kutsal Augustus adına saygısızlık etmek(1) Jullian, Galya Tarihi, VI, 9-11.
36
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
le suçlandırılmıştı; Tiberius şu açıklamayı yaptı: bu sayjgısızlık kuşkusuz ki suçlu bir eylemdi, ama, in sanların ada’etine ilişkin bir konu değildi bu: «Tan rılara karşı yapılmış hakaretlerin öcünü almak yine tanrılara düşen bir şeydi.» (1) İm paratorluk dönemindeki fiilî hoşgörü bir yerde tanrıtanım azlığa kadar varır. Hilaire de Poi tiers, IV. Yüzyılda, insanların yaşantılarına hükm e den bir Almyazısı’nm varlığını inkâr eden ve ölümle birlikte ruhun da bedenin de birlikte ortadan yok olacağını söyleyen kim selerin bulunduğunu yazar. Ona göre, daha ileri giderek T anrı’mn varlığını ap açık bir şekilde inkâr eden* kim seler de varıdır (2). Ama, aynı dönemde, siyasal otoritelerce bu ta n rıta nımaz kişilere karşı tedbirler alındığını gösteren hiç bir ize raslamıyoruz: Tanrılara karşı tum turaklı sözler söyleyerek kendi kanılarını sakladıkları za man yargıçlar koğuşturmadan vazgeçmektedirler. Bu inançsızlık hakkı öylesine yaygınlık kazan m ıştır ki m ezarların üstüne ölünün bir gün yaşa mağa devam edip etmediği konusunda yazılan açık lam alardan kimse incinmemektedir. Bununla birlik te Roma toplum unda ölülere ilişkin inanışların de rin kökleri vardır: bu inanış ölülerin, erincin ken dilerine gösterilen özenlere bağlı olduğu fikrine bağlı okluğumdan, yani ölülerin bir şey duym adık tı) Tacitus,
Annal., I, 75.
(2) Tractat, Super Psalmos.
D ÎN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
37
larına, artık bir şey olmadıklarına inanıldığından, bir bakıma oluş nedeniyle birlikte yıkılm aktadır. Bu yüzden mezar üstüne yazılan böylesi bir küfrün kıyasıya önlenmesi gerektiği düşünülebilir. Ne var ki böyle olmamaktadır. Ölümden sonra hayat olma dığına inananlar, m ezarların önünden gelip ge çenlere bu inançlarını büyük b ir özgürlükle anlat m aktadırlar. Bir Galya mezarının üstünde şu söz ler okunur: naturae socialem spiritum corpusque origini redditi. Bu sözler ölünün bedenini toprağa, ruhunu do ğaya verdiğini belirtm ektedir. B ir maddeci de şöy le diyor: Non fui, fui, memini, non sum, non curo. «Yoktum, varoldum, hatırlıyorum ; yokum, onmuş değilim.» Belirsiz bir anlam taşıyan memini keli mesine başka m ezarlarda taslanm ıyor. D aha başka m ezarların üstünde sadece yukardaki cümlenin keli m elerinin ilk harfleri görülüyor: NFFMNSNC. Jacobsen’in de belirttiği gibi, «Yalnız kelim elerin baş harfleriyle gösterilen bu formülün bugüne kalmış anıtlardan daha yaygın olduğunu kabul etmek zo rundayız». (1) Şu da bir gerçek ki m ezarlarında bu baş h arf lerden meydana gelmiş formülü taşıyan m ezarlar daha çok pek tanınm am ış kimselere aittir. Ama, IV. Yüzyılda senatörlük ve mahkeme başkanlığı yap mış olan Auson, im paratorlukta en önde gelen ki (1) Jacobsen, Les Manes, I, 57.
38
D İN E K A RŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î
şilerden biriydi. Ve o da şiirlerinde insanın öldük ten sonra yaşamağa devam edip etmediğini bilm edi ğini söylemekten geri kalm am ıştır. (1) Bütün bunlar gösteriyor ki Lucretius’un saldırı sı, özgür-düşünce ile din arasında açık b ir savaş çı karm ağa yetmemiştir. Ama hristiyanlık ortaya çı kacak ve her şeyi değiştirecektir.
(1)
Commemor, I, s, 39.
III. BÖLÜM DİNE KARŞI DÜŞÜNCE VE HRİSTİYANLIK Yasalarında belirtm eden gösterdiği bu hoşgörü tavrına rağmen, İmparatorluk, düşünce özgürlüğü ne karşı iki yönden mücadeleye girişir: yahudilere zulmeder, hristiyanlara zulm'eider. Yahudilerin uğradığı zulüm lerin b ir nedeni Ro m alıların onları kendilerine düşman bilmeleridir; iki kez Roma lejyonlarına karşı koym uşlardır Yahudiler. Bununla birlikte, Romalılar genellikle uz laşıcı eğilim taşımışlar, hatta, daha önce de b elirt tiğimiz gibi yendikleri tanrıların etkilerine de gir mişlerdir. Ama Yahudiler karşısındaki tavırları böyle olmamıştır. Yahudilere barış yasalarına koy dukları istisna hüküm lerini savaş yasalarını uy gulam ışlardır hep. Niçin? Çünkü onların «(dinsizlik propagandası» yaptıkları kanısm dadırlar. Bu suç yakıştırm ası bugün bizi şaşırtıyor. Ama Romalılar, Yahudilerin Yehova’ya taptıklarını, Yehova’nm da bir tan rı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ancak Sezar’ları ve halk kalabalığını işkillendiren şey onların Yehova’ya bağlı oluşları değildi. (Hal ta İm parator Julien bu bağlılıklarından ötiini kul
40
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
luyordu onları (1). Asıl mesele Yahudilerin bu bağlılık adına im paratorluk toprağındaki bütün saygın tanrıları ve tanrıçaları aşağılamaları, onlara saldırm aları olmuştur. Roma için can alıcı bir önem taşıyordu bu. Jü p iter’in k u llan Yehova’yı kutsal bir tanrısal güç olarak tanım ağa hazırken, Yehova’m nkiler Jü p iter’i kin ve nefretle anm aktaydılar. Yahudiler, sadece Jü p iter’e değil, Küçük Asya’dan İngiltere’ye kadar uzanan topraklarda bulunan bütün tanrılara karşı da kin ve nefret besliyorlardı. Bütün tanrıları hor gören, aşağılayan bu insanlara «dinsiz» işlemi uygulanmaz da kime uygulanırdı? F ikir planında belki bu deyimin savunulacak yanı yoktur; dilin m antığına göre (de sağduyuya göre de bir tanrıya inanan b ir kimseye «dinsiz» deneme mesi gerekir. Ama hayat planında bu böyle olma m aktadır. Afrika’da, Asya’da ya da başka bir yerde çok az nüfuslu bir insan topluluğunun kendi tapın dığı ve dünyanın geri kalan insanlarının inkâr et tiği tanrının gerçek tanrı adına lâyık tek tanrı ol duğunu ileri sürdüğünü düşününüz. Bu savını yay mak için dış ülkelere propagandacılar gönderdiğini, bunların görevinin bütün katolik kiliseleri, bütün protestan taphnakları\ bütün sinagogları, bütün camileri kötüleyerek aşağılamak olduğunu düşünün, bütün o din kuram larının o topluluğu «dinsizlik» le suçlamayacağını söyleyebilir misiniz? Roma, bü (1) Epistulae, 89, 89 A.
D ÎN E K A R gİ DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
41
tün dinleri aşağılayan Yahudilere duyduğu nefrete rağmen, gerçekte yine de Yahudi dinine, ulusal bir inanış olduğu oranda hoşgörülü davranm ıştır. Ama kendilerine böylece hoşgörüyle davranılan Yahudiler dinlerini İm paratorluğun içindeki İsrail’le il gisiz topluluklara da önermeğe başlayınca durum değişecektir. Bu şekilde din değiştirenler, dün ba balarının tanrılarına yakarırken bugün kalkıp on ları aşağılamağa, onlara küfretmeğe, gülünçleştir*meğe çalışm aktadırlar. Yalnız bu düşünce Roma’yı şaha kaldırm ağa yetiyor. Dinlerin çeşitliliğine evet; sakınan bir dinsizlik, ona da peki; ama dinsizliğin kazanmasına, üste çıkmasına, hayır! İm parator Domitien, din değiştirerek Yahudiliğe geçmekten sa nık Clemens ile Domisilla’nm idam ferm anlarını imzalar. Dion Kassius’un dediği gibi, ikisi hakkın da da «dinsizlikten sanık» olarak koğuşturm a ya kılm ıştır. Uzun mücadelelerden sonra, İm parator Septim Severus, bütün Roma yurttaşlarına dinsiz liği», yani Yahudiliği yasaklamıştır. (1) H ristiyanlara karş'ı yöneltilen suçlamalar da aynı «dinsizlik propagandası» temeline dayanır. İlk sıralarda hristiyanlarla yahudiler birbirine karıştı rılm aktadır; bu /da çok doğaldır, çünkü hristiyanlar da Yehova’ya tapm aktadırlar. Ama kısa bir süre sonra onların durum u yar gıçların gözünde daha da kötü olmağa başlar: çün(1) Spart., Sever., I, 25, 9,
42
D İN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH Î
kü hristiyanlar, Y ahudiler gibi, kendi tanrıları dı şındaki bütün tanrısal güçleri in k âr ederken, onlar gibi ulusal bir kaygıdan hareket etmemektedirler. Bu bakımdan tam anlamıyla «dinsizlik» propagan dası yapmak amaciyle işlevde bulundukları ileri sürülür. İm parator Julien’in imzaladığı ferm anlar daki bu suçlama biçimi bugünün hristiyanlarm a tu haf gelebilir belki. Gerçekten de, Baba’ya, Oğul’a, Kutsal-Ruh’a inanan b ir kimsenin «dinsiz» olduğu düşünülebilir mi diye. Genellikle şöyle düşünülür: hristiyanların Roma’da zulüm görmeleri, paganiz min ruhuna aykırı birtakım yenilikler getirm ele rinden ötürüdür: ilk günaha inanmak, acı çeken bir ta n rı tarafından kurtarılm aya, vaftize, dinsel ey lemlere, yeniden dirilişe, m ahşer duruşmasına inan m ak gibi. Ne var ki bunların Roma ıdünyasmı ve Roma siyasal otoritelerini telâşa vereceğini düşüne meyiz; çünkü böylesi inanışlar yüzyıllardan beri kurtuluş dinlerince öğretilm ekteydi zaten. Metroasizmde de M itroasizmde de aynı k urallar v ard ır te melde. Öte yandan çarmıha gerilen İsa Romalıların gözünde kendini hadım eden M itra’dan ya da Si bel’in, yani M eryem-Ana’nm aşkı için kendini haflım eden A ttis’ten daha trajik değildir. Yalnız, payenlerle hristiyanlar arasında temel bir ayrım var: birinciler, kendi tanrıları dışında bütün tan rılara da saygı beslerler; İkincilerse kendilerinkinden gayrısm a b ir saygıları yoktur. Birinciler, ger çeğe ulaşmak için birçok yolun mümkün olduğu
D İN E K A R ŞI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
43
kam sındadırlar; İkincilerse kendi yollarından baş ka yolların insanı mahva sürüklediğini düşünürler. Sadece düşünmekle kalmazlar, söylerler de. İm para torluk sınırları içindeki bütün tan rıların boş ve za rarlı- bir sürü puttan ibaret oljduğunu ilân ederler açıktan açığa. Yargıçların karşı oldukları şey de budur işte. Bireysel kanılar söz konusu olduğu za m an hoşgörülü ve geniş yürekli olan bu yargıçlar, dine karşı toptan b ir saldırıda bulunuyor görünen kimselere karşı şaha kalkarlar. Sonunda din ku rum lan, yerleşik inançlarla İm paratorluk yasaları nın bir bütün m eydana getirdiğini, «eski dinin yeni bir dinle eleştırilmemesi gerektiğini» açık açık be lirtm ek gereğini duymuşlardır. Zulüm ler burdan gelir. Şurası bir gerçektir ki bu zulüm eylemleri sı rasında yahuıdiler ve hristiyanlar özgür düşünceyi tem sil etm ektedirler. Bu söz ilk bakışta tuhaf ge lebilir; çünkü, ve elbet, kelimenin çağdaş anlamın da hristiyanlar da, yahudiler de öyle değildirler; çünkü -özgürlüğü başkaları için değil, yalnız kendi leri için istem ektedirler; kendi inançlarına saygı gösterilmesini isterlerken açık açık başkalarının inançlarına kendilerinin saygı göstermediklerini be lirtm ekten çekinmemektedirler. Ama. tek doğru "olduğuna inandıkları inançları uğruna ölüme gide bildikleri ve baskılar karşısında inançlarını savun aj bildikleri de inkâr edilmez bir doğrudur. «Kurban ların işleri» nde, bir yandan öfkeden kudurun kon-
44
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
kül vekilini, baltacıları, cellâtları, odun yığınlarını, öte yanda Christianus sum diyen silâhsız müm ini gördüğümüz zaman, içimizden en usçu olanlarımız da, yalnız kendi inançlarından güç alanları, din değiştirmektense en korkunç işkencelere yiğitçe katlananları yeğ tutarız. İşte bu bizim şimdiki duygumuz, o sıralarda Roma yargıçlarının ve im paratorlarının büyük bir bölüğünün de duygularıydı; im paratorluk politika sının çelişkileri ve kararsızlıkları burdan geliyor. Evet yahudilere işkence edilmektedir; ama on lara İm paratorun tan rı sıfatını yadsımak, Sezar’a yapılacak sunguların' yerine Yehova’ya yapılacak sunguları koymak, ve sinagoglarından İm parator lukla ilgili resim leri atm ak olanağı da tanınmış bu lunuyordu. Yüzyıllar boyunca yahudilerin «sabbatik» yıl geleneğine saygı göstermek amacıyla yedi yılda bir yıl vergi m uafiyeti konulmuştu- (1) Uygulanan aynı uyumsuzluklar, aynı belirsiz lik, hristiyanlara uygulanan politikada da görülür. Mesih’in çocuklarına kıyasıya zulmeden impa ratorlar vardır; ama bundan büyük üzüntü duyan lar da vardır: Septim Severus, Desius, Aurelianus, Diocletien gibi- Hele Antonen, onların koruyucusu olarak görünmek ister; bir Caracalla Tertuillen hristiyan sütü emdiğini yazar. Heliogabal, kendi tapm a ğında hristiyanlara da ibaret olanağı sağlamak is (1) Albert Bayet, Fransa'da Ahlâkın Tarihi, Cilt II, s. 69.
CİME K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
4§
ter; Aleksandr Severus, İsa’yı kendi tdua yerine koydurtur; Filip, hristiyan geçinir; Gallien m ezarlıkla rın m ülkiyetini kiliselere bağışlar; Konstans, Diocletien ferm anlarını uygulamağı reddeder. Kimi za man aynı im paratorun uyguladığı politika da çe lişkiler görülür: Marcus Aurelius zamanında ermiş Blandin ile ermiş P othin’e Lyonda öldürülmeden önce korkunç işkenceler yaplır; ama dinlerine bağlı m üm inlerin bir koruyucusu olduğunu ilân eden de yine Marcus A urelius’un kendisidir. (1) Yargıç takım ının hristiyanlara uyguladıkları koğuşturma biçimleri arasında da bir uyum yoktur. Teorik olarak, zararlı dinsiz damgası yiyen bir hristiyanm sıkıştırılması, suçunun itiraf ettirilmesi gerekir. Gerçekteyse birçok yargıç bunun tersi bir yoldan gitm ektedir: tatlılıkla, zor kullanarak, iş kence tehdidinde bulunarak sanıktan b ir itiraf de ğil, bir inkâr koparmağa çalışmaktadırlar. Söyle dikleri bir kelimeyi, hristiyan olm adıklarına yorulabilecek bir jestlerini esas alarak hem en bir beraat kararı yazmak eğilimindedirler. Tertullien’in bu Şekilde hareket edildiğini anlatan ve içinde öç alıcı bir eğleninin kıpırdadığı sayfalar ortadadır. Hukukî anlamda yeterli belgelerdir bunlar. Ama yargıçların tavırları da anlaşılmaz değildir: onları inciten şey, V ettius’un ruhunda İsa’ya karşı beslediği iman de ğil, bu iman adına bütün tanrıları aşağıladığım be(1) Albert Bayet, adı geçen yapıt, s. 71-72.
46
D İN E K A RSI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
lirtm esidir. «Ben hrislfiyanım»ı demekten vazgdçse1 yargıç tarafından salıverilecektir. H atta yargıçta o kanıyı uyandırm ası da yetecektir buna. Neyi gösteriyor bu olaylar? İm paratorluğun, hristiyanlara zulüm ler uygularken iyi niyetle h are ket etmediğini. İm paratorluk, hristiyanlığm , din sizlik propagandasından ötemde, din duygularına sal dırdığını, hatta eski Roma politikasının ilkesi olan bütün tanrılara saygı fikrini zedelediğini belli belir siz bir şekilde hissetmektedir. Bu kuruntunun öte sine geçtiği zaman darbeyi indiriyor, ama darbeleri isabetli olamıyor. IV. Yüzyıl başında, Diocletien zulümlerinin erte sinde, zafer noktasına ulaşmış görünen dinde öz gürlük olayını işte İm paratorluktaki bu kararsızlık la açıklayabiliriz. 311 Nisanında, ağır hasta düşmüş olan İm para tor Galer, Nikomedi’de b ir bildiri yayım layarak hristiyanlara eziyet etm ekten vazgeçtiğini açıklar. Ve ekler: «Bu bağışlamamız karşılığında onlar da bizim kurtuluşum uz için, Devlet için, kendileri için kendi tanrılarına yakarm alıdırlar; Cum huriyetin en yüce bir erinç noktasına çıkması ve kendi evle rinde güven için,de yaşam aları için» (1) Elbet, Galer, bundan böyle hristiyan inançları na hoşgörüyle davranacağı yolundaki iradesini açıklarken payenlere karşı hiç bir tedbir almaya(1)
Lot, Antik Dünyanın Sonu ve Ortaçağın Başlangıcı, s. 31.
B IN E K A R SI DÜŞÜNCENİN T A R İH İ
4?
çaktır; böylece de İm paratorluğun kucağında ve onun damgasını taşıyacak bir hoşgörü ortam ı için de hristiyanlarla payenlerin yanyana yaşayabilecek leri saat çalmış bulunuyor H ristiyanların yararlandıkları bağışı, dualariyle ödemek durum unda kaldıkları, bu ayrıntının ise pek hoş bir şey olmadığı açıktır. Ancak, 313 yılının Ş ubat’mda İm parator K onstantin ünlü Milan Ferm anı’nı yayımlar; bu fermanda hiç bir kaçamağa hiç bir sınırlamaya, hiç bir koşula yer verilmeden din özgürlüğü ilkesi ilân edilmektedir: «Uygun zamanda M ilan’a gelindikten, ve halkın iyiliğine ve erincine yararlı olabilecek her şey, bu arada insanların çoğunluğuna hizm et edebilecek ko nular araştırıldıktan sonra, ilkin dinlere saygı husu sunu düzenlemek, hristiyanların ve herkesin istedik leri dine bağlanmakta serbest olmaları gereği dü şünüldü. Tanrı, göklerdeki katında sevincimize tahık olsun, bizden ve hükmümüz altında yaşayan halklardan kayrasını esirgemesin» (1) Bu ünlü metnin, düşünce özgürlüğünü değil, inanışların özgürlüğünü ilân ettiği birçok kez ileri sürülm üştür. D oğrudur bu. Ama, ilkeler planında kalın bir çizgi halinde çekilen bu sınıflamanın pra tik önemi fazla olmasa gerektir; çünkü, İm parator luk, saldırgan olmadığı sürece, imansızlığı zaten hoşgörmektedir. Ama, ne olursa olsun, işin tartışm a (1) Lot, adı geçen yapıt, s. 32.
48
DİNE KARSI ÎDÜSÜNCENÖÎ TARİHİ
götürmeyen yanı şu ki tumturaklı bir biçimde hristiyamn hristiyan olmağa, payenin payen olmağa hakkı olduğunu ilân ederek zulümlere bir son veren 313 Fermanı, özgürlüğün parıltılı bir zaferi, tarihin aydınlık doruklarından biridir. Ama, ne yazık, bu fermanın yüzyıllarca olma sını özlediği barış bir sabah boyunca sürmektedir. Kuşkusuz, IV. Yüzyılda hoşgörü bölgeleri vardır. Kasabalarda oturan, kırlarda eski dinlere bağlı ka lan, bu yüzden de pagani diye anılan pagiler zulüm görmemişlerdir; hiç değilse kamuoyu önünde impa ratorluk düşüncesinin yarı resmî yorumcuları olan panegristler (övgücüler), söylevlerimde Minerva ve Apollondan söz ederler de İsa’ya en ufak bir imada bile bulunmazlar; Auson gibi önemli bir kişi, hristi yan olduğunu belirttiği halde payen şiirler yazmak tan da kendini alamaz; Konstantin, bir süre hristi yanlarla payenler arasında eşit bir denge kurmak istedikten sonra hristiyanlığa kayar. Milan Fermam ’m yürürlükten kaldırmaz; ama onun dayandığı özü yok sayar: sabırla, ihtiyatla, ama inatla «Hristi yan İmparatorluk» u hazırlar. İnanılmazmış gibi görünen bir dönüştür bu. İnanılmaz oluşunun üç nedeni vardır: bir kere, hris tiyanlar IV. Yüzyıl başında İmparatorluk içinde bir azınlıktan ibarettir; ikinci olarak, parayı aşağılama ları, zenginlikten nefret etmeleri, bekârlığı yücelt meleri, memuriyetten tiksinmeleriyle İmparatorluk için tehlike yaratabilir nitelikte görünmektedirler;
DİNE K Â R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
49
üçüncü olarak, Kleman’m,' Orige’nin, Tertullien’in ağızlariyle askerlik hizmetini mahkûm ettikleri için daha yaşarken imparatorluğun hayatım tehdit et meğe başlamışlardır. Ünlü Hippolyte Kararlan, as* kerlerin kiliselere girmelerini yasaklamıştır (1). Bazı çevrelerde, Maximilien ordusu için asker top lanırken, İsa’nın çocuklarının asker olamıyacağı karşılığı verilir (2). Hizmete çağrılan eski asker Tipasius şöyle der: «Ben İsa’nın askeriyim, gelemem.» Er Abadius da orduya katılmaktansa ölümü yeğ tuttuğunu belirtir (3). İlk bakışta İmparator Konstantin’in yöndeşlerini, dostlarını bu «devrimcilerin», İsa’nın Saint Pierre’in silâhını alırken bütün askerle ri de silâhsızlandırdığına inanan bu «barışın çocuk ları» arasında araması çok şaşırtıcıdır. Ama «Milan Fermanı» yazarının yaptığı dönüşü açıklayan bir nokta var: hristiyanlara ne düşündü ğünü bildirirse, onlarla birlikte paganizme karşı koyabileceğini ve onların «antimiliter», «devrimci» niteliklerinden vazgeçmelerini sağlayabileceğini he saplamıştır. Birinci nokta üstüne görüşmeler hemen başlamıştır. Konstantin bu arada en aşırı bir istekte bulunmuştur: askerlik hizmetini yapmağı kabul et meyenlerin bundan böyle afaroz edilmeleri. Sağladı (1) Albert Bayet, İlk ysilarda Hristiyanlık ve Pasifizm, s. 70. (2) Aynı yapıt, s. 83. (3) Aynı yapıt, s. 86-88.
F.: 4
50
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
bunu. 314 yılında Arles’de toplanan bir kurultay aşa ğıdaki kararı verdi: «barış zamanında silâhlarını atan kimselerin aforoz edilmesine...» (1) İkinci noktada İmparatorun başarı payı daha azdır; ama daha az açık değildir: kilise hristiyanlığm aşırı hükümlerinin dünyevî olmayan rahiplere uygulanacağını, kitleler için ise bir değişim düşü nülemeyeceğini, ve hristiyan dünyasının Payen Roma tarafından yavaşça uyarlanmış bir adlî sistem içinde yaşamasına devam edeceğini kararlaştırdı. Bu birleşmeyle güçlenmiş olan Konstantin, Clau dius zamanından beri İmparatorluğun her an düşü nü gördüğü bir şeyin nihayet gerçekleştirilebileceğini düşünecek duruma gelmiştir; din birliğini, İmpara torluk birliğinin harcı yapmak. Öbür Sezarlar bunu başarabilmek için Sibel’e, Mitra’ya, Sol Invictus’a yö nelmişlerdi; ama bu tanrılar hoşgörülü oldukları için, birlik sağlamada yararlı olamamışlardı. Ama hristiyanlara dayanmak başka şeydi; gerçi bunlar küçük bir azınlıktı; ama tutkulu, «sahte tanrılar» ı yerle bir etmeğe kararlı bir azınlık. Onlara güveni lirse, İmparatorluk kurtulabilirdi. Konstantin’in ardılları bu fikre sarılarak yıl maz bir güçle paganizme karşı mücadeleye girdiler. İmparator Konstans şöyle yazar: «Herkesin sun gularda bulunmaktan kaçınmasını istiyoruz; bir kimse bu tü r bir eylemde bulunursa hakkında en (1) Albert Bayet, aynı yapıt, s. 1.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
51
ağır ceza hükmü uygulanacaktır» (1). 356’da yeni yasa: «Buyruğumuzdur: sungulara katılmağa ya da putları yüceltici davranışlara kal kan kimseler ölüm cezasına çarptırılırlar» (2). 392’sde Lare’ye, ateşle, Genius’a şarapla, Penates’e kokuyla, ışık yakarak, günlük kullanarak, mum dikerek gösterilen saygı belirtileri yasaklanır (3). 3391’de, «tapınakların çevresinde gezinme» (4) 395’de, «onlara bakma» yasağı (5). 399’da, «kırlardaki tapmakları yıkma» buyru ğu (6). 404’de, özel kişilere ait olanlar da dahil olmak üzere, bütün sunakların ortadan kaldırılması . ve payen dinleriyle ilgili bütün heykellerin yıkılması» konusunda buyruk (7). 435’de, «henüz yıkılmamış bütün payen tapmak ları ve binaları yıkılacaktır. Bu yasaya karşı ge lenler ölüm cezasına çarptırılacaklardır» (8). Kuşkusuz, bu şiddet hareketleri karşısında pa ganizm yaşamasını sürdüremez; İmparator Julien’in, Eugene’in, Arbogaste’in çabalarına rağmen yıkı(1) (2) (3) (4) (5) (6) (7) (8)
Code Theodos., 16, 10, 2. Aynı yapıt, 16, 10, 12. Aynı yapıt, 16, 10, 11. Aynı yapıt, 16, 10, 13. Aym yapıt, 16, 10, 16. Aym yapıt, 16, 10, 19. Aym yapıt, 16, 10, 25. Aynı yapıt, 16, 10, 6.
,
52
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
lıp gjtyder. Düşünce özgürlüğü bir ölüm darbesi ye miştir. İmparatorluk yönetimine katılan herkesin bun dan böyle hristiyan olduğu düşünülürse, sonunda, feda edilmiş özgürlük pahasına, hiç değilse hukuki anlamda bir barış ortamına ulaşıldığı düşünülebilir. Ne var ki, kilise, paganizme karşı zafer kazanınca bu kez kendi içindeki sapkınlıklarla (heresie) çatış mağa başlayacaktır. / Sapkınlık (heresie) kelimesi, Grekçe anlamı «almak» olan ve ilginç bir inanç sorunu karşısında kendilerinde bir tavır takınma, kişisel fikirler ta şıma ve din kardeşlerinin çoğunun duygularıyla ça tışsa da bunları savunma hakkı gören mümin kişi lerin durumunu anlatır. Bu yüzden de, bunlar belli bir çerçevede özgür düşüncenin temsilcileri olmak tadırlar. Ye daha ilk dönemlerde sayıları iyice art mağa başlamıştır. Gnostikler (Bilinirciler), Basilide, Isidore, Carpograte, Valentin, Bordesone, Harmonius, genç kiliselerce benimsenmiş en yaygın dogmalara karşı çıkarlar; Marcion, Ahdi Atik’le İncil arasındaki bü tün bağıntıları koparır ve hristiyanlığı yahudi düş manı bir yola sokmağa çalışır; Ankratitler evliliği, eti ve şarabı yasaklarlar; Ebionitler İsa’nın doğa üstü doğuşunu reddederler; Kutsal Ruh tarafından gönderildiğini söyleyen Montan, göksel Kudüs'ün yeryüzüne ineceği ve Frikya’da kurulacağı savmdadır; Theodote, İsa’nın hem tanrı hem insan oldu
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
53
ğu düşüncesine karşı çıkar; Modalistler, Baba \e Oğul’un iki tanrısal gerçek olduğu fikrini yadsırlar; Arius, Tanrının sonsuz, kendinden mevcut bir var lık olduğunu Logos’u, yani İsa’yı yarattığını ve sonradan onu oğulluğa kabul ettiğini belirterek hris tiyan dünyasını karıştırır; aym karışıklığa İsa’ya ilişkin sorunlarda Nestorius’un Cyrille ile çatıştığı zaman raslanır; o korkunç kayra sorununu ortaya döken Pelage, ilk günahı inkâr edip serbest-iradeden yana konuşunca da ortalık bir güzel karışır. Bütün bu bilinen olaylar, ve burda değinmedi ğim daha bir sürü olay, Eilise’nin içimde ilk beşyüz yıl boyunca bir değişik fikirler kaynaşması oldu ğunu ' gösteriyor. Sapkınlar, kelimenin - çağdaş, an lamında özgür düşünür niteliğini taşımazlar; çün kü, düşmanları gibi onları da gözlemin ve usun dı şında ve üstünde b i r ’esine inanırlar; ama bu esini kişisel olarak yorumlama hakkını ileri sürerken ve bu yorumla geleneğe, kilise otoritesine karşı çıkar ken, kesin bir biçimde düşünce haklarını savunma dur'umuna girmektedirler. Yalnız, düşünce haklarının savunulması kilise nin birliğine karşı sürekli bir tehlike meydana ge tirmektedir: hoşgörüyle davranılmaması, gereğinde zor kullanılarak ezilmesi gerektiği fikri burdan çı kar. Hristiyanlar zulüm gören (bir .azınlık oldukları sürece bu fikir pratik anlamda fazla önem taşıma mıştır. Saint Irenee, II. Yüzyıl sonumda ünlü yapıtı
54
P İN E KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
Adversus Haereses’i yazdığı zaman, bu yapıtta be lirttiği kimselere karşı otoriteyi harekete geçiremez. Sapkınlar ve Ortodokslar boğazlaşarak çekişmekte, karşılıklı olarak afarozlaşmakta, kimi zaman da ken di kavgalarına yabancı yargıçlar tarafından hep bir likte mahkûm edilmektedirler. Ama Kilise, alınyazısını Sezar’larm almyazısıyla birleştirdikten sonra her şey değişir. Hristiyanlık, İmparatorluğun bekçisi olarak, İmparator luğun da kendi birliğinin bekçisi olmasını, mantıklı görür. Ve sapkınlığa' karşı da Paganizme olan kadar Şiddetli bir mücadele açmak için dünyevî kuvvetin yardımını ister. Başlangıçta İmparatorluk kararsız ,d avranır, Konstantin isteksiz bir şekilde ve kuşkusuz askerlik hizmetini yapmak istemeyenlere karşı karar çıkart mak amaeiyle Arles kurultayında sapkın ,d°natistlere karşı tedbirler alır. Ve 325’te Nicee kurultayıyla Ariuscuları mahkûm ettirir, ama bir süre sonra.Arius’la yeniden uzlaşır. Sonra -onlara yeniden sert davranmağa başlar. Novasyenlere, Valentincilere, Marsiyonlara, Poyyanistlere, Mantonculara saldırır ve onlar için toplanma yasağı koyar. (1) Hiç değilse haklarında koğuşturma yapılırken kayrasını esir ger. Ama kendinden sonra gelenler daha da ileri gi derler. 379’da, bir yasada şöyle denilmektedir: «Tan rı buyruğunca ve İmparatorluk yasalarınca yasak(1)
D udıenesse, Eski Kilise T arihi, H, s. 171.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
55
lanmış bütün sapkınların susturulması gerekmekte dir» (1)- Ve bazan bir grubu, bazan başka bir gru bu, çok kez de bütün sapkınları kavrayan bir dizi tedbir alınır: kentlerde oturma yasağı, vasiyet et me yasağı gibi. Sapkınlar özel bir evde toplanıyor larsa, o eve el konacak, suçlular idam edilecek, ki tapları yakılacaktır (2). İmparatorluğun kanısına göre, sapkınların, «ahlâk yönünden olduğu gibi ya salar yönünden de öbür insanlarla ortak hiç bir ta rafları yoktur»; bunun için bütün evrenden «kovul maları gerekir» (3). , 385’te kan dökülür; Priscillien’in ve daha ünlü Çömezlerinin başları, İmparator Maxim’in buyru ğuyla vurulur. 408’jde bir yasa din konusunda her türlü tartışmayı yasaklar: tanrısal düzeni tartışan ya da onu kötüleyen düşünceleri onaylayan kimse ler cezalandırılacaktır (4). Paganizmden sonra, hristiyan özgür düşünce de ölüm darbeleri altında dır.
(1) (2) (3) (4)
Code Aynı Aynı Aynı
Theodos., 16, 5, 5. yapıt, 16, 5, 11. yapıt, 16, 5, 17. yapıt, 16, 5, 45.
IV. BÖLÜM ORTAÇAĞDA DİNE KARŞI DÜŞÜNCE
IV. Yüzyıl imparatorları tarafından konmuş olan «Devlet dini», İmparatorluğun çöküşüne kadar yaşamıştır. Clovis, Ariusculara karşı zor kullanır; Charlemagne, Saksonlara karşı zora başvurur; Char les Martel zamanından Haçlılar zamanına kadar hristiyanlarla Sarrasinler arasındaki ilişkiler zora dayanan ilişkilerdir; kimsenin aklına gelmemekte dir Ariuscularm, Saksoıılarm, Müslümanların da bir düşünce özgürlükleri olabileceği. Ortaçağ, sapkınlığa karşı pek azgındır. 1022’de Sofu Robert bir piskoposlar, baronlar kurultayından karar çıkartır; sapkınlar yakılacaktır. Albigeoia savaşı sırasında 'tüyler ürpertici soydan bir insan kesimine tanık olunur, hem de çocukmuş, kadınmış, hiç gözetilmeden. Engizisyon, sanıkların itiraf etme lerini saklamak için işkence tezgâhlarına, darağaçlarma, alevli meşalelere başvurur; ana babalarına karşı tanıklık etsinler diye çocukları mahkeme önü ne çıkarır. Bu baskı ve zor yöntemleri Dinbilim tarafından haklılaştırılmaktadır. Kalpazanlar, der Saint Tho mas, yeryüzü prensleri tarafından* ölüme mahkûm
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
57
ediliyor. Ruhun hayatı demek olan inancı bozmanın, sahte para sürmekten çok( jdaha ağır bir suç olması gerekmez mi? Öyleyse hatasında ayak direyen sap kını tutup .dünyevi kuvvetin kollarına teslim etme lidir. (1). Hiç kuşkusuz Ortaçağ devlet adamları böylesi baskı ve zor yollarına başvurmakla özgür düşünce nin silinip gittiğine inanmışlardır. Boş bir umut. Hiç bir yerde peşi bırakılmayan sapkınlık yeniden doğmaktan geri kalmamıştır. 1000 yılının sonlarında, Leutard adlı bir köylü Kutsal Ruh’un elçisi olduğunu söyleyerek, köylüleri ondalık vergiyi ödememeğe ve bütün îsa’lı haçları devirmeğe çağırmıştır. Kısa bir süre sonra; Soissons bölgesinde manişeizmle (Manes’ye bağlı olmakla) süçlanan başka iki köylü diri diri ateşe atılarak ya kılmıştır. Kilisenin bir çok temel dogmasını redde den «katarizm» Arras’ta, Châlons’da, Orl&ans’da, Limoges’da, Toulouse’da belirmiştir. Bu sapkın hareket Tours’lu Berenger’yi, kendilerini hadım ederek ölü mü yeğleyen iki rahibi, Etienne ve Lisoie’yı, vaftize, sungulara ve gerçek varlığa karşı olduklarım söyle yen Apostolikler’i de etkisi altına alır. Bretagne’da Eon de l’Etoile, Tanrının oğlu olduğunu ilân eder ve ruhban takımına karşı savaş açar. XII. Yüzyılda Pierre de Bruis, Etienne ve Lisoie’nin fikirlerini ye-
(1) Sum. Tbeolog., II a, II ae, 9, XI, a, 3.
58
DİNE- KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
niden ele alarak geliştirir. Kendisini diri diri ateşe atarak yakarlar, ama çömezi Lausanne’lı Henri onun öğretisini yeniden ele alır ve Saint Bernard’m bütün çabalarına rağmen büyük bir başarı elde eder. 1170 yılma doğru, Lyon’lu zengin bir tüccar Kilisede reform yapmağa girişir, kendini izleyen çö mezleri de Franche-Compte’de, Bourgogne’da, Lorraine’de, Dauphine’de, Province'te yöndeşler bulur lar. Tam bu sıralarda Pierre de Bruis ile Lausanne’lı Henri’nin fikirleri de sürekli ilerleme kaydede rek Albigeoise sapkınlığını meydana getirir; bu sap kınlık manişeizm ve katarizmle uyarlanmış bir ki liseyi Roma. Kilisesinin karşısına çıkarır bir süre, Albigeoise Kilisesi Simon de Monfort’un kanında boğulur, ama Petrus Valdo’nun dini ve Çatar ruhu zulümler içinde yaşamasını sürdürür ve Reforma yol açarlar. XII. Yüzyılın sonlarında ve XIIIj. Yüz yılın başlarında Amari de Benes, Büyük Notre-Dame Paris Okulunda hak mezheplere açıkça karşıt bir Panteizmi öneren dersler verir; çömezleri de Ahdi Cedid’in Kutsal Ruh inanışının yerini alması fikrini ortaya atarlar. Orta çağda, özgür düşüncenin aşırı biçimi, sal dırgan biçimi olarak beliren sapkınlık tek bir bi çim altında görünmez. Özgürlük eğilimi, ortodoks kalmayı düşünen dinbilimciler evreninde de aynı şekilde yankılanır; bunlar da sorunları tartışmak özlemindedirler. Kuşkusuz, iyice ünlenmiş bir ya pıtında M. Gilson’un, çağdaş düşüncenin bir çok ba
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN- TARİHİ
59
kımlardan, Ortaçağ düşüncesinin doğal bir sonucu ve basit bir uzantısı olduğunu, «Usun, Dinbilimin bir mirasçısı» olduğunu söylerken biraz uzağa git tiği söylenebilir. (1) Skolastik, en büyük bir tutkuy la, inancın önceliği ilkesini koyar ve en açık gerçek lerin bile tanrıesinî karşısında eğilmesini ister. Öte yandan, Scot ErigenelX. Yüzyılda (Gerçek usça benimsenmemiş hiç bir otorite sağlıklı esinler ala maz» (2) derken, Saint Anselme Credo u t intellegam formülünü ortaya atarken (3) Abelard bir inanç gerçeğini Tanrı öyle dedi diye değil, us ka bul ettiği için benimsemek ilkesini koyarken (4). A l-: bert Ie Grand ve Saint Thomas, Aristo bilimini hris tiyan giysiler içine sokarken de aynı ölçüler içindey diler. P. Mandonnet, Siger de Brabant’m İbnürrüştü hatırlatan tavrında «Özgür düşüncenin kılık değiş tirmiş bir biçimini buluyor. (5) Bu çağlardaki düşünce- tutkularının, 1 rahatsız edici tutkuların kanıtı Kilisenin harekete geçme siyle açıklanabilir: Şcot Erigene, Valence ve Langres Kurultaylarınca mahkûm edilmiştir; Abelard 1141’de Sens Kurultayı ve Innocent III. tarafından mahkûm edilmiştir. 1210’da Paris’te toplanan bir kurultay, Aristoteles’in felsefi yapıtlarını okumağı (1) (2) (3) (4) (5) vain, s.
Gilson, Ortaçağda Felsefe, Paris, 1931, s. 8. De Divisione Naturae, I, 65. Proslog., I. Dictionnaire du Theologie Catolique, s. 45. Mandonnet, Siger de Brabant ve Latin Averroizmi, Lou 194.
60
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
yasaklamıştır; okuyanların aforoz edilecekleri belir tilmiştir. 1215’te, Papanın özel görevlisi bir kardinal, Paris Üniversitesinde «metafizikle ve doğa felsefesiy le ilgili» derslerin okutulmasını yasakladı. 1231’de, Gregoire IX., bir komisyonu Aristoteles’in yapıtları üstünde bir ayıklama yapmak ve sakıncalı bölümleri çıkarmakla görevlendirdi. 1277’de Paris Piskoposu, Şiger de Brabant’m birçok görüşünü mahkûm etti. 1474’de, Louis XI. nominalist (a
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN" TARİHİ
61
karır; artık ateşin, samanın yanmasına meydan verdiğini söylememeli; şöyle demeli: «samanı ateşe yaklaştırınca, mümkün ki saman ateş alabilsin». Ni colas d'Autrecourt, sadece Comte’un pozitivizmini değil, Reichenbach’m formüllerini de haber ver mektedir (1). Elbet, kendini tehlike karşısında gören din burada da harekete geçecektir: Bacon’un üstleri, «yazıları dışında, her hangi bir kimseyle ilişki kur masını yasaklarlar» kendisine; 1339’da Paris Üni versitesinde Occam’cı görüş mahkûm edilir;. 1346’da papalık makamınca, Nicolas d’Autrecourt’un yazıla rının yakılmasına karar verilir. Ne var ki, bilim, bütün bu hüküm giymelere rağmen başı çekmek tedir. Biz, çağdaşlar, şimdi bile, Bacon’un önceden ha ber verdiği türetim ler karşısında şaşırıyoruz: «Hiç bir hayvan tarafımdan çekilmeden büyük bir hızla hareket eden taşıtlar yapılabilir. Uçmağa imkân veren aygıtlar yapılabilir; öyle ki bir adam aygıtın içine oturur ve bir kolu oynatınca aygıtın yapma kanatları uçan bir kuşun yaptığı gibi havada çırp mağa başlar. Nehirlerin ya da denizin dibinde hiç bir tehlikeye uğramadan gezinti yapmağa imkân veren aygıtlar yapılabilir» (2). Hiç değilse, bu «yapılabilir» sözünün «bir gün yapılacaktır» anlamı(1) Gilson,
Ortaçağda Felsefe,
s. 251-253-272.
(2) Epist., de Secretis Operibus Artis et Naturae, c. IV.
62
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
na geldiğini düşünebiliyoruz bugün. Ama böylesine haber vermeler yanında kazanılmış şeyler de var: Buridan, klasik mekaniği etkileyecek birkaç ilke keş feder; Albert de Saxe yeni bir ağırlık teorisi önerir; Oresme, XIV. Yüzyılda «Yerin günlük devinimle durum değiştirdiğini, göğünse öyle kaldığını» belir tir; üstelik bu belirtiş ilerde Copernic’in yapacağın dan daha aydınlık ve kesindir; analitik geometrinin temellerini atar, ve uzayın zamanla uyumlu olarak değişen bir devinimle işlerlik kazanan bir kitle ta rafından kat edildiği yasasını getirir (1); sonunda, Lisieu piskoposu olarak, Kilise barışı içinde ölür; yapıtı çok az kimse tarafından bilinmektedir; doğu munda bilinmez kalan ve Galile zamanında patlayatakımma saldırmaktadır. Özgür-düşünce, Ortaçağda yalnız sapkınlığın ve Skolastiğin yaptığı atılımlarla belirmez, daha üst bir planda, ama aynı şekilde büyük çoğunluğa, ula şan olanaklarla, Antiklerikalizmle (Ruhban yöneti mine karşı görüş) de ortaya çıkar. Dinbilim çekiş melerine iyice kayıtsız kalmış birçok hristiyan, bu gün bizi şaşırtacak derecede de bir şiddetle ruhban takımına saldırmaktadır. Bazı soylu kişiler bunun örneğini veriyorlar: ünlü Raoul Glaber, bir Sens ^kontundan ,söz eder: ayinlere hiç önem vermeyen ve piskopos’un yüzü ne tüküren bir adamdır bu. Gilbert de Nogent anla(1) Gilson, Ortaçağda
Felsefe,
s. 285.
DÎNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
63
tır: Soissons kontu Jean I, İsa’yla alay ediyor, pa pazlardan tiksiniyordu; ölüm döşeğinin başında bu lunan din adamına şöyle demişti: «Malımı mülkümü asalaklara, yani senin gibilere vermemi ^-istiyorsun, değil mi? Ama! zırnık koklatmıyacağım» (1). Bre tagne kontu Pierre' de Dreux de adamlarına, papaz lara kötü davranma ve işkence etme izni vermişti. Auxerre kontu Pierre de Courtenai, kiliseleri yıktı rır, piskoposunun gözlerini adamlarına oydurur. Papazların ve piskoposların soylular tarafından öldiirtülmesi, XIII. Yüzyılda sık raslanan olaylardan dır. Burjuvalar, «Kilise senyörleri» ne karşı gönüllü olarak mücadeleye girişirler ve aforoz kararlarına, başkaldırmalarla, talanlarla karşılık verirler. XII. Yüzyıl başında Laon’da, piskoposu öldürürler. Vaiz Jacques de Vitry, «kaba ve vahşi» komünlerden söz eder; bunların hepsinde sapkınlık kışkırtıcılarının, yataklık edenlerinin, müminlerinin bulunduğunu belirtir (2). Soyluların, burjuvaların saldırısına uğrayan Kilise’nin monarşiyle sürtüşmeleri de artmıştır. Fran sa kıralları inançlı kişilerdir; içlerinden hiç birinin özgür-düşünceye yüz verdiği düşünülemez. Ama, bir kere, Kilise mahkemeleriyle, kiralın mahkemele ri arasında sürekli bir mücadele vardır; ve mo (1) Lavisse, F ra n s a Tarihi, II, 2, 192. (2) Aynı yapıt, m , 1, 316-318.
64
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
narşi, yorulmak bilmez bir çabayla adaleti lâikleş tirmeğe çalışmaktadır. Öte yandan, kendisini papa lığın bağlı çocuğu olarak düşünen bazı kırallar, en aşırı bir rahatlıkla Papaya kafa tutmaktan çekin mezler. Kıraliçe IŞngeburge’ü boşamağa karar veren Philippe-Auguste, ona karşı bir boşanma kararı çı karıp Agnes de Meran’la evlendiğinde, Papalık bu na şiddetle itiraz etmiş, işi Fransa kırallığına bunu yasaklamağa ka/dar vardırmıştır. Philippe bir süre bundan hiç kaygılanmaz, v e . piskoposlarının çoğu papalık yargısını yayınlamağı reddeder. Bununla birlikte sonunda boyun eğer. Ama Fransa halkı, kralını aylar boyunca Roma’da başkaldırmış olarak görmüş, ve bundan pek fazla telâşlanmamıştırAraya para meselesi girdi mi Kiliseye karşı sal dın daha bir şiddetli olmaktadır. Papa Boniface, Xljll. Yüzyılın sonunda Güzel Philippe’e kırallığı sı nırları içindeki papaz takımına vergi koymağı ya sakladığı zaman, buna kırallığm verdiği karşılık öy lesine serttir ki Papalık isteğinden vazgeçmek ge reğini duyar. Kısa bir süre sonra Boniface VI|II. öç almak amacıyla, Kiralın akçeyi tağşiş ettiğini ileri sürer ve Roma’mn izni olmaksızın din adamlarına vergi koyulmasını yasakladığını belirtir. Karşılık olarak, ünlü Guillaume de Nogaret, Papayla görüş mek üzere İtalya’ya gitmekle ve bir Kurultayda papayı ,devirmekle görevlendirilir. Aslında kıral bu kadar aşırı gitmek taraftarı değildir, ama Paris’te Papalık aleyhinde büyük gösteriler yapılınca, Noga-
ÎDİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
6§
fet, Papayı Agnani’ de tutuklar ve göz altında tutar. Onu tokatladığı söylentisi de yayılmıştır. Ama bu söylenti asılsız gibi görünüyor. Yılgı içine düşmüş olan Boniface, bunamaya tutulur ve kısa bir süre sonra da ölür. Ardılı, onun öcünü almağa kararlıdır; ama tam harekete geçeceği sırada kendisini zehirler ler. Onun yerine geçen Clement V, gösterişli bir tö renle Nogaret’yi bağışlamak ve kiralın davranışının «iyi ve haklı» olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Elbet, Nogaret de, Güzel Philippe de özgür (düşünce nin yanından bile geçmeyen kimselerdi, ama, yarat tıkları hareketi, dine karşı diyemesek de $in adam larına karşı bir harekettir. Papalığa karşı yöneltilmiş bazı şiddetli saldırılar aradan yüzyıllar geçtikten son ra da akıl almaz olarak nitelendirilebilecek soydan şeylerdir. XIII. Yüzyıl başında Guyot de Province E^dlı bir rahip şöyle yazar: «Roma bizim kanımızı emiyor, bizi yutuyor. Roma her şeyi yıkıyor, her şe yi mahvediyor. Bütün pisliklerin aktığı bir çirkef kaynağıdır Roma. Bir bit yuvasıdır» (1). Ruhban yönetimine karşı dikelen bu bağımsız kilise tavrının yanısıra, dinin kendisine karşı be lirli bir kayıtsızlık görülür. X I|I. Yüzyılın sonuna doğru Guillaume Lemaire adlı bir piskopos Fran sız bucaklarının çoğunda pazar günleri dinlenilmediğine tanık . olunduğunu yazar; tersine, kurulan pazarlan, duruşmaları, mahkemeleriyle Senyörün (1) Lavisse, aym yapıt, E , 1, 318.
F.: 5
66
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
günü olmaktadır bu günler; kiliseler boştur, mah kemeler dolu, içkievleri de dolu; herkes güzel giy silerini göstermek için kalabalık yârlere gider; ama katedralden haçlar yaklaşır yaklaşmaz hepsi evle rine girer; «şakalaşır, oynaşır, şarkı söylerler». (1) Halk hikâyelerinde, rahip, genellikle yüksek hayat düzeyinde yaşayan biri olarak gösterilir: evi güzeldir, domuzla, tavşanla, balıkla, börekle, pas tayla beslenir; kadın papazla hoşça vakit geçirir. Tabiî sonunda piskopos kadın papazı mahkûm eder. Bir şairin belirttiğine göre bu piskoposlardan biri bir papazdan «ya evdeki karısını evden çıkarması nı» ya da bir sürü perhize girmesini ister- Papazperhiz yolunu seçer; ama bir yandan da piskoposun hallerini gözlemektedir; bir gün onu tam âlem ya parken bastırır. Bunun üzerine piskopos güler ve şöyle ıder papaza: Eh, işte artık içmene izin Doyur karnım ördekle kazla Baharlı şeyler de yiyebilirsin Karın da elbet kalsın yanında
Halk hikâyelerinde papazlar bağışlayıcı bir saflık içinde alaya alınır. Bazan bu saflığın yerini şiddete bıraktığı da olur. Sözgelimi Rutebeuf, şöyle bağırır papazlara: (1) Lavisse, aym yapıt, 359.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
67
İkiyüzlü herifler, düzenbazlar Bilmez miyiz yalan dolan içinde yaşadığınızı
İnançsızlık kimi zaman da kolay bir serbestlik içinde belirir. Ortaçağda, kafaları ve yürekleri dol durduğu söylenen Şeytan korkusu üstüne güzel şey ler yazılmıştır. Bunlardan birinde, sevgilisi Nicolette’ten vazgeçmezse ahrette Cenneti kaybedeceği söy lenen Civan Aucassin şöyle karşılık verir: «Cennet mi dediniz? Ne işim var Cennette? Umurumda bile değil orası. Hem, bakın, Cennete ne biçim adamlar gidiyor, anlatayım size. İhtiyar rahipler, bir de eli ayağı sakat kimseler; hani bütün gün, bütün gece evlerin ve eski kilise bodrumlarının önünde durur lar, eski cüppeler, lime lime giysiler içindedirler; hani çıplaktırlar, ayaklarında ayakkabı hak getire, kıçları açıkta, hani açlıktan, susuzluktan, soğuktan, sefaletten kıkırdarlar ya, işte onlar. Onlar gidiyor Cennete, ben gidip de ne yapayım? Cehenneme git mek isterim ben, Çünkü güzel papazların, yarışma larda, parlak savaşlarda ölmüş yakışıklı şövalyele rin, aslan yürekli çavuşların, soylu kişilerin yeridir Cehennem; onlarla olmak isterim ben de. Sonra Ce hennemde kocalarından ayrı iki üç dostu olan yosma hanımlar da var; altınmış, gümüşmüş, kürkmüş, hepsi orda; çalgıcılar, hokkabazlar, ve bu dünyada kırallık sürmüş herkes orda. Ben de onlarla be raber olmak isterim. Yeter ki sevgilim Nicolette de yanımda olsun» (1). (1) Aucassin ile Nicolette, s. 19.
V. BÖLÜM ÖZGÜR-DÜŞÜNCE REFORM RÖNESANS
Ortaçağ sona erer. İtalya’da parıldayan XV. Yüzyıl ayrıca belirsiz ve bulanık bir nitelik ta şır: bir dünya gitmekte, bir dünya kendini aramak tadır. Sonunda büyük değişim çıkagelir: Reformdur bu, Rönesanstır. Reform, aslında bir özgür-düşünce atılımı de ğildir. Ne Luther, ne Calvin, düşünce haklarının sı nırsız olmasını ve herkesin gerçeğe serbestçe seç tiği yollardan gidebileceğini düşünmüştür. Protesianlar da, Katolikler gibi, doğrunun, ancak tanrı7 sal bir esinle bulunabileceğini, bu esinin de İncil’de bulunduğu kamsmdadırlar. Calvin’ciler de kendi inançlarını savunmak için, katolikler gibi silâha sa rılmaktan çekinmezler; en. zayıf durumda olduk ları yerde zulüm görenler en güçlü oldukları yer de zulmederler. Calvin, kendi adamları Cenevre dı şında koğuşturulurken yorumcu Sebastien Castelion’u işinden uzaklaştırır, kaderciliğe karşı görüş ler taşıyan JeSröme Bolsec’i sürgüne gönderir, bil gin Michel Servet’yi ateşte yaktırır. Albe dükü Hol landa Reformunu kan içinde boğmaya çalışırken, Anglikanizm, katoliklere kan kusturur. Nihayet, ün-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
69
lü cujus regio ejus religio bireysel vicdan hakları nın arsız bir inkârı haline gelir. Bununla birlikte, yüzyılların geçmesiyle, Refor mun gerçekte özgür-düşüncenin amacına yaradığı açıkça görülmekte|dir. Elbet, reformcuların yapıtla rında «devrimci felsefenin ilk genel evresi»ni bu lan ve ilkel Luthercilikle XVIII. Yüzyıl yaratancılığı (deisme) ve sistematik ateizm arasında bir babaoğul bağı gören Auguste Comte kadar ileri götürülemez bu düşünce. (1). Başka birtakım, yazarlar da hristiyanlığm Reformdan güçlenerek çıktığını ileri sürmektedir. Bu görüşün de Comte’unki kadar bir doğru payı taşıdığı söylenebilir. Her hristiyana In cil’i serbestçe yorumlama hakkının tanınması, şim diye kadar bu yorum hakkını kendi tekelinde bu lunduran Kilise’ye karşı öyle bir ilke çıkarmış olu yor ki, bu ilke gelişerek ilerde Incil’i bile tehdit edecektir: Luther Calvin’e yol açar; Calvin, Voltaire’e yol açar; Voltaire, Renan’a yol açar; Renan Couchoud’ya yol açar. ikinci bir nokta daha var. Hristiyanların insaf sızca zulüm görmeleri, en korkunç işkencelere bü yük bir cesaretle göğüs germeleri, gösterdikleri yi ğitlik, bütün o «hristiyan özgür düşünce» nin göz lerinde kendilerinden önce ilkçağ kurbanlarının yaptıklarını canlandırır; düşmanın takdirini kaza nır, cesur kişileri isyana sürükler, dökülen bunca (1)
Pozitif Felsefe
Dersleri, c, V, LV ders,
70
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
kan. pahasına kazanılmış bir hakkı az ya da çok belirsiz bir şekilde tanımağa zorlar onları. Sonuçta, savaşların gürültüsünden ve üstünde insan yakılan odun yığınlarının alevlerimden ötede, Milan Fermanı’nı anımsatan esinleyen bir hoşgörü havası ku rulur yeniden. Sınırlı bir hoşgörüdür bu elbet: hiç bir kampta, ne birinde ne ötekinde, bağlı olmayan ların ve inançsızların bir özgürlüğü yoktur. Sorbonne, Etienne Dolet’yi, kuşkuculukla ve dinsizlikle suçlayarak işkence ederken, Calvin, hiç bir itiraz davranışında bulunmadan, şunları yazmaktadır: «Çok ilginçtir, Agrippa, Villovanus, Dolet ve öbür ifritlerin hepsi încil’i aşağılamışlardır» (1). Ama, bütün bunlara rağmen katoliklerle protestanların kardeşçe yanyana yaşamaları gerektiğini haykıran sesler de yükselmektedir- Şansölye Michel de l’Hospital’in iyice ünlenmiş şu sözleri herkesçe bilin mektedir: «Kafa karşısında bıçağın pek bir değeri yoktur», «Parti adlarını, nöbet tutma, ayaklanma, Luthercilik, Calvincilik, Papacılık kelimelerini, bü tün bu şeytansı kelimeleri atalım dilimizden: hristiyanlarm adını değiştirmeyelim». Montaigne’den şu açıklamalar yankılanır: «Bir adamı sanıları yüzün den diri diri ateşte yakmak, o sanılara fazla değer vermek olur», «Tanrıya şükür, inancıma yumruklar inmiyor... Bir söz zor kullanılarak tutunduruluyorsa o sözde doğruluk payı az demektir». Montaigne daha ileri de gider: «Biz dinimizi kendimize özgü bir bi(1)
kavisse, Fransa Tarihi, V, I, s, 303,
DİNE KARSI -DÜŞÜNCENİN TARİHİ
71
çim
72
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
bütün kentlerinde ve yerlerinde hiç bir baskıya uğ ramadan inançlarını belirtmeğe, ya da dinlerine ay kırı şeylere karşı çıkmağa hakları vardı. Üniversi telere, okullara, kolejlere, hastanelere kabul edil mişlerdi. Her türlü göreve ve ünvana hak kazanabi lirlerdi. Elbette, Ferman, ne protestan ne katolik olan kimselerden yana hiç bir hüküm öngörmemekte; yalnız bu iki inanışın özgürlüğünü güven altına al maktadır. Ama, böyle de olsa, günün koşulları için de, özgür-düşüncenin bir zaferi söz konusudur bu fermanla- Biraz elverişsiz bir deyimle Rönesans, (yeniden doğuş) olarak adlandırılan, güçlü ve az belirli hareket -hümanizm dense daha uygun olur du -özgür düşüncenin gelişimine Reformdan daha az cesur, ama çok daha yaygın bir biçimde hizmet eder. Hümanistler, XVTII. Yüzyılda olacağı gibi, her insanın düşünme ve düşüncesini serbestçe açıklama hakkı olması gerektiğini talep etmezler, ama talep etmedikleri bu hakları zaten kullanmaktadırlar; ve Erasmus’tan, Rabelais’den, Dolet’den, Ramus’den, Montaigne’ye kadar gerçekleştirdikleri bu kullanma, "zorunlu olarak, yerleşik dogmalara karşı çıkmıştır hep. Rönesans’ın Grek-Latin dünyasının yeniden can lanması olduğunu söyleyenler vardır. Biraz basit© indirgenmiş bir formüldür bu. Ortaçağ, Latin edebi yatını çok daha iyi biliyordu; Edmond Faral’in ça-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
73
lışraaları bunu ispat etmiştir. Kişi hemen kendisini Tristan’m, Iseut’nün, Marholt’un Thesee’nin, Ariane’m ve Minotaure’un ardında bulabilmektey di o çağıda. Sonra, Saint Thomas’cı büyük yapı, In cil'e dayandığı kadar da Grek Aristoteles’in yapı tına dayanmaktaydı. Ama gerçek şu ki, Saint Tho mas, Aristoteles’i alırken onu klişelere dökmekte, kısırlaştırmaktadır- İnsan düşüncesini kesin bir çer çevede dondurmasını ister Aristoteles’ten. İşte Rö nesans, büyük bir özgürlük atılımıyla bu çerçeveyi kırıp atmıştır. Bu patlamayı Okul kaygılarından uzak bir ta kım olaylar hazırlar. Christophe Colomb ve ondan sonraki denizci ler Amerika’yı keşfettikleri zaman, bir an bile Tomizmi (Saint Thomas’ın sistemi) düşünmemişler, onunla savaşmağı akıllarının ucundan bile geçilme mişlerdi. Çünkü, eski sistemde, İncil ve Aristote les, birbirine eklenerek insan bilgisinin temelini meydana getirmekteydi. Ne var ki her yönden tam olduğuna inanılan bu bilgi Amerika kıtasının varlığı nı bilmiyordu. İsa, çömezlerini halkları aydınlatsın lar diye yeryüzünün her yerine gönderirken Batı Avrupa ile Çin arasında büyük bir ülke olduğunu söylememişti. Her şeyi bilen tanrısal güç hataya mı düşmüştü yoksa? Hiç bir şeyden haberleri olmadığı için bu ülkede yaşayan insanların mahkûm edilme leri mi gerekecekti? Başka denizciler, Yasco de Gama örneğini izle
74
DİNE KARgI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
yerek, Hindistan’ı, Çin’i, Japonya’yı keşfettikleri zaman da aynı nitelikte yeni bir sorun çıkar ortaya. Bu ülkeler Amerika gibi bilinmiyor değildi elbette; ama bunlardan pek az söz edilmekteydi nedense; oysa birdenbire anlaşıldı ki buralarda oturan ve İsa’ ya evet dememiş nüfus hristiyan nüfustan çok da ha fazladır. Denizciler eski dünya haritasını böylece değiş tirerek dilbilimcileri ve filozofları geçmişte hiç se zilmemiş sorunlara eğilmeğe iterlerken, bilim de başı çekmeğe başar. Polonyalı Copernic, Oresme’in fikirlerini yeni/ien ele alarak, eskiden hareketsiz olarak düşünülen dünyanın kendi çevresinde ve gü neşin çevresinde döndüğünü ispat eder. Oysa İncil’de güneşin kendi çevresinde döndüğü yazılıdır; hatta Josue’nün onu durdurduğu belirtilir. İn cil yanlış yazıyor olabilir mi? Copernic, sorunu kurcalamaktan sakınır ve Kilise barışı içinde ölür. Ama geciken bombalar en az tehlikeli olanlar de ğildir. Yüzyılı sürükleyen yenilik humması içinde, Ramus de, Skolastiğin dokunulmaz Ustasına cephe den saldırmaktan çekinmez. Onun darbeleriyle, ve Palissy, Pare gibi «deneyciler» in darbeleriyle Aris toteles sarsılır, bir gedik açılır ve bu gedikten GrekLatin düşüncesinin bütün parıltılı ayrımları dökül meğe başlar ve bir paganizm seli Ortaçağ tarafından sabırla kurulmuş olan yapıyı yerle bir eder. Bu paganizmle hristiyan inanç arasında, kelime
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
75
nin dinsel anlamıyla bir mücadele yoktur elbet. Olimpos sakinlerini tanrı olarak yaşatmak kimse nin aklından geçmemektedir. Yalnız şiir, onları anımsar, anlatır. Ronsard kadar tutkulu bir katolik, ağıtlar, İlâhiler adar onlara. Ortaçağın ağırbaşlı sertliklerinin karşısına tanrılar, tanrıçalar, orman perileriyle dolu bir dünya çıkarılır. Agamemnon, Charlemagne’ın ve kıral A rtur’un yerini alır; sarı şın Helen, sarışın Iseut olur; Akhilleus, Hektor, Aias, Roland’m, Oüvier’nin, Lancelot’nun, Gauvin’in ye rini alır; Teiresias, Merlin’in yerini alır. Özgür-düşünce açısından ıdaha dolaysız ve önemli bir olay: Pagancı bilgeler, eskiden kilise mensuplarına ve doktorlara ayrılmış yerlere sızıp yerleşirler. Eskiden Tertullien, Saint Ambroise, Saint Augustine, Saint Thomas, Duns Scot okunan yerlerde, Montaigne gibi bir adam, hemen hemen 'sistemli bir biçimde, Sokrates’ten, Stoacı’lardan, Epicurus’cülardan, Plutarkhos’tan, Çiçeron’dan, Seneca’dan sayfalar okumaktadır. Denemeler, bir ba kıma, payen düşüncenin şiir demetidir; yazarın, tegemen dine karşı ihtiyat gereği gösterdiği bir iki özen dışımda, «ne biliyorum?» sorusu, gevşekliğiyle bile daha büyük bir kıvam kazanan bir tehdit olarak kalmaktadır. Rabelais ile doğrudan doğruya saldırı başlar. Kuşkusuz, Rabelais’nin dinsel fikirleri iyice bi linmiyor. Şu mısraları yazdığı zaman ne demek iste diğini de kestiremiyoruz.
76
DİNE KAKŞI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
Giriniz, büyük inanç erisin burda Sonra, kutsal kelâmın düşmanları Karışsın seslerle, tavırlarla.
Ancak, kesin olarak bilinen bir şey varsa o da, ihtiyatlı olmak için kullandığı ve kendi yazarlık an layışına aykırı düşmeyen bir alay perdesi ardında apaçık ve kaba denebilecek bir biçimde eski hristi yan ülküsünün karşısına ters eğilimde yeni bir ül kü çıkarmasıdır. Hristiyan için hayatın bir anlamı ve amacı var dır: bu da mümin kişiye ahretini kazanmayı sağlar. Yeryüzünde mutluluğu aramak çılgınlık olur, çün kü, dinine bağlı kul, îsa gibi acı çekmelidir. Saint Augustin’in ünlü sözlerini buraya bağlayabiliriz: «Onun belâgatı bir nehir gibi aktığı zaman, kim söyleyebilir bu hayatın sefaletini?», «Bizler burda sızlanıp duran yolcularız, yurdumuzdan ayrı düş müşüz», «Hayır, yaşarken mutu olamazsınız, kimse olamaz. Isa da yeryüzüne gelerek sadece sefaletimi zin selesini dolduran şeylerle beslendi; sirke içti, acılar, kederler buldu». «Tarım, askerlik sanatı, ba ro, ticaret, bütün bu çağa ilişkin şeyler: Babilon’un ırmaklarıdır bunlar, kıyılarında Sion’un anısına ağ lanır», «Yaşamaktan çok ölümdür bu hayat; bir çe şit cehennem.» Saint Augustin, karanlık büyüklü ğünü kimsenin yadsıyamayacağı bu açıklamalarına bağlı kalarak, bekârlığı, ve iffetli evliliği över, şöy le der: «Şükür Tanrıya, kimse artık evlenmek iste
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
7?
miyor; yoksa dünyanın sonu gelirdi; Tanrı sitesinin daha çabuk dolması demek olurdu bu». (1) îdeal olarak, kendinden iyice emin olan kimse hayatla boy ölçüşebilmelidir; Saint Augustin yolu açar; daha sonra kilise bu aşırı formülleri bilgece yumuşatır. Kilise imparatorlukla birleştiği zaman, çocuklarından artık yaşamaktan tiksinmelerini iste» miyecek, bu ideal durumu, bütünüyle, sadece keşiş ler gibi ömür geçirenlere önerecektir. Ama bunu on lara kendileri için önermiş olacaktır; hayat «acı bir şölen» gibi kalmalı, insan ten zevklerini, zenginliği, gan şöhreti aşağılayarak, acıdan ve kederden tat al malıdır; alçakgönüllülüğe, iffete, yoksulluğa, boyun eğişe adamalıdır kendini. Rabelais, Gargantua’smda, yüzyıllar boyunca saygı -gösterilmiş olan bu ülküye cesaretle saldırır, Çile manastırına karşıt olarak Theleme manastırını çıkarır; bir kuralı vardır buranın: «Canının istedi ğini yap.»- Niçin konuyor bu kural? «Çünkü, doğuş tan iyi,, eğitim görmüş, dürüst kimselerle düşüp kalkmış, serbest kişilerin doğal bir güdüleri ve dürtüleri vardır; onları hep erdemli olmağa iten, kötülükten alıkoyan bu-güdüsel onurdur» (2). Bu cümleyle insanın ilk günahla kirlenmiş ola rak doğduğu konusundaki öğretiye cepheden hücu (1) De Bono Conjugali, X, 10. (2)
G argantüa. LVII. bölüm.
78
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
ma geçilmektedir: insanlar bozulmuş olarak doğ mazlar, bir güdü onları erdeme iler. Nelere dayanır bu erdem? Eski hristiyan erdem anlayişına aykırı olarak, güzelliği, zenginliği lüksü, eğlenceyi, düşün cenin özgürce çiçeklenmesini sevmeğe dayanır. Hristiyan manastırda beden güzelliği aşağıla nır; Theleme manastırına ise sadece «güzel, biçimli, sağlam yapılı kadınlarla, güzel, biçimli, sağlam ya pılı erkekler alınır.» Hristiyan manastırda kendilerini iffete adamış adamlar ya da kadınlar bulunur. " Theleme’de ise «erkekler yoksa kadınların da alınmayacağı, kadın lar yoksa erkeklerin de almmıyacağı» öngörülmüş tür. Bir erkek Theleme manastırını terkedeceği za man oraya kendi sofuluğu adına alınmış olan ve evlenmiş bulunduğu bir kadını da yanında götüre cektir. Theleme’de öylesine iyi ve dostça günler ge çirmişlerdir ki evlenmeleri daha iyidir; birbirlerini ömürlerinin son gününde bile ilk evlendikleri ğünkü kadar severler bunlar. Hristiyan manastırda yoksulluk yüceltilmiştir; temizlenmenin bir aracı olarak bakılır ona. Thele me’de ise «herkesin zengin olması» öngörülmüştür; ve Theleme’liler bu zenginlikten, sadece rahat bir hayat sürmek için değil, aynı zamanda ince ve uğ raşılmış bir lüks içinde yaşamak için yararlanmak tadırlar. Hristiyan manastırda, keşiş, zihnin boş çabala rını susturacak, dini bütün kitaplar okuyacak, dua
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
79
edecektir. Theleme’de genç kadınlar ve genç erkek ler okuyacak, yazacak, şarkılar söyleyecek, beş altı dilde konuşacaklardır. Rabelais, Theleme efsanesiyle yeni zamanların insanlarını eskiyle ipleri koparmağa çağırır, haya tın bir sınama dönemi ya da bir çeşit cehennem de ğil büyük bir umut kaynağı olması gerektiğini savu nur. İnsanları en büyük devrime, ahlâk devrimine çağırır. Onun bu davranışımda bir özgür-düşünce atılımı görmemeğe imkân yok.
VI. BÖLÜM XVIII. YÜZYILDA DİNE KARŞI DÜŞÜNCE
XVIII. Yüzyıl, özgür-düşünceye öldürücü olma* smı istediği darbeler indirir; özgür düşünce tepkiler gösterir ve yasalar çerçevesinde yenilmiş de olsa, alttan alta, filozoflar yüzyılının düşünürlerine yol açar. Bilim, 1633’te büyük bir darbe yemiştir. Oresme ve Copernic kilise barışı içinde ölmüşlerdir; fikirle rini, dünyanın devinimi üstüne kurup geliştirmekle suçlanan Galile, «Yazılı hükümlere aykırı bir öğreti den yana çok etkili kanıtlar taşıyan bir kitap yaz dığı için büyük bir sapkınlık kuşkusu içinde» oldu ğunu söyleyen Engizisyon’da yargılanır; törenli bir biçimde dinden atılır, hapsedilir. Fransa’da Nantes Fermanı hükümleri yürürlük ten kaldırılarak özgür-düşünceye müthiş bir darbe indirmiştir. Yüzyılın başında Richelieu, Reformcular dan «güvenlik yerlerini» geri almağa karar verir; ancak inançlarının gereklerini yerine getirme hak larını kendilerinde bırakacağını da belirtir. Onun hüküm sürdüğü dönemin ilk kısmında, özellikle Fronde’dan hemen sonra, Louis XIV, bu tü r biltdi-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
,gl
rilerini çoğaltır. Ama ters " yönde bir akım da ge lişmekte gecikmez. 1651’de Ruhban Genel Kurul tayında kirala şöyle denecektir: «Majestelerinden, Tannnın çocuklarının özgürlüğünü yok eden şu se fil vicdan özgürlüğünü Kırallığmdan dışarı atmayı buyurmasından başka isteğimiz yok». Majestenin verdiği karşılık ise Vicdan özgürlüğünü .«yavaş ya vaş yok etmek», protestanlıği «gücünü bölerek, parçalayarak ufalamak» yolundadır. Reformcular «vicdan özgürlüğünün Kutsal Ruh’ça aydınlatılmış olduğunu» boşuna ileri sürerler; ne pahasına olur sa olsun, inanışlarından döndürülmeleri buyruğu ’bir kere verilmiş bulunmaktadır; bu, ya dönmeleri için para pul verilmek, ya da yanlarına kendilerine kor kunç eziyetler eden süvari erleri verilerek yapıl maktadır. Hükümet bu şekilde din değiştirenlerin sayısının yeterince fazla olduğunu görünce asıl öl dürücü darbeyi in,dirir: Nantes Fermanı’m bütünüy le yürürlükten kaldıran yeni bir Ferman imzala nır; buna göre tapınakların yıkılması, hakların kul lanılışının aürdurulması, protestan okulların ka patılması, protestan ailelerde doğacak bütün ço cukların papazlarca vaftiz edilmesi, inançlarım de ğiştirmeği reddeden memurların sürgüne gönderil mesi, kırallık sınırlarından dışarı kaçmak iseyenlere kürek cezası uygulanması öngörülmektedir Bu olağanüstü tedbirlerin nasıl büyük bir vahşet içinde uygulandığını biliyoruz. Fransa’ya ne gibi zararlar getirdiği de bilinir- Burda belirtilmesi gereken nok. F.: 6
82
DİNE. K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
ta bu tedbirlerin Mme de Sevigne, La Fontaine, La Bruyere tafafmdan onaylanmış olmasıdır. Bossuet’ye gelince o, Michel de Le Tellier’nin Oraison funebre’inde şöyle yazar: «Bu yeni Konstantin’i, bu yeni Theodose’u, bu yeni Marcien’i, bu yeni Charlemagne’ı göklere çıkararak alkışlayalım ve şöyle di yelim ona: hükümdarlığınızın onurlu yapıtıdır bu; gerçek niteliği burda belirdi onun; artık sapkınlık yok; yalnız Tanrı yapabilir bu harikayı». Bu tür açıklamalar, XVI. Yüzyılda beliren vicdan özgürlü ğünün, XVIII. Yüzyıl adamlarına hangi noktalarda yabancı geldiğini pek güzel gösteriyor; onlara göre kiralın her uyruğu onunla aynı dinde olmak zo rundadır; sözgelimi Bruyere, «egemenliğe düşman bir inanış» dediği zaman, majesteye karşı işlenmiş bir suçu anlatmaktadır. Hükümetlerce Jansenistlere karşı izlenen po litikayı da böyle bir düşünce beslemektedir. Jansenistler sofu, bilgin, erdemli kişilermiş, bunun ter sini söyleyen yoktur zaten. Ama kıral bir kere Cizvitler lehinde ve onların aleyhinde durum almış bulunmaktadır. Port-Royal’deki dindar kadınlar da ğıtılır, manastır yıktırılır, içine gömülmüş cesetler çıkarılır ve komşu mezarlıklara taşınır. Bütün bunlara, Louis XIV. zamanında kitapla rın «Kiralın ayrıcalığı» olmaksızın yayımlanamıyacağını, iktidarın yergi yazarlarına soluk aldırmadı ğını da eklersek, X V II Yüzyılda Fransa’da özgür düşüncenin öldüğü sonucuna kolayca varılabilir. Bu
DİNE K A R gr DÜŞÜNCENİN TARİHİ
83
nunla. birlikte böyle bir sonuç yanlıştır: gölgelerin yanısıra parıltılar da vardır çünkü. Bir kere, bilim önden gitmektedir. Gerçi Galile hüküm giymiştir, ama Pascal şöyle yazabilmektedir: «Galile için, dünyanın devinimi halikındaki fikrini mahkûm eden şu Roma kararını çıkarmanız boşuna olmuştur; bu, dünyanın hiç hareket etme diğini ispat etmeyecektir; dünyanın döndüğünü gösteren sağlam gözlemler yapılsa, bütün insanlar bir araya gelse bile onu dönmekten alıkoyabilirler rai? Hatta kendilerini de onunla birlikte dönüyor olmaktan alıkoyabilirler mi?» Pascal’m, ömrünün son günlerinde, «soyut bi limler» den hiç hoşlanmadığını yazdığı bilinmekte dir. Şöyle demiştir: «Copernic’in fikrinin derinleşti rilmesini doğru bulmuyorum». Ama «boşluğun yılgısı»nı silip süpürerek fiziğe bir sıçrama yaptır maktan, ve insanlığı, «her zaman var olan ve durmajdan bir şeyler öğrenen bir aym adam» a benze terek, bütün bilimlere sınırsız ufuklar açmaktan da geri durmaz. Bacon’un ve Descartes’in yapıtlarını canlandı ran da yine bir özgürlük gerilimidir. Pascal gibi, Descartes de inançlı bir kişidir. Şunları yazarken büyük bir içtenlik içindedir: «Özellikle, şaşmaz ku•ral olarak şunu alıyoruz ki Tanrının esinlettiği şey ler geri kalan şeylerden, kıyas, kabul etmeyecek de recede, daha doğrudur». Ama Descartes, analitik geo metrinin ve tümel matematikçiliğin tutkulu bir et
84
DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
keni olduğu sırada, dört temel kuralın ilkini aşağı daki gibi formülleştirirken inançların ortasına iler de patlayacak bir bomba koymamış da değildir: «Bi rincisi, açıkça öyle olduğunu bilmeıdiğim hiç bir şeyi doğru olarak kabul etmemek»- Galile’den Newton’a uzanan düşünce akımı, kaçınılmaz bir şekilde, Hıris tiyanlıktaki «tekvin» sorununun ve Aristoteles’in bir likte meydana getirdikleri kesinlikleri temel alan es ki yapıya çarpar. Unutulmaması gereken ikinci bir gerçek daha var: Reformculara ve Jansenistlere karşı yapılan, gösterilen kıyıcılıklar tersine bir hareket doğurur. 'Bir Bossuet’nin alkışladığı şeyi bir Saint-Simon pro testo' etmektedir. Jansenizme gelince, bu akımın ba zı bakımlardan bir özgür-düşünce atılımı olduğu söylenebilir. İlk bakışta tuhaf görünebilir, ama, Jansenistler de - bireysel vicdan haklarının Tanrı esini nin kesinliğine karşı çıkarılmasını Cizvitler kadar istemezler. Tomizmin ötesinde, Augustinciliğe dön meğe kalktıkları zaman fla kendilerini yönelten şey ilerleme ruhu değildir. Ama kilise tarafından mah kûm edildikleri zaman kamuoyuna açılmağı göze aldıkları zaman müthiş bir örnek meydana getirir ler. Papalığın şiddetle saldırdığı ünlü «öneriler» i, aslında Jansenius’un öğretisinde mevcut mudur, de ğil midir? Teorik olarak, buna karar vermek kilise yetkililerine düşer; ve bu ilkeyi yadsımak^ bütijin Kilise’yi sarsmak olur. Bununla birlikte Jansenistler boş durmazlar. Lâiklere, kadınlara yönelirler, şöyle
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
85
derler onlara: «Sizler de görüp karar verin», «Olaylarda doğrular sadece mühür taşıyanlar tarafın dan yaratılmış değildir», «Asıl olaylardaki doğru lardır ki mühürlerin kabul edilebilir niteliğini ya ratmaktadır». Böylesi bir ilkeyle daha da ileri gidilebilir. Port-RoyaTin başvurduğu erkekler ve kadınlar Kayra sorununa ilişkin olanı değil, ünlü «gevşek ahlâk»a ilişkin olanı izlerler. Cizvitler, ikti dar desteğini boşuna sağlamışlardır. Escobar ve' «Ni yet Örgütü». La Fontaine ve Boileau tarafından in safsızca alaya alınır. Polis, Provinciales’in yayım lanması ve dağıtımını boşuna önlemeğe çalışmakta dır; çünkü XIV Louis bunları bulup okutur. 'Sor-, bonne, Arnould’u mahkûm eder, ama Parlamentoda ki muhalefet sıralarında Homurdanmalar da başlar. Otorite ve fikirler arasındaki bu çatışma ların, bu çekişmelerin yarattığı ortamda parsayı top layanlar özgürlük yöndeşleri olacaktır. Mete, SaintEvremond, Ninon, Fontenelle, XVIII. Yüzyılda ol duğu gibi düşünce özgürlüğü ilkesini savunmazlar, ama kişisel planda uygulamaktadırlar onu. Bayie daha ileri gijder. Önce protestan, sonra katolik, da ha sonra yine protestan olan bu düşünürde doğ malara karşı saldırmadan edemeyen ruh, özgür ze kâdan başka bir şey değildir. Moliere, Festin de Pierre’inde, ikiyüzlülüğe eği limli olduğu ve Sofular Kabalası’na girdiği andan itibaren Don Juan’ı mahkûm eder. Ama aynı Don Juan dinsizlikle yetinmediği oranda sevimlileşmek
86
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
tedir. Apaçık bir dille Tanrıya da Şeytana da öte dünyaya da inanmadığını belirtir. Sganarelle sorar ona: «Daha bir şeye inanmak gerekir. Neye ina nıyorsunuz?» Karşılık: «İki kere ikinin dört ettiğine inanıyorum, Sganarelle, dört dört daha sekiz etti ğine inanı y or um». Böylesine kendili ortaya koyan, ve 1665’te Auguste Comte’a olanak hazırlayan bu adam iğrenç olarak nitelendirilecektir. Moliere öyle olmadığı gibi, bununla, bü kadarıyla da kalmayıp .öy le olmadığını, ateizm açıklamalarından hemen sonra, bir yoksula «insanlık aşkına» para vererek ve hak sızca saldırıya uğrayan meçhul kimselere yardım amacıyla hayatım oynayarak ispat etm iştir.' Bavle, gözünü budaktan sakınmadan, uyruğun da Prens’in dininde olması ■ gerektiği hakkındaki öğretiye hücüjna geçer: «Kâhyalarınızı, yargıçlarınızı, kumandanlarını zı, süvari erlerinizi gördük: kırâl istediği için, Cal vin taraftarı kimselere inanç değiştirmelerini buyu ruyorlardı. Bakınız, diyorlardı onlara, düşlere ka pılmayın, kiralın başladığı bir işi bitirmediği görül memiştir; sizin de kendi dininden olmanızı isti yor; sanmayın ki bunun tersinin olmasına izin ve recek; yani inançlarınızı değiştirmeniz gerekiyor; kıral böyle istiyor; ve bu buyruğun gereğini yerine getirmezseniz hakkınızda Devlete başkaldırmış, ona karşı suç işlemiş kişiler olarak işlem yapılacak. İğ renç ve. bir adamdaki hristiyan (değerlerini toptan söküp götüren sözler var.: Dinsiz, ,dme aykırı bir
DÎNE! KARSI DÜŞÜNCENİN TARÎHÎ
87
dalkavukluktur bu, dinsizliğin ta kendisi. Bir uyru ğu dininden döndürmek için Prens’in buyruklarını ileri sürmek dine aykırı bir yüzlemedir, dinsizliktir, dinsel değerlere .karşı apaçık bir saygısızlıktır.» Bütün bu yılmadan çıkışların sonucu olarak bir inançsızlık rüzgârı' eser. Dine sadece dudakların ucuyla saygı gösterilmektedir. Ayinlere gidilmekte dir- Ama Mabillon ve1Lannoy gibi bilgin kişiler «er mişlerin yuvasını yapmağa» başlamışlardır. . Male■branche, farkında olmadan, katolik inanca kundak sokmaktadır. Richard Simon, İncil’i eleştirme dene mesinde «yöntemlendirilmiş imansızlıksın örneğini verir. «Kiliseye karşı, Kartezyanizm adı altında bü yük ■bir savaşın hazırlanmakta olduğunu gören» Bossuet, umutsuz bir , dille «dine karşı yönelmiş ve içinde yaşadığımız yüzyılın çılgınlığı olarak nite lendirebileceğimiz bir kayıtsızlık»tan söz eder. Le P. Bonol yakınıp durur, «dinsizler, serbest kafalılar, aşırı fikir taşıyanlar, siyasayla uğraşanlar, natüralistler» çoğalıyor diye. 1699’da Orleans Düşesi şöyle yazar: «Dinsjz olmayan tek bir genç bulamazsınız bu çağda». Son bir nokta: düşüncenin dinsizleşmesi, hü manizmi de yüklenerek, bütün XVII. Yüzyıl boyun ca sürer. Payen tanrılar, payen tanrıçalar, payen kahramanlar, payen bilgeler edebiyat dünyasını sa rarken bunların tasvirleri de «pek dindar» kiralın ve çevresindeki kimselerin saraylarım doldurur. Corneille henüz hristiyan piyesler yasmaktadır:
88
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
Polydeucte, Theodore gibi. Bununla birlikte, kahra manı, Haçlılara karşı Haçı savunan (ve ilerde Hu go, Leconte de Lisle, Heredia gibi yazarlar tara fından yüceltilecek olan) Le Cid’de İsa’ya ya da Kilise’ye ilişkin bir yan bulunmaması oldukça ilginç tir. Rodrigue, «baba, karı, onur, aşk»tan söz etmek tedir; Chimene «ağlamak için» sessizliği ve geceyi kollamaktadır; ama sessizliği bulunca ya da gece olunca dua etmeği hiç düşünmez. İster istemez, Vigny’nin mısraları gelir akla: «Peki Tanrım? Dü şünülmüyor artık Tanrı, çağ böyle.» Racine, La Thehaide’den Phaidre’e kadar, hep payen konulara eğilmiştir. Boileau da onu coşkunlukla onaylar ve hristiyanlığı edebiyatın dışına sürer. Biı* hristiyan inancı, ürkünç gizemler ve şenlikli bezekler, elverişli değil. Bu inançsızlık akımı içinde Cizvitlerin ön sı rayı tutmaları da ilginçtir. Reformun ve Jansenistlerin can düşmanı olan Cizvitler eski payen çağlara karşı umulmadık bir sevgi beslerler. Pascal’m Provinciales’de hırpaladığı Le P. Le Moyne bile, hris tiyan katılıklara karşı Monime’nin, Pauline’in, Porcie’nin, Lucretius’un intiharlarını savunmaktan çe kinmemektedir. Bu yazar, eski Romayı «soylu doğa erdemlerinin sütanası» olarak yüceltir. La Devotion Aise adlı kitabında, insan yaratılışının ilk günahla kaygılanmayı gerektirmeyecek kadar iyi olduğu fik rini ileri sürer coşkuyla. Cizvitler, kolejlerinde, öğ
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
89
rencilerine Eflatun’u, Plutarkhos’u, Çiçeron’u, Seneca’yi okuturlar. Kimi zaman büyük Roma hatipleri nin söylevlerini ezberletirler; hem de bunların öz gürlük türküsünden yana olanlarını dışarda tutm a dan. Böylece, özgür-düşünce, en umulmadık raslantılarla, zaferlerini her yere yayar. Ve mutlakçılık ona karşı kürek cezalarını, jandarmayı, zindanları, sansürü boşuna harekete geçirir; bütün bu zor ted birler kırılır, o zaferler daha bir tutku kazanır.
VII. BÖLÜM
XVIII. YÜZYIL
ÖZGÜR-DÜŞÜNCENİN ZAFERİ
«Büyük Yüzyıl, Baylar, XVIII. Yüzyıldan söz etmek istiyorum..» Michelet, bir gün, College de France’daki dersine bu sözlerle başlamıştı. Filozof- ' lar yüzyılı olan bu çağ, özgür-düşünce açısından, gerçekten Büyük Yüzyıl’dır. Kuşkusuz, siyasal iktidarlar, Güneş Kıral za manında giriştikleri amansız mücadeleyi sürdür mektedirler. Protestanlara yapılan tüyler ürpertici işken celerin ardı arkası gelmez. Louiş XIV. ün ölümün den hemen sonra bunların bir kısmı kendi inanışla rının gereklerini yeniden yerine getirmeğe yelte nir. Ama 1724’de yayımlanan bir bildiriyle «yasa dı şı bir toplulukta bulundukları anlaşılmış olan kim selerin küreğe gönderilecekleri, protestan papazla rının idam edileceği, katoliklikten dönenlerin sü rülecekleri, reformcuların, çocuklarını katolik pa pazlarına vaftiz ettirmeğe mecbur tutulacağı» belir tilir. İktidar, Cizvitlerin isteği üzerine Jansenistlere karşı pek aşırı tedbirler almağa gitmemektedir; ama onları kışkırtmaktan, hırpalamaktan da geri kalın-
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
91
maz; onlara yakınlık duyan yargıçlar hapsedilir. Nihayet, «serbest düşünce» yöndeşlerini izle yen «filozoflar»a da kuşkuyla bakılmağa başlanır. Voltaire, kendini Bastille’de bulur, Diderot ise Vincennes’de; 1752’de bir kurul kararı Ansiklopedinin iki cildinin yok edilmesini buyurur; Holbach’m L’Esprit’si yakılır; Felsefe Sözlüğü yakılır; 1762’de, hakkında tutuklama kararı çıkmış olan Rousseau kurtuluşu kaçmakta bulur. Özgür-düşünceye karşı duyulan kin yüzyılın ortasında daha da şiddetlenmiştir. 1757’de yayımla nan bir Kırallık Bildirisi, Nantes Fermanı’nm yü rürlükten kaldınlmaşından da ileri giderek, 1724, Bildirisinden de ileri giderek aşağıdaki sözleri kap sayacaktır: «dine saldırıcı, zihinleri bulandırıcı,, otoritemize karşı gelici, düzeni bozucu ve yönetiçilerimizin huzurunu bozucu nitelikte , yazı yazan lar, yazdıranlar, bunları yayımlayanlar ölüm ceza sıyla cezalandırılacaklardır» (1). On yıl sonra, îlâhiyat. Fakültesi, bir romanda hoşgörüyü önermiş olmakla suçlanan Marmontel’i mahkûm ettikten sonra, iktidarca alman tedbirleri coşkuyla alkışlar: «Hükümdar, sadece, materyalizm, yaratancılık (Deisme), tanrıtanımazlık gibi, toplum bağlarını koparan ve her çeşit suçu kışkırtıcı nite lik taşıyan öğretileri değil, katolik öğretinin temel
(1) Isambert, XII, 272.274.
92
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
lerini sarsabilecek akımlan da baistırmak için ölüm cezasını kabul etmiştir» (1). • Bütün bunlar yobazlığın, yukardan gelen bir çabayla sertleştiğini gösteriyor. Yalnız, bu sefer, özgür-düşünceyi savunanların tepkisi daha güçlü ola caktır. Cizvitlerden ve iktidardan tedirgin olan Jansenistler Parlamento içinıde mücadeleye giriştiler. Herkesin bildiği bir sürü olaydan sonra, 1762’de Cizvitleri mahkûm ettirmeği ve önemli yerlerden uzak laştırmağı başarırlar. ‘ Protestanlara gelince, onlar, büyük sayıda yön deşlerinin öldürülmesini ve küreğe gönderilmesini önleyemezler, ama sonunda katolik halk kendile rini tutmağa, yurt dışına göç edenleri tutuklamakla görevli askerler bu görevlerinden hoşlanmamağa, subaylar askerden kaçan dindar erleri yakalamak tan kaçınmağa başlarlar. Öte yanda, bağnazlık orta lığı kırıp geçirmektedir. Calas ve Sirven mahkûm edilirler. Ancak, düşünce şahlanmaktadır; Voltaire’in açtığı, kampanyalar derin yankılar uyandırır; Calas’m eski itibarını kazanması, Sirven’in aklanma sı yobazlığa indirilmiş darbelerdir. İktidarın «filozoflarsa karşı eylemi zaman za man sert, zaman zaman kararsız olmaktadır. Du rum, arada bir, bunlardan bazılarının' lehine dön mekte ve Ansiklopedi, sarayda savunucular bul(1) Lavisse, Fransa Tarihi, VIII, 2, 336.
DİNE? KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
93
maktadır. Genç şövalye La Barre’m bir âyin ala yını selâmlamamakla ve Felsefe Sözlüğü gibi sa kıncalı kitaplar okumakla suçlanması, tüyler ürper tici bir drama yol açar. Dili koparılır, başı gövde sinden ayrılır, cesedi yakılır. Ama Voltaire .bu kez de sahneye çıkar; ve cellâtlar sanık sandalyesine otururlar. «Filozoflar», aşırı bazı adaletsizliklere saldır makla yetinmezler. Korkusuzca iki mücadeleye gi rerler: biri Kilise’ye, öteki dine karşıKiliseye, onun hiyerarşisine, katı düzenine, si yasal ayrıcalıklarına ve «cismanî iktidar» üzerinde ki etkisine karşı mücadele ölçüsüz bir şekilde yürü tülür. Montesquieu gibi ağırbaşlı bir adam şunları söylemekten kendini alamaz: «Papa, alışıldığı için karşısında boyun kırılan, modası geçmiş bir puttur». Voltaire acı alay darbeleriyle savaşmaktadır; şu pa rolayı kullanır: «Ezelim alçağı!» Helvetius ve Holbach da daha az şiddetle saldırıyor değillerdir. Dinin kendisine, Tanrı Esini’ne, dogmalarına karşı müca,dele, daha çeşitli, daha karmaşık bir- nite lik gösterir; çünkü «filozoflar» bu konuda ortak bir fikir bütününden hareket etmemektedirler. Sözgelini Montesquieu liberal katoliktir. Voltaire, Incil’le re karşı gösterdiği sevgiye rağmen, kesinlikle Newton’un Tanrısına inanmaktadır. Diderot zaman za man; Holbach ise sistemli bir şekilde tanrıtanı mazdırlar- Rousseau, Emile’de «İsa’nın hayatının ve ölümünün bir tanrının hayatı ve ölümü olduğunu»
94
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
söyler. Bu ayrılıklardan ötürü, inanca karşı yönel■tilmiş saldırılar oldukça çeşitli görünümler içinde belirmektedir; ancak bunların hepsi de çok ş i d d e t lidir. Voltaire, Incil’in metnini çağdaş usçuluğa yol pçacak amansız bir şekilde eleştirir. Holbach bir küçük Dinbilim ve Kutsal Bulaşma ya da Körükörüne Bağlılığın Tarihi adlı bir yapıt yayjmlar. Dini «insan türünün özgürlüğüne, mutluluğuna ve erin cine karşı bazı sahtekârların kurduğu bir birlik» olarak görür. (1) Tersine, «filozoflar» arasında yobazlığı kargı mak ve onun ipliğini pazara çıkarmak konusunda ne bir ayrılık ne de bir kararsızlık görülmektedir. Montesquieu için «Bağnaz düşünce bir şaşkınlık dü şüncesidir» (2). Voltaire’e göre «yobazlık yeryüzü nü kana boyamıştır». (3). Diderot da, onu, iğ renç bir özdeyişler bütünü» olarak görür (4). Helvetius, «yobazlık kılıcının insanlığın en bü yük belâlarından biri» olduğunu söyler ' (5)Rousseau’ya göre, yobazlık, yani din, tekel ve zor balık yoluyla halka kan kusturmakta, «onu, ölüm den, insan kırımından başka şey solumayacak duru ma getirmektedir» (6). (1) (2) (3) (4) • (5) (6)
Kutsal Bulaşma. Lettres Pers., 85. Hoşgörü Üstüne. Ansiklopedi. İnsan Üstüne, IV, 8. Hoşgörü Üstüne, VI ve XXII.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
9$»
Sonuçta, hoşgörü bir erdem olarak sunulmakta dır. Ne var ki o bu görünümde sunulurken göklere çıkarılmamaktadır. Buna verilecek ilk örnek Vol taire ve onun Calas olayının hemen ertesinde yazdığı Hoşgörü Üstüne adlı yapıtıdır. Ona göre hoşgörü «bir insan hakkıdır». Iûsan hakları ancak doğa haklarının üstünde yükselebilir; bu ikisinin büyük ilkesi, evrensel ilkesi yeryüzündedir: «Kendine yapılmasını istemediğin şeyi baş kasına yapma». Oysa, bu ilkeye göre bir adamın bir başkasına şöyle diyememesi gerekir: «Benim inan dığım şeye inan, yoksa işin bitiktir». Voltaire devam eder: «Hristiyanlarm birbirle rine hoşgörüyle davranmaları gerektiğini göstermek için çok şey bilmeğe ihtiyaç yoktur. Ben daha ileri gidiyor ve bütün insanlara kardeş gözüyle bakma mız gerektiğini söylüyorum. Nasıl yani? Bir Türk, bir Çinli, bir Yahudi kardeşim mi oluyor böylece? Elbette; hepimiz aynı babanın çocukları, aynı Tan rının kulları değil miyiz?» (1). Hoşgörüde, insan haklarının bir ilkesini, büyük kardeşlik yasasının bir ucunu bulmak, «aydınlıklar yüzyılı»nm yüz akıdır. Bu yüzyıl bununla kalmamış daha ileri de gitmiştir; ilk kez düşünme özgürlüğü kavramını ortaya çıkarmıştır. Yukardan beri görmüş olduğumuz özgürlük, bütün zihnî ilerlemelerin temelinde bulunduğuna (1) Hoşgörü Üstüne' VI ve XXII.
96
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
göre, tarih boyunca, insanlar tarafından çoğunca kullanılagelmiştir. Ancak, XVIII. Yüzyıldan önce hiç ilân edilmiş değildir. Milan Fermanı, bu hakkı, gerçekte payenlere ve hristiyanlara tanımış; Nan tes Fermanı, gerçekte, aynı hakkı katoliklere ve protestanlara vermişti; ancak fcu metinlerin hiç biri her insanın özgürce düşünme hakkı olacağı ilkesini öngörmüş değildi. Oluşumundaki zengin olanaklara rağmen, hoş görünün kendisi de mantıkça bu ilkeyi içermez. Hoşgörmek, yani inançların ve fikirlerin çeşitliliği ne katlanmak, Calas’m ve şövalye La Barre’m ya şadığı yüzyılda büyük bir ilerlemedir. Ama «bir ada mın katolik ya, da protestan olmasına izin vermek» başka şeydir, şu inanca ya da fikre bağlanırken fa lan adamın «bir hakkı» kullandığını onaylamak baş ka şey. Geçmişte görülmemiş olan bu fikir öyle yeni, öyle cüretli bir şeyidir ki, filozoflar, bir süre onu bütün kapsamıyla kabul etmekte kararsızlık gös terirler. Elbet, Voltaire ve Montesquieu, İngiltere’ de katoliklerin hor görülmesi olayına pek parmak basmaksızm, İngiliz özgürlüklerini içten alkışlamak tadırlar. Ama Montesquieu Yasaların Ruhu adlı ya pıtında şöyle yazar: «Bir devlete yeni bir din kabul etmek olanağı varsa, onu almamak gerekir; ama bir. kere alınmışsa, o zaman da dine karşı hoşgörüy le davranmalıdır» Voltaire de Hoşgörü Üstüne adlı yapıtımda şöyle yazar: «Demiyorum ki hüküm-
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
97
darın dininden olmayan herkes, hakim dine bağlı olanlara ait yerleri ve şerefleri paylaşsın». Bu tü r cümleler gösteriyor ki en coşkulu filozoflar da bir anda ve apaçık bir biçimde, sınırsız b ir düşünce özgürlüğüne' gitmeği göze alamıyorlar. Ama sonun da o noktaya geliniyor. Yukarda andığımız sakıngan cümleden pek az sonra Voltaire ekler: «Y an-tutm ayan h er okura bu gerçekleri tartm ası, arıtması, yayması için yalva rıyorum. Düşünceleri arasında bağlantı olan dikkatli okurlar, her zaman, yazardan daha ileri giderler» (1). Burdan açıkça anlaşılıyor ki, bütün düşünceteini söylemeği göze alsaydı, Voltaire, fikir özgürlüğün den yana konuşacaktı. Şu satırları yazarken öyle davranm aktadır zaten: «Düşüncesini açıklayamadık tan sonra, insanlar arasında hiç bir özgürlükten söz edilemez» (2). Ansiklopedi’de de şunları okuruz. «Genel kural: toplum a bir zarar getirm eyen haller de, vicdan özgürlüğüne sonuna kadar saygı göste riniz; kurgu hataları Devlet’e karşı ilgisizdir.» (3). Turgot’da okuruz: «Vicdanını dinlemek h er insanın hakkı ve görevidir; kimse kendi vicdan ölçüsünü bir başkasına kural olarak kabul ettiremez» (4). Böylece onayladıkları ilke adına, «filozoflar», yayın (1) (2) (3) (4)
A, B, C Arasında Diyalog, IV. Hoşgörü maddesi. Toplumsal Sistem, n , 5. Krala Muhtıra (Haziran 1775).
F.: 7
98
DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
özgürlüğü, basın özgürlüğü istem ektedirler. XVIII. Yüzyılın özgür düşünceden yana göster diği çabalar yalnız F ransa’da belirmez. Bütün Av rupa’da yankılanır. La Fayette ve postları tarafın dan Am erika’ya götürülür; bağımsızlık savaşını can landırır orda. Sonunda, 1789’da, Ulusal Meclis, İn san ve Y urttaş Hakları Bildirisi’ni oylayınca büyük bir zafer kazanır. Çok kez, bu ünlü metne karşı felsefî yönden itirazlar yükseldiği görülm üştür (1). H er şeyden ön ce, Tanrı huzurunda ve onun kayrasında oylanmış oluyor bu Bildiri; bu da yaratancılığa (deisme) ya sal bir değer kazandırıyor. İkinci olarak, Bildiri, h er insanın özgürce düşünme hakkını açıkça belirliyor değil. Ama, 10. maddede şunu okuyoruz: «Düşüncelerini ve inançlarını özgür bir şekilde belirtmek, insanın en değerli haklarından biridir; bu bakımdan, bu özgürlüğün yasalarca belirtilmiş kö tüye kullanm a durum ları dışında, her yurttaş ser bestçe konuşabilir, yazabilir, yayın yapabilir». Bu özgür düşünce zaferinin değerini ölçmek için, Önceki bölümlerde belirtilm iş olayları anımsamak •yeter. Greklerden bu yana, her yerde, iktidardaki dinin çerçevesi dışına taşan düşünce özgürlüğünü isteyenler koğuşturmaya uğram ışlardır. . Payenler,
(1) Aulard,
Fransız Devrimînin Siyasal Tarihi,
s. 44.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİH t
§0
hristiyanlara zulmeder; hristiyanlar, payenlere zul meder; ortodokslar sapkınlara zulmeder; alev alev odun yığınları üstünde erkekler ve kadınlar yakı lır; bu arada yakılm ak istenen düşüncedir; cellâtlar işkenceyi gitgide daha tüyler ürpertici hale getirm e ğe çalışırlar; kadınlar ve çocukların da arada yitip gittikleri savaşlar kopar. Ve sonra, bütün bu acı geçmişi silen bir gün gelir. Kimsenin fikirlerinden ötürü hor görülmeyeceğinin karara bağlandığı, «dü şüncelerin serbestçe iletilmesinin» vazgeçilmez ve kutsal bir hak olduğunun ilân edildiği bir gün. Niçin söylemeyelim o günün, tarihin en parıltılı doruk larından biri olduğunu?
VIII. BÖLÜM DİNE KARŞI DÜŞÜNCE VE FRANSIZ DEVRİMİ
İnsan H aklan Bildirisi, herkesçe benimsenseydi, müm inlerle usçular arasındaki çatışmaların değil ama, dinin çevresinde dönen siyasal mücadelelerin önü alınırdı- Ne yazık ki Bildiri herkesçe benim senmiş .değildir. 29 M art 1790 tarihinde\Papalık, heîkese «din konusunda da istediği gibi düşünme ve düşüncesini serbestçe açıklama özgürlüğünü ta n ı yan» maddeleri şiddetle mahkûm etti. Böylece m ü cadele başlamış oldu. Bu mücadele, 1790 Temmu zunda, Meclisin, papaz takım ının sivil örgütünün kuruluşunu karar altına alması ve bütün din adam larının «yurttaş yemini» etm elerini istemesi üzerine iyice kızıştı. Din adam larının büyük bir kısmı red detti bunu. Bir yar\da «anayasacı'Iar» m yani «ye minliler» in, öte yanda «kafa tutanlar» m yani «ye min verm eyenlersin birbirine karşı dikeldikleri görü" lür. 1792’den sonra bu sonuncular halk düşmanı ilân edilmişlerdir. Eylemlerinin «yurt için önemli bir tehlike kaynağı olduğu» kanısında olan Yasama Mec lisi bunların on yıl hapis cezasıyla Fransa’yı terketmeleri, ya da bazı hallerde Guyanne’a sürülm eleri kararım verdi, ~Chouan’lar tah tı ve sarayı savunm ak
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
101
için silâha sarılınca bu şiddet tedbirleri daha da ağırlaşır. 18 M art 1793’te, Konvansiyon, silâhlanm a nın meydan verdiği karışıklıklara katılan rahiple rin idam edilmesine k arar verir. Aynı gün, sürgüne gönderilmek için tutuklanm ış rahiplerin askerî bir jü ri önüne çıkarılm aları ve yirm i dört saat içinde ölüm cezasıyla cezalandırılm alarına k arar verilir. Vendemiye’nin (Fransız devriminin ilk ayı) 29-30’unda korkunç bir yasa çıkarılır; buna göre iç ya da dış düşm anlarla işbirliği yapan din adam ları idam edilecektir; bu işbirliğinin tesbiti için iki imzalı bir İhbar mektubu ya da iki tanığın birbirini tu tan söz leri yeterli görülmektedir. Aynı yasaya göre, y u rt taşlık duygusunun eksikliği, altı yurttaşın tanıklı ğından anlaşılan yem inlf rahipler de sürgüne gön derileceklerdir. A ulard’m da belirttiği gibi bu yeni yasalar, Dev rim in Kilise hakkm daki politikasında büyük bir de ğişiklik meydana geldiğini göstermektedir. Önce leri «kafa tutan» din adam larına karşı «anayasacı» papazlar destekleniyordu. Kötü papazların karşısına iyileri çıkarılıyordu; 1793’de iyi papaz olamıyacağı, G irondain’lerin safında bulunan yem inlilerin de y u rt için yeminsizler kadar tehlikeli olduğu kanısı na varıldı. (1). Devrim partizanlarının çoğu, temelde, ,dine düş man kimselerdir; çünkü (d inde, m antık gücüne kar(1)
Aulard, Fransız Devriminin Siyasal Tarihi, s. 470.
102
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
şıt, cebbar ve geriletici bir güç görmektedirler. Yal nız siyasal planda değil, fikir planında da savaşır lar. Condorcet, İnsan Zekâsındaki İlerlem elerin Ta rihsel Bir Tablo Taslağı adlı ünlü yapıtında, Roma’dan söz ederken şöyle yazar: «Evrene yeni b ir zor balığın zincirlerini vurmak isteyen bu hakim şehri anlatacağız; kabaca hazırlanmış eylemlerle bilisiz inancı nasıl boyunduruk altına aldıklarını; kendi pin tiliklerinin ya da gururlarının gereklerini canları nın istediği gibi karşılayabilmek için dini sivil ha yatın bütün alışverişlerine nasıl karıştırdıklarını; halkların inancını korkunç bir afarozla ve en ufak bir karşı koymayı yasalarıyla nasıl cezalandırdıkla rm ı; bütün Devletlerde, bağnazlığı daha kuvvetli bir şekilde tutundurm ak için, şarlatanlıklarıyla boş inan yılgısını övmeğe hazır b ir rahipler ordusu bu lundurduklarını göstereceğiz». Andre Dumont, 1793 Ekim ayında, Abbeville’in halkın önünde, rahiplerin, «kuklaları gösteren si yahlar giymiş soytarılar olduklarını, her işlerinin para dolandırmak için başvurulm uş num aralardan ibaret olduğunu» açıkladığını yazar. Aynı dönem de, Nevers’te, temsilci Fouche, Konvansiyonca gö revlendirilmiş olduğunu (oysa bu konuda bir gö revlendirilme de yoktur) söyleyerek «halkın, ne ya-zık ki, hâlâ yönelmekte olduğu boş ve ikiyüzlü inançların yerine, Cumhuriyet ve doğal ahlâk inanç larının konacağını» açıklar.-M ezarlığı « lâ ik le ştir mekle kalmaz, girişe, «ölüm sonsuz bir uykudur»
DİNE KARgI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
103
diye yazılması için de/buyruk verir. 16 Ekim 1793’te Chaumette, Fouche’nin kararının P aris Komününce onaylanmasını gerçekleştirir. 31 Ekimde, Rochefort’da Laignelot, kendi ruhanî çevresindeki Kiliseyi Usun ve Gerçeğin Tapınağı haline getirir. Bu tapı nakta sekiz katolik, papaz ve bir protestan din ada mı rahiplikten ayrılırlar. Konvansiyon, kendi temsilcileri kadar aşırı gitftıez. İnançların özgürlüğüne açık açık saldırm aktan çekinir. Ama, Ağustos 1793’te bir şölen düzenlenir; bu şölende Doğa heykeli, üstüne şarap (dökülerek yü celtilir. Gregor takvim inin yerine C um huriyet takvi mini koyan yasalarda «aziz» adlarının yerine «ulu sal zenginliği gerçek anlamda meydana getiren nesiıe adlarının konması» belirtilir. II. Yılın 15 Brümerinde, Konvansiyon, M arie-Joseph Chenier’ye bir söylev verdirir; hatip bu söylevinde «düşük ve kör inançların» yerine tek evrensel dinin geçirilmesi ge reğini belirtir. Bu çağrıya karşılık olarak, Saint-Blajse’e bağlı Ris-Orangis sakinleri onun heykelini kal dırıp yerine B rutus’ünkini koyarlar; komünlerine de B rutus adını verirler. «Antikatolik» hareket P aris’te öyle bir noktaya gelir ki, 17 Brüm erde piskopos Gabel, kendisi gibi kırm ızı başlık giymiş olan ve bütün ruhani yetkile rinden vazgeçtiklerini belirten on bir yardımcısıyla birlikte Konvansiyon salonlarında boy gösterir. Kon vansiyon üyesi olan büyük saysjda din adamı da bu örneğe göre hareket eder, 10 Kasım 1793’te, Komün
104
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
ce, Notre-Dame’da b ir şölen düzenlenir; «us mihrabı» m n önünde «gerçeğin meşalesi» yakılır; bu sırada ope|" ra oyuncusu bir kadın da Özgürlük’ü temsil etm ek tedir. Bir grup temsilci gidip Konvansiyondan NotreDame kilisesinin bundan böyle «Us Tapmağı» ola rak anılmasını ister. Konvansiyon bu ad değişikli ğini karara bağlar; opera oyuncusu kadın Meclise* gelip başkanla kucaklaşır. Daha sonraki günlerde P aris’teki birçok kilise Us Tapmağı haline gelir. İl lerde yeni inanç içtenlikle ve ağırbaşlılık içinde ör gü tlenm ektedir: bpralarda «us tanrıçaları» P aris’te ki gibi tiyatro oyuncuları değil, seçkin burjuvazinin güzel ve erdem li kızlarıdırH ebert’çilerin iyice kızıştırdığı «hristiyanlığa karşı» hareket, başkentte öylesine şiddetli bir' nok taya gelir ki 24 Kasım 1793’te Komün, «Paris’teki bütün kilise ya da tapm akların kapatılmasını, bütün din ya da inançların en kısa zamanda önlenmesini» kararlaştırır. «Bir tapm ağın ya da b ir kilisenin açıl masını isteyen kimse tutuklanacaktır»; «Rahipler bütün kamu görevlerinden olduğu gibi bütün ulusal yapımevlerinden de uzaklaştırılacaktır». Sertlikleriyle, IV. Yüzyılda payen inançlara kar şı, Ortaçağda sapkınlara karşı çıkarılmış yasaları anım satan bu tedbirler, İnsan H akları Bildirisi’nin getirdiği özgürlük ilkesinden kaba bir sapıştan baş ka bir şey değildir- Bunun içindir ki 21 Kasım 1973’te, Robespierre, Jakobinlerde, Konvansiyon’un «Ka tolik inanışı ezdiği»ni ileri sürenleri şiddetle protes
DİNE K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
105
to eder. «Hayır, Konvansiyon bu gözüpek adımı ata mamıştır. Hiç bir zaman da atam ıyacaktır. Zaten, İnsan Hakları Bi'ldirisi’nin Tanrı’nm huzurunda ilâh edilmesi boşuna değildir.» Robespierre söylevine de vam ederek «tanrıtanımazlığın aristokrat b ir yön taşıdığını» açıklar ve hristiyanlığa karşı çıkanların hainler, düşman ajanları olduklarını belirtir. Danton da Konvansiyon’da şöyle demektedir: «Konvansiyon içinde dine karşı girişilen m askaralı ğa artık t i r son verilmesini istiyorum. Kiliselerin terekesini çekip alm ak isteyen kim selerin yaptığı bir oyundan ya da ganimet hevesinden başka şey de ğil. Buna engel olunmasını istiyorum». Robespierre’in kendilerine yönelttiği saldırıdan az sonra H âbertist’ler giyotine gönderilirler. Kam u K urtuluş Komitesi b ir yasa tasarısı hazırlar; bunun ilk maddesi şöyledir: «înanç özgürlüğüne karşı her tü rlü şiddet hareketi ve te,dbiri yasaklanmıştır». Me tinlere bakarsanız özgür-düşünce bir zafer kazan mıştır. Ama, en önce, Kamu K urtuluş Komitesinin kendisi bu ilkeleri açıkça uygulama, ve din özgür lüğüne karşı hareket eden tem silcilerin kararlarını bozma cesaretini gösteremez; ikinci olarak, Robes pierre’in tavrı da belirsiz kalm aktan kurtulm am ıştır. Bazı H ebert’çilerin Tanrıtanım azlığını mahkûm federken (bazı diyoruz, hepsi değil; çünkü Hcibert’in kendisi de «baldırıçıplak lsâ»ya övgüler düzmektedir) tanrıtanım azlığım mahkûm ejderken tartışılm a yacak kadar içten hareket etm ektedir. Katolik inan-
106
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
cim ayrık tutm adan «inanç özgürlüğü» isterken ve Komüne karşı kiliselerin yeniden açılması fikrini benimserken de daha az içten olduğu söylenemez. Ama, Helbert’çileri saf dışı ettikten sonra dostu Couthon aracılığıyla «on günde b ir "Tanrıya adanmış bayram» tasarısını d u yurtur çevreye. Böylece Tan rı inancı Robespierre’in düşüncesinde gene Devlet Dini olm aktadır-. Bu din bağnaz değildir, çünkü katolik inancın, protestan inancın, Yahudi inancının varlığını tanım aktadır, ama, aynı zamanda bağnaz-' dır, hoşgörüsüzdür, yani bir bakıma kendi kendine de karşıdır, çünkü kısa b ir süre önce Konvansiyonca alkışlanmış olan eski piskopos Gabel’i, inanç özgür lüğüne engeller çıkardığı gerekçesiyle giyotine gön derir; hoşgörüsüzdür, « tan rıtan ım azların bozulmuş insanlar olduğunu ve kendisi gibi düşünmeyen h e r kesin tanrıtanım az olduğunu söyler; hoşgörüsüzdür, çünkü II. Yılda çıkarılan yasayla «Fransız halkı Tanrının varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü tanıyor» der, bu Tanrı inancının insan görevlerinin pratiği olduğunu ileri sürer. Katolikler, H ebert’çilerin m ah kûm edilmesini kendilerine verilmiş bir ödün kabul ederler, ama «Tanrı inancı»nda Devlet lehine, Roma dinine karşı nam lusunu doğrultmuş yeni b ir savaş si lâhını görmemiş de değillerdir. İçlerinden çoğu Robespierre’i Tanrıtanım azlık putunu ateşe atan adam olarak selâmlamakta ve onun daima ileri gitmesini beklemektedir. Barere şöyle diyor: «Zaferler, Robespierre’den
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
107
sonra Zebaniler gibi saldırmağa başlamıştı!» Fleurus zaferimden sonra, Terör bir ara yapacak şey bula maz, görünür. Robespierre başkalarını yolladığı gi yotine gider. «Tanrı inancı» unutulm ağa başlar. 1794’de Konvansiyon Devletle Kiliseyi ayırır. 1795 yılı içinde inanç özgürlüğü ilân edilir, kilise m en suplarına kiliselerden yararlanm a izni verilir, on lardan şöyle bir bildirim de bulunm aları istenir: «Fransa yurttaşlarının tam am ının egemenliğine ina nıyorum; Cum huriyet yasalarına boyun eğip saygı göstermeğe söz veriyorum». Bu tedbirler dinsel barışı kurm ağa yetmez. Bir yandan, Jacobin’lerin kilise üyelerine karşı duyduk ları kin öyle birdenbire küllenmeyecek ka,dar alev lidir; öte yandan, h atırı sayılır sayıda rahip az ya da çok açık b ir şekilde Cumhuriyete karşı mücade leye girişmiştir. Bunun içindir ki, D irektuvar za manında, Ulusal Enstitü’nün meydana getirdiği usçular grubu, hüküm etleri katolikliğe karşı savaşa itm iştir. V. yılda, üç direktör, general Bonapart’a bir m ektup yazarak, mümkünse, «Roma’da, rahipler hüküm eti yönetimini iğrenç ve aşağılık b ir durum a düşürecek bir iç hüküm et kurarak» kiliseler birlik rçıerkezini yıkm ak çağrısında bulunurlar ona. Direktuvarm on günde bir şölenler düzenleyerek y u rt taşlar arasmlda kardeşlik bağı kurm ağa ve onlarda Anayasa’ya, Yurda ve yasalara bağlılık yaratm a yo lundaki çabaları da katolikliğin etkileriyle savaşmak için alınmış tedbirlerden başka b ir şey değildir. Pa-
>$8
D İN E K A R SI DÜŞÜ NC EN İN TA R İH İ
zar gününün yerine «deçadi»yi koyarak, Kilise m ih rabının karşısına «yurt mihrabı»nı çıkararak, hükü m etler «Roma dininin etkilerini alttan alta yok et meği» isterler ve bunu saklam azlar da. H üküm etle rin, «Usun Tanrısı»nı yücelterek ve y u rt sevgisini, Cum huriyet sevgisini öneren Teoflantrop’ları (Tan' rının ve insanların dostlarım) desteklemeleri de ay nı kaygıdan doğmaktadır. K ıralcıların desteklediği kilise üyeleri, Direktuvarm eylemine «ikiyüzlü yurttaşlar» cinsinden alay dolu bir davranışla karşılık verirler. Eski rejim in rahipleri XVIIL Louis’nin eğitimini izlemektedirler; bunlara göre Cum huriyet yasalarını tanım a kırallık otoritesine başkaldırm aktır; «bütün devrimci cina yetlerin suç ortağı olmaktır»; «rezalet ve iğrençliği tapm aklara kadar götürmektir». D irektuvar dönemi boyunca Cumhuriyetle K ili se arasında hiç değilse b ir soğuk savaş sürüp gider. 8 Eylül hüküm et darbesi daha çok «din adamları tehlikesine» karşı düzenlenmiştir. 9 Eylül tarih li yasa «bütün papazların kırallık ve anarşiden nef ret ettikleri, Cum huriyete ve I|I. yıl Anayasa sına bağlı oldukları konusunda yemin etmelerini» ister; ayrıca hüküm ete halk huzuru için tehlikeli olabilecek papazların sürgüne gönderilmesi konu sunda yetki verir. Suvarov’un zaferler kazana ka zana ilerleyişi Fransa için istilâ tehlikesi yaratınca, Jacobin klüplerinin yeniden açıldığı görülür; ve yemin vermemiş rahiplere karşı mücadele iyice şid detlenir;.
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 109 Bonaparte’ın gelişiyle durum birdenbire ters döner. Bonaparte, bir özgür-düşünürdür aslmda: «Be nim papacı olduğum söylenecek: hiç b ir şey deği lim ben. Mısırda müslümandım; burda da halkın iyiliği için katolik, olacağım. Aslında dine inanmı yorum.» Ama,- «Dinsiz bir toplumun pusulasız bir gemi gibi olacağı» kanısındadır da. Şunu da de miştir: «Devlete, sağlam ve sürekli desteği ancak din sağlayabilir». Şunu da: «Servet eşitsizlikleri ol madan bir toplum var olamaz; servet eşitsizlikleri de din olmadan meydana gelemez. Bir adam, tıkabasa yiyerek şişen b ir başka adamın yambaşmda aç lıktan ölürken, ortada kendisine «Tanrı böyle is tiyor; kiminin zengin kiminin yoksul olması ta n rıdandır; ama ilerde, öte dünyada, iş başka tü rlü olacak» diyen bir otorite olmazsa, o adam bu fark lılığı bir türlü anlamıyacaktır». Bonaparte bu fikirler adına b ir amaç gütm ek tedir: Papanın, «Fransa katoliklerinin Cumhuriyete yeniden boyun eğmesini örgütlemesini» sağlamak. Zemini hazırlam ak için D irektuvar politikası nı yadsımakla işe girişir. 8 Eylül olaylarından hemen sonra tutuklanm ış olan rahipler serbest bırakılır. Bonaparte, henüz savaş halinden çıkmamış bulunan kırk bin Chouan’a on gün içinde silâhları bırakır larsa genel af ve inanç özgürlüğü vadeder; ve si lâhlar bırakılır. Bundan sonra Birinci Konsül asıl noktaya gelir: «bir anlaşma» yapm ak için papalıkla görüşme masasına oturur.
110
d İn e
K A R SI d ü ş ü n c e n in t a r İh İ
«Fransa hüküm eti ile Pek Saygın Pie VII ara sında Anlaşma» herkesçe bilinmektedir. Biz bura da sadece özgür-düşünceyi ilgilendirdiği oranda söz edeceğiz bundan. Anlaşma bir noktada başarı sağlar: katolik dini tam anlamıyla «Devlet dini» olarak gösterilmemiş' ve inançların özgürlüğü garanti altına alınmıştır. Ama, Bonaparte’m kabul ettiği m etinde «Papalığın dini olan katolik dini ile Roma dini Fransızların çoğunluğunun da dinidir; bu niteliğiyle, gerçekte, Devletin içinde bütünlenmektedir- Birinci Konsül, papanın ruhanî yetki verdiği piskoposların atanm a sını yapar; piskoposlar papazları atarlar; ancak böl ge papazlarının hükümetçe kabul edilmiş rahipler arasından seçilmeleri gerekir. Kilise üyelerine Hühükümetçe ödenen uygun bir gelir sağlanır.» Roma dinine sağlanan bu ayrıcalıklar, devrim ruhunu henüz yitirm em iş çevrelerde şiddetli protes tolara sebep olur. Görüşmeler sırasında Roma’nın temsilcisi pa paya şunları yazar: «Roma ile bu görüşmeyi ön lemek için ortaya çıkan mücadele inanılmaz b ir ni teliktedir. Bütün yüksek görevli m em urlar, filozof lar, bütün serbest kafalı kim seler ve ordunun büyük bir kısmı karşı çıkmaktadır, böyle b ir anlaşmaya. Birinci Konsülün yüzüne karşı Cumhuriyeti yıkmak, monarşiyi geri getirm ek istiyorsa bu toplantının bi rebir geleceğini söylemekten çekinmiyorlar... K ısa cası, o, tek başına istiyor bu toplantıyı». Bonaparte,
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
İH
Condorcet’nin Anlaşmayı Danıştayda okumasını is teyince soğuk bir hava eser. Bazı m istik sözler, kah kahalarla karşılanır. Notre-Dame’daki resmî Te Deum ’dan çıkarken general Delmas, Birinci Konsüle şöyle der: «Tam bir yobazlık örneği. İçinde, sizin kurduğunuz şeyleri yıkmak için öldürülmüş bir m il yon insan eksik sadece». Kendisi de. bilinemezci ' (agnostique) görüşte biri olduğu halde, Bonaparte, bütün bu protestoları, özellikle ordununkini niçin um ursam am ıştır acaba? Bunun nedenini bulm ak pek güç olmasa gerek: çünkü, o, bir kişisel iktidar rejim i kurm ağa kesin likle karar vermiş -bulunmaktadır; Kilise üyelerini bu iktidarın kefilleri, bekçileri, m em urları yapmayı koym uştur aklına. Bunu kavram ak için Ânlaşma’nm bütün Kilise üyelerinden istediği yeminin m et nini okumak yeter: «Fransa Cum huriyeti Anayasası ile kurulm uş hüküm ete boyun eğip bağlı kalacağıma İncil’ler üstüne yemin ederim. Y urt içinde olsun, dışarda olsun, kam u özgürlüğüne aykırı hiç bir fi k ir beslemeyeceğime, hiç bir kuruluşa girmeyece ğime, hiç bir birliğe katılm ayacağıma ve kendi ru hani çevremde, ya da başka b ir yerde, Devlete za ra r veren bir şeyler olduğunu öğrenirsem hüküm e te bildireceğime söz veririm.» (1) Anlaşma’nm imzalanmasından hemen sonra, Bonaparte’ta usta işi b ir şey becermenin zevki v ar (1) Anlagma’mn 6. maddesi.
112
D İN E KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
dır: düne kadar Louis XVIII’i tanıyan Papa şimdi Pirinci Konsülü tanım aktadır; çoğu eski rejime bağ lı olan rahipler yeni rejim için çalışacaklarına ye min ederler. Böylece Kiliseye dayanan kişisel; ikti dar geleceğinden emindir. Bu kanı, elbet, 2 Aralık 1804’de Tanrının kayrasıyla im parator olan Napoleon papa tarafından Notre-Dame’da kutsandığı zaman daha da pekişir. Kilisede aradığı desteği bulmakla güçlenmiş olan «Fransa İmparatoru», «ideologlarsın ve düşün ce özgürlüğünün karşısında kesin bir ta v ır tak ı nır. 1810 tarih li b ir kararnam eyle Devlet hapisha neleri yeniden kurulur; bunlarda, kuşkulu kimseler eskiden Bastille’de olduğu gibi tecrit edilmektedir. Fouchel’nin yönettiği bir basın bürosu on kadar ga zeteyi kapatır; yalnız hüküm etin güvenini kazan m ış''kim selerin yayın yapmağa hakkı olacaktır. Bu diktatörlük, Kilise’nin ilm ihallerde «impa ratora karşı ödevler öğrettiği», gece yarısı yatağın dan kaldırılıp kilitli bir arabayla kaçırılmış bulu nan Papanın «Fontainbleau Anlaşması» nı imzalama ğa razı olduğu sürece kendinden emin görünür. Ama, zaferlerin ardından bozgunlar gelmeğe başlar baş lamaz rejim de çökecektir. Napoleon’u tutan pisko poslar, İm paratorluk düşer düşmez bu kez Louis XVIII’i tutm ağa başlamışlardır. İm paratorluğun zorbalığıyla yaralar alan özgür-düşünce, bir yüzyıl boyunca tehdit altında bulunacaktır.
IX. BÖLÜM XIX. YÜZYIL, SAVAŞAN LAİKLİK
Kilise inanç özgürlüğüne ve vicdan özgürlüğüne karşı açıkça (durum alınca, XIX. Yüzyılı kaplayan büyük mücadele de başlar. Louis XVIII, «pek kutsal ve bölünmez Teslis adına» K utsal İttifak anlaşmasını im zalayarak Kilise’ye inancalar tanır. Rusya, P rusya ve A vusturya’ nın önerdiği bu anlaşmayı im zalayanlar «kendile rinin ve halklarının da içinde bulunduğu hristiyan ulusunun, gerçekte tek güçlü olan varlıktan başka bir hakimi olmadığını; çünkü, sevginin, bilimin ve tükenmez bilgeliğin bütün 'hâzinelerinin, yani Tanrin ın , kutsal kurtarıcım ız İsa’nın, Yüce kelâmın, hayat sözünün yalnız onda bulunduğunu» açıklarlar. İngiltere bu metni onaylamağı reddeder. Fransa ise kabul eder. Louis XVIII', kendi uyruklarına lü t fettiği Ferm an’da «Katolik dinin Devlet dini olduğu nu» belirtir. Bununla birlikte aynı Ferm an’m 5. maddesinde şunlar okunur: «Herkes dininin gereklerini eşit bir özgürlük içinde yerine getirebilir; herkesin dinine eşit ölçüde himaye sağlanır.» F.: 8
İ l4
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
Söz konusu 5. maddede «düşünme özgürlüğü» üstüne bir inanca yoktur; çünkü «özgür-düşünürler» için bir imada bile bulunulmam aktadır. Bu nunla birlikte Devlet dinine rağmen, inanç özgür lüğü için inancalar getirilm iştir. Papalığın karşı çık ması için bu kadarı yeterlijdir. 28 Nisan 1814’de, ya ni daha Ferm an’m m etni tam anlamıyla yazılıp b it meden, bir ön tasarının inanç özgürlüğünü getir mekte olduğunu öğrenen. Papa Pie VII. «büyük bir üzüntüyle» onu mahkûm eder. Papalığın kanısına göre bu ferm an sadece inanç ve vicdan özgürlüğü için inancalar sağladığı için değil, bu özgürlük ay nı zamanda korunduğu, desteklendiği için karşı çı kılmaktadır. Böyle hiç bir ayrım yapmaksızın inanç özgürlüğünü sağlamakla gerçekle hata birbirine ka rıştırılm ış, ve lekesiz İsa ile onsuz hiç bir kurtuluş yolu olmayan Kilise, sapkın görüşlerle, hatta bir yerde Juda kalleşliğiyle aynı düzeyde tutulm uş olu yor. Dahası, sapkınların mezheplerine ve temsilci lerine ayrıcalık tanımak, onları desteklemek, onla rın sadece kişiliklerine değil, inançlarına ve hatala rına da hoşgörü göstermek, desteklemek anlamını taşıyor. Pie VII, «basın özgürlüğünü», «inancı ve ge lenekleri en büyük bir yıkıma ve felâkete götüren» özgürlüğü şiddetle mahkûm ederek politikasını de vam ettirir. Pie V lI’nin düşünce özgürlüğüne karşı uygula dığı bu mahkûm edici politika, XIX. Yüzyıl boyun ca gelip giden bütün Papalarca benimsenir.
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
115
15 Ağustos 1832’de, Gregoire XVI, papalık ge nelgesi olan M irari Vos’ta kayıtsızlık! (indifferentism e), yani ancak töreler adalete ve doğruluk' ku rallarına uygunsa sonsuz kurtuluşa erişilebileceği hakkm daki öğretiyi ele alır, ve ekler: «Kayıtsızlıkla ağulanmış bu kaynaktan şu asılsız ve saçma lâf, şu hezeyan çıkıyor: herkese vicdan özgürlüğü sağlan malı ve inancalara bağlanmalıymış; en bulaşıcı n i telikte bir hatadır bu; bu m utlak özgürlük, bu diz ginsiz fikirler, Kiliseyi ve Devleti yıkm ak için,-her yanda büyüyerek yayılıyor, saygısız birtakım kimse ler onun dinden üstün olduğunu ileri sürm ekten korkmuyorlar... Bütün bunlar, özgürlüklerin en uğ u r suzu olan basın özgürlüğünden, o iğrenç özgürlük ten doğuyor; kimse dev yeterince ürkmüyor, hatta •bazı adamlar, gürültü patırtı içinde, onu istemekte, her yere yaym akta ayak diriyor. Titriyoruz, saygın kardeşler, nasıl bir canavar öğretinin, ya da daha iyisi, ne gibi büyük hataların bizi boğacağını düşün dükçe titriyoruz». Pie IX. 8 A ralık 1864’te, papalık genelgesi Qu anta Cura’da «natüralistler» dediği kimseleri m ah kûm eder .ve şöyle der: «Bunlar, vicdan ve inanç öz gürlüğünün her insan için bir hak olduğunu, iyi ku rulm uş her Devlette ilân edilip inanca altına alın ması gerektiğini, ve yurttaşların fikirlerini sözle, basın yoluyla, ya ,da başka bir yolla, Kilisece ya da sivil ctoritelerce en ufak kısıntıya uğramaksızm, 'istedikleri gibi, apaçık açıklayabileceğini ileri sii-
116
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
rüyorlar, hata, ve rahm etli selefimiz Gregoire XVI’m n da belirttiği gibi bir «hezeyan» içinde, katolik kiliseye ve ruhların kurtuluşuna karşı yapılabilecek en uğursuz şeyleri yapıyorlar... Ve bu cüretli dü şünceleri desteklerken aslında mahvolma özgürlüğü’nü istediklerini akıllarına bile getirmiyorlar.» Pie IX, 5 Mayıs 18'74’te şu açıklamayı yapar: «İnsan toplum unu kırıp geçiren bir yara var; ge nel oy hakkı deniyor buna». Evet, «toplumsal düzeni yıkan ve yıkmak isteyen ve genel yalan dense daha uygun düşecek olan» bir yaradır bu. Leon Xlljl, 20 Haziran 1888’de papalık genelge si Libertas praestantissimum’da şöyle yazar: «Önce inanç özgürlüğünü, din erdem lerine bu kadar aykırı olan ve herkesi istediği .dine girme ya da hiç birine girmeme konusunda başıboş bırakan şu özgürlüğü inceleyelim. İnsana bu özgürlüğü ta nımak, ona en kutsal ödevleri saygısızca bozma, ye rine getirmeme, sarsılmaz iyiyi bırakıp kötüye yö nelme gücünü vermek olacaktır; bu artık bir özgür lük değil, özgürlüğün bozulması, günahın iğrençli ğine düşmüş bir ruh köleliğidir». Leon XIII, sınırsız konuşma ve yazma özgürlü ğünü mahkûm ettikten sonra «öğretim ö zg ü rlü ğ ü ne geçer, ve aşağıdaki açıklamayı yapar: «Öğretim özgürlüğüne gelince, bunun için de aynı yargıda bu lunm ak gerekir. Tek doğru, ruhlara işlemesi gere ken yüce doğru olduğuna göre, öğrenimin amacı da sadece doğrular olmalıdır. Kuşkusuz ki, bu Özgür-
D İN E K A R g l D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ
117-
lük, istenen her şeyi öğrenme hakkını benimseyerek, usla açık bir karşıtlık meydana getirm ekte ve ru h larda tam bir yıkım yaratm ak için doğmuş bulun m aktadır; hükümet, toplumdaki görevine aykırı olan böyle bir şeye izin veremez.» Papalığın bu kesin bildirisine bağlı kalanlar, Restorasyon döneminde, Louis-Philipps döneminde, İkinci İm paratorluk döneminde özgürlükte, hatta düşünce özgürlüğünde, Joseph de M aistre’in deyi miyle «dine karşı b ir başkaldırma» gördüklerini açıklam aktan hiç geri kalmazlar. Ama ona saldı ranlar (Bonald, M ontalenabert,. Ozanan, Lacordaire,. Veuillot, Dupanloup) onu savunanlarla (Paul-Louis Coruier, Saint-S'imon'cuîar, Louis Blanc, Hugo, Waldeck Rousseau, Clemenceau, Combes, Jaures) çatı şırlar. Bu, daha çok «sağ»m ve «sol»un belirdiği so run üstünde olur. Alayla kendilerine «özgür-düşünür» denen 1789, ruhunun bekçileri bu kelimeyi bayrak yaparlar ve. «Roma dini» ile «özgür-düşünce» arasımda şiddetli bir savaş başlar: ideolojik savaş, siyasal savaş. İdeolojik savaş çok çeşitli görünüm ler taşır; çünkü özgür düşünce bir öğreti değil, bir durum dur. Onun için savaşanlar arasında en az üç grup insan gösterilebilir. Birinci grupta katolikliğin kendisine ya «da te mel dogmalarına bilim adına saldıranlar bulupur. Saint-Simon, Galile’niıı mahkûm edilişini hatırlata rak, «dinbilimcilerin» «fizikçilere» karşı giriştik-
118
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN. TARİHİ
leri savaşı kaybettiklerini ve T anrı Esiniyle h are ket eden dinin bilime yerini vermesi gerektiğini söyler. Auguste Comte ünlü üç hal yasasını ortaya atar: insanlık, dinbilimsel durum dan metafizik du rum a geçmiştir; metafizik durum dan da pozitif du rum a geçecektir. O noktaya gelince, eski dinlerin ye rini de İnsanlık Dini alacaktır. Prudhon, Refornidan beri katolikliğin sadece güç kaybettiğini ileri sü rerek «dinin yakında yok olacağını» ve yerini bili me bırakacağım söyler. «Darvinciler» dine açıkça saldırmazlar, ama evrimci teorileri Tekvin’le ça tışm aktadır. Nihayet, Kilise, dinler tarihine' bilimsel bir güç kazandırm ağa çalışanlar arasında korkunç düşm anlar görür kendine. Daha 1835’te, :'S trauss’un «İsa’nın Hayatı» adlı yapıtı dinbilim öileri.telâşa dü şürür. 1843’te Renan’m «İsa’nın Hayatı» kitabı bü yük bir heyecan yaratır. Sayısız «çürütme çabasıy la» saldırının hızım kesmeğe çalışılır. Ama bütün bunlar, tarihin, Luisy’lerle, G uignebert’lerle, Turm el’lerle ilerlemesini durduram ıyacaktır. Couchoud, Kenan’dan da ileri giderek, İsa’nın yaşadığı hak kında hiç bir tarihsel kanıt bulunmadığını belirt meğe çalışır. İkinci grupta, katolikliğe saldıran, ama onda bir Yüce Varlık’a inanarak, adaleti ve sevgiyi onunla yücelten yaratancılar (deiste) bulunm aktadır. Be-, ranger, «iyi insanların tanrısı»ndan dem vurur. H u go «Tanrı ve D inler ve Din»i yazar. Aynı Hugo, K i lise üyelerine karşı bu mücadeleler sırasında, bir
D İN E KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
H9
gün şu mısraı oturtur: «Mümin olan benim, ey ra hip, sense dinsizsin!» Üçüncü grupta, kilisenin özgürlük üstüne fikir lerine ve dogmalarının büyük bir kısmına saldıran lar bulunur; bunlarda hristiyanlığa karşı, hiç de saklamağa lüzum 'görmedikleri b ir sevgi vaıylır. P i erre Leroux, İncil’de gerçeğin «büyük b ir kısmının» bulunduğu kanısındadır, Louis Blanc, İsa’da «sosya listlerin ulu ustası»nm görür. Cabet’ye göre ise «İsa komünisttir». Özgür-düşünee fikir planında gösterdiği çeşit liliklere rağmen, siyasal planda, ruhban yönetim i ne karşı savaşında bir birlik görünümü içindedir. Congregation (papaz örgütü) üyeleri, daha çok da sağ partiler, 1789’un getirdiklerini ortadan kaldır mak, basım susturmak, Kilisenin eğitim üstünde ege menliğini kurm ak sevdasındadır. K arbonari derne ğinin, Mason localarının, İnsan H akları Derneği’nin, Quatre-Saisons derneğinin, M arianne’m, Öğretim Birliği’nin üyeleri, ve daha çok da sol partiler, dü şünce özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, Ü niversite yi kurtarm ak isterler. İki taraf arasında günlük bir mücadele vardır. İki tarafta da başarılar ve başa rısızlıklar birbirine eklenerek sürüp gider. K utsal İttifak, kurtarıcı tan rın ın sonsuz diniyle, Avrupayı (İngiltere hariç) kapladığı, basm a karşı çı kan yasalar çoğaldığı, Piskopos Frayssinous, Üni versitede en yüksek hoca derecesine yükseldiği, İk tidar, Guizot’yu, Villemain’i, Coıısin’i, Michelof’yl
120
D İN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ
ders verm ekten alıkoyduğu zaman, sağ kazanır. 1828’de çıkan iki yönetmelikle, yetkisiz congre gation üyelerinin öğretimden uzaklaştırıldığı, ve se m inerlerin alabileceği öğrenci sayısı sınırlandığı, 1830 ihtilâli patladığı, Guizot ilk öğretimi örgütlediği ve Cizvit evlerinin kapatılm ası konusunda Vatican’ı gö rüşmeğe razı ettiği, 1848 devrimi basın özgürlüğünü getirdiği zaman da özgür-düşünce kazançlı çıkar. Bununla birlikte, 1849’da bir yasa, her komün de, öğretmenin, kendisi bir özgür-düşünür bile ol sa, bölge katolik papazının ya da protestan papazın gözetimi, işine son verme yetkisine sahip valinin otoritesi altında görev yapacağını öngörünce, sağ kanat bir üstünlük kazanır. B ir yıl sonra papacılar zaferlerini genişletirler. Falloux yasası, Victor Hugo’nun hakkıyla ün yapmış bir söylevine rağmen, ilk öğretimin ahlâkî ve «dinî» öğretimi de kavraya cağını; tanınm ış farklı inançların açıkça taraftar bulduğu komünlerde her inanca bağlı olanların ço cukları için «ayrı» okullar kurulacağını; «serbest» denen orta öğretim kuram larının, öğretm enlerin çoğu ünvansız bile olsa, Devletçe, illerce, komünlerce yardım göreceğini belirtir. Victor Hugo o sı ralarda, birçok kimsenin gözünde özgür düşüncenin bir çeşit bildirisi olan ünlü söylevini işte bu yasanın oylanmasından önce yapılan tartışm alar sırasında verir, «özgür-düşünce» kelimesini açıkça kullan maz, ama var giiciiyle ruhban takım ına yüklenir. «Yıldızların .dürmedi jjinj söylediği içip Priîielli’--
DİNEİ KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
121.
ye sopa attıran odur. Sayısız dünya bulunduğunu söylediği ve yaratılışın gizlerini araladığı için Campanella’yı yirm i yedi kere sorguya çeken odur. K anın vücutta dolaştığım ispat ettiği için H arvey’e işkence eden o d u r.. Josue adm a Galile’yi, Saint-Paul adına C. Colomb’u zindana ‘attıran odur: göğün yasasım bul m ak büyük bir küfürdü; bir dünya keşfetmek ise büyük bir sapkınlık. Pascal’ı din adına, M ontaigne’i ahlâk adına, Moliere’i din ve ahlâk adına afaroz eden odur». Sağcılara doğru dönen Hugo şöyle der onlara: «Sizi tedirgin eden şeyi söyleyeyim mi? F ran sa’nın üç yüz yıldır yaydığı büyük özgürlük ışığı tedirgin ediyor sizi; o ustan yapılmış ışık. Aydınlık. Fransız ulusundan meydana gelen; ve dünyanın bü tün uluslarının yüzüne Fransa’nın parıltısı halinde vurm uş olan o ışık rahatsız ediyor sizi» Bu söylevş rağm en yasa kabul şdilir. Çok geç meden, İm paratorluk Üniversitede «temizlik» yap mağa girişir; kararnam eyle görevden atılm a tehdidi altındaki profesörler ayinlere katılm ağa zorlanmış, «Cum huriyetçbler hakkında koğuşturma yapılmış tır. Yenilgiye uğrayan «özgür-düşünür»ler 1864’te, ünlü Syllabus’ün de ekli olduğu papalık genelgesi Quanta Cura’da aşağıdaki açıklama yapıldığı zamafı öçlerini acı bir şekilde çıkaracaklardır: «Pa palığın, ilerlemeyle, liberalizmle, ve çağdaş uygar lıkla uzlaşabileceğini ya da uzlaşmağı gerektiğini ileri sürecek olanlar afaroz edilecektir». Bu ge-
122
DÎNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
nelgenin yayımlanması katolikler arasında bile hoş- • nutsuz bir havanın esmesine sebep olur. 1869’da top lanan bir piskoposlar meclisi «inanç ve ahlâkla ilgi li konularda» papanın «yanılmazlığım» k arar altına alan bir genelge yayımlayınca bu hoşnutsuzduk da ha da artacaktır. A vusturya bile papalık kararları nın yayımlanm asını yasaklayacaktır. İm paratorluk hüküm eti de protesto eder. Ama savaş kopar ve İm paratorluk düşer. 4 Eylülde ilân edilen Cum huriyet’in normal ola rak İnsan H akları B ildirisinden ve özgür-düşünce’den yana hareket etmesi gerekirdi. Ancak, içinde birçok özgür-düşünür de bulunan Komün’ün insaf sız baskıları sonucu rejim tutucu, b ir yola girer. 1872’de, Gambetta, «ilköğretimin genel Ye lâik olma s ı n ı sağlayamaz. Hükümet, Mac-Mahon’un başkan lığındaki ahlâki düzen yönetimi, sivil Ölülerin sabah saat yediden sonra gömülmesini yasaklar ve «SacreCoeur adına Roma’yı ve Fransayı kurtaralım » paro lasıyla M ontm artre kilisesini yaptırır. G am betta’mn verdiği karşılık şudur: «Kilise, işte gerçek düş man!» Ve bu parolayı benimseyen 304 milletvekili ni bir araya getirir. 1880’de Ferry, b ir kararnam eyle, Cizvitlerin İsa’nın Dostları Derneğini kanatır. Sağ,' bunu şiddetle protesto eder. Herkeste, özgür düşün ce yöndeşleriyle düşmanları arasında amansız bir savaş başlayacağı izlenimi uyanır. Bu savaş, «okul yasaları» ve Dreyfus olayıyla patlak verir.
DÎNE? KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
123
1879-1886 yılları arasında Cumhuriyet, Jean Mace’nin çağrısına uyarak, ilk öğretimi mecburî, ücret siz ve «lâik» hale getirmeğe karar verir. F erry ’nin, P aul B ert’in. Goblet’nin, Ferdinand Buisson’un ça balarıyla güçlenen bu hareket katolikler'e karşı yö neltilm iş değildir. Tersine, tam bir uyuşma havası kurm ak ister. Cumhuriyet, din savaşlarının kanıyla çağlar boyunca ıslanmış olan şu Fransa toprağında, vaktiyle birbirlerini yiyenlerin torunları aynı sıra larda otursunlar, aynı avlularda koşuşsunlar, öğret m enler de kendi ellerine verilmiş çocukların katolik, protestan, müsliiman, yahudi ya da rasyonalist aile lerden geldiği düşüncesi olmaksızın çalışsınlar is tem ektedir. B ir inancı ya da bir fikri incitebilecek nitelikte her türlü öneriden sakınılarak, herkese öz gürlüğe saygı, hoşgörü ve başka insanları sevme öğ retilm elidir; böylece okul, kardeşliği, ulusa;l plan daki büyük kardeşliği hazırlayacaktır. Ferry, . «Tan rıya karşı ödevler» programına koydurmağı kabul ettiği uzlaşma yollarında daha ileri gider. P aul Bert, onun adına yaptığı bir açıklamada, kimsenin çocuk larını lâik öğrenime vermesi için zorlanamıyacağmı, ve genel okulların yanısıra, böyleleri için özel1okul la r da kurulacağım belirtir. O zamana kadar hiç bir zaman, hiç bir yerde görülmemiş olan «herkese açık» bir okul kurulm ası fikrini özgür-düşünürler coşkuyla desteklerler; çünkü onda hoşgörü için bir silâh niteliği görmek tedirler. Özellikle aileler alkışlar bunu. Ne yazık ki
124
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
'sağ’m, çocukları özel okullara yollamak için genel okullara karşı açtığı kampanya sonunda bu düşün ce darbe yer ve şiddet gösterileri alır yürür. P a palar, piskoposlar, papazlar, siyasa adamları, gaze teciler, «Tanrısız okul» u sadece Fransa’yı hristiyanlıktan çıkarmakla değil, aynı zamanda b ir sürü apaş, hırsız, orospu çıkaran b ir «suç okulu» olmak la, yurdunu savunan kimseler değil de insan tü rü için bir veba ve bir felâket kaynağı hazırlam akla suçlarlarBu kam panya en etkin çağmdâyken Dreyfus olayı patlar. ' Özgür-düşünce yöndeşlerini düşm anlarının kar-, şısına diken çatışmanın, teorik olarak, Dyeyfus’ün suçsuz mu .değil mi olduğu konuşuyla ilgisi yoktuy. Yalnız, Dreyfus yahudidir. La Libre Parole adlı günlük P aris gazetesinin yayınıyla coşan yahudi düşmanları Anti-Dreyfus hareketi b ir inanç aracı haline getirirler. Bunların arasında ünlü yazarlar «ulusçuluk» parolasiyle birleşirler: J. Lemaître, Coppee, de Mun, Deroulede, Bourget, Daudet, M aurras v.b. Bazı liberal katoliklerin direnmesine rağmen, Fransız kilisesinin büyük çoğunluğu Dreyfus’ün k ar şısında yer alır. Ona karşı yürütülen kampanyayı din örgütleri finanse eder. Cumhuriyetin yıkılacağı söy lentileri dolaşmağa başlar. Aynı zamanda lâik okula ve Dreyfus’çülere karşı yöneltilen kam panya geliştiği sırada, özgür
DİNE» K A R gl DÜŞÜNCENİN TARİHİ
125
düşünürler, özgürlüğü kurtarm ak için örgütlenmiş bir siyasal güç haline gelmeleri gereğini duyar lar. Berthelot’nun ve Anatole France’m onur başkanlığında, Ferdinand Buisson’un başkanlığında, papazken özgür-düşünce safına geçmiş Victor Charbonnel’le güç kazanmış olan bu örgütte, Zola, Mirbeau, Romain Rolland, Jules Renard gibi yazarlar; Havel, Appel, Painleve, Langevin, Aulard, V. Basch, Seailles, Ferdinand Brunot, Gaston Paris, J. Bedier, Lanson gibi üniversite mensupları; Clemenceau, Jaures, Viviani, Sembat, Heriot, Briand, Pressense gibi politikacılar vardır. B ir süre sonra birlik, haf talık bir yayın organına (La Raison) ve b ir günlük gazeteye (L’Action) kavuşur. Okul yönünden, F ran sız Öğretim Birliği’nce Dreyfus’çülük yönünden İnsan Hakları Birliği’nce desteklenerek y u rt ça pında büyük ve etkin bir kam panyaya girişir. Temelde üç amacı vardır: Congregation’larm (papaz örgütleri) gücünü sınırlamak, Devleti K ili selerden ayırmak, lâik okul yasalarının dokunul mazlığını sağlamak. Kısa sayılan bir süre içinde bu üç amaca ula şılmıştır. 1901’de «birlik üyesi keşişler» e ve «iş ada mı keşişlerse karşı mücadeleye ' ğirişen Wa’ldeck Rousseau, yasaların izin vermediği bütün papaz ör gütlerinin gayrim eşru olduğu yargısını taşıyan 1901 yasasını kabul ettirir. Üç yıl sonra, Briand, 1904 ya sasını çıkartır; bu yasanın 1. maddesinde şöylo de nilmektedir: «Fransa’da papaz örgütlerinin lıor çe-
126
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
git öğretim yapm ası yasaktır.» Nihayet, 9 Aralık1905 yasası Devletle Kiliseyi ayırır. Papalık, 1905 yasasında öngörülen «dinsel birlikler» kurm a olana ğının elden çıkmasını protesto eder, Briand da m ü m inlerin ve din görevlilerinin em rine bırakan 1907 yasasını Meclisten geçirir. Ama ayrılm a yasasının hüküm leri yürürlüktedir; şöyle ^denmektedir bu ya sanın 1. maddesinde: «Vicdan özgürlüğü Cum huri yetçe güven altına alınmıştır». 2. maddede de şu açıklama vardır: «Cumhuriyet hiç bir dine ücret, yardım v.b. adı altında para verilm esini kabul et mez». N ihayet Combes’in düşüşünden sonra ardarda gelen Cum huriyet hüküm etlerinin hepsi de tum tu raklı ifadelerle lâik yasaların «dokunulmaz» oldu ğunu belirtirler.' Özgür-düşünce girdiği üçlü müca deleden zaferle çıkmıştır.
X. BÖLÜM
XX. YÜZYIL DİNE KARŞI DÜŞÜNCEDEN LAİKLİĞE Olanaklar Özgür-,düşüncenin zaferi 1940’a kadar uzanır. Kuşkusuz, 1918’de zafer kazanan Cumhuriyet, yeni alm an üç ilde okul yasalarını uygulam aktan vaz geçtiği zaman bir darbe yer; ama, ülkenin geri ka lan kısmında, yüzyılın başında kurulm uş bulunan lâik barış sürüp gitmektedir. Kuşkusuz, bu barış havası, ırkçılık ve yahudi düşmanlığı parolasıyla savaşan H itler ordusu F ran sa’yı işgal ettiği zaman bozulur. Gaulle piskoposu şu formülü atar o zaman: «Petain Fransa’dır; F ran sa, P&tain». Öte yandan, sözde, «Fransız Devletinin Hükümeti», lâik F ransa’ya karşı kaba bir mücadele ye girişir. Fransız Öğretim Birliği, Halk Eğitimi Federasyonu, Öğretmenler Sendikası kapatılır- Öğ retm enler yahudi ya da mason olmakla suçlanarak haklarında koğuşturm a yapılır. Nihayet, açıkça an mağa cesaret edilmeksizin, 1886 yasasının ve A yrıl m a yasasının hüküm lerine aykırı olarak, hükümetçe din okullarına devlet yardım ı yapılacağı bir yönet melikle kabul edilir.
128
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
Elbet, Liberasyonun hemen ertesinde, Danışma Meclisinin fikri de alınarak, geçici Cum huriyet hü küm eti tarafından bu yönetmelik yürürlükten kal dırılır; ve lâik değerler konfederasyonu’nun P aris’te toplanan birinci kongresinde hazır bulunan general De Gaulle söylevini şu cümlelerle bitirir: «Öğretim Birliği’ne saygılar!» Kısa bir süre sonra 1946 Anaya sası 1875 anayasasından daha da ileri giderek Cum huriyetin lâik olduğunu belirtir. Ancak özgürlüğün bu zaferleri geçicidir. H üküm eti vergi greviyle teh dit eden batılı aşırıların açtığı amansız bir kam panyanın sonucu olarak, De G aulle’ün yürürlükten kaldırdığı Vichy yönetmeliği bu kez «Barangeı ya sası» olarak diriltilir; yine o sıralarda, üniversite, damştay üyesi Le Gorgeu’nün ünlü raporunda belir tilmiş «zorunlu asgarî» nin reddedildiğini görür. Sonra, Saint-Die’de F erry’nin heykeli önünde topla nan lâikler Barange yasasını yürürlükten kaldırtana dek «uzlaşmaksızm, ödün vermeksizin» mücadele edeceklerine yem in ederler. Seçimler o yasanın yü rürlükten kaldırılmasına ta ra ftar olan Sosyalist P a r ti Genel Sekreteri Guy Mollet’nin başkanlığındaki bir kabineyi iktidara getirdiği zaman bu amaca ula şılacak izlenimi uyanır. Ancak iktidarın bel bağla dığı bir kısım Cumhuriyetçinin dönüş yapması üze rine Ulusal Meclis’te yenilgiye uğranır. Sağın lider leri bu zaferle güçlenerek, P etain’ci mevzuatı diril ten metnin lâik yasalar yapısında açılmış ilk gedik
DİNE! KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
129
olduğunu, bu gedikten «her şeyin geçmesi» gerekti ğini açık açık söylemekten çekinmezler. H er şey «geçecek», yani bütün lâik yasalar yürürlükten kal kacak. IV. Cumhuriyet, «hareketsizlik» nedeniyle yıkıldığında Cumhurbaşkanı Rene Coty tarafından Başbakanlık görevine çağrılan General De Gaulle bir anayasa tasarısı için referandum a başvurur, bu tasarıda V. Cum huriyetin «lâik» olduğu belirtilir; ve, De Gaulle verdiği söylevlerde sözü «okul» çe kişmesine getirm ekten sakınır. Ama referandum u izleyen seçimlerde sol partiler yenilgiye uğrarlar. Serbest okullarda okuyan öğrenci velileri Dernekleri (A.P.E.L.), kesin bir çatışmaya girm ek için bu boz gundan yararlanacaktır. Devletin din öğretm enlerine ücret vermekle kalmayıp özel okul binalarının giderlerini üstlen mesini, yeni binalar yapılabilmesi için düşük fa izli krediler sağlamasını, ünvan dağıtma bakım ın dan özel okullara da devlet gibi hak verilmesini is tem ektedirler. Kısacası, Fransa Ü niversitesinin k ar şısına dikilecek, Devletçe finanse edilen ve Kilisece yönetilen bir katolik üniversite yaratm ak sevdasın dadırlar. Restorasyon, dönemindeki, Temmuz Mo narşisi dönemindeki, fkinci İm paratorluk dönemin deki, hatta Vichy dönemindekilerden çok daha ileri giden, bu program, karşısında «lâikler» in tu tk u lu direncini bulacaktır. Bunlar, 1959 haziranında, F ran sız birliğinin mayası olan «genel okul» önünde büF.: 9
130 DİNE K A R S I DÜŞÜNCENİN TARİHİ yük toplantılar düzenlerler. O zaman, hükümet, an cak M. P. —O. Lapie’nin başkanlığında «tarafsız» kimselerden kurulu bir komisyonun hazırlayacağı rapordan sonra bir karar vereceğini belirtir. A n cak, Ağustos’ta, daha bu rapor verilmeden, bir ka rarnameyle, Barange yasasının hüküm lerini ağır laştırm aktan da geri durmaz. . Bu satırları yandığım sırada bu mücadele sürüp gitmektedir. M ücadelenin ayrıntılarını ve ilerdeki çözüm şeklini öngörmek bu yapıtın işi değil. Benim burda anlatm ak istediğim, bu mücadele sırasında kendinden öncekilerde olduğu gibi özgür-düşünceyi özellikle lâiklerin savunuyor olmasıdır. Elbet, özgür-düşünce, örgütlenmiş güç oranında mevcuttur. Bir yayın organı (La Raison), ateşini harlı tutan kim seler (M. Lerulot ve M. Cotereau) vardır. Ulusal planda örgütlenmiştir, uluslararası planda örgütlenm iştir. Ama yüzyılın başında, Berthelot’ların, Anatole France’lann, Zola’larm mücade le ettiği sıralardaki kadar güçlü, çekici değildir. T er sine, «lâik» ülkü gitgide daha güçlü bir şekilde Ulu sal Eğitim Federasyonu’nu, Öğretmenler Sendikası’m, Öğrenci Velileri Federasyonu’nu, Kanton Dele geleri Federasyonu’nu, 1959’da üç milyon üyesi bu lunan Fransa Eğitim Birliği’ni canlandırm aktadır. Nerden geliyor bu yer değiştirme? Şundan: lâ ikler, kendileri özgür^düşünür bile olsalar, lâik ol dukları oranda, «dine karşı» eylemde bulunmayı reddetm ektedirler.
DİNffl KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
131
Ruhban takım ının girişimlerine kaıjşı mücade leye, evet; katoliklerin (ya da protestanların ya da yahudilerin ya da müslüm anlarm ) inancına karşı mücadeleye hayır. Gerçekte, bu durum, XIX. Yüzyılda, kendileri için olduğu kadar başkaları için de düşünce hakkı isteyen «Özgür-dügünürleri» hatırlatm aktadır. Ama, Lâik Okula yapılan saldırılarla ve Dreyfus olayıyla ortaya çıkmış çatışm aların tutkusu içinde, özgürdüşünürler, özgürlük için kavga ile inançlara karşı kavgayı birbirine karıştırır d u ru m a .girmişlerdir. «Kahrolsun alçaklar!» diye bağıranlara «Kahrolsun papazlar!» diye karşılık verilir. «Hain sayılmadan Dreyfus’ün suçsuzluğuna inanılmasını, aptal sayıl m adan Tanrıya inanılmasını» özleyen bilgelerin ses leri savaşın güm bürtüleri arasın,da yitip gitm ekte dir. Kasımlarının, dayanışma, özgürlük, insanlık, bi lim gibi şeylere, değerlere «put» demelerine karşı, ozgür-düşünürler de her tü rlü ihtiyatı b ir yana bı rakarak, Tanrı Esini, gizemler, mucize, Papanın ya nılmazlığı gibi şeyleri «manastır suçları» diye ad landırırlar. Lâiklerin durum u başkadır. Bunların büyük bir kısmı (hepsi değil) usçudur. Özellikle Usçu Birlik’in içindes düşüncelerini özgürce savunmaları, katoliklerin, protestanların, yahudilerin, müslümanlarm kendi fikirlerini savunmaları gibidir. Ancak, onlar, bir «Devlet dini» fikrini nasıl yadsıyorlar;!,
132
DİNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
bir «Devlet rasyonalizmi» ni de aynı şekilde yadsı m aktadırlar. «Herkese açık okul» kavram ının içer diği ülkünün savunucuları olarak, bütün fikirlerin, bütün inançların açıklanmasında aynı hakka sahip olunmasını, fikir çekişmelerine hiç bir zaman kuv vet karıştırılm am alını, öğretmenin, kendi kişisel inancı ne olursa olsun, bunu eline teslim edilmiş gençlere dolaylı ya da dolaysız yoldan kabul ettirlneğe çalışmamasını isterler. Bazı lâikler (ben de onlar,danım), daha ileri gi derler. Ben usçu olduğumu saklamak için hiç bir se bep görmüyorum. Düşüncelerimi bu sıfatla savun dum ve savunacağım. Ama kendi fikirlerini savunan herkes için, karşılıklı anlayışa ve fikirlerin istenmiş çeşitliliğine doğru, hoşgörünün ötesine geçmenin zamanı gelmiştir, diyorum. Bana öyle geliyor ki, bağlı olduğumuz hiç bir şeyi yadsımadan, hiç bir şeyi terketmeden, kabul etmediğimiz, hatta savaş halinde olduğumuz şeylere karşı adil davranabiliriz. H atta bir bakıma sevebiliriz de onları. Bir usçu, Phedon’u, Düşünceler’i (Les Pens^es) ya da Bir Mümin’in SözJeri’ni (Paroles d’un Croyant) okumak tan zevk alıyorsa, kendine karşı vefasızlık ediyor değildir. Ayni şekilde bir mümin, Garğantua’yı ya da Candide’i zevkle okuyorsa, kendine aykırı düş müş olmaz. Büyük zekâlar bu konuda Örnekler 'veriyor bi ze. Pascal, «Copemic’in fikrinin derinleştirilmemesi
DINE) K A R gl DÜŞÜNCENİN TAUl l l l
|;t;{
ni» doğru bulur. H ristiyanlara kutsal su alııı;ıl;ınııı öğütler ve şöyle der: «Tabiî, bu da sizi inandı m m k ve bağlayacak»; ama bu onun, mağrur, hatta küstnlı bir şekilde özgür-araştırma haklarını istemesini ve sınırsız ilerlemenin kuramcısı olmasını engellemiş ti r. Bossuet, insan bilgisinin pek küçük olduğunu ileri sürer, ama bilimin zaferlerine «hayran olmak sızın» bakamadığını itiraf etm ekten de kendini ala maz. Voltaire, «Ezelim alçağı!» diye haykırır, ama Felsefe Sözlüğü’nde Din maddesinde İsa’nın hayali ni gördüğünü tutkuyla anlatır. İsa ahlâk dersini bir cümlede özetler: «Tanrıyı bütün kalbinizle sevin, insanları kendiniz gibi sevin; Çünkü bütün insan bundadır» Ve ekler: «O zaman içimi avunm ayla dolduran bir baş işareti yaptı. Hayal kayboldu ve bulunç bende kaldı» (1). Renan, İsa’da b ir tan rı gör meği yadsır, ama şöyle konuşur; «İsa aşılmayacaktır; getirdiği din durm adan yenilenecektir; efsanesi tü kenmez gözyaşları akıtacaktır; acıları en iyi kalple re dokunacaktır; bütün yüzyıllar, insanoğulları ara sında İsa’dan daha büyük birinin gelmediğini belir tecektir» (2). Comte, «teolojik durumu» reddede rek, kilisenin getirdiği bütün dogmaları kınar, Tan rı Esini’ni inkâr eder, ama «yüce katolik yaratış» ı göklere çıkarm aktan da geri durmaz, ve kendi İnsan lık Dini’ni Meryem yaftasıyla yerleştirm ek ister.
Felsefe Sözlüğü. (2) İsa’nın Hayatı,
134
DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
Hugo, ruhban yönetimine karşı en şiddetli mücade leyi açmıştır, am a Boaz endormi’yi yazar, L’Aigle du easque’da «Büyük İsa’yı insanoğluna kollarını açmış» gösterir. Le petit rol de Galice’de şöyle der: Taştan bir İsa, ayaklarında M eryem Ana tasviri Yüzü bteyaz; bir mumla aydınlanan ve Bağış dağıtan. Yumuşak gölgenin gök derinliğinde) büyüdüğü şu saatte Fin du Satan, bütünüyle, İsa’ya yazılmış bir kasidedir. Lecomte de Lisle, Cain’de (Kabil) aşırı b ir tanrıtanım azlık içindedir. N azaret’liye dönerek şöyle bağırır : Ey dülgerin oğlu, yalan değildir senin sözlerin! Ruhlar m istik güvercinlerle oğul vejren Senin Tanrı dudağından içecektir o lâl içkiyi Bütün bu ünlü örneklere rağm en m üm inler ve usçular haklılığına kimsenin ağız açmadığı ideolojik mücadelelerine niçin öfke ve kin vurguları katm ış lardır? Sorunu dipten kavrayınca,' bunun nedenini anlamak pek güç olmasa gerek: iki taraf da «doğ ru» yu izledikleri kanısında olduklarından, sarsıl maz ve şaşmaz b ir kesinlik içindedirler. Mümin kişi için, hangi inançta olursa olsun, gerçek «mutlak» tır. Yehova söylem iştir bunu, İsa söylemiştir. Allah söylemiştir. O nların söylediği ve «doğru» olan şey dışındaki her şey ise yalandır, ya
DİNE* KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
135
da yanlıştır. Bağlı kul şöyle der: «düşünüyorum, öy leyse varım»; ve kendi düşüncesini yadsıyanları, bü tün çağlar boyunca, öldürülmesi gereken sefiller, ya da hoş görülmesi gereken bahtsızlar olarak gö rür. Ama, Auguste Comte için de, pozitivistler için de, doğru «mutlak» tır. îki kere iki dört eder, b ir üçgenin üç açısı toplamı iki dik açıya eşittir ve Newton yasaları bütün olayları kavrar. B ütün bu kesin, sarsılmaz «doğrular» yüzyılların saldırısına meydan okbmaktadıir. Bu görüş tarzı iyice savunulur bir yan taşıyor, bunu inkâr edecek değilim. Nitekim, La Morale de la Science (Bilimin Ahlâkı) adlı bir denemede bilim sel olarak ispatlanmış doğruların m üm inler için de, usçular için de; Batı için de Doğu için de; kapitalist ler için de proleterler için de aynı olduğu noktası üstünde ısrarla durmuşumdur. Comte’cu olduğum günlerde kendilerinin «doğru» olduğunu ileri sü ren dinlerin karşısında, «doğru» olan bilimin bulun duğunu yalanıştım. Ama, «doğru» olduğu kanısındaki dinle «doğru» olduğu kanısında olan «bilimsellik» in çatışmasın dan ne gibi bir sonuç doğuyordu? Düşünce özgür lüğünden ortak b ir vazgeçiş; Bu özgürlüğü kilise’nin nice şiddetli bir biçim de mahkûm ettiğini yukarda görmüştük. Ama «Bir mümin için viçdan özgürlüğü yoktur» diyen Kiliseye
136
DÎNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHÎ
Auguste Comte, 1882 de, Pozitif Politika Sistemine Giriş adlı yapıtında şöyle karşılık veriyordu: «Ast ronomide, fizikte, kimyada vicdan özgürlüğü yok tur». Bu özgürlük «yok»luğu, şu ya d a bu tarafın yön deşi olarak kabul edilir edilmez, insan zihni için ar tık iki mutlakçı karşıt güç arasında «Grek mucizesi»ni genişlik ve derinlik bakım ından aşacak olan amansız ve sonuçsuz bir mücadeleden başka olanak kalmayacak. Oysa, bu olanak herkesçe kabul edilir gibi ol duğu anda, «XX yüzyıl mucizesi» ortaya çıkmıştır. İki bin yılı aşkın bir süreden beri, Euclides ge ometrisi, «ebedi mantık» olarak adlandırılan şeyin kesin ve tartışılm az bir ifadesiydi. İki nokta arasın dan sadece bir doğru geçeceğinden kimsenin kuş kusu olamazdı; b ir noktaya belirli b ir yükseklikten ancak bir paralel çizilebileceği de öyle bir «doğru» ydu. Oysa Lobaçevski ortaya çiktı; bir doğruya bel li bir noktadan birçok paralel çizilebileceğini ileri sürerek Euclides’inki kadar tu tarlı ve sağlam olan «sapkın» bir geometri kurdu. Riemann çıktı: Euclides’in ünlü aksiyomunu reddetti; iki nokta arasın dan sadece tek b ir doğru geçmediğini ileri sürdü. Bu iki sapkın çıkış, bilimsel yönden, klâsik sonuçlam alar kadar «doyurucu» kanıtlar taşıyordu. Descartes’tan sonra Comte’un nasıl bir egemen lik tanıdığı bilinmeyen «halk sağduyusu» başkal dırım Euelides’ci olmıyan geometriyi, ortodokslarm
DİNE. KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ 137 bir zam anlar Arianizme karşı takındıkları tavrı h a tırlatan bir şiddetle mahkûm eder. Ama H enri Poin care «sağduyuya» cesaretle karşı koyar. İhtiyatlı bir dille, Euclides geometrisinin v ar olduğunu, bun dan sonra daha da rah at var olacağını açıklar. Yal nız, Lobaçevski ve Riemann’m postulat’larm m da en az Euclides geometrisindeki postulat’lar kadar «doğ ru» olduğunu ekler. Bundan, önceleri usun sonsuz ilkeleri olarak düşünülmüş aksiyomların aslında bafeit çalışma varsayım ları olduğu sonucuna varır: bunların tem el değeri «doğru» olmalarında (değil, «elverişli» olm alarındandır; ve usta doğan daha üstbir «elverişlilik» düzeyinde silinip gitmelidirler. Uzayın m utlak bir değer oluşu, zamanın m ut lak bir değer oluşu XX. Yüzyıldan önce zihnin ya pısını meydana getirmekteydi. Sonsuzluk düşleri bi le belli belirsiz b ir şekilde bu çerçeve içine giriyor du. Sonra birden, Einstein ortaya çıktı: Uzay'ımız da, zamanımız da sadece görece bir değer taşıyor du ve bu değer onları iliştirdiğimiz danışma siste mine bağlıydı. Benim kuşağımdan olanlar bu yeniliklere nasıl büyük bir direnm e gösterildiğini bilirler: «Şeytan da gelse, bir metre bir m etredir, bir dakika b ir daki-, kadir». Bununla birlikte her tü rlü yeniliğe açık olan
Bergson şahlanır, ve Einstein fiziğinden «ayrılmış ve genleşmiş» zam anların «yardımcı zamanlar» ola bileceğini söyler; tek «reel», yani tek «mutlak» ola-
138 DİNE KARŞI DÜŞÜNCENİN TARİHİ nm yaşanmış zaman, köşedeki duvar saatinin zam a nı, sağduyunun zamanı olduğunu benimser. Ama, M. Marcel BolL’ün çok kere her tü rlü gerilemenin öznesi olduğunu belirttiği bu «sağduyuya» meydan okuyan bilim başını alıp gitm ektedir. Genel görece lik ortaya çıkınca, Comte’un bir dogma haline ge tirdiği Newton çekimi, uzay-zaman’m b ir kavram ı olan gerçeğe (realiteye) yerini bırakm alıdır; Pascal’m o kıpırtılı anlatım gücüyle yücelttiği «son suz evren», sınırsız, ama sonlu olan o bulanık «hypersphere» kavram ı önünde silinip gidiyor. Mutlak b ir m antık var ama, yeni b ir m antık da var. Aristoteles’in, Descartes’in, Newton’un, Comte’ un «us»unun, Göreceliksin hücum uvla sallandığı zamanda da, kendi çağında iyice yeni olan Epicurus’ün eski atomu, artık bölünmeyecek kadar ufak bir modern atoma, ama içinde, negatif elektrik po zitif elektrik dediğimiz büyük b u lu tlar taşıyan bir sisteme bırakm ıştır yerini. Fizik, b ir an, bu sistem de, elektronların, güneşin çevresinde dönen geze genler gibi, çekirdeğin çevresinde döndüğüne inan m ak istiyor. Ama, bu yalın varsayım, olgularla ça tışınca, ve Bohr, Planck’m «uantum d’actiotı sorusu na elverişli bir karşılık arama&a başlayınca, düşünce dünyasında yeni b ir devrim doğuyor. M utlak doğruların bekçisi klasik bilimde, bel lilik (I’evidence), sağduyunun başka bir adı olan bu kavram, sonsuz b ir dizi öngörmekte ve mümkün ha-
DİN© KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
1.39
reketleri devam ettirm ektedir. Oysa nicelikle fizi ğinde, hareketin tam bir dönemi için düşünülmüş? mekanik iş Planck’m değişmtez H.’sınm bir artım ına eşit olmak şartıle, doğada kararlı ve gerçekleşmiş tek şey süreli cisimcik hareketleridir. Louis de Broglie’nin yazdığı gibi, bütün sayı ların işe karıştığı niceleme kuralları yardım ıyla m üm kün hareket sayısını, sınırlayan quanta’nm bu zaferi, her şeyden önce «çok tuhaf bir olaydır». Ama tuhaf olsun olmasın, böyle bir şey vardır. Bu incelemenin çerçevesi içinde kalarak b elirt mek istediğim şudur: Modern bilim, yukarda açık ladığımız ve insanları, inançların «mutlak» ı ile bilimin «mutlak» ı arasında, amansız ve sonsuz bir mücade’eye mahkûm eder görünen sorunun verile rini bir kanat darbesiyle değiştirmiştir. Hayır, bilim, tarihinin hiç bir anında b ir m utlak olmamıştır. Hayır, eski, yeni zaferleri nice parlak olursa olsun, düşünce ..atılımını belli durum larda durdurm ayı düşünemez bilim. Bazı görüşlerini is patlam ak için bosuna şöyle konuşm uştur Descartes: «Bunlar öyle şeyler ki, insan zekâsının ilerde daha iyisini bulabileceğini düşünemiyorum.» Comte, in sanların, yıldızların kimyasal bileşimlerini hiç bir zaman inceleyemeyeceğini ileri sürerken, bilimi böylece kendi belirlediği bir durum da durdururken bosuna konuşmuştur. Bütün bu sözler modorn fizi ğin zafer atılım lariyle silinmiştir. Modorn fizik, «mutlak», yani klişe, kesin, siirsılmnz bir doğrunun
140
d İ n e K A R sı d ü ş ü n c e n in t a r i h i
yerine, görece, hareketli, geçmişi aşmağa her zaman hazır, kendini aşmağa her zaman hazır b ir doğru’yu geçirmekte. Geçici olarak tanım lanan bu doğru, niçin 1959’da da ,doğru oluyor? Çünkü, kendilerinden önce ge lenlerin yararlandıklarından fazla deneyi olmuş çağ daş bilginler onu doğru olarak tanım lıyorlar. Niçin önemsemeyeim bu olayı? Mutlak tanım ın yerine niçin toplumbilimsel tanım ı geçirmeyelim? Genel olarak, b ir grup insanın içinde o grubun doğru bildiği şeye niçin doğru demeyelim? Kuşkuculuk diyor bazıları. Bu itiraz sağlam bir şey olsaydı, ilk gerileyen ben olurdum. Kuşkucu luk, geçmişin zorbalığına karşı yeniliğe bir çağrı ol duğu sıralarda, Grek düşüncesinin oluşumunda bü yük bir rol oynam ıştır. Yaratıcı olanak taşıdığı h er zaman iyilikçidir kuşku. Ama okka işi bayağılıklara daldığı zaman, sefil bir şeydir, düşüncenin hak ve görevlerinin inkârından başka bir şey değildir: «Hiç bir şey doğru değil... Hiç bir şey saçma (değil... H er fikir değerlidir, hiç bir fikir değerli değildir...» Böyle bir zekâ iflâsına gitmektense yeniden kavgaya tu tu ş mak iyidir. Ama, düşünceyi vazgeçişe mahkûm eden böyle bir kuşkuculukla, düşünceyi hep en önden git meğe davet eden görece’cilik ayrı şeylerdir. Doğru’nun belli bir zaman ve yerde, kendine gü venen, iyi niyetli insanlar arasında kendini arayıp bulacağını söylemek, «bulvar kuşkuculuğu» na şa-
D İN B KARSI DÜŞÜNCENİN' TÂRİHÎ
141
dece sırt çevirmek değil, o*na cepheden saldırm aktır da. Böyle olunca, doğru’yu toplumbilimsel kavra yışın zaferine kim karşı durabilir? — Alışkanlık. En karşıt kamplarda, kabul edilmiş ve dokunul mazlığı belirtilm iş doğruya karşı çıkmağa yeltenen kişiye «düşman» işlemi uygulamak h er zaman gö rülen bir şeydir. Bazan öldürülür o kişi (Bunu XX. yüzyılda görüyoruz) ya da «tarziye» vermesi; ya da özeleştiri yapması istenir. «Başkalarından ayrı» ko nuşmağa kalkan kişiye bağırılır: «Rezalet!» ve ek lenir: «Vay bu rezaleti getirenin haline!» Ama, za man geçtikçe daha iyi anlaşılıyor ki, büyük İnsanî ilerlem elerin çoğunu tarih in b ir anında «skandal» çıkarm ak yürekliliğini göstermiş özgür-düşünürlere borçluyuz. Pascal, İsa için «skandalin k ilit taşı» der. Ama o skandaldan önce özirisçiliğin, Orfizmin, Sokratesçiliğin, Epicurus’culuğun, Kinizmin skandalları var. Haçın karşısınca hilâl, skandaldir. Tomizm, doğuşunda öyledir; Occamizm de öyledir; Erasmus öyledir; L uter öyledir, Rabelais öyledir; Voltaire öyledir; Diderot öyledir; Rousseau öyledir; Lamennais öyledir; Renan öyledir; Comte öyledir. Ne den? Çünkü düşünce özgürlüğünün savunucuları, kendini kibirle «doğrunun doğrusu» olarak ilân et miş bulunan yerleşik doğru’ya saldırm ayı göze al mışlardır. Ne var ki, şimdi şöyle diyebiliyoruz: «Saygılar, o rezaletleri, getirenlere!» Çünkü düşün
142
. *>İNE KARSI DÜŞÜNCENİN TARİHİ
cenin öne geçmiş olması onların tiııedir.
yüz suyu hürme-
Yarın, deneylerle eğitilmiş insanlığın, geçmiş te genellikle b ir engel ya da fren meydana getir miş katı bir doğru anlayışından, esnek bir anlayışa, toplumbilimsel anlayışa geçebileceğini düşünebi lir miyiz? Birçok olay hak verdiriyor böyle bir düşünceye. Ben de bir um ut olarak inanıyorum ona. Bir kere «mutlakçı» anlayışın yeryüzünün bü tün çocuklarını bir araya getiremeyeceği yirm i kez, yüz kez, bin kez, anlaşılmış bulunm aktadır. B ir fel sefenin, . bir dinin bütün yeryüzünü kavrayacağını söylemek dile kolay geliyor belki. Ama, gerçekte han gi felsefe, hengi din başar,dı bunu? Öbür sistemlerle çatışmayan bir sistem gösterilebilir mi? Ö bür kilise lerle çatışmayacak kilise var mıdır? Batı’nm doğru ’su Doğu’da yanlış; XIII Yüzyılın doğrusu XVI. Yüzyılda yanlış; XIX. Yüzyılın doğrusu XX. Yüzyıl da yanlış. Dahası var: belli s(biE: okulun, belli b ir kilisenin içinde de, doğru, evrim geçirmektedir. B ir yerde bi ze çekici gelen o «doğruların en (doğrusu» m u var, orda hiç bir şey değişmiyor demek. Oysa, h er za man ve heı* yerde, sarsılmaz olan şey sarsılmıştır. Bugün, XX. Yüzyılın ortasında, bir Batı bloku bir de Doğu bloku var; her şeyden önce ideolojik bloklar bunlar, Tutalım ki, iki blok da eski mutlakçı
D İN E K A R S I D Ü ŞÜ N C E N İN T A R İH İ
143
doğru tanım ını kabul etti; benim sistemim bütünüy le doğru, seninki bütünüyle yanlış. Şiddete başvu ran çözüm yolları dışında bu çifte dediğim dedikle nezleye v arılab iliri Fikirlerin çeşitliliği bizim için ortak bir zen ginlik, k ır m anzaralarının, çiçeklerin çeşitliliği gibi;, ve savaş ye kin tohum u atmamağa başladığı an dan itibaren ortak bir zenginlik, İnsanî b ir zengin lik haline geliyor. Ben de, «benim gibi düşünenlere kardeşim di yorum» diye yazdığım için eleştirildim. Benim, gibi düşünmeyenlere ise: «iki kere kardeşim» diyorum. Bununla birlikte gelecek orda işte; çünkü, düşünçe i(arkaılık3ari.ı kalplerin kardeşliğine b irer engel ol maktan, çıktıkları andan itibaren, zenginleştirici bir ilke meydana getiriyor. Fransa, işte bu fikirden çıkış yaparak, dünyaya şu ya da bu öğretinin Hakları Bildirisini değil, İn san Hakları Bildirisi’ni, ilân etm iştir. Tarihinin haklı gururuna dönerek, bu ülke, toprağının sınır taşm a yeniden «Özgürlüğün ülkesi burda başlar» di ye yazabilecek midir? O gün, binlerce yıldan beri savaşların güm bürtüsü arasında kendini arayan özgür-düşünce kılıcını kınına sokacak, ve: cedant a r ma togae diyebilecektir- Onun zaferi birilerinin baş kalarına karşı kazandığı bir zafer değil, düşüncenin ve sevginin bölünmez zaferi olacaktır: yenilmez bir zafer. S O ,N
İ Ç İ N D E K İ L E R : GİRİŞ
.................................................................................... 5
I.
BÖLÜM — Grek dünyamda dine karşı düşünce . 11
II.
BÖLÜM — Koma dünyasında dine karşı düşünce 25
III.
BÖLÜM — Dine karşı düşünce ve hristiyanlık .
89
IV.
BÖLÜM — Ortaçağda dine karşı düşünce .
56
.
V.
BÖLÜM — Özgür düşünce, reform, rönesans . 68
VI.
BÖLÜM — XVII. yüzyılda dine karşı düşünce . 80
VII.
BÖLÜM — XVIII. yüzyıl özgür düşüncenin zaferi 90
VIII.
BÖLÜM — XVII. yüzyılda dine karşı düşünce . 80
IX.BÖLÜM — XIX. yüzyıl, savaşan lâiklik » . X.
.113
!
BÖLÜM — XX. yüzyıl, dine karşı düşünceden lftik liğ e.......................................................127
ı