FERİDÜDDİN ATTAR Sufi Öğretisi
Kuşların Dili
Kevser Yeşiltaş
SINIR ÖTESİ YAYINLARI
FERİDÜDDİN ATTAR Sufi Öğretisi
KUŞLARIN DİLİ KEVSER YEŞİLTAŞ
SINIR ÖTESİ YAYINLARI REKLAM VE PRODÜKSİYON HİZ. SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
© Bu kitabın tüm yayın hakları, SINIR ÖTESİ YAYINLARI’na aittir.
Telsiz Mah. 85/1 Sk. No: 23/ Dükkan:2 Zeytinburnu - İSTANBUL
Tel: 0 (212) 415 30 19 Faks: 0 (212) 415 18 30
www.sinirotesi.com e-mail:
[email protected]
ISBN: 978-975-8312-86-3
• • • • • •
Dizgi Kapak Tasarım Genel Yayın Yönetmeni Dağıtım Sorumlusu Müdür Editör Baskı
: : : : : :
SINIR ÖTESİ YAYINLARI Ergun CANDAN Zeynel YILDIRIM Ali ÖZCAN Nilüfer ARITAN KAYHAN MATBAACILIK San. Tic. Ltd. Şti. Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No 8/2 Topkapı İstanbul Tel: 0(212) 612 31 85
1. BASKI: NİSAN 2016
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
7
GİRİŞ
9
YAŞAMI VE ESERLERİ
15
FELSEFESİ VE BATINİLİĞİ
23
Batı
24
Kapılar
26
Görev
29
Ruh/Madde
32
Yüksek Empati
37
Kitap
38
Kuşlar
39
Tanrı
40
Zaman
42
Ali
45
Mesaj
47
Nar
54
Elçi
56
KUŞ DİLİ
61
Bâtıni Kapılar
67
Günah - Sevap
69
İnisiyasyon
72
YEDİ VADİ
79
İstek Vadisi
87
Aşk Vadisi
92
Marifet Vadisi
96
İstiğna Vadisi
99
Tevhid Vadisi
103
Hayret Vadisi
107
Fakr ü Fena Vadisi
116
Beka
120
YENİDEN DOĞUŞ
127
Ruh Göçü
128
Simurg Felsefesi
136
Dar Geçit Alanı “Dünya”
143
KOKU
149
SONUÇ
153
EK
165
Önsöz Anadolu Sufileri üzerinde derin etkiler bırakmış olması bakımından bizler için ayrı bir öneme sahip olan, ünlü Sufi mürşidi Feridüddin Attar 12. yy’da İran’da doğmuştur. Anadolu’daki tasavvuf çalışmalarının en önde gelen isimlerinden Mevlâna ve Yunus Emre gibi tarihe mal olmuş Sufi mürşitlerini derinden etkileyen Feridüddin Attar, bâtıni sırları içeren "Mazhar'ül Acaib" adlı kitabı nedeniyle dönemin yetkililerince putperestlikle suçlanmış ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle belirli bir süre ülkesini terk etmiş ve yöneticilerin değişmesinden sonra yeniden ülkesine geri dönerek çalışmalarını sürdürmüştür. "Varlık Birliği" anlamına gelen "Vahdet-i Vücut" kavramının Sufiler arasında yaygınlaşmasında etkili bir rol oynamıştır: "...Tanrı görünmeyen durumda iken, kendisine olan sevgisi yüzünden görünür olmak istedi. Böylece Tanrısal südur başladı ve tüm varlık türleri oluştu. Sevgi bu oluşun kaynağıdır, ilk nedenidir..." diye yazmaktadır ünlü eseri "Mazhar-ül Acaib"de. Attar'a göre: Varolmak, yüce bir nur olan Tanrı'dan fışkırmak, görüş alanına çıkmaktır. Oluş, Tanrı'dan çıkış ve yine O’na dönüştür. Bu görüşü Ezoterizm’in iniş ve çıkış bilgisini çağrıştıran bir özelliğe sahiptir. Tanrısal ışık, en yüceden en aşağı katlara doğru basamak basamak görünür hale gelmekte7
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
dir. Bu da varoluşun bizzat kendisidir. Bu basamaklar, değişik varlık türlerini oluşturur. Varoluş yoktan yaratılış anlamına gelmez. Görünmeyenden görünür bir hâle geçmeyi belirtir. İnsan Tanrı'dan ayrı bir varlık değildir. O'nun görünümlerinden sadece bir tanesidir. İnsan; potansiyelinde, özünde Tanrısal özelliklere sahip olan ilahi bir varlıktır. Ancak bu özelliğini dünyada yaşarken unutmuş durumdadır. İnsanın cüzzi iradesi, Tanrı'nın Külli iradesinin bir parçasıdır. Bir bütünün parçası ve farklı bir görünümüdür. Tanrı'yı görmek mümkün değildir. Çünkü Tanrı'yı görebilmek için, bütünün tüm parçalarını aynı anda görmek gerekir. Bu da mümkün değildir. Tanrı çoklukta birlik arzeden Tek'in kendisidir. Her şey Tek'in farklı görünümlerinden ibarettir. Ruh ölümsüzdür. Ruh ilahi bir kökenden gelmiş ve o kökene geri dönecektir. Beden ise, ruhun yeryüzünde kullandığı aracıdır. Ruh gelmiş olduğu kaynağa tekrar geri dönebilmek için, ne kadar bedene ihtiyaç duyarsa, o kadar beden eskitecektir. Feridüddin Attar’ın günümüze kadar gelen eserlerinden biri de Mantıku't-Tayr yani Kuşların Dili isimli kitabıdır. Tasavvuf edebiyatının başlıca eserlerinden olan Mantıku't-Tayr'da kuşlar ile ilgili bir hikâye kullanılarak, çeşitli bâtıni - ezoterik semboller aracılığıyla tasavvufun temelleri ve tasavvufî yaşam ile ilgili bilgileri anlatılmıştır. Burada kuşların dilinden kastedilen ruhsal dil yani ruhsal ilham ve bilgilerdir. Çünkü kuş bâtıni - ezoterik sırlarda ruhun sembolü olarak kullanılmıştır. Yazarımız Kevser Yeşiltaş, İslâm Tasavvufu’nun çok önemli yapı taşlarından olan bu büyük Sufi mürşidin bâtıni ruhunu, kaleme aldığı bu son kitabında çok etkili bir şekilde günümüze yansıtmıştır... Ergun CANDAN Sınır Ötesi Yayınları Genel Yayın Yönetmeni
8
Giriş Ben gözlerimin önüne konulmuş hakikat aynasında kendini seyreden bir nefesim. O’nu arayan. Her bulduğumu sandığımda, bir benlik inşa ettim. Ve ona Tanrı ismini verdim. Oysa ki, aynayı kırıp Hakikat denizinin kıyısına varsa idim, işte o zaman O’nu anlayabilirdim. Kal’mak ile Seyr’etmek arasında bir tercihti bu. Talep ettiğim, bir gezgin olmak ve tercihimi de maceraya atılmaktan yana kullandım. İşte bu benim. Bir Attar efsanesi yaratmak istersen. O denizin kıyısında buluşalım. İnsan, bedeninin olduğu yerde değil, düşüncesinin uzandığı yerdedir. İnsan keramet sahibi de olsa, keramet onun veçhidir, yani yüzü. Biz ona kimlik ismini vermişiz. Dünyasal kimliklerimiz. O kadar çoklar ki. Her birini deneyimlemek için heyecan duyarız. Lakin, kimlik cazibesine öyle gömülürüz ki, ardındaki kendi özümüzü unuturuz. “Deneyimle ve yenisine geç” seçeneklerini kullanmayı hatırlamayız bile. Bir gün gelir, 9
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
bir bakarız. Her yerde Ol'anın, Benden işlemde bulunduğunu hayalleriz. Yaşadığımız tüm An'lar, aslında O'nun yaşadığı tüm Anlardır. Aradan sıyrılıp bakarsın ki, yaşayan ve yaşanan hep O'na aittir. Bu, tüm insanlar için geçerlidir. Bu yüzden insanın en zorlandığı yerdir burası. İnsan varlığınının ötesine geçemeyen bir idrak, insandan yansıyanı göremez. Ancak insanın suretine bakar ve yanılır. Sen berisinde işleyene bir bak. O zaman "insanın" ne olduğu ortaya konur. Biz olmasaydık, hiçbir şey olmazdı. Yaşam ince bir terazi üzerine kurulu. İçimizden biri eksik olursa, o denge bozulur. Tasavvufta kuru bir çul olma deyimi çokça geçer. Sufiler, bunu bir yaşam tarzı olarak benimsemiş ve bedenlerinin fani, ruhlarının baki olduğunu sıkça vurgulamışlardır. Bu anlayış, elbette o vakitlerin zaman ve mekan enerjilerine göre aktarılmıştı. Fakat çağlar geçtikçe, zaman değiştikçe idraklerde ve anlayışlarda gelişmeler oldu. Şimdi anlıyoruz ki, evet beden fani fakat o fani beden ile yapılması gereken mühim işler var. Ve beden olmaz ise, o işler yapılamaz. Bu yüzden, kuru bir çul değildir beden. Bir birleşik olmadır, akıl ve ruh olarak. Buradaki durum, bedenle hâl erbabı olmasıdır. Eğer ki potansiyel olmasaydı insanda, insan olamazdı, başka bir varlık çeşidi olurdu. İnsandaki ilgi ve merak, onun kimliğidir ve bu, insana bir binektir. İşte bu binek ile taşınır bir arşa, bir toprağa. Her insan, kendi özelliği ile katkıda bulunur; cevherinin, fıtratının, doğasının özelliğini sunar. Her insanın tanrısal bir özelliği, gücü ve enerjisi vardır. Özelliği, gerekliliği, yapılanması ve zamanlanması her biri bir dengedir. Bu yüzdendir ki, insanı ferdileştirmemek esastır. İsimden sıfata taşırsak konu daha anlaşılır olur. Bir ceset değildir işi yapan ama sıfat, bir cesedi kullanarak işini gerçekleştirir. Buradaki ceseti çok yükseltmek, yüceleştirmek beşerin işidir. Oysa bilgeler bilirler ki, sır, sıfatın ardındaki ruhta gizlidir. 10
GİRİŞ
Dostlar bir plândır. Bizler de bu plânın misafirleriyiz. Selam verdiğimizde, selam alırız. Ve konumuz Attar’a kadar geldi. Çok zor olmadı, hoşça vakit geçirdik. Ve umuyoruz ki, sizler de hoş vakitler geçiresiniz. Attar ile özdeşleştiğimiz konular var. Örneğin kendisi bir koku uzmanı, biz de koku ile yolumuzu bulur ve kitapları öyle kaleme alırız. Bu kitap da bu şekilde yazılmıştır. Tasavvufun neredeyse mimarı ve mihenk taşı Attar. Hikayelere geniş yer vermiş eserlerinde. La Fonten’den yüzyıllar öncesinde hayvanları konuşturan, ilk konuşturan kişi fakat adı anılmamış hiçbir yerde. Tüm dünyanın yakınen tanıdığı Attar, ülkemizde çok fazla değer bulamamış gönüllerde. Biz de istedik ki, bu esprili, az konuşan, hoş tebessümlü ve meraklı bilgeyi sizlere tanıtalım. Kendi zamanından, bizim zamanımıza akmak, gelmek ve misafir olmayı diledi ve bizi de araç etti. Sevgiyle bu görevi üstlendik. Çünkü onlar bilinmek istiyor. Her zaman ve mekanda anılmak istiyor. İsimleri bir sıfat evet, lakin Hakk’ın Fert ismine mazhardır onlar. Çünkü Hakk’ın kazanı hiç durmadan kaynar. Her çıkan kabarcık, bize O’nun kokusunu getirir. Attar’ın da bize aktaracakları, söyleyecekleri vardır elbette. Gönüllere akmayı dileyen hoş sohbeti ile farklı bir yazım üslubu ile sizlerin evlerine misafir olmak arzusunda. Attar’a geçmeden önce, Attar’ın bizde uyandırdığı fikirleri biraz daha aktaralım. Nasılsa bol bol sohbetleşeceğiz. Tasavvuf demiştik. Yolumuz bunun üzerine kurulu ve eskiyi yenilemek, eskileri bir elemek ve daha anlaşılır şekilde sunmak. Tasavvufta “kontrol” mekanizması çok güçlü işler. Bu kontrol mekanizması o kadar ileri boyutlara gidilerek aktarılır ki, neredeyse tasavvuftan uzak kalışımızın, o konuya dalamayışımızın nedenlerinden birini oluşturur. Kontrol, bir mekanizmadır. Çok sıkı işler. Alt kademeleri ve daha üst boyutları vardır. Kontrolünü yaptığımız her şey bizim emrimizdedir. Ama kontrolünü yapmakta zorlandıklarımızdan 11
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
korunmak için kurallar koymakta serbestiz. Şunu bir soralım kendimize. “Kendimizi yoksun bıraktığımız şeyler, bizi neyden koruyor?” Zaten biz onların efendisi değil miyiz? İster yaparız, ister yapmayız. Bu bir güçtür. Muazzam bir güç. Fakat kullanılmayan, kullanılmadığı için de unutulan bir güç. Bu yüzden tasavvufun derinliğinde, kontrol mekanizması çok güçlüdür. Bu da insanı sıkar, uzak tutar ve dünyadan neredeyse koparır hâle getirir. İnsan “kontrol mekanizmasını” dengeli kullanmayı keşfetmeli ve buna göre yaşamını yönlendirmeyi de iyi bilmelidir. Dünya işleri. Bizlerin büyümesi, onlarla değildir. İnsan, bir sıfattır. Ve sıfatının ardındaki sırrı bulmaya, gizemi keşfetmeye gelmiştir. Ve asıl amacı, kendisine dair tüm izleri silmektir. Bir bilinmezden, bilinmeyene yolcudur. Bilmek ister. Aradığı kendidir ve bulduğu yine kendi olacaktır. Buna sevinir lakin, sevinmek beşeri bir duygudur. Bizler ezelden sevinçliyiz. Neşe bizim ruhsal kaynağımız. Sevinçliyiz çünkü sevgiden var olduk. Bizim sevincimiz O’nunla olmaktır. Ve bu sevinç, O’nun her zerreye vurduğu mührü görme arzusu taşır. Hüzün ise, ayrıda olduğumuzu düşündüğümüz anlarda ortaya çıkar. Ama asla bir ayrılık yoktur. İnsan yar yoluna, dost koluna girmişse, ona ne bir hüzün ne de keder isabet eder. İşte bizim gerçek sevincimiz bu olmalıdır. Çünkü doğduğumuzda bedenimize sardıkları bezden biraz daha fazlasıyla yolcu edileceğiz günün birinde. Mühim olan, bu iki bez arasında geçen kısacak anları iyi değerlendirmek ve neşeyi de sevinci de bir arada yaşayabilmek, yaşatabilmek olsun. İnsanın en büyük arayışlarından biri Yaratıcı Güç’dür. O’nu daima “bulmak mümkün mü?” sorusu ile arar. Bulduğu cevap yine bir soru olacaktır. “Onsuzluk mümkün mü?“ 12
GİRİŞ
O bizdedir. Bize bizden daha yakın. Bizi dinler, bizi bizden dinler hem de. Aramaya gerek olmayacak kadar yakındır. Bunu bilmek dahi bize çok kapılar açacaktır. Peki bilmediğimizde ne olacaktır? Şunu soracağız hemen “Bana bu kaderi neden yazdın?” Sorular güzeldir fakat cevabı duymaya hazır mıyız? “Senin istemediğin hiçbir şeyi yaratmadım. Sen de dahil.” İşte tasavvuf soru cevap şeklinde sohbetlerle şekil alır. Sohbet güzeldir de, cevaplara hazır mıyız? Çünkü hiçbir zaman, duymak istemeyeceğimiz cevaplar gelecektir. Ya da bizi bizden edecek olan cevap kucağımıza bırakılacaktır. Attar ve niceleri gibi bilgeler, bize duymayı düşlediğimiz değil, duymaya hazır olduğumuz cevapları aktardılar. Onlar Hakk’ın Hakk dostlarıydılar. Belli bir zaman ve mekan diliminde göründüler ve kaynaklarına geri döndüler. Bizi bizden eden, kendimizden geçiren gizemli cümleleri de arkalarında bırakarak. İşte bizim de görevimiz, bu gizemleri bir bir açıklayabilmek. Anlayışlara sunabilmek. İşe basit cümleler kurarak ve onlara anlamlar yükleyerek başladık. Detaya girmedik ki, detaylar bizlerin ruhunda yankılansın ve sizlerin ruhlarına ulaşsın. Kısa cümlelerimiz gözlerinize, ruhumuzda yankılanan detayları ise sizlerin hayallerine ulaşsın. Bunu çift yönlü çalışan bir mekanizma olarak algılayın ve bu satırların devamını böyle okumaya çalışın. “Neden kuşlar?” sorusuna da cevabı, ilerleyen satırlarda bulabileceksiniz.
13
Yaşamı ve Eserleri “An’ın bir zaman diliminde, tüm zamanların bilgisi ile donanmış ilahi bir cevherdir insan. İnsanın görünürlüğü, O'nun gizliliğinin nedenidir. Ben Sufiyane yaşamış bir tasavvuf modeliydim. Ne bir Şeyh'e, ne de bir Tarikata bağlandım. Büyük Yargıç'a tabi, ilahi vicdanım ile yol aldım.” Varlık perdesini kaldırabilen ancak Yaradanına kavuşabilir. Bunu ölmeden önce, "ölümü tadarak" yapabilir. Şehvetini müslim eden, dünyanın da üstesinden gelebilir. O ne mekan içinde, ne zaman dışındadır. O ne Arşın üzerinde, ne de insan kalbinin köşesindedir. Her şey O'dur. O da Her şeydir. Her şey kaybolur O'nda. O da gizlisinde. Peki gördüğün nedir? Âlem Hakk Ayn'asında yansır. İnsan da yansıyan o perdede yaşamı seyreder. Feridüddin Attar’ın tüm eserleri, batini bir kademeden gayet anlaşılır basit cümlelerle ifade edilmiştir. Anlatım basitleştikçe kademenin yükseldiğini anlarız. Sade cümleler, bir kainat dolusu bilgiyi de beraberinde taşır. Attar’ın eserleri, bir din adamı olarak değil bir düşünür, arifane bir filozof olarak yazılmış eserlerdir. Biz de onun bu yazım üslubuna saygı duyarak, sade, basit ve anlaşılır bir dil ile bu kitabı sizlere sun15
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
mayı uygun gördük. Okunan bir metnin, kitabın veyahut da işitilen bir konunun vakıfı olmak için, önce onu zahiri yani yüzeysel, sonra da onu batini yani içrek anlamı ile anlamak gerekiyor. Bunlar yapılmaz ise, kendi zihnindeki karmaşa ile yorumlamalar söz konusu olur. Yaşamın boyunca, zihninde birikmiş olan yığıntı halde küflenmiş ve örümcek bağlamış, tozu dahi alınmamış bilgi odacıklarının hangisine uyuyor, hangisi işine geliyor, veya gelmiyor? Ve sonuç ani parlamalar, hızlı çıkışlar, hezeyanlı duygular. Ve kendine gelince de, vicdan hesaplaşmaları. “Hemen! Pabuçlarını çıkar. Sen kutsal vadi Tuvâ’dasın.” (Tâhâ Suresi; 20/12)
İşte bu, okunan metnin veya söylenen konunun derinine nüfuz etmek ve yüzeysel şekilde anlamak için yapılan bir te'vil dir. Te'vil, bir "geçiş"tir. Asıl Kaynağa yönelmedir. "Yüksek Empati" hâlidir. Arifler bunu Rabıta diye adlandırdılar. Kısaca, “kendi gerçekliğinden soyun ve özün ile anlamaya çalış. Pabuçlarını hem ayağından çıkar, hem zihninden, ki anlamaya çalıştığın şeyin Hakikatine ulaş, onun senin ruhunda yapacağı yankıları fark et. Alacağını al ve yaşamına geçir. Geçiremediklerini yolla gitsin ve bir daha arkana dahi bakma. Takılma!” Bu yüzdendir ki, bu kitapta sizlere farklı türden açıklamalar getirdik. Her insan seviyesinin anlayacağı bilgileri paylaştık. Özümüzden, özünüze nakildir bu. Zihinler arası bir paylaşım. Yenilikçi düşünceler ve devinim hareketleri eskilerde kaldı, şimdilerde yok. Neden? Devrim niteliği taşıyan tüm radikal değişimler, nedense teknolojinin az geliştiği, yüzyıllar öncesi dönemlerde yapıldı. Şimdi teknolojinin verdiği bir rehavet var. Arifler, kendi öğretilerini yüksek bir şuur ile hayalleyerek ve buna eşit olanları da ortak ederek yaptılar. Onların zamanlarında, bizim zamanımızda olan teknoloji 16
YAŞAMI VE ESERLERİ
yoktu. Fakat, eserleri onlarca yıl öncesinden, günümüz modern zamana gelerek bizleri hâlâ bilgilendirmeye devam ediyor. Çağlar öncesi böyle bir zaman dilimine denk gelmişti Feridüddin Attar da. Kendi zamanında, birçok insana ilham ve kaynak olmuştu. O zamandan bu zamana kadar da olmaya devam etti. Yüksek bir düşünce kubbesi altında toparlanan milyonlarca denk düşünceler çoğaldı ve şimdi bizim okuduğumuz kitaba konu olacak kadar gelişti. Attar, yüksek düşünce ile ilgili hayallerini nasıl gerçekleştirdi? İknayı, düz yazı metinler ile aktardı. Ve aynı zamanda da, zihinlere, bizim anlayacağımız dilden anlatacak olursak, mail atarak yaptı. Zihne mail atmak. Biz şimdi bunu bilgisayarlarla yapıyoruz. Ariflerden bir arif olan Attar’ın attığı düşünce mailleri, zihinlerde mayalandı ve kalben istekliler ona katıldı, mail, yani ilahi düşünce baloncukları. Gelişmişlik ölçüsü nedir? Son model cihazlar kullanmak ya da Mars gezegenine gitmek mi? Yoksa "Yüreğinin bir yarısında, tüm yaratılan yüreklerin atması mı?" “Farklı inanışlarda, çeşitli düşüncelerde, farklı kıtalarda, farklı türlerde ve farklı renklerde. Tüm insanlık, Tüm Canlılar tek yürek Ol’sun” dilediler. Ve bunu yerine getirecek her çabayı, kendilerini feda ederek gerçekleştirdiler. Şimdi bizim dünyamızda insanlar olarak, düşünmekten o kadar yoksunuz ki. “Allah izni ile” ve “Rabb izni ile” gibi bir tembel/kaçış cümlesi söyleyip, bir kenara çekiliyoruz. “Birileri çıksın bir şeyler yapsın da biz de keyfimize bakalım” düşünceleri üretiyoruz. En baştan, daha henüz doğmadan önce o cevher yüreklere verilmiş ve biz zaten o yeteneklerle doğmuşuz. Neyin iznini istiyoruz hâlâ? Birileri yazıyor bizler de okuyoruz. Birileri icat ediyor, bizler de kullanıyoruz. Hepsi bundan ibaret oldu. Elbette biliyoruz ki O’nun izni olmadan yaprak kıpırda17
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
maz.. Lakin bir ayette der ki; “Biz bilene kadar, sizi imtihan edeceğiz” (Muhammed Suresi 47/31) Feridüddin Attar’ın yaşamı hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Özel yaşamı ve mahremiyeti ile ilgili kısımları aktarmayı istemedik. Biz daha çok onun felsefesi ve batiniliği üzerinde durmaya çalıştık. Attar, bir söz ustasıydı. Eserleri ve düşünce tarzı ile, Doğu mistisizminin ve ezoterizmin temel taşlarını oluşturacak bir yapı inşa etmişti. Kavramlar ve Mana’lar, onlar ayrılık yaratır. İletişimde Söz yoktur oysa. Her şey BİR’dir. O Bir olandan, içe yönelen doğuşlar vardır, dışa ulaşmaya çabalayan. Bu yüzdendir ki İç ve Dış İkiz’dir. İnsan tarafından, İlahi İrade ile iletişim ancak Sözler ile kurulur. Yoksa, Mana’lar bir giysiye bürünmeden yeryüzüne nasıl inecekti? Bir adı da “kelimeler” olan insanlar, onları kullanarak Cümle olurlar. Kısaca, Söz’e söz katan bizizdir. Bu yüzdendir ki, Attar, kelimeleri adeta bir sihir gibi kullanmıştır eserlerinde. Açık, net ve anlaşılır bir üslup ile. Attar’ın felsefesine göre; “Yalnız bir Güneş, hayat bulamıyor, can katamıyor, yaşamı ‘aydın’latamıyorsa ve en güzeli, O’nu bekleyenlere doğamıyorsa, ne anlamı olabilir? Bu ancak alan işgali ya da kayıb bir enerji sarfiyatı olabilirdi.” Bu yüzden bilgi, paylaşılmalı ve genişleyip yayılmalıdır. Yaşamı boyunca Attar çok fazla eser bıraktı insanlığa. Aydınlatan, idraki genişleten, geniş bir açı ile “düşünmeyi” öğretti daima. Feridüddin Attar, 12. ve 13. yüzyıllar arasında yaşadı. İran’ın en büyük şehirlerinden biri olan Nişabur’da doğdu. Eczacılık, tıp ve hekimlik ile uğraştığı için “Attar” lakabını aldı ve öyle tanındı. Asıl adının “Muhammed” olduğunu, Mantıku’t-Tayr yani Kuş Dili kitabında geçen bir beyitten öğrenebiliyoruz. Doğum ve ölüm yılları kesin olarak bilinmemektedir. Çocukluk ve gençlik yıllarına ait bilgiler de, belirtilen kaynaklarda çok yetersizdir. Yine eserlerinde yer alan beyitlerde, yaşamı boyunca hekimlik mesleği ile uğraştığı ve tasavvufi ilim tahsil ettiği de anlaşılmaktadır. Attar hakkında 18
YAŞAMI VE ESERLERİ
bilinen tek şey, anne ve babasını küçük yaşlarda kaybettiğidir. Kaleme aldığı Muhtarname isimli rubai eserinde, oğlunu kaybettiğini belirttiğinden dolayı, evlendiği ve çocuk sahibi olduğu da anlaşılmaktadır. Yaşamı boyunca oldukça fazla seyahat etmiş biridir Attar. Yaşamını Ortadoğu’da geçirdiği düşünülmekte ve bir Moğol saldırısında da öldürüldüğü sanılmaktadır. Attar’ın ilim terbiyesini kimden aldığı ve hocasının kim olduğu, onu kimin yetiştirdiği bilinmemektedir. Çok fazla şeyh ile tanışmış, hoca ile sohbet etmiş, lakin hiçbirine bağlanmamıştır. Mevlâna henüz 12 yaşında iken Attar ile karşılaştığı bilinmektedir fakat hiçbir zaman ispat edilememiştir. Attar, eserlerinde, geniş bir düşünce yapısına ve zengin bir bilgi hazinesine yer veren cümleler kurdu. İşlek bir zekaya, güçlü bir muhakeme yapısına, güzel ifadelere sahip bir ilim sahibiydi. Hassas ve şair ruhlu bir sufi olan Attar, kimsenin aklına dahi gelemeyecek hikayeleri konu edinmiş ve bunları eserlerinde yansıtmayı ustalık ile başarmıştır. Eserleri üç yapıda ele alınır: 1- Usta hikayeciliği ve aralara sıkıştırılmış fıkralar 2- İç dünya ve maneviyata genişçe yer verilen ilahi sözler 3- Neredeyse ilahlaşmış bir Hz. Ali şahsiyetine dair anlatım. Feridüddin Attar, mezhep ayrılığına karşı bir yapıya sahipti. Buna rağmen, Sünnilik mezhebi tarafından çok sevildi, benimsendi ve kabul edildi. Dünya çapında araştırılan, okunan, eserleri hakkında kitaplar yazılan biri oldu. Eserlerinden alınan ilhamlar, şairlere şiir, müzisyenlere de söz olmuştur. Ülkemizde ise neredeyse hiç tanınmamaktadır. En bilindik eseri Mantıku’t-Tayr kısaca, Kuş Dili kitabıdır. 4931 beyitten oluşur. Çok fazla okunmuş, ilham alınmış ve dünyaca tanınmış eseridir. İlahi-name, 6500 beyitlik bir mesnevidir. 19
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Esrar-name, 26 bölümlük bir tasavvufi eserdir. Mesnevi tarzında kaleme alınmıştır. Musibet-name, mesnevi konulu, Allah’ı kainatta arayan salikin iç âlemini anlatan bir eseridir. Hüsrev-name, Attar’ın tasavvufi olmayan tek eseridir. Dünyevi bir aşk hikayesini konu eder. Muhtar-name, Attar’ın 5000’i aşan rubaisinden seçerek 50 bölüme tertip ettiği rubailer mecmuasıdır. Divan, 10.000 beyitlik mesnevi tasavvufi fikirler ve lirik bir ifade ile anlatım kitabıdır. Tezkiretül Evliya, Attar’ın, tek mensur eseridir. Çocukluğundan beri araştırdığı evliyalar üzerine ilham yolu ile kaleme aldığı bir eseridir. Esere, Attar’ın ölümünden sonra, ilaveler olduğu da yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Üslup farklılığı bunu ele vermiştir. Yukarıda bahsedilen Attar’ın eserleri, dünyanın hemen hemen tüm dillerine çevrilmiş, okunmuş, incelenmiş ve beğenilmiştir. Bunun dışında Attar’a ait olup olmadığı tartışılmış, onun adı kullanılarak basılmış birçok kitap da bulunmaktadır. Pend-nâme, Haydar-nâme, Ustur-nâme, Cevherü'z-zât, Nüzhetü'l-ahbâb, Maz-harü'l-cacâ'ib, Lisânü'1-ğayb, Rumûzü'I- câsıkîn, Sâhbâz-nâme, Mihr ü Müsterî, Heftâbâd, Heft Vâdî, Tercemetü'l-ehâdîs, Sî Fasl, Miftâhu'lfütûh, Bî-ser-nâme, Bülbül-nâme, Mi'râc-nâme, Cüm-cüme-nâme, Vuslat-nâme, Hayyat-nâme, Vasıyet-nâme, Kenzü'l-hakâ'ik, Kenzü'l-esrâr (Kenzü'l-bahr), Velednâme, Siyâh-nâme, Đhvânü's-sa-fâ' ve Esrârü's-sühûd. Biz bunların hiçbirine itibar etmedik. Daha önce de bahsettiğimiz üzere, piyasada bulunan Attar’a ait tüm eserlerinden çok fazla faydalanmadık ve sadece kalbimizin onayladığı bazı pasajları alıntı yaparak sizlere sunmaya çalıştık. Okuduğunuz bu kitap, tamamen ilham üzerine ve eserlerinden ufak esinlenmeler üzerine kaleme alınmıştır. 20
YAŞAMI VE ESERLERİ
"Rabia'yı erenler sınıfında niçin zikr eyledin?" Cevap veririz ki: "Peygamber sallahu aleyhi ve selem buyurur. Avret Allah yolunda erdir. Ona avret demek reva değildir. Nitekim nübüvvet aynı izzettir. Beylik ve ululuk ve küçüklük onda tefavüt tutmaz. Velilik dahi öyledir. Hassaten Rabia kendi zamanında Hak muamelesi ve marifet içinde nazirsiz idi. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Rabia Adviye Bölümü
21
Felsefesi ve Bâtıniliği Attar, yaşamı boyunca dosdoğru bir insan olmaya özen gösterdi. Şüpheli ve pis kokulu konulardan uzak olmak onun yaşam felsefesi hâlini aldı. Düzgün ve geçerli olana tabi oldu, özgür bir birey olarak. Bu tür bir yaşam tarzı, keskin kılıcın üzerinde olmak kadar zordur. Fakat biliyordu ki, esas olan ve doğru olan budur. Kendisinin yüceltilip put hâline getirilmesinden kaçındı. Sözlerinin ve kendisinin bir aracı olarak görülüp, kendisine rüşvet vererek, cennete gitmeyi hayal eden kişilerden mümkün mertebe uzak durdu. Kimsenin başına şeyh olmayı istemedi. Hiçbir tarikata bağlı kalmadığı gibi, tarikatlardan uzak durdu. Daha evvelde, Attar’ın bir hikaye üstadı olduğunu belirtmiştik. Biz de istedik ki, konuyu onun tarzından aktaralım. Attar’ın felsefesini ve batiniliğini, kendi ruhumuzda ne hissediyorsak, ilham olarak bize ne geliyorsa öylece, dosdoğru iletelim. Ve özel bir anlatım şekli ile sizlerin beğenisine sunalım. Attar’ın günümüze kadar gelen eserlerini inceledik fakat bu kitabımızda onlardan neredeyse hiç yararlanmadık. Çünkü eserlerinde aktarılanların çoğu orijinal değil. Attar’ın bizzat 23
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
kendisine ait çok az bilgi var. İstedik ki, Attar’ı derinden hissedelim ve kendi sonsuzluğundan yankılananları aktaralım. Elbette onun bilgilerine emin olduğumuz, yüreğimizin de bunu onayladığı alıntıları da sizlere aktaralım. Eserlerinin bir kısmını karşılıklı konuşma tarzında, batini hikayelerle aktarmış, bir kısmını da uzun uzadıya övgü cümleleri ile süslemiş Attar. Biz de onun bu felsefe ve yazım üslubuna sadık kalmaya çalıştık. Ve Attar felsefesinde yer alan çarpıcı kelimelerin batini anlamlarını da, alt başlıklar hâlinde, ya düz yazı ile ya da ikili konuşma tarzında, ilhamlarımız ve sezgilerimiz vasıtasıyla aktarmaya özen gösterdik.
Şükür ve sena ol hakiki bihemtaya kim biz yoktan var eyledi iman marifet ilmü-edep ve hikmet bahçesi kıldı ve kendisinin vahdeti zatını esmai-sıfatını biz kullarına bildirdi ve dahi kemali kereminden didarını müminlere gösterdi ve buyurdu ki; "imanla amel-i salih işleyene cennet verir ve makamını firdevs içinde mesut ederim. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Takdim Bölümü
Batı -
Görüyorum ki yine hekimliğe dalmışsın.
-
Ustam. Geldiğinizi fark etmedim.
- Hep Doğu ile meşgul görüyorum seni. Biraz Batı dünyasına doğru bir seyahat düşüncesi. Genelde bilinemiyor ama. Ne dersin? -
Kim istemez. Lakin bilirsiniz bu işler zordur.
- Zordur bilirim. Biraz İslam’ın bu yüzünü de görmeliler. Gerçek İslam’ın sevgi mesajını almalılar. Görev alanının ne 24
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
kadar büyüdüğünü görüyor musun? Bir gün büyük devletlerin başında olan adamların kütüphanelerine konuk olan eserlerin olacak. -
Sahi. Bu mümkün müdür?
- Her şey olur. Her şey mümkündür. Neden olmasın. Hayallerimizi kim tutar? -
Evet. Hep dersiniz. “Düşünce var oluşun temelidir.”
- “Kendini hafife alma” dediğimi de hatırlıyorum. Seni seçtiler bu işe. Görev verildi. Sen yaptın ve yapıyorsun. Daha da yapacaksın. Tüm dünyaya iletilecek mesajların var. Hiç kimse “bize mesaj gelmedi” demesin. - Hekimlikten başka ne anlarım ki? Siz beni eğitiyorsunuz. Bilgeliğim var ise, bu sizdendir. - Bilge isen bugün, bu Hakk’tandır. Şimdi, ufkun sınırsızlığını görüyor musun? -
Evet ustam.
-
Peki Ufkun sınırsızlığına inanıyor musun?
-
Evet.
- Bildiklerini idrakinle genişlet ve onları özgür kıl. Yaz, onların dağıtıcısı olacaktır. - Hakk’ı anlamak ve anlatmak. Sonra onları kaleme dökmek ve dağıtmak. Bir insan için ne kadar zor. Oysa Allah için bunlar çok kolay. - Kitapta da böyle buyurmaz mı? “O yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu tekrarlıyor, yeni baştan yapıyor. Kuşkusuz bu, O’nun için çok kolaydır.” -
Ankebut Suresi 19. Ayet. Allah kelamı.
-
Evet.
- Seçim senin. Özünden kime olduğunu sen bilirsin, dilin ne isimle çağırdığının ne önemi var? O da demiyor mu “Beni hangi isimle çağırsanız çağırın ben sizi duyarım. Çünkü 25
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
benim bir adım da Duyandır.” - Evet ustam. Hep dersiniz ya “Bu yolda zorlanmak, yolu kolaylaştırır, kısaltır.” - Şu insan ne de kısa düşünüyor değil mi? Uzun düşün ki, büyük olasın Attar.
Kapılar Sonsuza açılan kapılar, Öyle muazzamlar ki, Gözümün önündeler. Açılmak için can atan, can yüklü kapılar. Nefes alan, buyur eden edaları, Mis Amber Kokusu ile Cezbeden kapılar. Öyle muhteşem pırıltıları var ki, Yok olasım var aniden. Dibe vurmak üzereyiz. Az kaldı. Hele bir dip olsun da. Her varlık bir dip yaşar. Sarkaç misali iner, çıkar. Kapalı bir kapı hiç olmadı. Sadece, onun açık olduğunu bilenler çok azdı. Şimdi uyandıkça görüyor ve gidiyorlar açık olan kapılara. Dava kuru dava değil. Ne kadar yaklaşacağını, kişi kararları ile ortaya koyar. Ve duracağı yerde, yürümesini hatta koşmasını da öğrenecek. Birey ve toplum olarak bu sancılar ondan yaşanıyor. Bu satırları okuyan ey yolcu, sen, bir tabakasını açtın gözünün. Daha üste tırmanacak bireysel hak edişle bunlar değişir. Ne zaman ki hiçbir şeyi görme gereğini duymayan bir oluş safhasına geçersin o zaman emin oluş durumu başlar. İşte o zaman arif ışığı parlar. Ve yazılarını kağıt sayfalarına değil, gönüllere yazarsın. Aracı olan kalem unsuru ortadan 26
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
kalkar. İşte gönül sahibi budur. İşte gönüller sultanı budur. Ve bu iman dolu sinelerde bulunur. Gerçek gönül, artık baştan başa bir göz olur. Ve gördüğün sen olursun. Başka bir şey yoktur, hep sen varsındır. Kalemin sustuğu yerlerdir buralar. Bedenle sınırlanma olduğunu sanmak, işte bu şirkin en gizlide olanıdır. Çoğu yolda olanların ayaklarının kaydığı yerlerdir buralar. Eğer sen, sen isen. Yürürsün bir süre. Sonra da bir mumun eriyerek bittiği gibi biterdin. Ama bitmediğini söylerler ince seslerle, işaretlerle, gösterirler görebilecek derinliklerde. Şaşırma, bunlar sensin. Gördüklerin de sen, gören de sen. Kendine işaret ettin kendini. Neden şaşıracaksın ki? Şu yaşına kadar gördüklerin, sana bir yol açtı. Şimdi bu yaşından sonra da gördüklerin ve duydukların aynı işi yapacaktır. Onlara hakikat gözün ile bak. Çok şeyler anlatacaktır sana. Seninle irtibatta bulunan "O" dur. Sadece bil ve takip et. "O" muhteşemdir. "O" her zaman aşık. "O" hep maşuktur. Bu sırra er. Er de sırrı faş et. Kendine yoldaş et. "O" seni hep gözler ve beklemektedir. Her görünen gördüğün değil, her bildiğin de bildiğin değil. Hakikatine doğmalısın görebilmek için. İşte bu sır diye anlatılanın ta kendisidir. Atlanacak eşiktir. Bu beklemeye gelmez. Sürat ister. Birey ister. Harekete geçer. Cesaret eder, yıkar kalıplarını, kurallarını patlatır, tüm inançlarını yakar, kendine ait olan her şeyi. Ve yaratır kendini yeni baştan. Gökkuşağını kuşanır. Yenileri doğurur. Yenilere doğanları oluşturur. Bir kristaldir, binlerce güneşi yansıtır. Adına insan denir bunun. Hayy’di o zaman ne duruyorsun? İki görsel rüya ile mi avunuyorsun? Yarat gerçeğini. Bırak geçmişte olanları. Eğer istersen hepsi olur, gelir önünde durur. Göz açıksa gerçeği görür, kapalı ise yerlerde sürünür. Bu göz gönüldür. Bu sözcükler sana verilendir. Artık çalıştır arabanı. Kendin söyle, kendinde olanlardan. Bana söylendi deme, sen söyle. Bana yansıyan, benden sana yol olsun. Bu senden gelendi bana. Ve bu ortak yazmadır. Kapı kilidine giren anahtarı döndürecek ve 27
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
o kapıyı açacak olan kimdir? Anahtarı elinde olan değil mi? O zaman iste ve olsun. Anahtar dönsün. Bu, bir hecenin dilde dönmesi değildir. Anahtarın kilide girmesi ile iş yapmasıdır. Esası orada dönmesidir. İnsanlar yanıldılar; sözleri tekrar ederek bir şeyler umdular. Boşa zaman. Anahtar elinde olan, kilidi bulamadı ise ne yapsın? Ok çeken, hedefi gördüğünde iş başlar. Kilit nerede? Onu arasana. Tüm yaratılan halife varlıklar, ki adına insan dedik, anahtarları ile geldiler. Çoğu anahtarı olduğunu bile bilmez. Bilenlerin çoğu da kilidini bulamaz. Bulanlar da çevirmeyi akıl edemez. Söz sanattır ama yerinde. Yerine varmazsa, fezada kaybolur gider; tıpkı bir gün bizim de kaybolacağımız gibi. Ol kelimesi, bu bir ninni değildir. Hücrelerine kadar in. Orada yanıt vardır. Işıklar oradan gelecek. Onlarla hemhâl ol. Teşekkür et onlara. Rızalarını iste. Özürler dile geçmişte yaptıklarından. Bak o zaman, tırnağını keserken bile izin almaya başlayacaksın. Yaptıkları hizmete ve sana kattıkları değere, şükrolsun. Hemen söyle bunları. Hesabını kes. Kes ki, ağırlıkların bitiversin. Kanatların takılıversin. İnsanlar yükselmeyi bilemediler. Ayrı yerde düşündüler. Bilselerdi her yer ve her şey bulundukları yerdedir. Arş gönlünden ötede değil. Gönül Arştan da üstün. İnsanların tüm hayallerini yıkma ve ayaklarının yere basma vakti geldi. Bu doğrudur. Ama bebeğe verilen yiyeceğe dikkat gerek. Onlar yeni doğanlar. Özümsemek kolay değil. O zaman anlayacakları kıvama getirmeli. Ve sonra ancak, olduklarının kim olduğunu anlasınlar. Sana bırakılan konular bunlar. Dilediğini yap, dilediğini al ve çoğalt, istersen geliştir ve yaz. Ve esSelam.
Evliyanın bazısı hazreti Adem sıfatlı ve bazıları hazreti İbrahim ve hazreti Musa ve İsa aleyhisselam sıfatlı ve bir nicesi Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhi vesellem selavatullahi 28
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
ve selamuhu aleyhim ecmain sıfatlıdırlar. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Takdim Bölümü
Görev - Bu iş büyüyecek. Sen de büyüyeceksin. Bir vakit gelecek, tüm dünyadaki insanların tanıdığı, ilminden faydalandığı bir isim olarak anılageleceksin. - Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz ustam? Yani ben Ferid. Basit bir hekim, belki koku uzmanı. O kadar. - Ne mutlu sana, ne mutlu bana, ne mutlu insanlara. Felsefen dilden dile yayılacak ve insanlar seni merak edecek. Layıkı ile sunduğun eserlerin, gün gelecek insanların layıkı ile okuduğu ve ilden ile yayılan, dilden dile dolaşan yapıtaşı olacak. -
Yani şimdi ben görevli miyim?
- Niye şaşırdın böyle? Görev, görev benimdir diyenlerindir. Kendine bu misyonu tanıdıkça görev senindir. - Ama görevli olduğumu zannetmiyorum. Lakin, neyin içinde olduğumu da bilmiyorum. -
Yaptıkların bu konunun deste başıdır.
- Kabullenmek, bunu ne zor. Yapıma uygun değil ustam. Kendimi ancak bir hekim görüyorum, bir alim değil. - Tevazu senin bineğin olsun. Öyle düşün ve hisset. Fakat dışa karşı da hünerlerini sunan bir bilge. -
Görevimi kabul eden mi olmalıyım?
- Bu, imzası atılmış bir iştir. Zaman zaman vizyonlarla, akla gelen bir düşünce ile, bir konuya fark edilmesi güç bir çekiliş ile, sevdirilen, merak ettirilen, ilgi çektirilenlerle kendini meydana vurmalısın. Zamanı geliyor ve zamanı şimdidir. 29
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
- İlham. Evet. Zaman zaman geliyor. Özellikle seher vakti. Akıp gidiyor düşünceler kelimelere dökülüyor. - İşte o vakitler yazmalısın bunları. Eserlerin elden ele, gönülden gönüle çağlamalı. Irmak olup akmalı. Ummanlara karışmalı. - Zamanın velilerini hissediyorum, onların ilhamları ilhamım oluyor. - Onlar muhibdir, onlar muhittir. Onlar derinliğine, onlar sevgiliye, onlar bizlere, onlar aşıktır, aşık olanlara, isimsizler, belirsizler onlar. Sana ilham kaynağı olurlar. Hiç beklenmeyenle, beyan olurlar da, kabulleri de pek kolay olmaz. Onlardan hissedersin ilhamı, lakin o sendendir. Aslen de Hakk’tandır. - Her kab, içindekini sızdırır. Bende aşk olmasa idi, aşkın şahikası olan örnek Muhammed Nebi’mi nasıl dile getirebilirdim? Susmak istiyorum lakin susulmuyor. - Eğer ki sen, duygusal yoğunluğu fazla biri olsaydın, daha ilk dilden dökülen kelimelerde bunları saklamak durumunda kalırdın. Ama sen açıklamak üzere bir görev aldın, bundan ne gibi sonuçlar ortaya çıkacağını bile bilmeden. Bunları yapacaksın. Bunun destekçileri de buna yardım ediyorlar. Gayb âleminden sana ilham olarak geliyorlar. Onları yazacaksın. Her birini, kalbinden dökülen nameler ile aktaracaksın. Bunun için seçildin ve bir görevlisin. Zaman zemine denk geldi ve oldu. O sadece Ol der ve olur. İşte mesele budur. olun.
Ustam siz olmasanız bunları nereden bilecektim? Var
- Bu dünyada biri dahi çıkıp da “bize ilahi yakınlığın bir ifadesi olan aşkı kimse anlatmadı” deme hakkına sahip olamayacaktır. Hiç kimse bunu diyemeyecektir. Geçmişte, şimdi ve gelecekte dahi görevliler, O’nun aşkını aktaracaklardır. Bundan hiç kimse alıkonulamaz. Görevlilerin işidir bu. Seni sen olmaktan da vazgeçiremez. Belirlenmiş yaşam sürende ne 30
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
eksilme ne de artma olur. Ben de bir yol arkadaşı olarak yanında rol aldım. Sana bir hatırlatıcı olarak. Bilinmesi gerekmeyen biri olarak. Sırda durmak zorunda olan biriyim. - Peki ben yazacağım. Keşke siz de yazabilseniz bu sözlerinizi. - Sana söylenenler senindir ve onları aktarmak da senin işin. Sen kağıtlara yazıyorsun, ben de gönül erlerinin yüreklerine. Onların sinelerinde Hakk aşkını alevlendirmek benim görevimdir. -
İnce bir sır bu.
- Evet hekimim. Bu bana bildirilendir. Şimdi de sana bildirildi tarafımdan. - Selam olsun o yüceliğe. Selam olsun bunu çıkaracağım güne. Ve o gün yaklaşıyor. - Biz seni aşktan var ettik. Aşk yolunun yolcularını müjdelemen için. Dünya zevkelerine takılmış ve dünya aşkını talep edenlere, bizim onlara olan aşkımızı hatırlatman için bu bir ilahi fırsattır. -
Yüreklerde gizli duran bu aşktır.
- Sen seviliyorsun, destekleniyorsun. Bunu bil ve hatırla. Kalbinin derinliklerine bir sor bakalım ne diyecekler? -
Bu bir yüktür, nasıl taşıyabileceğim?
- Bu bir yük değildir. Bu seni, senden sana götüren bir oktur. Karakterin, doğruluk anlayışın, insanlara olan sevgin ve yardımın bunun işaretini zaten verdi. Bir hekim olarak başladın, lakin bir bilge olarak anılacaksın. -
Siz bir cezb adamısınız. Ve benim ustamsınız.
- Bizler kol kola giren yol arkadaşlarıyız ve oldukça da fazlayız. Ben bir cazibenin pervanesiyim. - Evet ustam. Kimi kanat olur, kimi de kanatlandırır. Lakin siz ikisini de yapıyorsunuz benim için. 31
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
- Eh, vakti zaman olunca yurduma döneceğim, sadece bir ucum burada. O özlenen yuvaya. Özlemini çektiğim yuvama. - Ah ustam ne güzel söylersin. Bir yumak adeta rengarenk. Bir ucu elimde, çekiyorum geliyor. Çektikçe geliyor. Sakince arka arkaya ilhamlar akıyor. Öylesine yumuşak ve sevgi dolular ki bu sözler, etkisinden kurtulmak ne mümkündür. Bu bir büyük sevdadır yaşayanlara. Bir güzelliktir ufukların ötesinden gelen. Şimdi ben O’nu nasıl sevmem. - Senden ayrı gibi dururum, lakin gönül birliğimiz vardır. Ve bu gönül birliği hiç bozulmayacaktır, burada olsam ve olmasam dahi. Her zaman yüreğinden yüreğime köprü olacaktır. Ölünce yere gömüleceğim oysa ruhum göklere gidecek. Şimdi yerin Tanrısı ile, göğün Tanrısı bir değil midir? Ayrı mıdır onlar? Sor bakalım kendi yüreğine, belki sana diyecekleri vardır. - Selam diyor sabahın güzel yolcusu. Seher vaktinde uyan ki, İslam’ın putlarını kırasın. Şirk etme sevgini. Ki sevgin şirketleşmesin. - Putlar bin türlüdür. Sevgiyi putlaştırarak anlam katmak ve anlama zannındalar. Şekle şekil versen ne olacak? Kendi özündeki Tanrı’nı bulamadıkça, dışarıya müracaat ederek, put yaratma çabasından hiç vazgeçilmeyecektir. İslam inancının en büyük imtihanı, sevginin putlaştırılmasıdır. Bugün de böyledir, yarın ve gelecek yüzyıllarda da en büyük sınavını verecektir Attar.
Ruh / Madde Tasavvufta derin bir konudur bu. Şeyh uçmaz, mürit şeyhini uçurur. Bu sözü belki bazılarımız duymuş olabilir. Attar, daima şirkten ve şeyhlikten uzak kalmayı uygun gördü kendi32
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
ne. Görünmez olmaya çabaladı. Biri onu yüceltiyorsa, ondan uzaklaştı. Kendisinin yücelttiği ise sadece Tanrı oldu. Bunu tüm eserlerinde dile getirdi. Bizler göksel bilgilerin yukarıdan geldiğine o kadar kodlanmışız ki, rahmetin yerden geldiğini daima unutmuşuz. Her ruh, dünya maddesindeki bedeni diriltip kaldırmak için bir akid imzalar, anlaşma yapar. Ve bedene girince de unutur. Oysa Attar, bunu hatırlayanlardan oldu ve bunu daima eserlerinde hatırlattı. İnsan bir ruhtur, lakin maddede var olur. Ruhu madde ile bütünlemek durumundadır. Eğer ki maddeyi kabul etmeden sadece ruhsal yaşamak durumunda olsa idik, iki elimizi açıp bu dengedir batini sözünü asla anlayamazdık. Birbirinden ayrılamaz iki büyük cevherdir ruh ve madde. Birbirine muhtaçtır ve bir aradadırlar. Bir bütün ve birdirler. Fakat ayrı görünmek zorunda idiler. Çünkü ademoğlunun anlayışı için ruh ve madde deme mecburiyetinde kalınmıştır daima. Maddede ruh vardır. İşte bu maddedeki ruhu ortaya çıkarmak görevi de insana bahşedilmiştir. Madde canlı ve diridir fakat madde bu özelliğini bilmekten yoksun bırakılmıştır. Bu yüzden ruh, maddeye uzanarak onun bu erdemini ona hatırlatmak için insan görünümüne bürünmek durumunda kalır. Hatırlatma işlemini de “akıl” vasıtası ile yerine getirir. Tanrısal olan Akıl iş başındadır. Ve hatırlatmak için eylemleri harekete geçiren kuvveler yaratır. Olaylar tertip eder ve bu olayların takibini de yine kendi yapar. Yorumlar ve her bir yorum idrake dönüşür. İdrakin ve anlayışların depolandığı merkez ise “gönül”dür. Muazzam bir hafıza deposu. Orada her şey en ince ayrıntısına kadar kayıt altına alınır. Her bir anı, her bir idrak, her bir anlayış, her bir düşünce, her bir fikir, yüksek şekilde incelenir ve gönül aracılığı ile ruha sunulur. Ruh, bir sonraki yaratım ve olay tertibi için bu hafızadan faydalanır. Ve bu sonsuza kadar sürer gider. İşte bu yüzdendir ki, insanoğlu, artık oğulluktan insanlığa 33
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
terfi etmeli. Söylenen her şeyi tartmalı. Akıl mihenktir maddeyi tanıyabilmek için. Eğer ki akıl durursa, sen de yardım duası edersin. Yardım gelir ve iç âlemin evet demedikçe de her bilgi yüktür. Bu yüzden akıl süzgecinden geçirilmelidir. İlham bir anda enjekte mana olarak gelir. İnsan da onu kendi dilinde anlamaya çalışır. Tabi kendi kabı kadar. Ruhun dili başkadır. Bir saniyede her şeyi bilebildiğini düşünen insan, bunu kendi dilinde Türkçeleştirmeye ve kelimelere dökmeye başladığında, kabın ne kadar dar olduğunu anlar. Anlamanın boyu, anlatmaya geldi mi kısalır. Çünkü dil, gönlü tercüme etmekte her zaman yetersizdir. Bunu çoğumuz zaman zaman hissederiz. Kalbimiz öyle bir “onay” verir ki, yazılanların kimden geldiğini ve kimin yazdığını biliriz. Bu öyle bir biliştir ki, Kuranı Kerim’de belirtilen “gözü, bildiğini aşmadı” batini anlamını bize açıklar.
Üveys’ül Karni, deve güderdi. Hakkını alıp anasına ve infak edeceği kimselere verirdi. Sahabilerin: "Biz onu görmeyecek miyiz? Suallerine: "Ebubekir görmeyecek ama Ömer ve Ali görürler buyurdu. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Üveys’ül Karni Bölümü
Şifa -
Bugün nasılsın bakalım?
- Daha iyi sanki. Lakin, iyi demek istemiyorum. Nazar değiyor. - Nazar? Hayır, nazar iyi niyetlilerden gelmez. Negatif düşünceli olanlardan gelir. Negatif dost sandıklarını yanından uzaklaştırmak yeter. 34
Öyle değil hekimim. Kendi kendime nazar ediyorum.
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
-
Öyle bir şey olmaz.
- Bende oluyor. Sevinemiyorum, tam iyileştim diyorum, bir dert yine peyda oluyor sanki. - Kendimizi sevmek ve beğenmek farzdır. Allah güzel yaratmış, bundan nazar mı olur? - Hiç iyi bir şey düşünemiyorum artık. Bu yüzden susuyorum. - İç plândaki düşüncelerini bir gözden geçir bakalım. İyi olmak, olmaması gerekendir demek gibi bir gizli düşüncen vardır. - Kendimi dünyaya uyumsuz görüyorum çoğu kez. Bundan olabilir mi? - O düşünceyi sil. Allah hiçbir varlığına istemediği bir şeyi reva görmez. - Layıkı ile olduğum mekanı yüceltmek. İşte bunu başaramıyorum nedense. - Sen düşünürsün, kabullerde bulunursun ve onu yaratırsın, nasıl Rabb’ini bunda ortak tutabilirsin ki? O şöyle dememiş midir? “Şerler sizin tarafınızdan. Ben kullarıma, hep hayrı murad ederim. Başınıza gelen her kötülük, nefsinizdendir.” ve ol.
Bu söz, ne güzel. İyi geldi ruhuma. Sen hayrı düşün, hayır gelsin üzerine. İyi olacağım de
- Yüzün aydınlık, yüreğin aydınlık. Ne güzel sözler bunlar. - Senin de yüzün ve yüreğin aydınlık. Bedenin neden olmasın ki? -
Hayy’di şimdi olsun.
- Peki A’la. Elini hasta olan yerine koy şimdi. Ve oraya şifa aktığını imajine et. Yap bunu. İnanarak, güvenerek yap. Tam bir inançla. Az bir şüphe dahi olmasın. Zaten Rabb’in 35
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
sana bu imkanları bahşederek seni buraya gönderdi. Kullanıp kullanmamak sana aittir. -
İçlerde çok içlerde bir sızlama oldu sanki.
- Bağışlamak gereken durumlar söz konusu. Geçmişi bağışlamak. Daha içlerde, derinlerinde bir yerde sızılar var ise, bu geçmişinden kopamadığındandır. Zor konudur, ama böyle. -
Seyirme oldu, şimdi sızlama ağrıya dönüştü hekimim.
- Onunla konuşsana. Beden duyar. Bunu sen yapabilirsin ve sen yap. Her hücrenin bir beyni vardır. Ana beyninle ilişkilidir. Unutma her hastalık bir şifadır. Hasta oluruz, şifalanmak için. Her insanda bu şifa gücü vardır ve ortaya çıkarmak gerekir sadece. -
Zaman zaman bu isteğim güçleniyor ama istemiyorum.
- İstemediğin bir zamanda önüne geliverir. İşte şimdi geldi ve kendine uygula. Ben hekimim ilaç veririm. Lakin asıl iyileşme, sen istediğin zaman gerçekleşir. - Ya Meryem! Ölüleri dirilten İsa’nın Anası. Her dişide bu güç var. Onlar rahimleri olan rahimlerdir. Tanrı’nın yaratıcı sıfatıyla donatılmışlardır. Saf iman ölüyü diriltir. İman diriliktir. Can Bir. Canan da Bir. Sen hazırsan, Rab de hazırdır. Analar, yalnız rahimlerini kullanmaz doğurmak için. Bazı analar vardır, onlar da can çocuklarını doğurur; yüksek düşünceleri ile. - Hekimim. Allah razı olsun sizden. Beni manevi olarak da iyileştirdiniz. - Elini koyduğun hasta bölgeye sevgini gönder. Titreşimini değiştirdiysen, hasta bölgenin titreşimi de değişir. Öfkemizi yok edeceğiz. Nefretimizi bitireceğiz. Biz sevgiden var edildik. Sevgi olacağız. Şifa sensin. Sen gönüllere zaten şifayı verensin. Kendine mi veremeyeceksin? - İnsan kadar kendine zarar verme güdüsü yüksek bir varlık var mı acaba? İnsan bedeni bir mabettir. Ruh onda, iba36
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
det etmeye geliyor ama o bilinç nerede? Ten ile Canı Bir etmeye geldik Attar.
Yüksek Empati Tanrı’nın yaratma eyleminde asla tekrar yoktur. O Tanrı’dır. Tekrar etmez. Devamlı mayalandırarak yeniler. İnsanın dondurulmuş zaman aralığında gezmesi bile, tutkularını ve tutuklu olduğunu ifade etmektedir. İşte insanın çözmesi gereken sorunlarının en büyüğü şu olmaz mı: “Yaşamış olduğu tüm bedenlerindeki hatıralarını ona en son gelişinde yükleselerdi, ne kadar ağır bir yük olurdu.” İşte Tanrı bunu istemedi ve en son yaşadığı hâli hatırlamasına izin verdi. Bu bile O’nun yüksek merhametinin göstergesidir. Kısa bir ömürde bile ne kadar bağlantılarımız var ve ne kadar zor. Dünyadan sökülmek ve bedeni bıraktıktan sonra hepsinin bir sıra ile önüne geldiğinde yapılan hesaplaşmanın zorluğunu düşünmek bile istemeyiz. İşte bu nedenle buradan gitmeden her kişiyi ve olayı bağışlayarak gitmemizin önemini bilmeliyiz. Şimdi buna şu anda başlayabilir miyiz? Hemen şimdi.
Kırk yıl arzuladığı bir yanı nefsine vermedi. Beyler buyruğuyla kazılmıştır diye ark’dan su içmedi çok soğuk bir günde çıplak, üşüyen birisine arkasındaki kebesini verdi. Kendi üşümeğe başladı. Fakire: "Kebe almağa param yoktu; onun için benimkini verdim" dedi. Sordular: "Bu rütbeye nasıl eriştin?" "Müddeti ömrümde Cenabı Hak'dan başkasına hâlimi söylemedim" dedi. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Hz.Bişri Hafi Bölümü
37
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Kitap -
Bugün seni buralarda pek göremedim.
-
Yürüyüşteydim ustam.
-
Yürüyüşte mi yoksa düşüncelerde miydin yine?
- Böyle bir yüce erdemin, bu kuru bedende ne işi olabilir düşüncesi sardı her bir yanımı. Bu da beni yürüyüşe itti. Yürümek iyi geliyor. - Canın “nedene” ihtiyacı olduğu, görünmek ve bilinmeklik meselesi sarmış seni. Beden elzemdir ona. Beden mabettir. - Ruh, bilincini, bedende iken kurmaya geliyor, örtülere gizleniyor ve aramaya başlıyor ustam. Aradığı kim ki? Kendisinden başka kim mi var? Bunun da kısa yolu Aşk. -
İşte beş kitabı dolduran konu budur.
-
Dört kitap değil miydi ustam? Dört kutsal kitap.
- Hatırlarsan sana daima “canımsın” derim. Bunu sana “aynı kaynağız” bilinci ile söylerim. Çünkü ayrılık olarak gördüğünde, aslında bir ayrılık yoktur. Ama bir konu var ki, bilen farklıdır. Bilen bildiğini anladığı andan itibaren görevlidir ve hizmettedir. İşte bizlerin işi bu oluyor. Sen kitapla, ben hitapla bunu yapıyoruz. Beş kitabın manası da bir eliftedir. - Bu bir kehanet midir yoksa bir sır mı? Hâlâ dört kitap olduğunu biliyorum. Beşincisi hangisidir bilemedim. - Burada başka söz yeterli olmaz. Çünkü insana bir hedef koymak lazım. Biraz meraklandırmak lazım ki yola başlasın. Yoksa kendinde olanı fark etmesi ile kendini tüketmesi yeter. - Mesele idraki olmalı. Ayakların meselesi değil sanırım. Bu kafaların meselesidir. Sabah akşam başını secdeden kaldırmasa bile, bu idraki taşımıyorsa nafiledir. Bedenlerin tedavisi de idrakendir. 38
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
- Sana az evvel beş kitaptan bahsettim. Sende bu konu merak uyandırdı. Çünkü beş adettir. Beşinciyi bulmak da senin görevin olsun. - Sabahın seherinde benimle ol diyen Rabb’ime selam olsun. -
O vakit daha mı yakına geliyor O?
-
O hep aynı menzilde, yakına gelemeyen biziz.
- Düşüncen neredeyse oradasın. Düşüncen kiminle ise onunlasın. Düşünce menzilin nereye erişiyorsa, boyun da oraya kadardır. Sen bile düşüncesindesin O’nun. Gerisi ise bir topraktan elde edilmiş hamule. “O mu seni taşır, sen mi O’nu taşırsın?” Büyük soru budur. Hayy’di biraz düşün bakalım Attar.
Kuşlar Çok derinlere bir yolculuk. Bazen kelimelerin birer kanat olduğunu ve sana tutundukları vakit seni diyar diyar gezdirdiğine şahit olmak huzur verici. Gidemiyorum diye üzülme, beden gidemez ise, ruha hiçbir yol kapalı değildir. Kuşun kanadının nereye konacağı belli olmaz. Yüksekten veya alçaktan uçuşu yolcunun yoluna yol belirtir. Kuşlar alçaldıkça yücelen bir yaradılışa sahipler. Tıpkı Ademoğulları gibi. Yükseldikçe bir o kadar uzak, uzaklaştıkça da bir o kadar yabancı, adı sanı bilinmeyen diyarlardan gelir yine adı sanı bilinmeyen diyarlara yolculuk yaparlar. Değişimin zamanında, türlü şekillere bürünmüş turna misali döner ateşin çemberinde, bir daralan bir genişleyen, o ateşin çemberinde dönen canlar içinde canana arzuhal yazan naçiz canımıza selam verirler. Her devrin bilgesi, o zaman mekana uygun tecelli ediyor. Bizler Aşk diyarının çocuklarıyız. Bu yüzden Işıklar ülkesini 39
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
tercih ettik ve bu zamanda mekanlaştık. Dünyaya sevgiyi, aşkı, barışı ve neşeyi bu topraklardan yaymak görevindeyiz. Bizler hepimiz tek tek bunu yapacağız. Bu yüzden Aşk ile donanıp, Neş’eyi bedende muhafaza etmeliyiz ki, dosdoğru düşünebilelim. O daima bizimle. Bayezıd ın elinde bir gün güzel bir elma vardı, "Ne latif elmadır!" dedi. Hafiften "Ya Bayezıd! Benim adımı yemişe tıkarsın" diye avaz işitti Rabb’inden. Bayezıd sağ oldukça yemişi yememek üzere and içti. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Hz. Beyazid-i Bistam-i Bölümü
Tanrı - Bizim sorunumuz nedir biliyor musun? Ego’dur. Yani ayrı bir benlik olduğumuzu zannetmek. Öylesine derindir ki tüm hücrelerimize kodlanmıştır bu bilgi. Ayrıda durmak. Bunu biz yaptık. Toprak maddesinden bir hamuru kabul edince olanlar oldu. İşte çözüm de buradadır. Sen ve Ben’in bittiği yerde Biz başlar. Bizin bittiği yerde de, her şeyin yerli yerinde olduğu bilgisi. Aslında değişen sadece bizim idrakimizmiş deriz. Sadece değişen budur. Kendine varmak için tüm âlemi dört dönüyorsun. Ne ironi değil midir bu Attar? Gülelim mi şimdi hâlimize, yoksa ağlayalım mı? - Ustam Tanrı’yı keşfeden kimdir? Onun icadı ile ayrılık başlamadı mı? O ayrı bir yerde, ben ayrı bir yerde. O’nun karşısında bir “sen” mi vardı? - Zor sorular bunlar, düşünmekten dahi korktuğumuz. Hayy’di söyle bakalım hekim Attar. O’nu icat çok mu gerekli idi? 40
Ustam. Tanrı olmadan oluyor mu? Olsa nasıl olurdu?
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
Bu sorular yasak sorulardır. - Yasak senin ruhuna işlemiş hekimim. Kır o aynanı artık. Ayna ayna. Mümin müminin aynasıdır, sen bana, ben sana aynayız. Karşımızda olana bakınca kendimizi görüyorsak, aynaları kıralım artık. Aynasız saf ve katışıksız olana kadar. Karşılıklı iki aynanın karşısında ise bir adet varlık, sonsuz çoğaldığını görür. İşe bu aynaları kırmak ile başlamalı. Ortada sadece sen kalana kadar. Mümin mümine bakınca ayrılığın olmadığını anlayacak. Her yerde kendi olduğunu. Biz olduğumuzu anlayacak ki, sonrasında tevhid sırrına yürüyebilsin. Ortada olanın sadece O olduğunu, isimlerin, sıfatların O zattan olduğunu anlayana kadar, kır o aynaları. -
Kırmak bu kadar kolay ise kıralım gitsin ustam.
- Bunun için her insanın fırsatı vardır. Fakat şunu unutmamak gerekir: “Nefsinize rıfk ile muamele ediniz.” Kırmak eylemi acı çektirmek değildir. Hoşlukla olmalıdır. Rıfk ile. - Ustam ne yapacağız şimdi? Kızdığımızda kafasına vurmayacak mıyız? Aç bırakmayacak mıyız bedeni? Ya bir güzeli gördüğümüzde, kafanı çevir demeyecek miyiz kendimize? Ne yapacağız? - Bana inananlar kızmayacak olsaydı, kafirin evini altınla bezerdim. Bana inanmayanların görevleri daha ağır, onun için onları altınla sıvardım. O zaman kader seçenin elinde. Yani ben kaderimi kararlarımla kararlaştırıyorum. Kimseyi suçlayamam, anlamsız. Çünkü ben seçtim. İşleri bizim bildiğimiz gibi değildir O’nun. O’nun da zihinlerde yer etmiş, zanlardan öteye gidememiş düşünce şekli ve şemali değişmeli artık ne dersin? - Kainat düzeni aslında karışıklıktan ibaret. Öyle yat/kalk, dur/yürü, git/gel, tek düze bir hayat yetmiyor artık. Ve gün gelecek bunlar daha da artacak insanlıkta. Bulunduğumuz çağdan daha ileri bir yaşam tarzları ortaya çıkacak. Bizim günler boyunca yaptığımız işleri, birkaç saat içinde bitirebilecek41
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ler. Çünkü O seviyor çeşitliliği, bizim gibi seviniyor, üzülüyor, hüzünleniyor. - Ben de artık değişim istiyorum. Şöyle millet dudağını ısırsın. Ama ne yapacağım? Eh artık bir dahaki sefere diyorum. -
Nasıl yani ustam? Dudak ısırtan şey ne olabilir ki?
- Can tene, onu idrak ettiğini söyler. Ten de cana, iyi ki bendesin, benimlesin der. Çünkü seninle dünyayı tanıdım. Bir kuşun merhabasını duymayana ne denir? Salınan kanatlarıyla bir kelebek, en güzel dansın öğretisi değil mi? Kuşlar sana eşlik etsin. - Plân dediniz ustam. Başka bir yaşam için miydi bu söyleminiz? - Eh! Herkesin bildiği bir kimliğim var. Bunu yok etmek için neler yapılabilir? Biraz zor. Onun için bir dahaki sefere diyorum artık. Ona göre plân yapacağım Attar.
Zaman Zamanın maddeleştiği yerler var. Bu tamamen bizim algımızda vücuda gelen bir kavramdır. Zaman/Mekan algısı tamamen insan içindir. Zaman vardır ve algıda bu mekan olarak görünür. Çünkü beyin kayıtlarında bu bilgi bu şekilde kodlanmıştır. İnsan, mekanda yürümez, zamanda akar. Fakat o algısal boyutta, mekanda durduğunu düşünür. Ruhunun ise boşlukta olduğunu zanneder. Oysa ruh da kendi zamanında bir mekan algısı üzerinde varolur. Tanrı dahi bir zaman içerisinde mekan olarak mevcuda gelir. Tanrı katı bunun için denmiştir. Orada bir “kat” yoktur. Tanrı’nın bulunduğu kat aslında onun maddeleşmiş zamanıdır. Zaman, maddeleştiğinde katı bir mekan olarak görünür. Üzerinde yaşadığımız dünya, aslında bir zamandır. Dünya 42
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
zamanı. Zaman mekan olarak görünür olur. Dünya üzerindeki her mekanın da zamanı farklıdır ve anlayışlara göre şekil alır. Zamanın şekillerini, biz yeryüzünde mekânsal şekil olarak algılarız. Mekan değişti deriz oysa değişen zamandır. Zamanın titreşimi ve insanın zihinsel ve düşünsel katkısıdır bunu değiştiren. Biz bize verilen zamanı değiştirme yetisine sahibiz. Mekanın şekilsel değişimi, aslen onun zamansal değişimidir. Bu yüzdendir ki, insan mekana, olaylara değil, zamana hükmetme yetkisine sahiptir. Bu onun cevherine katılmış ve yaratılışta öğretilmiş bir erdemdir. Fakat bunu bilmediğinden dolayı kullanamaz. Hatırlayan ve bunu kullananlar ise, sizlerin Veliler ve Arifler olarak bildiğiniz bilgelerdir. Onlar kış günü yaz meyvalarını getirme özelliğine bu yüzden sahiptiler. Bu bir keramet, bir sihir değildi. Sadece zamanı değiştirme yetisini kullananlardı. Onların zaman algısı, onu seyredenler için mekan algısı olarak görüldü sadece bundan ibaretti. Bizlerin ölüm olarak bildiği şey de budur. Ölen kişi aslında mekan değiştirmiyor, zaman değiştiriyor. “Zamanı değiştiren, yeni zamana yol alır.” Maddeleştirdiği zamandaki varoluşunu sonlandırmak olarak bilinmelidir ölüm de. Başka bir zamanı maddeleştirerek üzerinde var olmaya devam etmek. Bu yüzden her canlı zamanını maddeleştirerek üzerine bir yaşam icra eder. Beden de bir zamandır. Bu yüzden şimdi, objelere bakarken, onların bir zaman olduğunu düşünün. Ve zamanın da, saat üzerindeki yelkovan ile akrebin yer değiştirmesi olarak değil, bir enerji biçimi olduğunu hissederek. Kendi kendini yenileyen ve dilediği şekle girerek mekan olan, ruhlara zemin hazırlayan bir tanrısallık. Bu zaman üzerinde, otoritenin olmadığı bir otorite yaratmak. Artık dünya denilince, bunun bir zaman algısı olduğunu anlamak işi biraz kolaylaştıracaktır. 43
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Dünyayı değiştirmek isteyenler, zaman algısını değiştirmeye başlasınlar. Kendini yenilemek isteyenler de, kendi zamanlarını değiştirsinler. Bu daha kolay olacaktır değişim için. Bu da yeni zamanın başlangıç bilgilerinden sadece biri. Zaman algısını değiştirdiğimizde, dünyanın da değişimi kaçınılmaz olacaktır. Bizler, zamanın geçtiği mekan üzerinde değil, bizzat zamanın içinde var olan yaratılanlarız. Zamanın içinde olduğumuzu bilmediğimiz için, mekan üzerinde olduğumuzu sanıyoruz. Oysa şimdi mekanın aslında bir zaman olduğundan haber eden anahtar cümleler bize sunulmuştur. Bundan sonraki zamanlarımız daha anlamlı olmaya başlayacaktır. O anahtarı kullanın ve kendi zamanınızı yenileyin. Zamanın dansındayız, mekan ise bir varsayılan. Mekanın örtüsünü kaldırmak gerek ki, hakikatini bilelim. Bu zaman diliminde maddeleşen insanlar. Zamanın rengarenk görünümündeki bilgilerini birleştirip, maddeleşen ve bedende görünen ruhlar, dünya görümünde olan zamanı değiştirmeye gelenlerdir. Bu zaman diliminde bu amaç için buluşanlar ve bir araya gelenler. Bizler mekan yolcuları değiliz, Zaman Yolcularıyız. Zamanı mekanlaştırarak üzerinde seyahat edenleriz. Zamanın var oluşunu gözetleyen ve her anını keşfeden zaman yolcuları. “Sevdiğin 1000 ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiye gönderilse, o şimdi kayboldu mu? Yitip gitti mi? Sevgin biter mi? Düşüncelerinden yok mu olur? Sadece mekan değiştirdi. Zamanda var olmaya devam eder. İşte ölüm de böyledir. Sadece mekanda değildir. Lakin zamanda varlığını sürdürür. İşte Ben de, senin mekanında değilim lakin zamanındayım. Zamanları eşitlediğimizde, bir aradayız. Sen beni düşün44
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
düğün AN, ben de seni düşündüğüm AN'dır. AN çakışması, senin zaman dilimin ile, BEN'im zaman dilimini birbirine yaklaştırır. Ve ortak bir “Mekan” oluştururuz.”
“Ahmed Antaki, birgün otuz müritle yemeğe oturdu. Ol gece yemek de az bulundu. Eliyle ekmeği pare pare eyledi. Müritleri önüne koydu. Ve buyurdu, çırayı götürdüler. Müritler yediler, doydular. Çırayı gene getirdiler ekmekten bir parça eksik değildir.” Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Ahmed İbnil Asım il Antaki
Ali - Ustam bir vakit bana “Hey, Ali gönüllü” diye seslenmiştiniz. - Hatırlıyorum, evet. Ali Gönüllü. Onların bir cinsiyeti yoktur. Cinsiyetsizler. Göklerde ne cisim vardır, ne isim, ne kimlik. Etiket sadece Arz âleminde şekil bulur. - O günden beri düşünür dururum, sorduğunuz soruyu. Eşik mi? Basamak mı? - Hmm evet. Yaşamak, neye basamak? Yoksa bir eşikten mi atlamak? Bir Hayal mi, yoksa bir Hakikat mi dürülüp insanın gönlüne konan? - İlhamlarımı size aktarmak isterim eğer izniniz olursa. Ali Gönüller. Onlar hiçbir zaman birbirlerine ekmek pişirmezler. Bir döşeğin iki yanına uzanmazlar. Birbirlerinin gözlerine bakmazlar. Lakin göklerde olurlar, uykularda buluşurlar, birbirlerine git öte demezler lakin, hadi şu yıldıza gidiyoruz diyebilirler. Değişik yaşamları göreceğiz oralarda bu akşam diyenler, şu temaşa tiyatrosunu birlikte seyredeceğiz bu akşam diyemezler. Herkesin gözlerine aşk ile bakarlar lakin birbirlerini 45
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ancak manada gönül gözleri ile seyrederler. -
Ne güzel düşünmüşsün ey Can.
- Bir ayakları Arşta seyrederler âlemi, bir ayakları yerde. İlahi Plân yaşamlarına tabilerdir Ali Gönüllüler. Bu bir akittir. Bir tür ilahi evlenme şekli. Bir söz, bir evet’tir. Onlar gönül kapısından adım atanlar. Hakk şahitliğinde “Evet” diyerek, sonsuzluğa imza atanlar. Göklerdir onların evleri. Yurtları ise Arz âlemidir - İşte sorduğumuz soru. Merak ettiğin cevaplar da gelmiş ardı sıra. Şimdi yeniden soruyorum. Basamak mı çıkmak, yoksa Eşik mi atlamak? Hayy’di hekimim. Konuş bakalım. Açıl!. Ve saçıl ki bizim de gönlümüzü aç. Uç! Uç ki bizi de birlikte kanadına al uçur. - Sen sen değilsindir mana âleminde. Sen, Rahman tarafını keşfeden Rahim, Rahim tarafını keşfeden Rahmansındır. Arz âleminde ise o R harfidir bu ikiliyi koruyan. Rahman r Rahim. İki denizi birbirine kavuşturmayan ilahi düzendir bu. Sevginin sonsuz koruyuculuğu. Benlik en büyük duvardır Rahman R Rahimler için. Bir aradalık ayrımcılıktır. Pişen kurufasulyenin tuzu az olmuş dediğinde o sonsuz sevgi biter. Biraz o tarafa dön de uyu dediğinde her şey sonlanıverir. Oysa göklerde her şey özgür, rüyalarda her şey serbesttir alabildiğine. Benlik duvarı, öldürür Rahman R Rahimlerin bir aradalığını. Birbirine ayn olan RAHMAN R RAHİMler. İki benzer form, iki ayn olan cevher, fizikte aynı yeri kaplayamaz. Biri diğerini yok eder. Bu yüzden ikisi arasına o gizemli R harfi konmuştur. Bu tamamen ayrı olmak anlamına gelmez. Rahman yokluğunda, Rahim varoluşunda yaşamı daim eder. İşte insan kendi ile bir araya geldiğinde biri yokluğa karışır. Hakikatli evlilik denilen bu. - Unutma ki, bu aktardıkların, şimdiki zamanınız için. Bu zaman diliminde tecelli eden. Plân işlerse, her şey yolunda giderse, gelecek nesiller ve yaşam biçimleri için, DNA’lara 46
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
zerk edecek. Devam et bakalım hekimim. Can kulaklarıyla dinleriz söyleyeceklerini. De hele bir. - Şimdi, Rahman R Rahim olanlar, yakın gelecekte Rahman Rahim olacaklardır. Artık bu bir sır değildir. Bu yüzden bize dendi. “Yaratıma Katkıda Bulunun”. Yeni bir model yaratma. Eski modelin kadın ve erkek bedenlerine yüklenmesi bitti. Yeni bir model yaratıldı. - O rüyada gördüğün ve merak ettiğin şeyin cevabı gelmiş. Rüyada küçük bir pasaj oldu. Bir hol uzanıyordu feza boşluğuna. Uzaya açılıyordu. O kapıdan birlik hâlinde geçilecekti. Sen ve Rahim tarafın. Sen ve Rahman tarafın. Rahim iken, Rahmansın, Rahman iken Rahimsin. - Evet ustam. Şimdi anlıyorum ki. O gördüğüm mekan, bir başka âlemde, bilinmeyen bir geminin mutfak tarafı. Bilgilerin piştiği ve beyinlere düşünce olarak yerleştiği yer. Çok kalabalık ama kimse yoktu. Rahman ve Rahim yan yanayken. Kalabalığın olması şart değildi ama herkes oradaydı. Bekliyordu. Yenen bilgi yemeğinin hazmı. Nerede diye soruluyorsa; ‘Dünya’dır yeri. Plân Gemisinin mutfağında pişen bilgi formları, hazmedilsin diye yaratıldı yerküre. - Bu rüya olarak sana gösterilen, Korunmuş Levha’nın küçük bir bölümü. Levha’nın dünyaya dönük yüzündeki minik bir bilgi dağarcığı. Ya sonsuz âlemlere dönük olan sonsuz yüzleri, hangisini ihata edebilirsin ki? Sonsuzluğu ancak sonsuzlukta idrak edenler, bedende bir ilham olarak hissedebilenlerdir Attar.
Mesaj İçimizdeki tanrısal gücü kullanmamızı engelleyen koşullandırmalar ve programlardan uzak durmalıyız. Bu gücü güncellememizin zamanı gelmiştir. 47
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Dünyanın ulaştığı bu son durum ve tüm yaşanan felaketler, aslında bizim değişemememizin verdiği düşük enerjiden kaynaklıdır. Bu Allah cezası değil, bilakis insanın kabiliyetsizliğidir. Yaydığımız düşük enerjilerin neleri tetiklediğini bilseydik, anında değişerek sonsuz gücün potansiyelini açığa çıkarırdık. Hormonlarımızın bizi tetiklediği şekilde yaşamımızı daim ettiriyoruz. Bunun farkına varıp, kalp ve beyin seviyesinden enerjileri aktive etmeli ve yaşama geçirmeliyiz. Dünya üzerine indirilen tüm dinler, insanın tanrısal gücünü nasıl kullanacağına ve geliştireceğine dair işaretler ve sembolik diller kullandı. Ve bazı olumsuz güçlerin dünyayı elinde tutması sonucu, bu varlıksal özgürlükçü bilgiler örtüldü ve içinden cımbızlanarak korku ve şiddetin olduğu bilgiler gün ışığında tutuldu. Tutulmaya da devam ediyor. İnsanlar bu korku ve şiddet bilgilerine bağımlı hâle getirildi ve sonuçta, bunu anlatan insanlara da köle durumuna getirildi. Bu parasal ve bağımlılık dolu gücü elinde tutmaya çalışan bir Negatif Plân var. Tanrısal gücü ortaya çıkaran ve insanı sonsuz bilgeliğe kavuşturacak bir Hakk’ın Plânı var. Maalesef biz şu anda binlerce yıldır, Negatif Plân tesiri ve esiri altındayız. O kadar bağımlı hâle getirildik ki, bundan kurtulmayı istemiyoruz. Unutmayalım ki, şu an nasıl bir yaşam tarzındaysak, tekrar dirilsek de, bu yaşam tarzının bağımlılğından kurtulamayacağız. Ancak şimdi bu yaşamımızda tanrısal gücü keşfetmek ve bunu açığa çıkararak yaşamımıza uygulamamız gerekiyor. Vaadedilen asli saadet budur. Bunu da ancak şimdi yapabiliriz. Ve yine kendimiz yapabiliriz. Negatif plânı beslemeyin. Onlar bizim bağımlılık enerjilerimizden besleniyor. Onların en büyük gıdası ve gücü, bizlerin ürettiği düşük seviyeli düşünceler. Bizi yönetmelerine izin ver48
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
memeliyiz. Bizi köle yapmalarına izin vermemeliyiz. Bu negatif plân, kendi özüyle ve tanrısal tarafı ile bağlantıya geçemediğinden, iyi insanların tanrısal gücünü ve tanrısal özünü kullanıyor. İnsanın kendi özüne ulaşacak olan tüm enerjileri engelleyerek, kendilerine doğru yol almasını sağlıyor ve böylelikle de yaşamda kalmaya çalışıyorlar. Buna izin vermeyin. Tanrısal gücünüzün sömürülmesine izin vermeyin. Negatif plân, senin Rabb’in ile bağından besleniyor. Gücünü emerek, azaltarak, daha fazla ulaşmana engel oluyor. Eriştiğin kadarı ile besleniyor. Bu onun gıdası. Nasıl mı yapıyor? Çeşitli masallarla, dogmatik bilgilerle, senin iyi olan bilgilere erişebileceğin yolları kapatarak, ancak bilebileceğin kadarını sana sunarak, seni bunlarla avutarak ve uyutarak yapıyor. Masallarla, hadislerle, laf kalabalığı ile kafanı karıştırıyor. Sen gece uykuda iken zihninden ve gönlünden tüm Rabbin ile olan o ilahi gücü çekerek, emerek alıyor. Çünkü gündüz seni düş âleminde tutuyor, gece de bunu gıdası yapıyor. Senin bir aracıya ihtiyacın yok ki. Sen zaten sana şah damarından daha yakın olan Rabb’in ile bağlantıdasın. O’nunla irtibattasın ve konuşuyorsun. Vahiy mekanizması durmadı ki! Allahın emirleri her an iniyor. Sen de bunları duyuyor ve işitiyorsun. Bu sana kafi değil mi? Neden Rabbin ile arana bir elçi koyuyorsun? Onu put edinip ona tapıyorsun. Buna neden ihtiyaç duyuyorsun? Sana akıl ve fikir verilmiş. Bir kalp verilmiş, bir beyin verilmiş. Neden düşünemiyor ve üretemiyorsun, yaratıma katkıda bulunamıyorsun? Bunları sorgulama zamanın gelmedi mi? Ve en önemlisi, Buna daha ne kadar izin vereceksin, seni aciz kılmalarına, seni köle yapmalarına? Özgürlüğünü elinden almalarına daha ne kadar göz yumacaksın? Unutmayalım ki, şu an ne isek, ne halde isek, ahiret diye tabir ettiğimiz, öte dünyada da aynı olacağız. Burada verdiğimiz opsiyonları, izin verdiğimiz durumları, öte dünyada da vermeye devam edeceğiz. Burada özgür irademi49
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
zi oluşturamazsak, öte dünyalarımızda da oluşturamayacağız. Ahiret/öte dünya denilen yer de, bizim kendi dünyamızdır. Tüm yaşamlarımızı da, bir bütün olarak görmeliyiz. Şimdi, burada değişemezsek, kainatın tüm evrenlerinde, tüm boyutlarında da değişemeyiz. Bu bir fırsat. Verilmiş ve bahşedilmiş en büyük fırsat. Şimdi değiş. Hemen şimdi. Farkına var ve enerjini kimselere verme. Negatif plânları besleme. Yaradılışa sağlayacağın katkını, Yüce Plânlara sağlayacağın faydaları, o negatif plânlara sunma. Sen bir Rahman Plânısın. Rahmanın Katında en baş köşedesin. Hakk seni özene bezene yarattı. Bunun hiç mi kıymeti yoktur? Bunu silip, o değersiz düşük enerji plânlarına köle olma. Onlara göz açtırma. Bunu yap. Hemen şimdi yap. Yarın senin için çok geç olabilir.
Halife rüyasında Azrail'i gördü. "Benim ömrümden ne kaldı?" Melekül mevt beş parmağıyla işaret eyledi Halife uyandı. Çok merak içinde olup Alimlere sordu ise de kimse cevap veremedi. Ebu Hanife'yi çağırıp sordu. Ebu Hanife eyitti: "O beş parmağıyla işaret eylediği muğayyebatı hamsedir (beş bilinmeyen) ki Allah'dan başka onu kimse bilmez. Surei Lokmanın son ayetini okudu: " 1- Kıyametin ne zaman kopacağını, 2- Ne vakit yağmur yağacağını, 3- Ana karnındaki çocuğun kız mı erkek mi olduğunu, 4-Adem oğlunun başına ne iş geleceğini, 5- Bir kimsenin nerede ve ne zaman öleceğini kimse bilmez." Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Hz. İmam Ebu Hanife Kufi Bölümü
O’na Aşk da O. Yine, Aşk O. O’dur vefanın adı. O’dur Aşkın Sahibi. Daha ötesi sadece yanılsa50
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
malar. Sadece beşeri yorumlar. Anladım ki, onların hepsi de yalandan öte değilmiş. Aşk sadece ve sadece Hakk’a imiş. Kalbimiz ve yüreğimiz, Aşkı sadece Allah’ta buldu. Ne güzeldir O. Sadık bir sevgili. Yüreğine her daim Aşkı veren bir Dost. Daimi bir Aşık. Samimi bir sevgili. Sıcacık bir Yar. Daha ne ister insan bu dünyadan. Ne umar ve hep umar. Ama bulduğu sadece Allah Aşkıdır. Gerisi yalan ve dolan. Yanılsamalar. ElEmin'dir O, elAşk'tır O. Sadece O. Mutluluğu daim ettiren de O. Huzuru sonsuzca veren de O. Ne güzel bir Aşıktır. Bir Yardır. Bir Dosttur. Bir Sevgilidir. Ne vakit seslensen. Sana ses verendir. Ne vakit üzülsen, kalbine neşeyi katandır. Ne vakit ağlasan, gözyaşlarını silendir O. Bedenimin Ruhumun Aşkımın tek Sahibidir O Gözlerimden bakan O. Gördüğüm her zerrede sadece O. Başka ne ister insan. Bu fani yalan dünyadan. Herkes gibi biz de yalanız ve faniyiz. Bir gün üzerimize toprak atacaklar. Ve anılar defterinde bir yazı olarak kalacağız. Korunmuş Levha’da bir anımız kalacak sadece. -
Geldiğinizi görmedim ustam.
- Yazdıklarını okuyordum. Kelimeler kelimeler, nerelerden nerelere gelindiğini, ne de güzel ifade ederler. Bu aşki ifadeler, madde ve manayı bir potada eriten, kelimelerdir. - O’nu hissetim dün gece ve uyandırdı beni bir ses. Ve yazdım. Kalem ve kağıttan ibaret oluvermişim ustam. Kaybolmuşum yok olmuşum gibiydi. 51
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
- Sen fani değilsin. Fani olan kendini sandığın sendir. Şu gördüğün, aynaya baktığında gördüğün Attar. O şüpheler içinde bir Attar. Yarın endişesi yaşayan ve henüz gelişmeyi bile anlamayan bir Attar. O senin fani olan yüzün. -
Peki başka yüzlerim de mi var ustam?
- Sen bu satırları yazarken, baki olan yüzün ile tanıştın. Onu derinden hissederken, derin uykulardan uyandın. Şimdi bir kuş cıvıltısı şakımaya başladı. Ne vakit ayrı olmadığını anlarsın, işte o vakit o duyduğun sesler çoğalır ve seni uyandırıverir. Ve bu satırları daha fazla yazacak olursun. - Zor zamanların yapı taşlarını diziyorum bir bir. Sonlarından bir Başlangıcın tam da kapısını aralarken hem de. - Rabb’in yolları tükenmez. Plânları da. Bakalım bugün ve her gün bize neler bahşedecek? - Ne ilginçtir ki ustam; bizler birbirimizle henüz barışamadık. Hâlâ daha savaş hâlindeyiz, kendi nefsimizle. Ve dolayısıyla da birbirimizle. Birbirini seven, birbiri ile dost geçinen insanlar dahi birbirlerinin hakikatlerini göremiyor. Birbirlerine hakikat gözü ile bakamıyor. Dost bildiklerimiz bizi hançerlemeye yemin etmiş iken, düşman aramaya ne gerek var? Bir düşman yok ki, var ise herkestir. Bir dost yok ki, varsa yine herkestir. Sen kalbinde dostu bulmuşken her yer düşmanla çevrilmiş kimin umurunda olur ki? İşte insanoğlu, ettiği ile mi kalacak? İnsan, henüz insan olmayı hazmedemedi. Oğulluktan bir türlü azad olamıyor. - Başlangıcı bilmek ve değerlendirmek için, sonunu yaşamak gerekmez mi? Bu gerçeği yerli yerine oturtmak için. İnsan sonuna geldi onu görsün de, başlangıçta kendine ne kadar değer verildiğini anlasın. - Gün ışığı çok uzakta mı kaldı ustam? Değer. Bir insana değer vermişsen eğer, tüm dünya bu değeri bilir. O tüm bilinçlere yerleşir. Biz zannediyoruz ki bir sabah uyanacağız ve herkes barış içinde olacak. 52
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
- Oysa bir insan yüreğiydi bunu yapabilecek. İşte biz hep O bir için çabalayanlarız. Ben gizlide sen ise ortada olarak. - Bir adım. Bir adım daha. Ve küçük bir adım daha. Tanrı’nın ayağı yere basar, eli de göklere uzanır. - İnsandır durağımız Attar. Oradayız ve buradayız. Bunları da aşmalıyız. Engelleri geçemezsek bir eser ortaya koyamayız. Eğer göründü isen insan içinde ve insan biçiminde, elbet nedeni de yine Hakk içinde. -
Değişim gelişmektir dersiniz ustam her zaman.
- Sana bir sır daha vereyim Attar. Bir gün senin kalemin, cümle âlemi sarsacak, yazdıklarından ilham alacaklar, felsefeni çözmeye çalışacaklar. Sözlerinden şarkılar besteleyecekler ve sen yüzlerce yıl sonrasındaki insanların gönlüne tekrar yerleşeceksin. Bunu unutma. - Nasıl olacak bu ustam? Bu dedikleriniz gerçek bir kehanet gibi. - Kehanet yoktur Attar. Gerçek vardır. Hayalini kur ve gerçekleşsin. Sen ne zaman yok oldun, işte o zaman yokta olan var oldu. Eğer yoku bilmek istedi isen, sen vardaysan O hep yokta olacaktır. Bu nedenle onu bilmek ya da bulmak senin seçimine bırakıldı. Hayydi gönlü zengin, bunları insanlara açıklayabilir misin? Varlık iddiasından vazgeçenlerin yolu budur. “Terk” senin düsturun olsun. Terk et ki, O’nu bulasın ve kalemine dökesin. - Ustam kalbime aydınlık verdiniz. Siz de aydınlık içinde olasınız. - İnsan “ben” olarak doğar. O “ben”den “BİZ”e intikal eder. Ve BİZ içinde yeniden BEN olarak doğmalı. “Ben”den BEN’e geçişin kapısı BİZ’liktir. - Sohbet ilahi sukünetin mayasıdır. Bu sohbetler seni geliştirir. Erdemini ortaya çıkarır. Tanrımız, Allahımız, Rabbimiz o kadar apaçık ve ayan beyandır ki, bu yüzden gözler onu hiçbir zaman göremez. O’nu sırlayan, kırk kat bohça 53
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
içine saklayan sen ve senin gibilerdir. Nebileri ve arifleridir. Bu insanda merak uyandırır ve o sırları bir bir açarak Rabb’ine ulaşmaya çalışır. - Peki ben insan doğasını nasıl aktaracağım? Bunu da mı sırlayarak yapmalıyım? - Sırrı aldın Attar. Evet. İnsana en yakın ümmeti bul ve o ümmetin doğasına, insan doğasını katarak yap ki, insan merak etsin. Kendi meziyetini, başka bir ümmetin içerisinde tanısın. Bunu aşkare yaparsan, kibre kapılır ve görmezlikten gelir. -
Kuşlar..
- Evet. Kuşlar ile yap bunu. Ve gelecekte en çok konuşulan bir kitabın baş kahramanını yarat. Hakikat nedir bilir misin Attar? Hakikat, her anını sen yaratırsın sözünde gizlidir. Bu bir oyundur. İlahi bir oyun. Sen de bu oyuna dahilsin. Bu sadece bir başlangıç. Anahtar senin elinde ve kilidini de buldun. Çevir ki kapıyı açabilesin. Önce sen gir keşfet ki, senden sonrakilere yol açılsın. Ve sen nerede bulunursan bulun, orası mayalanmalı. Senin gittiğin her yer böyle olmalı. Yer ve mekan seninle değişmeli. Oraya can suyu böyle akar işte. Bir insan bunu yapar ve yapmalıdır da. Bunu sen yap. Dünyada insan olarak bulunan, ama dünyaya dair olmayan biri ol Attar.
Nar Ümitsiz bir aşka hekim var mı? Var mı bunun bir çaresi dedi aşık. Aşkı tedavi edecek bir reçete var mı? Ben bulamadım. Aradım ama yok. Hekimim ama kendime bile çarem olmuyor. Bulamadım çaresini. Bu dertten ölüp gideceğim bir şehit olarak. Adımı da en son sileceğim defterinden. Ve ne derse evet diyeceğim. Yaktın beni, aldın kendine kattın beni. Kalmadı benden bir eser. Nefesine dahil ettin beni. İşte böyle 54
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
birini okumaktasın. İstersen yol yakın iken vazgeç bu sevdadan. Yoksa seni de yakacağım içimdeki ile. Kalbim huzur dolu, lakin sessiz kalmak, bana şifa. Sussam hamuş olsam kimseler bilmese, sesimi duymasa, sessizce erisem gitsem, ebedi dilsizlere karışsam. İçim tutuşmuş, yangınlardayım. Öyle ki, aşk bile yanıyor o nar ateşinde. Âlem yanıyor içinde Adem mi durur. Her şeyi yakmış alev alev gönüller. “Neredesin” diyene “ben buradayım” diyor. “Ya sen neredesin” diyene verilen cevaplar, afakta dolaşıyor. Duyan var mıdır acep? Rabbim bu kadar yük üzerimizde. Bizlere güç ver. Yoksa yokluğuna al, perişan olan aşıklarını duy. Onlara neşe ver, hüzünlerine eşlik için. Senliğine kat, inleyen yüreklerine rahmetini yağdır. Fırsatlar tanı seni bulmaya, tekrar tekrar aşık olmaya. Yabanın olmadığı aşkın yalnız sana olduğuna inandır bizleri. Suretten olanlara değil, Sen olan Seni dinleyenleri duy. Yalnız ve ebedi Seni. Öyle inceltti ki, ruhum kendine bağladığı bedeni tüm bedenlerde görmekte. Tanrım ayrılık bitti mi? Eğer öyle ise, bu kulun da bitti. Sana kurban olansa O. O’na bayram olsun bugün. Artık öyle derinlerdeyim ki, çıkılmayacak yerlerde. Ne sesim var duyulan, ne soluğum var alıp verilen. Çıkılmayacak yerlerde. Sus olmuşum. Suspus. Ne aşk kalmış, ne de aşık. Artık kimsenin bilmediği yerdeyim. Kimsenin ulaşamayacağı. Kimsenin duymadığı şeyleri fısıldıyorum. Şarkılar söylüyorum, çok uzaklardan. Ve ben kimsenin bilmediği bir yerde son anlarımı yaşıyorum. Hiç bilinmemek istiyorum, kimsenin adımı dahi anmamasını. Hiçbir anıda kalmamayı istiyorum. Hiç hatırlanmamak. Attar’ın içindeki Attar, günü gelir dile gelir. Attar olur, Hallac olur, Mevlâna olur, Muhyiddin Arabi olur, Hacı Bektaş olur, Taptuklu’nun Yunus’u olur. Adını ne koyarsan koy. Nasıl hitap edersen et. O sesini duyar ve çağrısını söyler. O’nu bilen55
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ler O’nu bilirler. Gün gelir güneş bahtlarına doğuverir. Biz edep ve erkanı kitaplardan okumadık. Kulağımıza fısıldanandı. Biz sevgiyi insanlardan almadık, kalbimize akandı. Biz ne yerdeydik ne de gökte. Bir ayağımız yere basarken, bir gözümüz göğü gözetler, bir elimiz Arşa dokunurdu. Biz Aşkı kulundan öğrenmedik, bizatihi Hakk’tan miras kalandı. Bize yapılanlar hatırlanmalı lakin, devamlı önümüzde durmamalı. Terk et diyor ey Attar. At içindekileri ki yüksel. Kuşlar kadar özgür ol. Kanat çırp Hakikate doğru. Unutma ki sen Hakk’a dedin Beliğ. O’na dedin Evet. Hakk’a eyledin Aşkı. Bundan gayrı yolun, yokluk yoludur. Yurdun yokluk yurdudur.
Dörtyüz sofi ile Beriye’ye girdi. Acıktılar. "Ya şeyh bize bir pişmiş baş, sıcak gerde (ekmek) yedirsen" dediler. "Oturun" dedi Hallac-ı Mansur. Elini hırkasına soktu, bir pişmiş başı, sıcak gerdeye sarılmış olarak önlerine koydu. Yaş hurma dilediler. "Gelin beni ağaç gibi sallayın " dedi Hallac-ı Mansur. Salladılar. Yaş rutab (hurma) döküldü. Doyunca yediler. Sordular: "Arif'in vakti olur mu?" "Yok. Onun içün ki vakit, sahibi fevt sıfatıdır. Kendi sıfatıyla aram eyleyen arif değildir. Arif makamı "Limeallah" vakittir. Feridüddin Attar Tezkiret-ul Evliya Eseri, Hallac elMansur Bölümü
Elçi - Attar, seni düşünceli görmekteyim. - Ustam. Evet, bugün sözlerinizi düşünür oldum. Her ne dense nasıl bir hayat kuracağım hakkında plânlar celbeder aklımda. - Peki nasıl plânlarmış bunlar? Bir eş, bir yoldaş mı diler 56
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
gönlün? - Ustam, sizden bir şey saklamam bilirsiniz. Lakin, bir yoldaş herkesin gönlünün dileğidir. -
Elbette, senin de olmalı.
- Çok fazla aday var. Her biri de bir işaretimi bekler. Onlarla selamlaşırım, lakin her sohbet devamını getirir ve nereye gider bilinmez. Bu yüzden biraz uzak durmalı der aklım bana. Çünkü hem buna gerek yoktur, hem de bizim işimiz çoktur, nasılsa sohbet edecekleri bir sürü insan var, varsın onlarla devam etsinler, bizimle olmasın, bu bir kayıb değildir. Kısacası durum böyle. Aşka ayıracak vaktim mi vardır ustam? - Haklısın Attar. Biz ayağımız dibe değmeyen sığ sularda yüzemeyiz. Bizlere “nihayeti” olmayan derinlikler gerek. - Benim aşkla meşkle işim yoktur. O yolun yolcusu türlü türlü ve çokçadır. Varsın bir eksik olsun. - Evet haklısın. Bir yüze baktığımda ondan parlayanı görüyorsam, ben ona onu anlatmalıyım, işim bu. - Kısaca, insanlar bedensel zevkler peşindeler, iki kelimenin belini bükme hâli onlarda peyda olmuştur. Ama benim buna ayıracak vaktim yoktur. Yani ben o durumu seçmedim. Benim onlara verebileceğim sadece sihirli kelimeler ve yazacağım kitaplardır. Dünya insanlarına onların istediklerini veremem, ama mana dünyalarına renk katabilirim, biraz da idrak. - Seni yıllardır tanırım, elime doğdun ve elimde büyüdün. Bana usta dedin, saygını sevgini esirgemedin. Hoş, ben de sana sonsuz sevgimi sundum. Bunu hiçbir beşeri kisve anlayamaz, bilemez. Sana şunu söyleyebilirim ki, sonu hüsranla biten hikayeler bizim yaşamımıza girmemeli. Bizim elimizden geleni biraz da olsa bildik. Ve istikametimizi belirledik. Gemimizin rotası bellidir. - Sadece “sade” bir aşkım var, temiz ve şefkat dolu. Ama alıcısı yoktur. Çünkü kimse aşkı istemez, onlar bedenler peşindedirler. Biz anlatmaya ve yazmaya devam ederiz. 57
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Bugün bilmeseler, yarının çocukları bilirler kıymetini, geleceğin çocukları. Kıymet verecekler, onları şimdiden biliyor ve duyuyorum. Onlar aşkın kıymetini bilecekler. Çünkü kendilerini bilecekler. Onlar doğdu ve hazırlar. Onlar bizleri onurlandıracaklar, aşkımızı yerde koymayacaklar. Biri çıkar bizim hikayemizi olduğu gibi aktarır. Belki bugün değil ama yüzyıllar sonra, biri gelir ve bizim hikayemizi, aşkımızı, sırrımızı aktarır. Şimdiden selam olsun o güzel yüreklere. - Hâlâ erkekliğinin gücünü anlatan, aptalın da aptalı diyebileceğim, yaşamını sadece alt organından gören, alim olmuş lakin insan olamamışlar var. Ve bunlar bizim gibileri eleştirirler, lakin ben bu konuda güler geçerim. Ne anlatayım ki, anlamazlar, duymazlar bile. - Bilinçteki yükselme, arzu, şehvet ve ihtiyaçlarda kontrolü sağlıyor. Bu bir gerçek. Bir başka gerçek de, insanın üst çakrası ne kadar yükseğe uzanırsa, alt çakrası da o kadar derine iniyor, iki taraflı bir bilgi. İkisinden birinin isabeti de, bir şans. - Bizleri eksik gördüklerini bilirim. Kendini vazifesine adayanları eksik bilmek. Ne yaparsın, varsın öyle düşünsünler. - Ustam, kimin ne düşündüğü bizlerin ilgi alanında olmamalı, bizim hedefimiz belli, yolumuz belli, yürüyemeyeceksek çekilelim ve yol açalım. - Evet insanlara, cinselliğin gerçeğini anlatsam anlamazlar bile. Onlar sadece tek eylemi cinsellik sanmaktalar. Cinsellik mekanik bir olay değil bir ruh birlikteliğidir. Tüm değerleri ile bir bütün oluştur. O biri ile aynı idrakte olmak şart. Cinsellik bir tartıdır. Bunu şöyle anlatabilirim. İnsan dengede kalmayı ve kontrollü olmayı sağlamalıdır. İlhamda yükseldikçe tanrılaşan insan, nefsine yenik düştüğünde de tanrılaşacaktır. İnsan ince bir çizgi üzerinde yürüyen ancak bir ayağı toprağa gömülü iken, başı hu'da olandır. Sürekli ilham alan ve 58
FELSEFESİ VE BÂTINİLİĞİ
ilahi sistemle rabıtada olan kişi zamanla tanrılaşır, bu kaçınılmazdır. Arada yere inmeli ve dünya ile meşguliyetini arttırmalıdır. Lakin sürekli nefsine yenik düşen için de bu böyledir. Bir şeyi zamanı geldiğinde eyleme dönüştürmek icaptır. Fakat vakitsiz ve yersiz sürekli zihni ve bedeni meşguliyet ise nefse yenik düşmektir. Bu cinsellik için de geçerli. Fakat her şeye de uygulanabilen bir yöntemdir. - Evet ustam. Olmak ya da olmamak. İhtiyaçlar ve engellenemeyen şehvet istekleri, onları sürükleyebilir. Bu çok doğal, bu bir dünyasal durum, çok normal, kimse yadırganmamalı, herkes kendi seçimini özgürce yapar, ben seçimimi yaptım. Daha ötesi yok. Her insan kendini çözümlemek ve tanımak zorunda. Öyle her esen rüzgara yelken açan, hedefini kaybeder. Burada sorun, hedeflerini tesbit etmemeleri. - Günü gün de edebilir insan. Nasıl işine geliyorsa onu yapar. - Ama, sonuç da iyi olmuyor tabiatıyla. Kayboluyor o tuzaklarda. - Bu bir seçim. Benim hedefimde insanlık var ve onları cinsiyet ayrımına tutmuyorum. - Evet, seçimler kaderleri, kaza hâlinde gerçekleştirir, bireyin kendi kararıdır. İçinde olmayanı ortaya çıkaramazsın. Zaten yoktur. - Yok ki çıkmıyor. Beni alkışlayın, takdir edin diye söylemiyorum tüm bunları. Durum bu. - Evet seni tutan yoktur. Olamaz da. Ama istemiyorsun. Ve aslında senin içinde olan da belirlenmiştir ve ortaya da çıkmıştır ve çıkmaktadır da. Kendi yol çizgini seçensin. - Ben kendi yapıma uygun seçimi yaptım sadece. Ruhsal ve fiziksel yapıma en uygun durumu seçtim ve ona göre yolum şekilleniyor. -
Evet, seçimi, seçene yaptırıyor. Hakk’ın işi bu. 59
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
- İçim fıkır fıkır kaynarken, tam tersini seçmedim. Bu zorla olurdu ve yürümezdi, yapıma uygun ne ise onu seçtim. Benim sadece şefkat dolu, temiz ve duru bir aşkım var. Onun da alıcısı yok. Ancak gelecek insanları kıymet verecek. Ve biz onlara yazıyoruz şimdi. - Belli bir düzen oluşmadan olmaz, oluşan düzenin şartları ondan doğanları belirler. Ve sende de öyle olmuştur. -
Liyakatinde olmayı diliyorum.
- Liyakat olmadan olmazdı. Ve sen de, çağlara adını duyuran Feridüddin Attar olamazdın.
60
Kuş Dili “Ey insanlar! Bize kuş dili (mantıku’t-tayr) öğretildi ve bize her şeyden nasip verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” (Neml Suresi; 27/16)
Feridüddin Attar’ın, Kuşların Dili eserinde mecazen kuşları kullanmasının elbet bir sebebi vardı. Kuşlar bir ümmettir. Onların doğasına insanın doğasını katmak icap eder. Eğer direkt insandan yapsaydı, o eseri okuyanlar, kibire kapılırdı. Anahtar buradadır. Neden direkt insan üzerinden anlatılsa kibire kapılırlardı? Batini açıklaması çok basittir. Kendinde olanın, başkasında olmadığını zan etmesindedir. Tüm mevcudat aynı hassaya maliktir. “Tanrısallık”. Kendini farklı görmek özelliği, onun aynı zamanda sınavıdır. Bu sınavı geçmeden, buralardan geçip gidemez. Başka bir ümmete dair anlatılanlar aslında insanı anlatmaktadır. Ve insan da, bunu okurken, benzerlikleri yakalamakta fakat üzerine alacaklarını almakta ve çoğunu da görmezlikten gelmektedir. Kuşlar değil de, insanlar üzerinden konu aktarılsaydı, kimse böyle değerli bir esere kıymet vermezdi. 61
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Kuşlar hikayesi ile yedi vadiyi aştırıp, Allah’a ulaşmanın ve karşılarında bir Tanrı değil kendilerini görmelerinin aktarılmasında elbet bir sebep vardı. İnce ve nazik bir nükte ile “Kendi Özüne” ulaşma bilgisi aktarıldı. Dileyen bunu masalsı bir hikaye olarak okur, dileyen de tasavvufi bir “yolculuk” olarak idrak eder. Seçim tamamen insanın kendisine kalmıştır. Rahatı ve konforu nasıl diliyorsa, nasıl icap ediyorsa, konuyu anlama biçimi buna göre şekillenir. Nedensizlik Bir Nedendir İnsan, kendi ile konuşmayı unutmuş ve cevap verenin kendisinin de olduğunu bilmeyerek, dinlemeyi de ihmal etmiştir. İnsanın sır katibi, yine kendisidir. Öyle ki, kendi ile vakit geçirmekten yoksun olduğu için, çevresinde olup bitenden de bihaberdir. Gökyüzüne bakmayı unutmuştur. Yıldızlar her gece sabaha kadar akarlar yeryüzüne. Bizim DNA’mıza zerk edecek tüm güç, yıldızlardan gelir dünyaya. Yaşam enerjimiz yıldız tozlarıdır. Ve bu her gece bitmez tükenmez şekilde gerçekleşir. İnsan karanlıktan korktuğu için, gece gökyüzünden gelenlere selam vermeyi dahi unutmuştur. Dünyaya atmosferden geçip yanarak inecek olanlara bir selam ver her gece. Çünkü gelenler, Yangın yerine geliyorlardır. Yanmayı kabullenerek iniyorlardır dünyaya. Sen de onlara merhaba demelisin. Dünyada ateş var, yangın var ve yanmadan bitmeyecek bir döngüdür bu. Dünya kanunlarına tabi olmak, dünyayı istemek ile eşdeğerdir. İşte insan için bir fırsattır bu. Tasadan yana ne var ise ateşlere atmalıdır. Yansın, kül olsun ki, küllerinden yeniden doğabilsin. Yeni doğmuş bir bebek gibi. İşte Simurg felsefesi. Halk arasında bilinen ismi ile Zümrüd-ü Anka kuşu. O bizim yüreğimizde ve en derinlerindedir ve her zaman da çıkmayı beklemektedir. Her insan, dünyaya beslenmeye gelmez. Tekamül etmeye de gelmez. Bazılarımız dünyayı beslemeye ve onu geliştirme62
KUŞ DİLİ
ye gelir. İnsan bazen sadece “insan mevcudadında” gizli olan ilahi yüzleri tanımaya gelir. Tıpkı Feridüddin Attar’ın kitabında kuşları farklı yüzlerden yorumlaması gibi. Kuşların her bir kimliği onların birer yüzü idi ve o eserde anlatılan tüm yüzler, insanda kodlanmıştır. Her kuş, insanın bir yüzünü yansıtmıştır. Batini manada ise, kuşlar kendi yüzlerini fark edip ya yola devam etmiş ya da yolda telef olup gitmiştir. İşte insan da, kendi yüzlerini tek tek keşfedip onlardan arınmadıkça “kimliksizliğe” kavuşamayacaktır. Çağlar boyunca, tüm aktarılan batini ve ezoterik bilgiler bize daima “ne ve niçin” sorularına cevap verebildi. Şimdi bizler de "nasıl" sorusuna cevaplar arıyoruz. “Ne ve Niçin soruları, hedefi sorgular. Fakat “Nasıl” sorusu, süreci çözer.” Bu da bizim, bu dünyadaki görevimiz. Çünkü her zaman ve mekanın mevcut ihtiyaçları, o zaman ve mekanın özüne yönelik oldu. Şimdiki zamanda ve mekanda, insanların ihtiyaçları da “nasıl” sorusunun cevabını idrak edebilecek düzeyde ve bu yüzden cevaplar da peşi sıra sunulmaktadır. Çözüm sorunun içinde idi daima, ama nedense soruların bir yanıtı içinde beklettiğini hiç bilemedik. Bir soruyu sorabilme liyakatına erişen kişi, onun yanıtını da hak etmiştir. Şimdiki zamandaki insanlık, bunu hak ettiği için de, soruların cevaplarına erişebilmektedir. İnsan nefsi yüzü ile düşünmediği zamanlarda asla yanılmayacaktır. İçine kendini kattığı her ne ise ona çok dikkat etmelidir. Ego hileleri çoktur. Benci olmak, bencil olmaya götürür insanı. Nasıl olacak sorusuna cevap da şöyle olur: “Kontrol edeceksin kendini”. Bu kontrol nasıl olacak onu da anlatmak gerekir. İçinden dışa kendini vuran her ne ise, ona “ayrık” diyemeyiz, o zaten bizden kendini meydana vurandır. Senden kendini dışa vuran her maarifet, seni boydan boya o boya ile 63
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
boyar. Kenarda kalamazsın. Hakk halkasına girmişsindir. Bu yüzden Hakk sana bir marifet, bir yetenek vermiş ise, bunu senden görmek ister. Ve sen de verilen bu yeteneği, insanlık adına sarf etmelisin. Ama senin elinden olan, Hakk’dan gelen maarifet üzerine olduğunu da asla unutmadan. Ve daima Varlıksal ilkelere saygı duyarak, kendi özüne de saygı ve güvenmeyi asla terk etmeden. Feridüddin Attar felsefesinde önemle işlenen konulardan biridir bu. İnsan sabah uyandığında “Ya Allah” demeli, ya da “Ya Rezzak”. Bunu demiyor ve insanın mahvolması için cinlik ve hinlik peşinde plânlar yapıyorsa bilsin ki, insanı kirleten düşünceler üreten, aslında kendi zihnini kirletiyordur. İnsan insanı mahvetmeyi dert edinmiş ise kendine, kendini mahvetme yolunu seçmiştir. İnsanların çok azı “afak bekçisi”dir. Yani ufuktan gelen ilhamları, sezgileri, vahiyleri alıp aktarmakla yükümlüdür. Bazı insanlar da dünya işlemcisi. Onlar da gelen tüm ilhamları yürürlüğe koymakta ve işlemesini sağlamaktadır. Ve insanlığın büyük çoğunluğu da bu iki oluşun içerisinde yaşamlarını uyuyarak daim ettirir. İşte sorgulanması gereken en önemli sorgu şu olmalı: “Ben, bu halka içerisinde hangi noktadayım?” “Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.” (Enam Suresi; 6/38)
Feridüddin Attar felsefesi tamamen “terk” üzerine bir yapıdır. Eserlerinde terk üzerine hikayeler işlemiştir. İnsanın en büyük mahareti, terk etmeyi seçmesidir. Güzellikleri var edeni, bizlerin kullanımına verdiği sadece paylaşın dediği yarattıklarını, terk etmeyi seçmek. Bu şekilde içimizeki ışığı 64
KUŞ DİLİ
asla bulamazdık. Bunun için yine bizlerden hatırlatıcılarını gönderir Attar gibi, Muhyiddin Arabi gibi, Hallac-ı Mansur gibi, Mevlâna gibi. Ve biz onları reddettik, kovduk, zem ettik, hatta öldürdük. Onların her biri birer Aşk Şahidi oldular ve sonunda da Aşkın Şehidi olarak dünyadan ayrıldılar. Sadece fiziken bir ayrılıştı bu. Yüzlerce yıl boyunca, her zamana damgalarını vuranlardı onlar. Binlerce yıl boyunca Hakk görevlileri dünya üzerine, Aşkı anlatmaya geldi, gelmeye de devam ediyor. Şimdi aşıkların saçtığı ışığı gören gözler, onun parlaklığı karşısında kendi özüne yaklaşmayı umabilir ancak. İşte aşk yol açıcıdır. Olmazsa olmazımızdır bizlerin. Sevgisiz bir dünya, ancak acıları var eder ve öyle sürdürülüyor. Birkaç iğne ucu açıklığında ışık saçılmaya başladı dünyamızda ve herkes bunu genişletecek yeni görevlileri burada bulacaklar. Umut varsa, görev de var olacaktır. Elbet görevlileri de. Onlar Hakk sözünü dile getirdiler. Sözler Ayn'ılık kazanmışsa eğer, bu bizden değil Hakk'tandır. Hepsi Hakk’tandır, hakikattir. Ama kul kendinden bilir. Gerçi idrak uyanmışsa, ayrılık bitmişse arif her iki şekilde de konuşabilir. Çünkü görevli Arifler daima yetkindir. İşte Mantıku’t Tayr eserinde, Feridüddin Attar, Kuşları Simurg’a vardırmayı hedef seçmiştir. Varıp varmama sorunu da değildir bu. Varmayan yoktur. Vardığında orada olduğunu bilen de yoktur. Ama insanların zihni tek düzlemde çalıştığı için bütün hikayelerde bir son olmalıydı. Bu eserin de sonu, Simurg’a varış ile nihayetlendirildi. Aslında, batini sır şudur: Bu başı olmayan bir hikayedir, sonu nasıl olsun. Varışın ne başı vardır ne sonu. Asla sonlanmaz. Her bulduğunda aramaya devam edersin ki, bulmayan da arayamaz. İnançlar uyanmadan, talepler artmaz. Allah ile kul arasındaki Aşk bile, yeri gelince bir engeldir. Ve aradaki uzaklaştıran her ne var ise vakti zamanı gelince terk edilir. “Ben yakınım” demesi dahi bir engeldir. O yakınlığa erişmek için yola düşülür. Maksada varmak için yol bir heyecandır. O heyecan ki, 65
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
bulduğun anda sana onu tekrar tekrar yaşatır. Yoksa neden bu âlemden gizli dursun? Aşikar olsa, ortada olsa idi, heyecan olur muydu? İşte öyle engeller konacak ki, sözlerle ifade edilecek ki, kul ayrıda olduğunu sansın ve arayış heyecanı ile yollara düşsün. Mantıku’t Tayr eserinde Feridüddin Attar, hikayenin sonunu, Beka’ya varan kuşların Simurg yerine kendilerini görmesi ile sonlandırmıştır. Allah’ı aramak için yola dökülenler, kendi özleri ile karşılaşacaklardır. Çünkü bu âlemde O’ndan başkası yoktur. Lakin işin heyecanı da “yol”dadır. O heyecan da, her dilde aktarılagelen, maddede ve manada olan Aşk’tır. Yolcular ise Aşık. Vardıklarında gördükleri kendileri olan Maşuk’tur. Her varışın sonunda da Aşık ile Maşuk Bir’lenir. Ve bu sonsuza dek sürer gider. Ruhsal bir amaç için bir araya gelmeler ve beraberlikler hakikatte “eş”liktir. Fizik âlemde ikilik vardır. Oysa Ruhta ikilik yoktur. Ruhta teklik olunca bir varış ve bir menzil söz konusu olur. Oysa heyecanı arttırmak için fizik âlemde ikilik olarak tezahür eder ve yol uzatılır. İşte arifler, bilgeler, her yerde uçan ve her yere inen Simurg kuşu gibidir. Onlar kendi kaderlerine sahip olan kişilerdir. Şimdi bizlere de bu kanatlar takılsa idi, “uç dilediğin zaman ve mekana” denebilirdi. Dileğin gibi uç. Bizi kim tutabilir? Kim engel koyabilir? Dilersek, içimizde bize daima göz kırpan Simurg’a soralım? Zihnimizi bir kontrol edelim. Yetebildiği oranda da kendi anlayacağımız dilden kelimelerle sorular soralım. Bedenimizde kanı dolaştıran damarlar gibi, zihnimizde de düşüncelerin dolaştığı damarlara bir göz atalım. Kelime haznemiz, ancak idrak genişliği kadar yol bulacaktır. Ve ruhumuzun derinliklerindeki Simurg kuşuna sorular soralım. Ancak cevabı alacak liyakatte olanlar, soru sorabilir mantığı ile. İşte böylece içimiz ve dışımız birleşir. Tevhid neden esastır? İşte bu yüzden gereklidir. İçimizde olanı dışımıza çıkaramadığımız sürece, hep ikilikte kalacağız. Rabbim ve Ben. Kul ve Tanrı. Ruh ve Madde. Öz ve Cevher. Bedenim ve 66
KUŞ DİLİ
bedenimin yaratıcısı ikilemleri. Bu ikilemler, dünyada olduğumuz içindir ve zihin devreye alındığından dolayıdır. Zihin devre dışı bırakıldığı anda, birlik ruhu hissedilir. Bu ikilemleri birleştirip tevhid edebilirsek, soruyu soran da, cevabı veren de tek bir varlık olacaktır. Ve cevaplanamayan hiçbir soru da kalmayacaktır. İmkanları kısıtlı bir bedende ve dünya mekanında, dondurulmuş bir zamandan, dilediğin an fırlayış ve yayılış. Tüm zaman ve mekanlarda bir seyyah, bir gezgin. Dilerse Arşta, dilerse Ademi Levha’nın biçimlerinde, dilerse dilediği tüm boyutlarda gezinen bir gezgin. İnsan kendini tevhid etmeden bunlara kavuşamayacağını da bilmelidir. İşte bu yüzden Feridüddin Attar, eserlerinde Tevhid Yasasına büyük önem vermiştir. Biz de bu işin nasıl olacağını sizlere aktarmayı uygun gördük. “Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla yönelipdönmekte olanlar idi.” (Sad Suresi; 38/19)
Bâtıni Kapılar Düşünceler, “günlerin geçmesini durdurabilir misiniz?” diye kapımızı ısrarla çalmaktalar. Biz de o güzel düşüncelere cevap vermek istedik. “Elimizde olsa idi”. Düşünceler gülümsedi ve “o zaman bu beden olmadan, yaşamak dediğini, nerede var etmemi isterdin? Bunca heyecanı çekmek neden zor geldi insana? İnsan demek ki kendi var oluşunu göremedi. Biz de görsün dedik ve yaşamı ellerine teslim ettik”. Evet, yaşam madde ve mana ile bir bütündür. İkisine de özen göstermeli. Biri diğerinden daha önemsenirse, yaşam aksar ve bir ayağımız topallamaya başlar. Topal bir ayakla da 67
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
çok fazla yol gidemeyiz. Ve ikisini ayıran, süreci yavaşlatır. Zaman, bedeni eskitmekte ama buna karşın ruh seçkinleşir. Ruhun öne çıkmasına tecrübe diyoruz. Tecrübe sadece dünyevi işlerle ilgili değildir. O işleri yorumlayan bir mana sistemi vardır. Ve o sistem, duygusal zekayı da geliştiriyordur. Bu da çok önemli bir kavramdır. Bunun üzerine şöyle sorulabilir? “Tüm bunlar gereklidir evet. Ama ne için?” Sadece beden ile bir yüzünü göstermek ile anlaşılamaz varoluş. Mana yüzü de zenginliğini oluşturur ruhun. Nasılsa toprağa vereceğimiz bir bedenimiz var. Ruhun zenginliği de bütüne hizmet eder. Ayrı bir ruhumuz yok ki zenginliği ile sonsuzluğa doğru devam edelim. Gün gelip de toprağa verdiğimiz bedenimiz ile, her sabah atık hâlinde kanalizasyona gönderdiğimiz şeyler arasında bir fark yok mudur? İşte bunu düşünen insanlar beşerlerdir. Yani kısa nefes alanlar. Sadece dünya hayatında nefes aldıklarını ima eden insanlar grubu. Oysa bizler, bu kitabı okuyanlar, uzun soluklu olanlarız. Sonsuzluk oyununda, uzun bir soluk alan insanlar. Biz, her insanın kuşunu kendi boynuna doladık. (İsra Suresi; 17/13)
“Uzun soluklu da olsak, yine bedene ihtiyacımız olacak ve o bedene girdik mi, bu yaşamdan ne farkı olacak ki, sonuçta yine bedenin mahkumiyeti altında esarette olacağız” diyebiliriz. İşte böyle bir soruya can alıcı bir cevap da Feridüddin Attar felsefesinden gelir: Bedende değilsin. Bedeni kullanıyorsun. Projekte ediyorsun. Var olmanın ortaya konduğu bir oyunda, oyuncularız sadece. Ne ‘var’ vardır, ne de ‘yok’ vardır. Sadece gözlemci vardır. Ve bu çok üst bir bilgidir, dünyaya 68
KUŞ DİLİ
indiğinde ise çok işe yaramaz görünür. Çünkü gün içerisinde sürüyle haksızlıklarla mücadele eder, ödemeleri yapmak için çaba harcar, çalışmak zorunda kalırız. Fakat bilinmelidir ki, bu bilgiler birer mirastır. İnsandan insana. Nasıl ki, 12. yüzyılda dünyaya inen batini bilgiler o zamanlarda anlaşılamamıştı fakat şimdi anlaşılıyor ve uygulamaya geçiliyor. Bu kitapta yazdığımız ve konu ettiğimiz tüm bilgiler de ütopik birer hayal gibi geliyor. Fakat değil. Okuduğunuz anda zihninizi besliyor, sonra bedeninizde mayalanıyor, ruhunuza eriştiğinde ise, bir sonraki yaratımda uygulamaya konmak için kodlanıyor. Ve yeni doğanlara kodlanan bu uygulama verileri, zamanı gelince açığa çıkıyor. Eski vakitlerdeki anlaşılamayan batini bilgiler, şimdi idrak ediliyor ve üstü açılıyorsa, şimdiki ütopik hayal bilgileri de vakti zamanı gelince uygulama sürecine girecek. Bizler bunları okuyoruz fakat geleceğin çocukları bu bilgilerin uygulayıcısı olacak. Ve gelecekten, bizim zamanımıza baktıklarında, “evet birileri bunları hayal etmiş, biz de uyguluyoruz” diyecekler. Bu yüzden her insan, incelmeli, incelenmeli, kendi içine daha da yaklaşmalı. Senin sen olmadığını anlatıyoruz sizlere, başka bir “senden” bahsediyoruz. Gelecekte uygulayıcısı olacak bir “sen” gördüğümüz için bunu yapıyoruz. Bugünün insanlarının konuştukları her şey, yarının insanlarının uygulama bilgisi olacak. Bizler hayal ediyoruz, onlar yaşayacaklar.
Günah - Sevap Bizlerin günah olarak adlandırdığımız, ilahi döngüde, eğitici sisteminin dinamiğidir. Bizler onları günah olarak görmeye devam ettiğimiz müddetçe, gelişimi idrak edemeyeceğiz. İdrak edilmediği sürece de, insanlık tekamülü, ağır aksak yürüyen bir topala benzeyecek. Eğitici sistemin dişlileri arasında olan insan vardır. Bazen can yakar, bazen canı hoş tutar. Biz 69
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
buna günah/sevap ikilemi adı veriyoruz; kaçınılması gerekenler ve yapılması zorunlu kılınan şeyler olarak. Oysa biz o kavramlara, "geliştirici sistem" ismini verdik. Bu kavramların bir an evvel, yüksek şuurlu idraki ve yeniden revize olacak yapılanmaya ihtiyacı vardır. Artık cehennemleri soğutup, gül bahçesine çevirme vakti geldi. Ama buna rağmen, karşıt güç boş durmuyor. Kendine din adamı ismini verdiği şeyhlerle beraber çalışıyor. Karşıt güç, dünya ve insan var olduğu sürece, daima olacak. Kısaca Karşıt olmadan Rahman olmuyor. Bizi kendimize yaklaştıran, bizden olmayandır. Lakin bizimle olandır. Şeyhler artık tarihe karışıyor. Ve put yapıcılar. Elleri ve cüzzi akılları hiç boş durmadı. Lakin bizim de elimiz ve Külli aklımız hiç boş durmadı. Bizler ve bizim gibi olanlar daima varız. Hep vardık. Hep var olacağız. Adımız ve suretimiz değişse de dünya tarihi içinde, tadımız asla değişmedi. Adımız fani. Tadımız Bakidir. Rahatına düşkün olanın sandalyesini altından çekmek de gerekir bazen. Arada bir sandalyeye bakıp “seninle olmaktan memnunum” demek lazım. Rüzgar nereden esse, oraya dönen yüzler. Tanrıcıklarının yanar/döner bin-bir suratına secde hâli. İnsanlığından acze düşenler, ilahları çoğaltma yarışında. Kendi muhteşem enerjilerini nasıl da heba eder, görmezden gelirler. Feridüddin Attar, eserlerinde, hikayelere yer verdiği her satırda, günah-sevap ikilemine çokça değinmiştir. Her konuda, günah-sevap konusunu ilişkilendirmiştir. Şeyhlere ve tarikatlara meyil etmemiş ve uzak durmuştur. Herkesin kendi vicdanını sorgulayan Büyük Yargıç’a güvenmesi gerektiğini de, gizli bir mana olarak iletmiştir. Biz de o gizlerin üzerini bir bir açmayı uygun gördük. Bu yüzden Feridüddin Attar felsefe70
KUŞ DİLİ
sinde bu konuya kısaca da olsa değindik. O, kendi menzilinde bir güneş. Nuru ile âlemleri aydınlatan. An içinde bir zamanda, yerin yüzünü döşek yaptı, bedenleri de zaman bilgisine kodlayarak yaydı. Göğün yüzünü de kubbe yaptı, genişletti ve yerin yüzünü örttü. Zaman, mekanda ve bedende bir algılama biçimi görmez misin? Oysa An ise, tüm zamanlardan münezzeh bir Yaratım Esması. Yanıtlar burada gömülü. Ve sahibini bekler. Günah ve sevap sarmalından ya da endişesinden kurtulanların ifadeleridir bunlar. Bilgi seviyesi, kişinin gelişimine bağlı olarak aktarılır. Sen büyürsen, olgunlaşıp idrakte yükselirsen, O da öyle yapar. Sana olan ilhamların idraki ve anlayışın da büyük olur. Ve O, senin gözünde çok büyür, seni kuşatarak yokluğuna eriştirir. Onların üzerine sürü sürü kuşlarını gönderdi. (Fil Suresi; 105/3)
Kendini din adamı olarak atfedenler, sana seni unutturur, yapacağın ve yapamayacağın şeylerin listesini verir. Seni, gökyüzünde zalim bir tanrı ile korkutur. Ateşli bir cehennem tasviri ile senin tüm hayallerini sınırlar ve o sınırlar üzerine de kendi cennetini inşa eder. Seni din kisvesi adı altında, mezheplere bölen düşünceleri beynine zikreder ve seni cahil kılar. İbadeti bir hedef, inancı da sana hediye olarak sunar. Politik birtakım mesajlar ile kafanı karıştırır. Düşünmene mani olur ve düşündüğü şeyleri de sana dikte eder. Sana günah kavramı ile ümitsizliği aşılar. Seni ikinci sınıf bir insan görünüme bürür. Yiyen, içen, çiftleşen, bolca uyuyan ve düşünemeyen bir model yaratır. Ve bunu da sana dayatır. 71
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Kendini bilen bilge arifler ise, seni sana hatırlatır. Yapacağın ve yapamayacağın şeyleri sıralamak yerine, sana özgür ve hür iraden ile hareket etmene mani olacak her şeyi yaşamından uzaklaştıran bir düşünce tarzını sunar. İdrak genişliğinde ve vicdan özgürlüğünde bir yaşamın kapılarını açan şifreleri sunar. Sana “nasıl” olacağının bilgisini verir. Seni irfan erdemi ile bütünleştirir. Hakikat Eri olarak, dünyada şehvetini ve nefsini müslüman eden bir bilgeliğe doğru yürümeni sağlayan yolları açar. İbadeti ve inançları bir araç olarak gösterir ve zamanı gelince her birini terk etmen için sana batini sırları bahşeder. Politik ve siyasi değil, samimi olur. Seni göğün yüzündeki zalim tanrın ile değil, kalbinin derinliklerinde, yalnızlığında konuşan, kendi öz benliğin ile buluşturur. Yozlaşmayı değil, değişimi hedef alır.
İnisiyasyon Ruhsal Tekamülde, Toplu inisiyasyon devri mühürlendi, Son Nebimiz ile. Bundan sonra kendi gelişiminde tek ve yalnızsın, herkes boynuna dolanan kendi kuşu ile kanatlanıp uçacak. Bu yol yalnızlık yolu. Gönül kuşunun sana naklettiklerini İşit! Bilge Ruhlar, dünyada yaşayan değil, her zaman ve her mekanda kendi dünyalarını inşa edenlerdir. Kaderini yazanlar ve onun yaşayanı olanlar. Kaderini yaşayanlar ve daha sonra onu dile getirenler. Yaşam "Korku ve Ümit" hâlleri içinde seyreder durur; içerisine huzuru ve mutluluğu da katarak. Lakin, öyleleri de vardır ki, onların yaşamı "şans" değil, bir Hakk Ediş'tir. İşte onlar, dünya irtibat komutanlarıdır. Dünya ile aralarında bir bağdır, “biz” âleminin. 72
KUŞ DİLİ
İşte böyle ariflerden bir arif, velilerden bir veli, nebilerden bir nebi olmak nasıl bir durumdur? O kadar kolay mıdır “Ben Arifim, Veliyim, Nebiyim” diyebilmek? Sonsuz Sabır, Sonsuz Sevgi ile sınanmış olanlardır onlar. Acıyı şerbet etmiş, ateşten gömleği giymiş, kılıçtan keskin bir yolda yürüyenlerdir onlar. Işık saçmak, önder olmak, “hatırlatan” bir mesajcı olmak bilindiği üzere kolay bir yol değildir. Bu yolun aşamaları ve kademeleri mevcuttur. Kuş dili, aslen Ruhun dili olduğundan bahsettik. Ruhun İnisiyasyonudur bu. Ruh inisiye olacak ki, ona eşlik eden Zaman ve Madde de inisiye olabilsin. Ruh geliştikçe, özündeki bilgiyi tecrübe ile açığa çıkardıkça, Zaman manası da gelişir, Madde de değişime uğrar. Her Zaman dilimine ve buna bağlı olarak Mekana etki eden tesirler, Ruhtan kaynaklanır. Lakin Ruh da, Maddenin vermiş olduğu kaba etkileşim ile özündeki ince etkileşimi birleştirir ve tekamül eder. İnisiyasyon bilindiği gibi kolay değildir. Ezoterik tüm bilgilerde, eski Mısır öğretilerinde de yıllar yıllar süren bir zamanı kapsayabilir. Arınmak, terk etmek, kabukların bir bir kırılması, bilginin tatbikatı, gelişim ve değişim çok zorlu bir yolculuktur. Birkaç günde, birkaç ayda, birkaç yılda olabilecek bir durum değildir. “Yukarısı ile Aşağısı benzerdir” denir Kadim bilgilerde. "Biberin has olanı oluşsun diye, çiftçiler, on gün boyunca, suyunu vermeyi keserler, ki acılasın, o acı ile yoğrulsun. Tadı muhteşem olsun. İşte hayat da böyledir. Bazen Abb-ı Hayy suyunu doya doya içeriz. Bazen de o su, olgunlaşmamız için bizi yalnız ve bir başımıza bırakır. Acı da Tatlı da insan içindir. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Her şey, vaadinde, tam da zamanında, amacına ulaştığı vakit, başka bir oluşuma kendini bırakır. Ve varlıklar, sonsuz yolculuklarında, o tadın keyfi ile seyre devam ederler. İnsanlığın kadim bilgilere ve batini bilgilerin açılımına da ihtiyaçları vardır. Kutsal olan sözlere ve İlahi ayetleri okumaya ve onları derin düşünce ile tefekkür etmeye de zaman ayırmalıdır. Ki doğruyu yanlışından ayırt edebilsin; 73
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
çöpü samanından ayırabilsin; iyi ile kötünün ne olduğunu anlayabilsin; kolay ile zoru bilebilsin. İnisiyasyon kolay bir yol değildir. Para verilerek satın alınabilecek bir “değer” de değildir. Kimse ücretini vererek değişemez ve gelişemez. Aydınlanma ve inisiyasyon gülen gözlerle yapılan bir çalışma değildir. Kabukların kırılma çalışmasıdır. Gözyaşları ve acılar içinde yapılan bir çalışmadır inisiyasyon. Aynen Kartalın belli bir yaşta hayatına devam edebilmesi için gagasını kırmak zorunda olduğu gibidir inisiyatik çalışma. Zamanı gelince, kuş yavrularını uçabilmesi için, anne kuşun onları aşağı atması gibidir inisiyasyon. Uçamayan yere çakılıp ölecektir. Uçan ise, kanatlarını geliştirecek erişkin bir kuşa dönecektir. O nedenle “cennetin yolu cehennemden geçer” denmiştir eski kadim bilgilerde. Egonuzu parlatmak sizi geliştirmez. Ancak dünyasal, geçici bir güzellik katabilir. Bu da insan için gereklidir elbette. Fakat inisiyasyon için yeterli değildir. “Evrenin parçasısın. Evren senin içinde. Sevelim sevilelim. Bir olalım. Uyumlanalım, enerji alalım, falan renkli enerji bizi sarsın, sevgi ile kuşatsın” gibi kulağa hoş gelen sözlerle inisiye olunmaz, aydınlanılmaz ve hiçbir bilgiye ulaşılamaz. Olsa olsa, size ruhunuzu okşayacak türden birtakım hislerle dolarsınız, ilham eden birtakım enerji ile donatılırsınız, o kadar. Ruhun tekamülünü sağlayacak ve bedenin de gelişimine çaba harcanacak bilgi, yıllar yıllar süren bir inisiyasyon sonucu elde edilir. Ateş ile arınamayan, nefs kabuklarını kıramayan, nefsini terbiye edemeyen, bedeninde ölüp, tekrar bekada dirilemeyen, ışığı kendi yüreğinden dışarı çıkaramayan normal gündelik dünyasında yaşamaya devam edebilir. İnisiye olmuş sayılmaz. Baki olan “Adem” prototipine öğretildi tüm isimler, onun Rabbi’nden. Adem sonsuzluktu ve onun yansıması olan insan da, kendine düşen “isim” payını aldı. Her insanın mana âleminde bir “İsmi” vardır. Bizler isim vermeyiz, ki ismi olan 74
KUŞ DİLİ
yolunu bulsun isteriz. Rab’sal katta, Göksel Krallıkta, Zaman Mekan sınırsız ve sonsuzdur. Zaman ve Mekan dilimi arasında sıkışıp kalan insanlardır. Onlar kendi canlarındaki cevheri bilip, ismini bulup, öyle yol aldığı müddetçe, kafidir. Herkes kendine düşen paydaki ismi bulsun ve yol alsın. Sıfatlara takılmasın. Sıfatlar gelip geçendir. Adem’e bahşedilen tüm isimler, şimdi dünya insanlarında cezb yaratacak ve yol bulacaklar. İşte insanların, kendine kodlu olan isimlere ulaşması için, belli aşamalardan ve kademelerden geçme işlemine verilen isimdir inisiyasyon. Önce gerçek anlamda hazırlanmış olması gerekir inisiye olacak kişinin. Yol uzun ve çetindir. Geri dönmek mümkün değildir. Çünkü ruhsal inisiyasyonda “durmak” yoktur. Fakat dinlenmek ve nefes alabilmek için “duraklar” mevcuttur. Tıpkı müzik notalarında “Es” takısı gibi. Müziğin kalbidir duraklar. Tasavvufta da duraklar olmasa idi, kimse inisiyasyondan çıkamazdı. Talipli, “Hakk’tan Razı olduğuna niyet ettiğinde, Hakk senden Razı olur ilhamını beklemeye başlar. Rızalaşmalar ne güzeldir. O'nun, bunu kulundan duyması ne güzel. Artık inisiye olacak kişi, küçük kapılardan geçemeyecek kadar büyümeyi göze aldı ise, elbet onun kapıları da, idrak boyuna uygun olacaktır. Sevgisini öyle büyütmelidir ki, her şeyi içine alsın. İşte bir bedene sığdırılamayacak kadar olan o yüce ilahi değeri, yerli yerine koyma zamanın gelir. Ve inisiye olacak kişi, varlıkları sevgisi ile kuşatır ve onları ayırmadan her birini yüreğine alır. Artık o, evrenin atan bir yüreği olur, Her kalp atış sesinde onları hisseder ve onlara hizmet eder. Bunu düşünceleriyle ifade eder. Ve zihninin, kendine her bir dönüşünde, bunu ikrar eder ve bunda ısrar eder. Sorumludur inisiye olan ve olacak olan kişi. Düşüncelerden ve düşüncelerinden. Zaman içerisinde yozlaşan kadim bir bilgidir bu; “düşüncelerinizden sorumlusunuz” batini bilgisi. Yanlış anlaşıldı ve zamanla dejenere oldu. 75
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
“Düşüncelerimizden sorumluyuz” diye diye geldiğimiz nokta pek iç açıcı olmadı. Sadece kendimizin değil, tüm insanlığın düşüncelerinden sorumlu olma hâli. İşte inisiyasyondan geçecek kişi, hem kendi düşüncelerinden, hem de tüm insanlığın düşüncelerinden sorumludur. Buna hazır mıyız? İnisiyasyonun nasıl bir başlangıç yaptığına tanık olduk. Hazır isek, inisiyasyonun daha yüksek bilgi içeren bilgilerine de yolculuk yapabiliriz. “Bir an, sadece bir an. Bin insanın düşüncelerini aynı Anda duyabilseydik ne felaket olurdu. Karnımıza bir taş otururdu, nefes dahi almakta zorlanırdık. Beynimiz fokurdar, bedenimizde yüksek bir ateş oluşurdu. İşte insanın hâli böyledir. Lakin ElBasir ismi ile Tanrı, her şeyi duyandır. Veren ve Alan bir Sevgi ile. Bir sevgi ile veren, lakin alırken bin sevgisini de bağışlayan bir Tanrı. İşte inisiyasyon yoluna giren için de bu böyledir. İnisiyasyonda temel esas, her şeyi sevgi ile kuşatma hâlini bedeninde ve ruhunda yaşatabilmektir. İnisiye olan kişi için, Oku Emrine istinaden, Yazma işi, daha geniş kapsamlı bir alanda devam edecektir. Düşünsel alanda devam edecektir. Kağıtlara değil, düşüncelere yazma işi. Yaz ve havale et düşüncenle. Tüm evreni kapsasın ve çoğalarak tüm dünya insanlığını kuşatsın. Bir külçe olan bedeni harekete geçirme ve daha kapsamlı alanlara hizmet etmeyi etken kılacak olan mekanizmayı çalıştırmak, inisiye olacak kişiden istenilenlerin başında gelir. O mekanizma hem beyinde ve hem karında bulunan bir enerji alanıdır. Beyninle ve karnınla doğurgan olmak.“Doğan... Doğurmalı..” kadim bilgisi ile donanmak. Ve tüm doğumları da izlemek. Etkin ve Yetkin Hâl ile hâl yaşamaktır inisiyasyon. “Kendini Bitiren ancak Her şeyden ve Herkesten sorumlu olabilir” kadim bilgisi üzerine, “Kendi Hesabını Düren, Aşk’a Bürünen, Kendi Hesaplarını, Büyük Hesaba Aktaranlar” ancak inisiye olabileceklerdir. 76
KUŞ DİLİ
Yapmayı istemediğini yapmaya sürüklenmiş gibi hissetmek. Hayatlar böyle. Geçip gidişlerimiz böyle. Özgürlükten dem vuranlar, tutsak olduklarının farkında bile değillerdir. Sürükleniyoruz. Asıl sorunumuz, bunu kim ve neden istedi? Adına “kader deyip susalım” diye mi dendi? Bir "bilen" var. Ama binlerce de "bilmeyen". Aynı olamazlar, "bilenle bilmeyen". Bilmek, işte iş bunu yapabilmek. Olmaz, sınırları zorlamadan, duvarları yıkmadan, savunduğun kimliğinden soyunmadan, sen senliği bırakmadan, olmaz. Bildiklerini terk etmedikçe, mirasını alamıyor insan. Hatta terki bile lugattan terk etmedikçe olmaz. Ve özenle hazırlanan hikayen hiç yazılmaz. Bu yüzden inisiyasyona başlayan kişi, kendi hikayesini en başından sonuna kadar, kendi elleri ile yazabilenlerdir. Sen de kendi hikayeni yazabilecek kadar inisiye olabildin mi? Cevabın hayır ise, olmaya hazır mısın? Artık bunu kendi ruhunda tartma zamanıdır. Bu yüzden kuş, batini kadim bilgilerde, “inisiyasyon” olarak bilinir. Kuş Dili, Ruhsal İnisiyasyondur. Kur’anda bahsedilen “Biz her insanın kuşunu, onun kendi çabasına bağlı kıldık” (İsra Suresi/13) ve “Bize Kuş Dili öğretildi” (Neml Suresi/6) ayetlerindeki “kuş” manasının batini açılımı bundan ibarettir.
77
Yedi Vadi Bizim kelimelerimiz büyülüdür. Bir yeşim taşı gibi, zümrüt gibidir. Sahafların çarşısında, en bilinmedik yerlerde bulunur. Değerlidirler. Her kulağa hitap etmez, her göze görünmezler. Seçicilerin peşinde olduğu bir avdır bizim kelimelerimiz. Çığırtmazsın onları duyurmak için. Zaten bilinirler. Ve isteklileri tarafından bulunurlar. Bu yüzden her göz göremez ve okuyamaz. Bizim kelimelerimiz, yüksek vasıflı harflerle yazılmış bir bütündür. Ve sevdası ile yüklü. Bizim kelimelerimiz sihirlidir. Bir müzik notası gibi. Kulağa hoş gelen bir tınıdır. Evrende yankılanan Hakk sesine akort olmuşlardır. Onları duymak için bir senfoni orkestrasını dinlemeye gider gibi güzel giyinilmelidir. Bizim kelimelerimiz ulaşılmazdır. Tıpkı Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüd-ü Anka kuşunun tüyleri kadar parlak ve renklidirler. Onlara ulaşmak için yedi vadiyi aşman ve Beka’ya varman icap edebilir. Yola çıkmalısın ey yolcu. Yol da sensin, yolcu da sen ve eninde sonunda bulacağın yine kendinsindir. Yol alınmalı, durmadan süren bir sonsuz koşu gibi.
79
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Ben kendi var etmediğim bir nesneyi kiraladım. Bundan ibaretim. Vakti zaman olduğunda, emanet sahibine teslim olacak. O vakte kadar, bu cümleler de sel gibi akacak. Bu bir iş, ruhsal bir kontrat. Ve süresi de belli olan. Kelimeler, çok uzaklardan yola çıktılar, sana her anında dokunan ve sana “yüreğim” diye seslenen yerlerden. Çok içerlerden, derinlerden. Kimsenin kokusunu alamadığı yerlerden. Hakikatleri var edenden. Aklın, daha fikre sahip bile olamadığı zamanlardan. “O kadar değerlisin ki” diyen o yüce makamlardan. Bunu kimsenin fehm edemeyeceği, anlayamayacağı yerlerden. Sır kaynağının sırrına kim erişti de bu sözleri söyleyebildi? Biri söyler ve sen de duyarsan, saklı tut. Erbabına düşmez de, yerlere düşer sonra. Âlemi perişan eder. Biri aşk ile söylemiştir bunları. Sırrı diline kadar getirmiştir de, sağırlar duymaz. Kederlere düşürür. Ömürler biter ama söz bitmez olur. Hâl gelir, devran döner, bir avuca iner, inci mercan olur ve senin aşk dolu kucağına doluşur. Yüreğin onaylıyorsa, bırak aklın kanıt peşinde koşsun. Nasılsa o da bir gün ikna olacaktır. Çünkü bizim kararlılığımız var. Bu bizim en büyük erdemimiz. Maksat Kaf Dağı’nın ardındaki Simurg’a ulaşmaktır. Lakin önemli olan, burada bulamadığını, orada asla bulamayacak olmandır. “Bu dünyada en zor şey nedir?” diye sorana verilecek cevabımız hep hazırdı: “Aşk”. Bir aşk asla anlatılamaz. Aşkı anlatan her bir kelime candır ve o candan yudumlayanlar, o iksire can feda edenlerdir. Aşk varsa, güneş yeniden, yine doğar. “Hangi güneş?” diye sorana verilen cevap “Güneşin delili, kendisi değil mi?” olacaktır. O halde, aşk varsa yürekte, hakikat güneşini üzerine doğur ki o güneş hiç batmasın. Ve aşk “O’nu, O’nunla, içinde senin olmadığın bir hâlde bulmandır”.
80
YEDİ VADİ
Yıllar önce ustamız tarafından kulağımıza fısıldanan “Elif Lam Mim Hakk” de, adalet peydah olsun, hak yerini bulsun, mucizeler seyredursun” sözünü hatırladık bu satırları kaleme alırken. Sizlere de sunalım istedik. Bu yolun yolcuları olarak aklımızın bir köşesinde bulunsunlar ki lazım olacaklardır. Feridüddin Attar, Kuş Dili eserinde, kuşların yolculuğunu, “kuşlar” mahlası ile aktarmayı uygun görmüştür. Kuş, ezoterik manada Ruh’tur. Ve Kuşların yolculuğu, aslen Ruhun Yolculuğudur. İzi takip edenler, elbet yolu bulur. Hakk’ın izini takip etmek, yolunun tadına varanlar için, ne de kolaydır. Aşığın gözlerine takılmış ruhlar, başka ne ile mutmain olacak ve imana erebileceklerdi ki? Allah’a ulaşılacak yolda, ben/sen biter. Biz olunur ancak. Vaktin birinde, dünyadaki tüm kuşlar bir araya gelirler. Simurg’u bulmaya dair sözleşirler. Hüdhüd önderliğinde yol almaya niyet eden kuşlar, mürşitleri olan Hüdhüd’ün Simurg’a dönük yüzü ile tanışırlar. Hüdhüd’ü kılavuz alan kuşlar, aslında Simurg’a ulaşmayı hedef almışlardır. Çünkü bu, Hakikate doğru yola çıkışın Salat’ıdır. Her nefes alışları, çetin yolda her kararlı kanat çırpışları bir ibadet olur yola koyulan kuşlara. Her bir kuş, yolda Hüdhüd’e kendini, kimliğini ve nefsini tanıtır. Yol uzundur ve çetrefillidir. Aşılacak derin vadiler, geçilecek dağlar, bayırlar vardır. Yol uzadıkça, içlerinde derin özlemler belirdikçe, bahaneler ve vesveseler üretmeye başlarlar. Kimi dünyasaldır, kimi aşksal, kimi yer ve yurt arayışındadır, kimi yaşadığı hayata özleminden dem vurur, kimi ailesini öne sürer, kimi öleceğinden korkar. Her biri başka bir cinstir ve her biri yaradılışın bir yüzünü yansıtır yolda. Hüdhüd de, bıkmadan usanmadan, kuşların kendisine yönelttiği bin bir çeşit bahaneyi bilgece cevaplar. Onlara, kimliklerinden arınmalarını, kendi ruhlarındaki sonsuz çeşit yüzleri ile tanışmalarını söyler ve hakikat olan yüzlerini açığa çıkararak, bu yolun sonunda kavuşacakları Simurg’tan haberler verir. Kısaca, her 81
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
bir kuşun farklı farklı yüzleri, yolun sonunda kavuşacaklarını umdukları Simurg’un sonsuz yüzlerinden sadece biridir. Çünkü nereye dönseler Simurg’un yüzü oradadır. Bunu derinden hissedenler için yol kolaylanır. Bunu göremeyenler ise, yoldan ayrılır. Simurg yolu bir kapıdır. Hüdhüd’ün sözleri ile yeniden harekete geçer ve birer dişli olur, vahiy çarkı dönmeye başlar. Çünkü vahiy zamanını bekler. Kişi kapısını açıncaya dek. Her bir söz, çarkın bir bölümüne itiş kuvvesi olur. Simurg rüzgarı, aslen Hakk rüzgarıdır. Vahiy çarkını döndüren bir esintidir bu. Yeter ki o kapıyı açmasını bilsinler. Söz hiç bitmez Hüdhüd kuşunda. Her bahaneye verilecek vahyi cevaplar dilegelir. Simurg emindir ve vazgeçmez bu emin oluşundan. Hüdhüd nasıl vazgeçsin hitaptan? Kuşlar vazgeçerler yolda ilerlemekten ve vaad edilen Simurg’a kavuşmaktan. Lakin Simurg asla vazgeçmez onların kavuşma dileklerini kabulden. Harlar ateşi, aşk cihana yayılır ve bunun kokusunu alan kuşlar gayret ve iman ile yollarına koyulurlar. Onların bu azmine ve aşkına iman etmiştir Simurg. Asıl iman sahibi Simurg’dur. O’nun iman gücü, kendisine kavuşmayı dileyen kuşlara önderlik yapacaktır. İman, vazgeçilmezlik olgusudur. Vazgeçmenin dahi ne olduğunun bilinmemesi hâlidir. Kuşlar tam imanlı olmadıklarından, vazgeçeceklerdir. Çoğu yolda telef olacaktır. Maddeye gömülmüş olan yüzlerini, gün ışığına çıkarmaları için, onlara bir seçenektir bu. Yola devam edenler ve yolda kalanlar, Simurg için aynıdır. Yola koyulan tüm kuşlar için iman, elindeki kader dümenidir. Nereye çevirirlerse çevirsinler daima Simurg’un sonsuz yüzü ile karşılaşırlar. Simurg’un sonsuz yüzlerinden biri, kendi yüzleridir. Ve bundan asla kaçamazlar. Yoldan geri dönseler de, yola devam etseler de, sonunda yine Simurg’a kavuşacaklardır. Hedef, ölmeden Simurg’a ulaşmaktır. 82
YEDİ VADİ
Hüdhüd, vahyin sınırsızlığını gösterir. Bilge sözleri hiç tükenmez. Simurg’un hakikat yüzünü aktarır durur. O’na kavuşmanın muazzamlığını dile getirir. Gönülleri inanan ve akılları da ikna olan kuşlar gayret yoluna düşmüşlerdir. Her kuş, candan cana akan bir çağlayandır. Simurg’un aşkı da, kanayan yüreklerine derman, bekleyenlerine devadır. Yolun tüm tozuna Simurg’un yüce sesi yankı eder. “Perde arkasına, bedeni terk etmeden ulaşabilir olduğunu hissedenler, kokuyu alanlar geliyor. Ben onlara, kendilerinden dahi yakınım. Lakin bunu onlar dahi bilmez.” Kuş mahlası ile aktarılan Ruh tektir. Yol, sen/ben yolu değildir. Ayrım yoktur. Nerede olursa olsunlar, Simurg bulundukları alt âleme ışığını gösterir. Eksiğini tamamlayan, yarım olan tarafını tam edenler, yola devam edecek olanlardır. Simurg’un “ben yakınım” vahyi dahi, bir ayrılık sözüdür. Simurg’a kavuştuklarında yakın sözü de terk edilecektir. Yakınlık, ayn’ılığa dönüşecektir. Hüdhüd’ün kuşlarla sohbeti hiç bitmez tükenmez. Çünkü sohbetin kazası olmaz, ibadet gibi değildir. Bu yüzden bir muhabbet, bin ibadete yeğ tutulur. Bunun sırrını soran kuşlara Hüdhüd’ün cevabı şöyle olmuştur: “Hamd’ın sırrı nedir diyene söyleriz ki ‘Aşk’tır. Aşık olmayanın hamdı sadece sözden ibarettir. Mustafa’ya, Muhammed denmesinin sırrı buradadır. İşte Muhammed, mahabbet ile ancak tamam olur. Her sözümüz kayıt altına alınır Hakk görevlilerince. Ve her biri Simurg’a ulaşır. Kayıdsız bir âlem olamazdı. Kayıd şarttır. Sadece Yaradan kayıdlı değildir. Sadece bu bilgi bile bize hedef tayin etsin. Yani kayıt olmasa, bu yolculuk da olmazdı.” Hüdhüd’ün her sözü yüksek seviyeli bir bina inşa etti kuşların yüreklerinde. Her kelime bir işaretti. Sözün gizli gücüydü bunlar. Kuşlar aldıkları her nefeste, Hüdhüd’ün vahyini ve Simurg’un aşkını buldular. Kuşların bu mecz hâli, birleşen ve tüme dair bütünlük hâli, onları Simurg’a taşıdı. 83
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Simurg’a ulaşanlar, dünyayı bir potada bilenler oldu. Hüdhüd kuşu, tüm kuşların kanatlarından tutup onları çekmedi, zorla yola koymadı, sadece keskin ve bilge kelimeleri ile vahyini aktardı. Bu bir habercilikti, bir elçilik göreviydi sadece. Bir müjdeci. Buna iman eden, inanan kuşlar ona katıldılar. Simurg’un yanına vardıklarında ise, haberci bir kuş geldi onlara yolda başlarına gelen her şeyden bir bir haber verdi. “Kuşların Dili” kitabındaki batini açıklaması şöyledir: Bir davranış ve düşünce değişimine gitmek zorunda olanlar, yaşamı kurgulayan ve onu uygulayanlardır. Kimsenin adına peşin hüküm veren bir ilahi plân yoktur. Bunu anlamak için sürekli ilahi senaryo yenilenir. “Eninde sonunda anlayacaklar. Anlamayana layıkı ile anlatırız” oyunu oynanıyor. Bu ilahi bir iştir ve ilahi bir plân. Ve Rabb’in plânları asla bitmez. İşte Hüdhüd kuşu, Simurg’un vahyini alan ve aktaran rolü ile, bize dünyaya gelen nebi, veli, arif ve elçilerden işaret eder. Güzel sözler tanrısal şifadır. İksirdir insanlar için. Vahiy kanallarının önemini görürüz böylelikle. Tanrı’nın yeryüzüne indiğini biliriz. Bir vesile ile bizleri sevdiğini ve terk etmediğini anlarız. Bu çok önemlidir. Hüdhüd’ün görevi bu yüzden kitapta çok önemli yer tutar. Çünkü Simurg’a ulaşmak için, biri onlara zamanını ayırır ve onlara ne kadar önemli olduklarını anlatır. Hüdhüd simgesi, aslında bir Nebi Erdemi olan,“sen sana ait değilsin” felsefesinin batini açılımından haber verir. Kimse kimseye zorla bir şey yaptıramaz. Kimse kimseyi öldüremez. Ancak oldurabilir. Canın sahibi, “gel” diyeceği güne kadar, herkes iman ile nefes almaya devam edecektir. Sen sana ait değilsin batini açılımını, Hüdhüd kuşunun kitaptaki görevinden daha iyi anlamaktayız. Çünkü Hüdhüd, ona eşlik eden kuşlar için vardı, kendisi için değil. Başka türlüsü Hüdhüd’ü yaralardı. Hüdhüd, gelişmiş vicdan sahibi olan Simurg sözünü, özünde duydu. Ve işini yaptı. Hüdhüd’ün bu yolda ufak da olsa bir inançsızlığı, imansızlığı, güvensizliği onun ölümü84
YEDİ VADİ
ne sebep olacaktı ve yolundan alıkoyacaktı.
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür. Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir. Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı. Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil. O, yüce lûtfuyla bir ayna icad etti. O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör! Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
Güçlü irade ve ilke sahibi, ne istediğini bilen bireyler, ezber yaşam biçimli, sayısal çoğunluğun sıradanlığının içerisinde kaybolmaz. “Herkes gibi” değil “kendi gibi” olmayı, yani tek ve özgün bir Simurg olabilmeyi başarabilir. O, Simurg’u beklemez, Simurg olmayı göze alır ve tehlikeli yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta kahraman kitle ile birlikte hareket ederek değil, güruhun engellemelerini yıkıp geçerek yol alır. Birbirini tetikleyen olumsuz ve vesvese sözcüklerinden etkilenmez. Gönlü, Simurg için çarpar ve kulakları sadece Simurg’un sesini duyar. Fakat yoldan kopan, ayrılan kuşların da ilkelerine büyük saygı gösterir. Çünkü Simurg özgündür; sıradan ve sürüden halk yığınları gibi değildir. Yığın ancak yığın gibi olana etki eder. “Sen bir ot isen, hayvanlar bile seni yer.” Simurg'a ulaşan azınlıktaki kuşların ortak özelliği, kendi gibi olabilmeleri ve sürü güdüsünden etkilenmemeleridir. Simurg, ruhun bütünleşmesi, arınması ve dönüşümünün 85
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
tüm ezoterik bilgilerde, ortak yüce bir sembolüdür. Bütün milletlerin mitolojisinde olağanüstü ve büyük bir kuş bulunmaktadır. O, ulaşılması güç bir idealdir. Kitabımızda bahsi edilen Simurg, birçok gelenekte yer alan efsanevi, ölümsüz kuşun adıdır. Eski Yunan mitolojisinde “Phoenix”, Arap tradisyonunda “Anka”, İran tradisyonunda Simurg (simorgh), Çin’de “Tanniao” ve kimi tradisyonlarda “Homa” ya da “Rokh” adını alır.” “Simurg veya bir diğer ismiyle Zümrüd-ü Anka efsanevi bir kuştur. Sênmurw ve sîna-mrû diğer isimlerindendir. İsim Avesta’daki “saêna kuşu”ndan türemiştir. Farklı isimlerle neredeyse tüm inanç sistemlerinde, efsanelerde ve mitolojide mevcuttur. Çoğunlukla ve halk arasında “Anka” olarak anılmıştır. Türk mitolojisinde karşılığı Tuğrul Kuşu’dur. “Bu kuş, efsanevi Kaf Dağı’nın üzerindedir. Yunan mitolojisine göre öldükten sonra küllerinden doğan harika bir kuştur; Taoizm’de ise ölümsüzlüğün spiritüel aydınlanmanın ve reenkarnasyonun sembolüdür.” İnsan doğasını ve ruhsal yolculuğunu, Kuşlar mahlası ile dile getiren, ünlü İslam tasavvuf ustası Feridüddin Attar, kitabında, kuşların Simurg’a ulaşabilmeleri için aşılacak yedi vadiyi konu etmiştir. Her vadi, aşılması icap eden bir aşamadır, gelişme yolunda çıkılacak olan basamaklardır. Bir eşik atlama ve sonrasında insanın kendini bir terazide tartması durumudur. Bir silkelenme ve kendine gelme, kendini tanıma ve kendinle tanışma yolculuğudur. Bu yüzden, Attar’ın bu kitabının üzerinde çok fazla yoğunlaşmayı uygun gördük. Tasavvufun inceliklerini nazik bir dil ile aktarmış, kuş mahlası ile süslemiş ve zerafet dolu üslubu ile ortaya koymuştur. Simurg kelime manası ile Otuz Kuş’tur. Çünkü, binler binlerce kuştan ancak otuz kuş hedeflerine varmıştır. Bu yüzden kavuştuklarında gördükleri manzaraya, Otuz Kuş anlamına gelen Simurg adını verdiler. Hüdhüd onlara Büyük Kuş’tan bahsetmişti. Şeklini ve şemalini aktarmamıştı. Çünkü kaç adet kuşun varacağına dair bilgisi yoktu. Aranılan ve kavuşulmak 86
YEDİ VADİ
için yola koyulunan kuş Büyük Kuş idi. Otuz adet kuşun kendilerini bir bütün olarak karşılarında görmesi ve ona otuz kuş anlamına gelen Simurg demesi bundandır. Bu yüzden, sonradan ismi Simurg olarak anılagelmiştir. Büyük üstat Feridüddin Attar’ın Kuşlar mahlası ile aktarmaya çalıştığı eserde, neden vadi üzerinde durduğuna kısaca bir göz atalım. Vadi, iki dağ arasında kalan ve üzerinden akarsu geçen verimli topraklar anlamına gelir. Peki büyük üstat neden aşılması gereken ve Simurg’a ulaşmak için geçilmesi gereken yedi vadiden söz eder? Dağ, yayla, nehir, okyanus, umman olabilirdi. Fakat o vadi demeyi tercih etti. Çünkü vadi, eski dilde yol anlamına gelir. Bir tarzdır vadi. Kuşlar, kitapta nasıl mecazen kullanılmış ise, insan doğası yerine, aynı şekilde yol ve tarz da vadi olarak mecazen kullanılmıştır. Kısaca, Allah’a ulaşmanın yolunu, Yedi Vadi ile mecazen süsleyen ve anlatan Feridüddin Attar, tasavvufun temelini de oluşturmuş olur.
İstek Vadisi "Sen, sana ne zamana kadar "ben" diyeceksin. Ben, bu kadar sana ayan iken.." Tüm kuşları bir araya toparlayan güç, içlerindeki istekti. Birbirlerinden habersiz dünyanın tüm kuşları, daha evvel hiç bilmedikleri ve görmedikleri, sadece bir hayal olarak aktarılan Büyük Kuş’u görmek için yüreklerindeki isteği harekete geçirdiler. Özlenen ve istenen bir Sevgili olmuştu onlar için. Özledikleri sevgili, onlar onu var etmeden önlerine çıkamazdı. Kuşların yüreklerindeki liyakat yükseltilmeseydi, onu hak 87
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
edemeyeceklerdi. Büyük Kuş’u arama ve bulma istekleri, idrak boyutuna erişmeliydi. Onu yer ve zamana bağlamadan kendilerinde buldular ve seven ile sevilen gerçek manasına erişti. Bir bütünde, bütünün tamamı oldu. Şayet, Büyük Kuş’u bulma isteği ayrıda kalsa idi, hasret onları yakar kavururdu. Kavuştukları anda ayrılık bitecek ve iş tamam olabilecekti. Kuşlara kılavuz olan Hüdhüd kuşu, özellikle onlara verdiği değeri elinden geldiğince aktarır. Her bir kuşun Büyük Kuş’a kavuşma isteğini irdeler. İradesi ile tartar. Her bir cümleyi terazinin bir kefesine koyar ve diğer kefesine de kendi ürettiği erdemli cümleleri koyar. Bu bir estetik ve sanatsal ölçülerde tartılmadır. Bir kuşun diğer kuşa bakarken düşündüğü gibi normal bir durum değildir. Orada çıkar ilişkisi yoktur. Büyük Kuş’a kavuşmayı hedef alan yüksek bir değer söz konusudur. O’nu O’nunla seyretme hâlidir bu. Bu, hissedilen bir kaynak ışıktır. Büyük Kuş’a kavuşma isteğini tetikleyen her bir cümle, kılavuz kuş tarafından tüm kuşlara eğilerek yapılır. Bu bir secde hâlidir. Asıl amaç, kuşların bu hâli idrak edebilmesidir. Kendilerine kadar eğilen kılavuz kuşu ve Büyük Kuş’u haber veren vahiyler, aslında kuşlara kendilerinin ne olduğunu gösteren bir fırsattır. Bunu anlayabilen kuşlar, var güçleri ile yola koyulurlar, idrak edemeyenler ise yolda geri dönmeyi seçerler. Bü yüzden Hüdhüd, kısa, anlamlı ve yüksek vahyi ifade eden cümleler kurar. Kendi isteklerini kalplerinde bulan kuşlar ona eşlik eder. Edemeyenler için, sarfedilen sözler, fazlasıyla laf kalabalığından öteye geçemeyecektir. Kılavuzlarının sözleri, kuşların kalplerindeki hasreti harlar. Hasret ateşi ile yanıp kavrulurlar. Bunun sonucu daima bir verimle noktalanmalıdır. Her seferinde aradığı ve bulduğu, bulduklarını sanarak devam ettikleri fakat yine o hasret ateşine kapıldıkları bir yolculuk başlar. Bir dakika sonrasında ne olacağını bilemedikleri bir serüven. O hasret hâli, yolda önlerine çıkan tüm engellerden alıkoyar. Korku, endişe, ümitsizlik ve isteksizlik hâlleri, bünyelerinde barınamaz olur. Bir koruma 88
YEDİ VADİ
kalkanı gibidir bu hasretlik hâli. Dış dünyanın alaveresinden uzak tutar. Kendi fitilini ateşleyen bir sistemdir hasretlik. İsteği, güçlü hâle getiren. Fakat bunlardan uzak olamayanlar ise çeşitli bahaneler ile yola devam edemez. Günlerden bir gün bir meczup bir dükkan sahibinin verdiği bir somun ekmek ile yolda yürümeye başlar. Bir bahçenin önünden geçerken bir kızı görür. Kız ona gülümser. O gülümsemenin etkisi ile, elinde sıkıca tuttuğu ekmek elinden kayar ve düşer. Kalbine de sonsuz bir aşk düşer. Ona oracıkta aşık olur. Artık yüreği, umutsuz bir aşk ile yanıp kavrulmaya başlar. O bahçenin kapısının önünde günlerini, aylarını geçirmeye başlar. Tek istediği sevdiği kızı bir kerecik daha görebilmektir. Kızın yakınları bir araya gelir ve bu adamı öldürmeye karar verirler. Bunu duyan kız, adama acır ve yanına varır. “Bak, böyle yapmaya devam edersen seni öldürecekler, kaç kurtar kendini.” Adam “Nereye kaçayım? Aşktan kaçış mı var ki? Madem bana acımayacaktın, o gün neden bana gülümsedin?” der. Kız ona bakıp “Sana gülümsemem, bir intikam duygusu uyandırmıyorsa bile bir hatırlama ile kötü yansımalar yapar. Onu bile affeyle. Aklına her geldiğinde bir gülümseme ile arkanda bırak ‘unutma sandığına’ gönder. Aşk bile olsa, seni engelleyen her şey surettendir, aslından değil. Senin özün suretle oyalanmayacak kadar yücedir. Sadece görür, deneyimler ve geçer yenilere doğru. Geride bıraktığın her hatırlayış seni ileri gitmekten alıkoyan bir engelindir. Bunu aşmak da asli görevin.” der ve yanından hızla uzaklaşır. Serüven sürecektir. Bunu kişisel düşünen kuşlar, birliği hissedemeyenler olacaktır. Bireysellikleri ne vakit sükuna kavuşur, o bütünlük hâli oluşur. Olmalıdır da. Özgür olmanın anahtarını hapsoldukları arzularından kurtulunca fark edeceklerdir. O özgürlük anahtarı da, vakti zamanı gelince bulunsun diye bedenlerinin içine gömülmüştür. Ve bundan haber 89
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
veren de kılavuz kuşu Hüdhüd seçilmiştir. Hüdhüd onlara, yüreklerindeki aşkı hatırlatandır. Aşk ateşini her daim harlayandır. Ve kendi özleri ile tanıştırandır. Ayrık gözden bakan kuşlar ve birlik gözünden bakan Hüdhüd sembolü, Feridüddin Attar’ın felsefesini ortaya koyar. Neden Hüdhüd birlik gözünden bakan olmuştur? Çünkü yolu bilmiştir. Bakan ile bakılan ayrı olmayınca, ortaya Hüdhüd sembolü çıkar. Hüdhüd hem zahirden haber verendir, hem de batından. İkisini birleyen bir bilge sembolünü yansıtır Kuşların Dili felsefesinde. Yardım almasa, işi kolaylanmasa, bu zor olabilirdi. Peki yardım aldığı kimdi ve işini kolaylayan neydi? Elbette ki, yolun sonunda kavuşacaklarını düşledikleri Büyük Kuş’un ilhamı. Bu ilhamı ancak birlik gözünden bakan idrak edebilirdi ve onun tüm âlemlerde yankılanan sesini işitebilirdi. İnsana yardımcı güç, aldığı ilhamdır. Âlemde aşk olmasa idi, her birimiz bir kuru dal olurduk. Gıdasal ürünler, bedeni ayakta tutan ve enerji sağlayan yegane araçlardır. Ya ilham? İlham da insan ruhunu harekete geçiren ve isteği güçlendiren yegane tetikleyici güçtür. İnsan ilham alan bir varlık olmasa idi, asla yolu bilemez, bilemediği için de yola koyulamazdı. Bu yüzden bedenin serüveni, aslen ruhun serüvenidir. Aşka olan özlem, bir çekim kuvvesi yaratır ve ruh, vaktini dondurarak, zaman harcını su ile karar, iki ayağı ile dikileceği mekanı yaratır. Bedeni güçlendiren isteği ile mekan üzerine diker ve içine de can üfler. Cana gelen beden çeşitli yaşamları var eder. Bu bir anlaşmadır, kontrattır. Ancak belli bir süreliğine. Ezelinden ebedine yolculuğunda, asla bir son yoktur. İstek manası, kendini yenileyen bir sistemdir. Çünkü yaradılış her an kendini yeniler. Yenilenen her zerre de, yeni yaşamları var eder. Su deyip geçmemeli. Her şeyin özü sudan meydana gelir. Arş bile su üzerinde durmaktadır. Kainatta demirden daha güçlü bir alaşım yoktur, onun da harcı sudur. Peki su bu kadar güçlü olmasa idi, koca Arş, nasıl dikilirdi üzerinde? Ya kuru 90
YEDİ VADİ
toprağa can veren nedir? Su değil midir? Onu balçığa dönüştüren nedir? Yine su değil midir? Yoksa kuru toprak nasıl şekillenirdi de Adem olurdu? İçine ruh üfürülecek şekli oluşturan ana madde sudur. Yoksa nasıl âlemlere yayılabilirdi? Peki suyu bu kadar güçlü kılan şey nedir? Evrenlerin yaratılışındaki rolünü suya kodlayan bu güç nedir? Suyun molekülündeki istek gücü. Su bunu istemese, bu saydıklarımızın hiç biri olmazdı. Suyu da tek başına salt anlamı ile düşünmeyelim. Su, bazen içtiğimiz bardakta olur, bazen içine daldığımız bir okyanus, bazen de Ab-ı Hayy’dır, kimi zaman da cennet mekanında akan kevser ırmakları. İstek, yüksek bir amaç için oluşmuşsa, hedefteki de yüce bir erdem olarak var olur. İstek, düşük bir dünyasal ihtiyaç için oluşturulmuş ise, elde edilecek olan ise, sadece gündelik bir değer olarak kalacaktır. İçinde “senin” olmadığın yere kadar “azap” arkadaşındır. Simurg’a ulaşma isteğine eşdeğer hiçbir istekleri kalmayana kadar uçmaya devam eden kuşlar, bir sonraki aşamaya ancak terk etme yolunu seçerek ulaşabilirler. Akıllarında, yüreklerinde, kalplerinde, sadece Simurg’a ulaşma isteğinden başka hiçbir şey kalmamalıdır.
"Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır." "Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız." Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
91
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Aşk Vadisi "Yürekteki yangını söndürmek için, onu daha da harlamak gerekirdi. Ateşini daha da artırmak. Yoksa, sınırlarını geçemeyen ateş, Kendini oluşturan "sebebini" yakardı.." O, Âlemi Nuru ile aydınlattı. Lakin gözler kör. Gözündeki perdeyi aralamayana güneş bile fayda vermez. Söylediğin O, bildiğin yine O’dur. Aşkından başka tek laf yoktur. O, o kadar var ki, o kadar âlemdeki, bu yüzden büsbütün gizlenmiştir. Bu ne naz, bu ne işvedir. Her yerden göz kırpar lakin bir yüzünü göstermez. Aşk bir yanılsamadır, nasıl bakarsan öyle yorumladığın. Aşk bir geçit, ayakların sürçtüğü ve aşıkların çoğunun bu yolda kaldığı bir geçit. Lakin geçenlerin ne ismi kalır, ne de cismi. Bir hatırası bile yok, işte bunun için nam peşinde olanların ayakları buralarda mühürlenmiştir. O’nu görme isteğinin ötelerine geçemedikçe, yerinde saymaktır Aşk. O’nu göremeyiz. O’nu görmek sadece yüksek bir biliştir. Sen’lerinden soyunmadıkça mümkün olmayacak bir biliş. Tüm umutlar, beklentiler, her ne varsa terk edilmedikçe, sen olandan soyunmadıkça zordur O’nu görebilmek. Benlik duvarı aşılması ne zor. Çıktıkça uzayan, tırmandıkça büyüyen bir illüzyon. Ne bir duvar vardır aşılacak, ne de bir eşik vardır atlanacak. İşte insanın en büyük sorunu da bu. Olmayan bir şeyi neden geçmeye ve aşmaya uğraşır? Benlik bir yanılsama. Çakılı kalınan bir hayal. Yerin Yüzünden, Göğün Yüzüne bakar dururuz, kendimizi ikisinde de bulamayız. Oysa insan, ne yerin ne de göğün yüzüne aittir. O sadece O’nun Yüzüne hasrettir. Öyle bir hasretliktir ki bu, yüksek ve ulvi düşüncelere henüz geçemez. İşi gücü arayıp durmaktır. Kendi duvarlarını inşa eden ve o inşa ettiğini de bir türlü aşamayan bir insan. Tam isen, Tümü istersin. Bu yüzdendir ki, 92
YEDİ VADİ
insana “tam ol ki, tümü dile” denmiştir. Herkes iyi tabiatlı olsaydı, elçilere ne ihtiyaç olurdu? Tüm kuşlar, benliklerini terk etselerdi önderlik eden Hüdhüd’e ne ihtiyaç kalırdı? O’ndan ve O’na olan sevgisinden bahseden her varlık bir elçidir. Benlikleri ile uçmaya çabalayan kuşlar, her kanat çırptıklarında benlerinin ve benliklerinin ağırlığı altında yorulurlar. Her yorgunlukları da bir bahane olarak dillerinden dökülüverir. Kalplerinde Aşk ateşini yakamayanlar geri dönecek ya da bulundukları vadiye çakılı kalacaklardı. Ne zordur birbirlerini sevebilmek. Oysa benliklerinden vazgeçmek daha da zordu. Nefslerinden daha ötesini sevebilen tek bir canlı olmuş mudur yeryüzünde? Evet diyenler, zaten Simurg’u görmeden, kavuşmuş olanlardı. Ne zordur insanı sevebilmek. İnsan nefsidir ve nefs zalimdir. Oysa Tanrı’yı sevmek ne kolay. Çünkü O Merhamet sahibidir. Aşk, Aşkın sahibine duyulur. Deniz dururken kim dalgasına aşk duyabilirdi ki? Oysa deniz, dalgasında belirmez mi? Yol dalgadan geçer ki deniz bilinsin. Cismi dururken, kim gölgeyi sevebilir ki? Oysa gölge, cisminden belirmez mi? Yol gölgeden geçer ki cismi bilinsin. Gölge ve dalga bir yanılsamadır. Aslı dururken kim bakar gölgeye ve dalgaya. Çünkü onlar zalim bilinir. İnsan, gölge ve dalgayı sevmeyi yük görür. Oysa, gölge ve dalga olmadan, ne cisim ne de deniz anlaşılır. Beşer bir hazinedir, hazine bulma sevdalıları için altından yapılmış bir put. Ömrün geçer zalimliklerinden. Oysa Aşk sahibi, o huzurun kendisidir. O sana hakikat hazinelerini bağışlar. Beşerin kuru ziynet pırıltıları sadece gözünü oyalar. Nefs, kör ve şaşı, vefasız ve kafirdir. Bu yüzden beşer aşkı 93
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
kuru bir sözdür. Aşk için yazılanlar asla bitmez. Çünkü aşk hiçbir söz ile anlatılamaz. Aşk insana neler neler eder, aklın başına ne sevdalar getirir. Aşk yüreği bozukta olmaz. Aşk ile bozuk yürek bir arada hiç barınmaz. Aşkın kıymetini bilen canını feda ederdi. Aşkın gün yüzü göründüğünde, tüm beşeri aşklar yerle bir olur. Lakin aşkı da, beşeri ve ilahi olarak ayırmaya da kimsenin gönlü razı gelmez. Biz sadece anlayışlara bir nebze idrak katmak için böyle anlatmayı uygun gördük. Hüdhüd’ün, selam getirdiği ve haber ettiği Simurg, Şahların Şahı, Kuşların Padişahı’dır. İşte Hüdhüd, selamı, aşıkların en yücesinden getirmiştir. Sakin suların serinliğinden, gönül dağının yüceliğinden, yeniden doğan, yeniyi doğuracak olan ruhların nefeslerinden selam getirir. Bu hoş sedanın yankılanmasına da bizler vasıta oluruz. Böylelikle sizler de işiteni ve okuyanı. Bir vakitler bir ülkenin padişahı varmış. Padişahın sevdiği gözdesi hastalanmış ve birkaç gün yanına gelmez olmuş. Padişah merak etmiş. Baş vezirini çağırıp, gözdesinin durumunu öğrenmesi için onu göndermiş. “Sakın yolda oyalanma, yoksa senin başını alırım” diye de eklemiş. Tozu dumana kata kata giden başvezir padişahın gözdesinin yanına varmış. Bir de ne görmüş, padişah, gözdesinin yanında değil mi? Başının gideceğinden korkan vezir, yolda hiç oyalanmadığına dair yeminler etmiş. Padişah da, korkmamasını söylemiş ve şöyle devam demiş: “Aşka engel yoktur. Aşıklar arasında görünmeyen nice yollar, nice geçitler mevcuttur. Evet, zahiren gözdemin hâlini hatırını sorarım. Lakin gönlüm hep onunladır. Canım onun canındadır.” Aşkın da durakları vardır. Bir nefes alış, bir hayata bağlanış. Yoksa insan hepten kopacak, belki akıldan sıyrılacak, bedenden çıkacak. Sonra, yine başlıyor. Aşk ne güçlü bir enerji. 94
YEDİ VADİ
İnsanı kendinden alıyor, bir daha da geri vermiyor. Aradığın, sen oluyorsun. Bulduğun ise boş bir hayal. İçi boşaltılmış, boşalmış bir beden. Onu neyle doldurmalı? Neyle oldurmalı? Yeniden şekil mi verilmeli? Yoksa her zerrede eriyip gitmesini mi seyretmeli? Peki seyreden kim? Gören kim? Bulduğundan ayrı bir kişilik mi var? Yoksa bir varlık mı? Madem aşkın rüzgarında eridi isen, bunları takip eden kim? İşte o kim sorusundaki cevaba bir varlık oturtmalı. Ve o varlık ile bütün olmalı. Ve bunun da bir yolu olmalı. Evet Aşk Vadisinin en önemli özelliği, acıdır. Çünkü Aşk, varlık kabul etmez. Hayat arzulamaz. Aşk, hayatı, ölümde ve zillette arar. Aşk ile tanışmışsan, bu dünya sana yüktür. Aşk kadehinden içmişsen, dünyadan da geçmişsin demektir. Aşk olmuşsan, artık senden bir eser kalmamış demektir. Eğer bunlar sende oluşmamışsa, Aşk senin yurduna hiç uğramamış ya da sen onun mekanına ulaşmamışsındır. Aşk, yaşam düşkünü bir canı sarmaz. Çünkü dünya, ölüler dünyasıdır, ölülerin ve ölümlülerin. Oysa Aşk, Diri olanda can bulur. Şahin, ölü bir fareyi avlamaz. Şahin’in işi, canlı olanladır. Aşk kapını çalmışsa, o evi alevlendirir. Aşk, “aşk sancağını” göndere çeken ülkeyi viran eder. Taş taş üzerinde kalmaz. Yakar kül eder. Bu yüzden ki, Aşk, her iki âleme de yabancıdır. Aşk, binlercesini kemendine yakalamış, binlercesini de okuyla yaralamıştır. Aşkın ilacı yokluktur. Fanilik mekanından başka bir yere de ayak bastırmaz. Aşkın zehri de, aşıkların dudaklarında bala dönüşür. Aşkın belası da, yüzbinlerce candan daha kıymetlidir aşık için. Ey Aşk! Bir vakit gel gönlüme gir gizlice. Kimseler ne duysun ne bilsin. Mihman ol gönlüme, Turab eyle gayri beni. Aşk ne bu dünyadan, ne öteki dünyadan, hiçbir yere ait değil imiş, bir kere yakaladı mı paçandan, gayri bırakmaz seni, gecen gündüzün her anın Aşk oluverir. 95
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Ruhun, gönlün, kalbin, aklın, her daim Aşk ile dolar taşar, taşar da gözün bir şey görmez olur. Sana değil. Senin yaşamına göz diker Aşk. Yaşamını senden çeker alır. Nefessiz koyar yaban ellerde. Takatin kesilene kadar da, uğraşır durur. Ta ki senden eser kalmayana dek. Sen kalmayınca bu âlemde, O saltanata kendi kuruluverir de anlamazsın hiç. Çünkü başın Huu'da, Gönlün ise Sonsuzlukta salınır durur. Sen neredesin? Bilen var mıdır? Soran olur mu hiç hâlini? Sorsalar ne cevap verebilir ki insan? Kendi Aşk olmuştur. Aşkın mekanı mı vardır ki haber versin hâlinden? Aşkın zamanı mı vardır ki niceliğini sorsun? İki cihana da hükmeder Aşk. Lakin hiçbirinin içinde yer almaz. Seni de iki dünya arasında gezdirir durur. Ve esSelam. İşte bu yüzdendir ki, Aşk vadisi, bu sayılanlar yerine getirilmeden aşılamaz. Simurg’a ulaşmanın aşkı ile yanıp tutuşmalıdır tüm kuşlar. Ve birçoğu da çıktıkları zorlu yolculukta, Aşk vadisinde birer birer kayıplara karışırlar. Çok azı bir sonraki aşamaya geçebilmiştir.
"Ey Attar! Her an âleme yüz binlerce sır miskleri saçıp durdun." Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
Marifet Vadisi Ne vakit beşerlikten soyunmuş bir "İnsan" olurum? sorusuna gelen cevap; "Ne zaman ki sevmediklerin, sevdiklerin oldu. İşte o zaman". İstek ve Aşk Vadilerinin, derinliğini aşabilen kuşların 96
YEDİ VADİ
varacakları bir sonraki aşama Marifet yani İrfan Vadisidir. Burada sınavları, sonsuz sabır ve sonsuz sevgi olacaktır. Karşılaştıkları her zorluğa sabır gösterenler, her öfkeli duruma da sevgi ile yanıt vermeyi bilenler ancak bu vadinin sonsuzluğunu aşabilenler olacaktır. Bir gün Hz. İsa bir taş bulur ve kafasını taşa koyar uyur. Uyandığında İblis yanında durmaktadır. İblise ne istediğini sorar. İblis de “O kafanı koyup uyuduğun taş benim malımdır. Ve bu dünyadaki tüm eşyaların benim malım olduğu gibi. Ver onu geri bana” der. Hz. İsa da taşı alır ve fırlatır. Dünya malı dünyada kalır diye bir söz vardır. Evet dünyanın malı dünyaya aittir. Fakat üzerine baş koyduğumuz her şey bir gün alıp fırlatılacaktır. Fakat hiçbir zaman ve hiçbir güç, taşı kolay alabildiği gibi, başı alamayacaktır. Baş insana aittir. Ve o başta ne cevherler gizlidir. Dünyanın gücü yetmez başı almaya. Baş yine sahibinin olarak kalacaktır. Bilinen gerçeklerin tersine, seçilmişlik yoktur. Bir seçen de yoktur, seçilen de olmamıştır. Seçen ancak kendini seçer. Kendi talip olmuştur. İlahi plânda bir zorlama yoktur. Tanrısal plân, kul işi değil Rab işidir. Tüm kainat Plân dahilinde düzen ve tertip üzerine kuruludur. Rabb’in Zamanı ile Kulun Zamanı farklıdır. Rabb’in Zaman Katında işler her daim yürür. Rab daima bir sonraki plânı ile meşgulken, kul, kendi dondurulmuş zamanında işleri yürürlüğe koymak için uğraşır. Yürüdükçe yol açılır, kalemi tuttukça yazılır. Oysa zaman çoktan olmuş ve bitmiştir. İnsan bunu hatırlayamaz. Zaman ona yavaş akıyordur. Rabb’in Zaman Katından bakıldığında çoktan bitmiş görülen işler, Kul Zamanından bakıldığında hâlâ işliyor görülür. Mühim olan O’nun Zaman boyutuna yaklaşabilmek. Bu yüzden demiştir; “Ben yakınım”. Oysa uzak olan insandır. Biz, zaman boyut farkı ile uzağız. Bu yüzdendir; işleyen sonsuz düzeni ve mükemmel tertipi göremeyişimiz. 97
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Zaman farkı ne kadar aza inerse, o kadar insan Rabb’in Zaman boyutuna yaklaşır. Aradaki kul zamanı ile Rab zamanını eşitleyebilenler, O’na yaklaşmış olanlardır. “RAĞUB diyor, fısıldayan. Dünyanın Yönetici İdaresi, dünya âleminin ilahi iradesi, yönelinen, ruhların yöneldiği nur. Nurlanan yüreklerin rağben ettiği ışık. Fatiha Suresi’ndeki Sırat-ı Müstakim. Yöneldiğin yer. Bir’e hizmet, binlere değil. Sadece O Bir’e. Bir’in uyanışı. Eşsiz Birler. Som Birler. Her biri sonsuz parçacıklar. Mükemmel Birler. Sayıları Bir olan, lakin sonsuzca olan Birler. Her biri tek olan Birler. Biz şimdi O Bir için hizmetçiyiz. Hizmetteyiz. O Bir ne vakit senin yüreğinde gözünü açacak? Hazır mısın buna? Yüreğindeki Marifetin uyanışına tanık olabilir misin? Beni ne vakit uyandıracaksın kendinde? Yoksa böyle geldim böyle mi gideceğim demektesin? Yoksa ilahi tanrısal parçayı yüreğinde gizli mi tutacaksın? Yoksa onu açacaksın ve saçacaksın âlemlere ve senden akışına izin mi vereceksin? Sen O Bir için hizmettesin. Binlere değil. O bin Ğ dir. RAĞUB. Birin içinde gizli olan BİN. Rab içinde gizlenen Ğ. RAĞB. Rabet edilen RAB. Yöneldiğin Rabbin. Bin İsa’ya gebe kalan Fikr-i Meryem. Meryem bir düşüncedir. İsa bir oluş. Meydana vuruş. Açığa geliş. Küçük bir oluş, bazen binlerce düşünceye gebedir. Bazen büyük bir oluş, sadece bir düşünceye hizmettedir. Bu yüzden olayların seyrini küçük büyük olarak nitelendirmemek gerek. Küçük bir etki, büyük olayların başlangıcıdır. Tıpkı bir kibrit tanesinin tüm evleri yakabildiği gibi. O potansiyeli içinde barındıran. Bir tohumdan bir orman oluşması gibi. Büyük bir etki de küçük bir oluşa hizmet eder. Büyük bir balonu patlatan küçük bir iğne ucudur. Hiçbir şey hafife alınmamalı, değersiz de görülmemeli.” Kuşların küçük kanat çırpışlarıydı onları Simurg’larına taşıyan. Her biri can ile baş ile çabalıyordu. Kalplerinde marifet ilhamı ile. Kulaklarında sadece Simurg’un çağıran sesi yankılanıyordu. Gözleri hedefte. Yürekleri aşk ile dopdolu. Akıllarında ise sadece O’na kavuşma isteği. İşte kuşları bir 98
YEDİ VADİ
sonraki merhaleye taşıyacak olan marifet vadisi de bu iman ile aşılabilmişti.
"Kitabıma dert gözüyle bak ki bendeki yüz dertten birine inanasın." "Bu kitaba dert gözüyle bakan kimse, devlet topunu kapıp Hakk'ın huzuruna kadar gider." "Bu kitap zamanın ziyneti ve süsüdür. Hem seçkinlere ve hem de avamdan insanlara Hakk yolu görmeyi nasip eylemiştir. Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
İstiğna Vadisi İnsan-oğlu acelecidir ama Rab sabırlı... Kuşları bu vadide zorlu bir sürpriz beklemektedir. Yüreklerinde gizli şirki fark etmek. Kendi yarattıkları putun farkına varma ve onu kırma vaktidir. Her canlı, dünyayı ve dünyada olan her şeyi nefsinde tutmalı ve onu nefsinde sevmelidir. Çünkü dünya başlı başına bir puttur. İçinde olan her eşya ile bir put. Dünyayı ve eşyayı, gönlüne aldığı ve gönülden sevdiği vakit onu put edinir ve bu Tanrı’ya karşı oluşturduğu bir şirktir. Rivayetlerde Azazel insanın tapınılacak bir yaratım olmadığını ispat etmek için Hakk emrine karşı gelir. İnsan, Azazel’den daha kibirlidir ki, kendisine tapınmayanı Şeytan ilan eder. Hakk emri bir imtihandır. Emre itaat etmek bir seçenektir. Emrin içerisinde, varlığın yüksek iradesi söz konusudur. Seçim yapan sonuçlarına da katlanacaktır. Azazel, emre itaat 99
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
etmediği için yalın bir ateşe dönüşür. Süre verilenlerden olur. Oysa süre verilen sadece o da değildir. Adem ve oğulları da süre verilenlerden olmuştur. Azazel özgür iradesi ile emre karşı gelerek bir gerçeği ortaya koyar; Hakk’tan gayrı itaat edilecek bir varlık bulunmadığı gerçeği. Oysa Adem, kendisine tapınılması bilgisinin açığa çıkmasıyla gizli bir şirk edinmiştir. Adem’in en büyük sınavı, tapınılacak bir varlık olduğu bilgisi ile bir sınava tabi tutulmadır. Hakk’a kulluk edeceğine, kendine kulluk etmeye başlar ve dünya eşyasına tapınır. İşte bu şirkin en soyut olanıdır. Soyut putun ortaya çıkış sebebi de “arada kalmışlık”tır. Yıkıntılar arasından doğan, külünden harlanıp tekrar yanan, şu insan ne acayip bir yaratılıştır? Onu bilge melek bile anlayamadı ve sözünde direndi. “Haydi o zaman” dedi. “Ona öyle bir işle ki, bana ram olsun ve istekleri onun gönlünü bir yıkıntı yerine çevirsin, ateşi küle dönüp tükensin, ama o yeniden doğsun ve doğursun yenileri.” İşte öylesine bir plânı vardı ki Rabb’inin, melekleri bile anlayamadı, bilemedi. İşte Adem’in yaşadıkları, yıkıntılar ve onu küle çeviren aşk, insanı yeniden böyle var etti. Ve edecek de. Bu sadece bir hikayesidir Adem’in. O biriler, hep o birdendir ve birden bir kıvılcım gibi parlarlar ve kendilerini bekleyenleri yakar tutuştururlar. İnsanlar "sev"diklerini yüksekte tutar ve onları zaman içinde ilahlaştırırlar ve işte o noktada şirk başlar. Her devrin, belirli zaman dilimlerinde, canlılar üzerinde bir imtihan dönemi olmuştur ve eşik her şekilde atlatılmıştır. O devirlerden bir devir ki, eşi benzeri olmayan. Bu zamanlar gibi bir "şirk" zamanı olmamıştır dünya tarihinde. Putları kıran bir Muhammed Nebi ve İslam anlayışı. Bize "somut" putları işaret etti. Arınacağımız yerde, üstüne "soyut" putlar edindik. Taşı, toprağı, eşyayı ve insanı nefsinin ötesinde 100
YEDİ VADİ
kabullenmek, kaba seviyeden "somut" bir puttur evet. Fakat, bir şeyi ya da kendini kanıtlamaya çalışmak da ince seviyeden, "soyut" bir puttur. Her şeyi ve herkesi nefsinde tut. Gönüle alma, zira Gönülde sadece O var. Nefsinize yenik düşmeyeceğinizi zannetmek "soyut" bir puttur. Dünyada yaşayan veya dünyadan geçip gitmiş birini sevmek ve ona gönül vermek başka. Ondan içten içe gizlice; medet ummak "soyut" bir puttur. İşte varlığın, bu “medet umma” hâli onu medet umduğu her şeyi put edindiğinin açıkça delilidir. Oysa medet umulacak olan Allah’tır. Bunu daima unutur. Çünkü insanın bir ismi de “unutan”dır. Fakat diğer bir adı da “hatırlayan”dır ki bunu da daima hatırlamalıdır. Put edindiği her şeyden bir an evvel sıyrılmalı, put edindiklerini fark etmeli ve terk etmelidir. Çünkü ne kanatları ile uçan kuşlar, ne de ayakları ile yol alan varlıklar, put edindikleri soyut ve somut şeyleri fark etmedikleri sürece, bir sonraki merhaleye asla geçemeyecek ve oldukları yerde heba olup gideceklerdir. Kuşlardan biri yaklaşır Hüdhüd’e. “Benim özlemim denizedir. Denizden başka bir şey bilmem. Kaf dağının ardındaki Simurg benim neyime.”. Hüdhüd ona der ki; “Ey kuş, Denizin sahibi dururken, bu denize sevdalanmak da nedir? Deniz canavarlarla dolu, bazen fırtınalar olur, alt üst eder her şeyi. Oysa Denizin sahibi öyle mi? O daima merhametlidir.” İman, dünün meselesi değildir. İman yarının meselesi de değildir. Bugün imanlıyım der mi insan ya da yarın imanlı olacağım? İman şimdidedir. Doğduğunda seninledir, gözlerini yumana kadar. Ezelinden ebedine kadar senin yüreğinde Baki olandır. Ya vardır ya yoktur. Sonradan peyda olmaz. Zamanla da ortaya çıkmaz. Hikayelerle, masallarla değil, hep bugün gülenlerin işidir iman. O her anda, her alanda, yaşamın ruhun101
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
da olanların işidir. Ey gönül eri neden yakınırsın? Seni anlamazlar mı sanırsın? Elbet bu gayretlerinin mükafatı vardır. Sessiz feryatlarını işiten olur. Sen sözünü söyle, eyleyeceğini de eyle. Senin bu çabanı yerde koymayan olur. Sen içini ve dışını birleştir. Afak ve Enfüs artık birlenmelidir. Onlar ikiz gibidirler. Ayrılmamalı ve ayırmamalı. Aydınlık içinde yüzmek için, içi ve dışı tümlemeli. Hoşnutluk vadisinde, kuşlar, kendilerini iman ile tartmak durumundaydılar. Gerçekten istedikleri, aşk ile yola düşdükleri ve marifet ile yol aldıkları vadileri bir bir aşabilenler, iman ile sınandılar. Yorulmuş ve yorgun düşmüşlerdi. Yol almak için yüreklerindeki gizli olana yöneldiler. Gerçekten iman üstü bir iman ile Kuşların Padişahına varmayı ve onu görmeyi diliyorlar mıydı? Ya o bir hayal ise, bunca çaba ve gayret boşa mı gidecekti? Ya geride bıraktıkları onca şey? Aileleri, sevdalı oldukları, hırsları, gelecek plânları, her şey bir bir perdenin arkasında silinip gitmişti. Geriye saf imanları kalmıştı. Hoşnutluk vadisi olan İstiğna vadisini aşabilmek için yeterli güç, iman dolu yüreklerindeydi. Bunun oluşması için de, yüreklerinde bir tartı kuruldu. Eskiden iman ettikleri ve yeni oluşan iman düşüncesi tartılacaktı. Tartacak kimdi? Her kuş kendini tartabilir. Büyük kuşa gidecek yolda ancak her kuş kendini tartabilir ve kendinin ne olduğunu anlayabilir. Bir Büyük kuş yok ki, ben yoksam. Ancak ben varsam O da var demeli. Ve kalabalıklar sürüler hâlinde uçan kuşlar, küçük küçük kaleler içerisinde kendilerini görmeli ve her biri tek tek kendini tartmalı ve yargılamalı. Yürekleri gerçekten buna hazır mı? O iman ateşi kavurmuş mu nefslerini? Nefslerinden geriye bir kırıntı dahi kalmayana kadar bu vadiler aşılmayacaktır. Varsa kırıntı, ya vadi bir mezar olacak ya da geri dönüş biletleri kesilecekti. Bunun bilincinde her kuş, her biri daha fazla gayret ile çırptıkları her kanadın yarattığı feryat ile yol almaya devam etti. Üzerlerindeki bedensel perdelerden biri olan şüphe ve kaygı perdesi de kaldırılmış oldu. Perdesi üze102
YEDİ VADİ
rinden alınan, keskin bir görüşe sahip olanlar ancak, bir sonraki vadiye geçiş yapabilenler olacaktı. Gaflet içindeydin. Üzerinden perdeni kaldırıverdik. Artık senin görüşün pek keskindir. (Kaf Suresi; 50/22)
Tevhid Vadisi "Bir ucu Arş'a değen başı, dost kucağına düşen bir hitap değil miyiz? Sana kadar eğilen, ayağına turab olan değil miyiz? Zor zamanların dünyasından bir hoş seda değil miyiz? Hakk etmeseydik bu zamanı, buralara kadar gelen değil miyiz?" Bu vadiye kadar olanlar, her kuşun kendi gayreti ile olanlardı. Sorgulama kendi yüreklerinde son bulur, şimdi o iman ateşi ile birlik olma hâli hasıl olur. Tevhid vadisini, ancak birlik olan kuşlar birlikte aşabileceklerdir. Bedenlerimize kodlanan yaşam ömrü oldukça kısa. Uzatmak gibi bir derdi olanlar daha fazla karşılaşacakları ile yetinmeli. Oysa, elinde olanları iyi değerlendirmeli. Çünkü her şey bir amaç için verilir. İyi değerlendirmeyenlerden de geri alınır. Beden, muhteşem bir yapı. Sorumluluğu bilincinde olanlar için. Varlığımızın, farkındalığımızın tekeri. Her bir zerreyi de iyi korumalı ve muhafaza etmeli. Çünkü dinler tarihinde en çok bahsedilen “hesap” “görevini iyi yapabildin mi?” sorusuna cevaptır. Her canlı kendi hesabını vermek durumunda kalır. Bu yüzden denir ki “bedenlerinize güzellik içinde mua103
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
mele ediniz. Çünkü beden sizin bineğinizdir. Bedene iyi muamele etmenin dışında, onu geliştirmek ve tekamül ettirmek ile de yükümlüdür. Mananın maddeyi tekamül ettirmesi ve geliştirmesi meselesidir bu. Bu yüzden verilen her şey -buna beden de dahildir- belirli süreler dahilinde tahsis edilir. Bunun bir ilahi sorumluluk olduğunu unutan, ona kötü davranabilir. Bilemez. Unutmuştur zira. Fakat daima hatırlatan olaylar ve varlıklar sürekli peyda olur etrafında. Bunu dahi görmezden gelenler için yapılacak bir şey yoktur. Uykularına devam etsinler. Kendini uyandıran ise, uyandırmaya devam etsin. İşte uyandırma işlemi yapan ince ruhlu ve hassas varlıklar dünyaya bir bir gelir. Binlerce yıldır bu böyle yapılmakta. Eğer bu gezegenden ümit kesilmiş olsaydı, o elçiler de dünyaya gelmez olurlardı. Hâlâ ümit var ki, onlar aramızdalar. Bu vizyon sahibi elçiler, bu gezegene amaç için geldiler. Uyandılar ve uyandırmaya devam etmekteler. Anlatırlar, anlattılar ve anlatacaklar. Eğer bir an için kişi, zihnini bir süreliğine susturabilmeyi başarabilirse, kendisine kadar uzanan ilahi yardımları o an görür, duyar ve anlar. Fakat beşeriyet, öyle kör hâlde ve öyle dünya işine kendini kaptırmış hâlde ki, bunu göremez duyamaz ve anlayamaz. Bunu duyanlara, görenlere ne olur? Onlar mekan ve zaman düşüncelerinde bir evrim geçirirler. Rasyonel bir aklın ürünü olan sorgulamalarında bir cevabı da hak ederler. Bir kapının açılması gibidir bu. Açılan yoldan gelenler gelir ona. Bir köşede olanı binlerce köşede görmek gibidir bu. Sonra kendine en uygun köşeyi belirlemek ve orada yer almak ve işini yapmaktır. Konumunu sabitleme ve sağlamlaştırmadır. Düşüncelerinin içindeki bulutlar azalır, aydınlık bir gökyüzüne erişen gönül gözleri açılır. Kendine kadar uzanan elleri görür ve onları tutar. Uzanmalar sürdükçe, arşa varan derin bakışlara erişmek ne güzeldir. Sevgi ve merhametle kucaklayan kolları hisseder ve onlara daha sıkı sarılır. Daha sıkı sarılır, 104
YEDİ VADİ
sarmalar, ve yakın gelir. Mecliste kendisinin hak ettiği yerini alır. Yeni bir yol yeni bir gündeme gebedir. Ve yürekten hazırdır buna. Çünkü çoktan hazırlığını yapmış ve bitirmiştir. Zaman mekânsal değil, tamamen şuursaldır. İnsan kendi zamanı ile Rabb’in zamanına yaklaştığında ilhamı alır. İlham alamadığı her dakika ondan uzakta olduğunu bilmeli. Oysa O daima yakındır. İşte O’nu bilmek, zamanı silmektir. Bunu anlar. Çünkü O zamansız bir zamanda varoluştadır. O’nunla iken bir zaman yok, hatta bir mekan dahi yoktur. Zamanın Sahibi ile kulun zaman algısı birbirine yakın olduğu anda, yakınlaşma tamamlanır. Bu bir şuur yüceliğidir. Karşılıksız verilenlerin, yeminlerin yerine gelme vaktidir bu. Bunu anlayabilmesi için zihnin, kayıtlar levhasının dışına çıkması gerekirdi. İnsanın miracını tamamlaması. Nefsine yenik düşenin işi değildir bu. İşte erenlerin dilinden düşmeyen nefesler, bunlarla yürüdüler ve gittiler. Şimdi bu nefesleri indiriyorlar ve sunuyorlar. Alabilenlere. Bunda bir araç olmak ve amaca hizmet etmek isteyenler, vadi mahlasları ile anlatılanları bir bir yaşamak ve hâl olarak ruhlarına zerk etme mecburiyetinde olanlardır. Buraya kadar kendi ile yapılması gerekenler yapıldı. Şimdi birlik olarak o kapıdan nasıl geçilir bunu görelim. Kuşlar konumuza geri dönerek, birlik vadisinde neler oluyor bir göz atalım. Kuşlardan biri Hüdhüd’ün yanına varır: “Benim bir sevdiğim var, o geride kaldı. Onunla beraber aklım da onunla oralarda bir yere demir attı. Kanat çırpamaz oldum. Her gayretimde, sevdiğimi düşünür, dert edinirim.”. Hüdhüd “A be şaşkın kuş, sevdiğim dersin fani bir bedene. Oysa büyük sevgili ölümsüzdür. Sana ölümsüzlüğü sunacaktır. Ölümsüz olduğunda ise, sevdiğim dediğin her yerde olacak ve onu her zerrede hissedeceksin. Ama sen yolunu belirlemişsin. Aklının şeytanına uymuşsun. Senin için yapacak çok fazla bir şey yoktur. Bu düşünce seni bir adım dahi ilerletemez. Vadi sana mezar olmadan, 105
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
var git kendi yoluna. Büyük kuşa ulaşmak için yeterli iman yüreğinde uyanmamış. Uyandıramamışsın.” O’dur Aşk. Aşkın yankılanan ismi O’dur. Aşk O’nadır, yalnız O’na. O’dur vefanın adı, O’dur aşkın sahibi. Daha ötesi sadece yanılsamalar. İşte bu yol böyle zorlu bir yoldur. Her şeyi feda etmeden, her şeyi terk etmeden olmaz. Beşeri yorumlar, sadece birer yanılsamadan ibarettir. Kalp aşkı sadece Yücelikte bulamamışsa, her şey fani ve ölümlüdür. Ölümsüzlük hâlini sana bahşedecek olandan ümit kesenler, yola devam edemezler. Hakiki Sevgiliye, Hakiki Dosta, Hakiki Aşka kavuşmak herkesin harcı değildir. Herkesin alnına yazılmamıştır bu kader. Yedi milyarda belki otuz, belki ikidir bu sayı. Lakin sayısızlığın ötesinde bir rakamdır. İçinde sonsuz bir gücü de barındıran. Çünkü “gözlerden bakan O, sesinden yankılanan O” olmadığı sürece bu birlik hâli gerçekleşmez. Yedi milyarın üzerine bir gün toprak atacaklar. Lakin aşkın üzerine hangi fani toprak atabilir? Aşkı kim gömebilir toprak altına? Aşkın bir zamanı ve mekanı yoktur ki, toprak altında çürüsün. Bedenini aşk eyleyen toprak altında çürür mü? Aşk ile atan yürek ancak sonsuzlukta baki olur. Aşk kelimesi bir madde değil ki onu yazabilelim. Aşk, Allah’ın bir ismi. Aşkı yüreğinde ortaya çıkaramaz isen, O’nun her zerrede sana selam ettiğini, göz kırptığını nasıl bileceksin? Bunları bilemeyen, Allah, Tanrı, İlah, Yaradan, Rab manalarını ancak bir kelime gibi tekrarlar. O isimleri her yere binlerce kere yazsan, her dakika zikretsen, ne faydasını görürsün? O manayı yüreğinde titreştirmedikçe sana bir faydası yoktur, bu ancak vakit kaybı olur. Beden, bilinç ile orantılı yürür. Bedene dikkat bilinçte yükselişi sağlar. Bilinç yükseldikçe idrak yükselir. Ve yolculuk başlar. Olduğun yerde miracını yaparsın. Bir avuca alınan evrenler gibi. Merkez oluştur bu. Ciddiye alınacak bir konudur . Kaş göz biter, hatta sözlerin dahi bittiği yerlerdir bu Birlik Vadisi. 106
YEDİ VADİ
Ne suret kalır, ne cisim, ne görüntü. Her nereye baktın O’nu gördün, göremedin ise, bu vadiyi aşman mümkün olmaz. O birlik hâlini hissetmediğin müddetçe bu vadi kuşlara bir mezar olacaktır. Orada kalmaya mahkum olacaklardır. Bu vadinin aşılması ancak, birlik hâlinin oluşması ile mümkündür. “Sen hazırsan, O da hazırdır” diyen sesi duymaktır. İşte bu Tek oluş hâlidir. Bu birlik hâlidir. Bunu derinden, çok derinden idrak edemeyenler, bu Birlik Vadisini aşamazlar. Yolda kalırlar ya da geri dönerler.
"Toprağımızı kırk sabah yoğurup balçık hâline getirdi de sonra emriyle can, o balçıkta karar etti." Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
Hayret Vadisi “Kün emri ile açığa çıkan ve görünür olan yine Kendi idi. Farklı ve Kendinden ayrı bir şey yaratmadı.“ Hayret vadisine ulaşabilen az sayıda kuşu yine büyük süprizler beklemektedir. Kendi ile hesapları bir bir biten, birliği hisseden kuşlar, Hayret vadisinde, yaratılışın an be an gerçekleşmesine şahit olurlar. Bu onları şaşkınlığa ve hayrete düşürür. Çünkü bir an, diğer bir ana uymamaktadır. Sonsuz çeşitlilikteki var oluşu bir gözden seyretmenin verdiği sarhoşlukla ilerlemektedirler. Öyle muazzam yaratılışlara şahit olurlar ki kendilerinden geçerler adeta. Şimdi hayret vadisindeyiz. Bakalım Mevlam ne eylerse güzel eyler diyoruz. Kuşların ağzından dinleyelim olup bitenleri. Her bir kuş teker teker Hüdhüd’ün yanına varır ve Büyük 107
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Kuş’a varılacak yoldaki engelleri sıralar durur. Her bir bahaneyi zevkle, kutlu sözlerle yanıtlayan Hüdhüd hiç yorulmaz. Merkezine Simurg’u koyan Hüdhüd, sürekli ondan haber verir. Görmez misin onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. (Şuara Suresi; 26/226)
Kuşlardan biri “Sevgili önderimiz, kılavuzumuz. Benim geride bıraktığım bir davam var. Onu halletmeden yola koyuldum. Lakin kalbim, yüreğim oradadır. Bana zararı dokunmuş olana haddini bildirmek için yanıp tutuşurum. Bu istek beni yolumdan alıkoyar.”. Hüdhüd şaşkın şaşkın bakakalır kuşa. “A be fani kalpli kuş. Bilmez misin kin gütmek nefstendir. Had bildirmek senin neyine. Sen kimsin ki, birine haddini bildirmek dilersin. Bırak haddini onu yaratan bildirsin. Sen yoluna devam et. Ama görüyorum ki, sen ilerleyemezsin, çünkü bedenin bizimle, aklın o kin tuttuğunda kalmış. Böyle ikilik olmaz. İkisini bir etmen gerek. Var git yoluna. Lakin şunu da unutma. Hançerleri bilirsin, ucu eğridir onların. Görünür olanından bahsetmem. Görünmeyen hançerlerden bahis ederim. Elinde iken dikkat et. Saplarken kin duyduğuna, kendine de saplanabilir. Bu yolda o kadar ulvi sözler ettik, lakin görüyorum ki, bu sözler senin bir kulağından girmiş diğerinden çıkıp gitmiş. Seni geriletmiş, dibe saplamış. Sana kim olduğunu bildirmek için sarfedilen yüce sözleri işitmemiş, kin duygunu haykıran nefsin sesinden başka bir şey işitemez olmuşsun. Bu hâl seni ağırlaştırır. Bu yolda hafiflemen gerekirdi. Bu sende hasıl olamamış. Şimdi var git yoluna. Hayydi.” Kuşlardan biri daha yakınlaşır Hüdhüd’ün yanına. “Efendim, benim geldiğim yerde ırmaklar, serin sular vardı. Onlara olan özlemim her dakika artıyor. Gidip varacağımız yerdeki Abb-ı Kevser suyundan bahsedersin de, gerçekten var mıdır bilinmez. Ben yurdumu özler dururum. Gözüm ülkemdeki sulardan başka bir şey 108
YEDİ VADİ
dilemez oldu.”. Hüdhüd’ün kuşa cevabı şöyle olmuştur. “Hep göklerden bekleriz. Yerden bir şey yok mudur göklere yakışan? Cennet suyu içer diri oluruz. Diri sular serindir yüreği ferahlatan. Ya yeryüzünün suyu, hiç mi hükmü yoktur cana hizmet eden ve cana can katan? Nuh yürekliysen, vahşi mahlukat masum olur kucağında. O’nun gemisinde isen, iyi ve kötü, güzel ve çirkin yan yanadır. Bir amaç için tüm anti değerler güçlerini yitirir. Tıpkı güneşin ışığını feda eden yıldızlar gibidir. Sen huzuru ülkendeki sularda bulmuş, şifalanmışsın. Sana Abb-ı Kevser suyu fazladır. Haydi dön git ülkene, serin sularına da selam et bizlerden.” Başka bir kuş şöyle dile gelir: “Benim geldiğim ülkemde, hak ettiklerim vardı, onlara doyamadım. Gözümde kaldılar, burnumda tüterler. Hak ettiklerimi özler dururum. Büyük Kuşa olan özlemim henüz içimde canlanmadı.”. Hüdhüd “A be güzel kuş, sana hak ettiklerini veren Büyük Kuştur. Bu teşekkürü kendisine etmeyi istemezsin de, verdikleri ile yetinmeyi dilersin. Korku kaplamış yüreğini, ümidini de almış götürmüş. Yaşam bir şans değil, hak ediştir. Sen hak ettiklerini özlemekte elbette haklısın. Bu da yüreğini her daim dalgalandırır. Lakin dalgalanmaktan korkmamalısın. Hırçın rüzgarlar dalgalandırır ancak temizlenir dalgalandıkça gönül denizi. Hakk’ın nefesidir rüzgar, gizlisinden açığına rahmeti taşıyan. Taşır da hiç bitmez Rabb’in kullarına olan sevdası. O sana hak ettiklerini sunmakla yorulmaz, lakin sen bir teşekkür için yorulmuşsun. Vazgeçiş bir seçimdir. Var git şimdi yoluna. Selam et bizden bir bir hak edişlerine.” Tüyleri süslü ve renkli bir kuş yaklaşır: “Ben güçsüz biriyim. Etim ne budum ne? Kaf dağının ardına ulaşıp büyük kuşu görmek istemek benim için bir hayal. Benim gücüm yetmez buna. Yolda telef olup gitmek istemiyorum. Güzelliğimi daha görmeleri için başka diyarlara gitmeyi dilerim. Adım sanım duyulsun daha çok tanınmak 109
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
isterim. Yolda kalırsam kim bilecek beni? Kim tanıyacak?” Hüdhüd’ün güzel kuşa cevabı şöyle olur: “Sen kendi gücünü tanımak için çıktın bu yola. Güçsüzlüğün bir kader olmadığını farkına varmak için. Pasif olmak diye bir kadrosu yoktur Mevla’nın. Hiçbir şey sonsuza kadar baki kalmaz, göründüğün güzellik bir gün yok olup gidecek. Oysa kalbinde taşıdığın iman ve aşk, işte o bakidir seninle sonsuza kadar kanat çırpacak. Oysa sen güzelliğini göstermek, nam ve servet peşinde olmayı dilersin. Bu yol nam peşinde olanları değil, onu terk edenlerin yoludur. Seni yaratanı, gündelik yaşamların içerisinde bir soluk ara verilerek anman için bir imkan geliştirildi, bir fırsat sunuldu. Fakat sen bundan dahi yoksun kalmışsın. O ışığı yüreğinde yakamamışsın. Doğruyu hedef almışsın evet, lakin dosdoğru olamadığın aşikar. Bu yol dosdoğru olanların yoludur. Sana sonsuz cennedi vaad edenden haberdar ederiz, lakin sen kendi güzelliğini cennet kılmış onunla mutlu mesut olmayı dilersin. Öyle ise var git yoluna, yurt bildiğin ülkeni cennet kıl. Sana bahşedilenleri de unutma.” Bir kuş seke seke gelir ve Hüdhüd”e; “Benim geldiğim ülkemde, Büyük kuşun bir hayal olduğundan bahseden hikayeler anlatılırdı. Şimdi her yol alışımda bunlar aklıma geliyor ve iki ileri gidiyorum, bir geriliyorum. Ne yapmalıyım?” diye sorar. Hüdhüd: “Benim can kuşum, seke kuşum, gönlündeki ilahi gücü kullanmanı engelleyen masallara ve kafana sokulan zararlı bilgilere ne de inanmış ve kanmışsın. Uzak durmayı başaramamışsın. Onları reddetmenin vakti gelmiş geçmiş bile. Lakin sen bu yola kadar geldin ve onları zihninde taşıdın. Bu ağırlıkla daha fazla gidemezsin. Ya onları burada bırakırsın ya da geri dönersin. İlahi olanla bağlantılarını gözden geçirme vaktin gelmiş. Hurafelere ve hadislere gönül bağlamış ve inanmışsın. Bu inancın senin ayağına pranga takmış ve ilerleyemiyorsun. Senin ulaştığın bu son durum, tüm yaşanan felaket senaryolarını da peşi sıra getirir. Bunlar birer ceza değil, düşük seviyeli birer düşüncedir. Fakat bu felaketler senin ilahi gücü hâlâ bedeninde açığa çıkaramama kabiliyetsizliğinden başka bir şey değil110
YEDİ VADİ
dir. Yaydığın düşük enerjinin nelere sahip olduğunu bilseydin, şimdi şuracıkta bırakıp terk ederdin. Sana sürekli fısıldayan, ilham eden, vahyeden sesi duymuyor, sana anlatılan o saçma hikayelere masallara bel bağlıyorsun. Sana sonsuzluktan erişeni duymuyor, beşerin nefsinden gelen kötü sözleri duyar oluyorsun. Ne yazık. Senin için yapacak bir şeyim yoktur. Sonsuz saadeti vaad eden senden çok uzaktadır. Sen onu kalbinde bulamamışsın ki, gidip ona ulaşmayı dileyesin. Sen var git yoluna. Uğurlar ola.” Başka bir kuş kanadı yaralı olarak Hüdhüd’ün yanına varır: “Benim kaderim buraya kadar getirdi beni. Bundan sonrasını devam edemeyecek kadar yaralıyım. Kanadım kırıktır Hüdhüd kuşum.”. Hüdhüd kırık kanada şöyle bir bakar ve der: “Senin kanadından önce kalbin kırılmış. Bu yüzden de kanadına yansımış. Kaderini yazamayan kullar, susarak ve durarak bir ömür geçirirler ve bir sayfa işgal etmezler. Sana temiz bir sayfa açılmış ve kaderini yazma imkanı sunulmuş. Oysa sen kanadının kırıklığını öne sürer yola devam edemeyeceğinden dert yanarsın. Adım atanlar hiç yerinde duranlar gibi olurlar mı? Batında güçlü olan, bunu zahirden gizlerse ne faydası vardır ilminin. Sen ilmin ile kanadını iyileştirememişsin. Tatlı bir mana ile yavaş yavaş değişemeyene, acilinden böyle elem bir değişim uğrar. Ve seni yolundan alıkoyar. Güneşin delili yine kendisi değil midir? Böylece güneş, sen uykuda iken üzerine değil, hakikat güneşi yüzüne doğsun. Kırık olan tüm fiziksel ve manasal yerlerin iyileşsin şifa bulsun.” Gagası uzun bir kuş Hüdhüd’e yaklaşır: “Benim sevdam yurdumadır. Bana vaad edilen cennet ile idare edebilirim. Başka da gözüm yoktur hiçbir şeyde.” Hüdhüd’ün bu kuşa cevabı şöyle olur: “Durdurulamaz bir gidişin güzel yolcuları. Yer mekan ve koordinatları planlarken, sizlere sormadan yapmayan bir ilahi düzen içindeyiz. İstediğimiz konforu 111
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
da içine gömerek. Vakti zamanı gelince bulalım diye. Şimdi buradan gitme arzusu duyuyorsak, şikayetçiysek, memnun değilsek, bulunduğumuz yeri değiştirmek ve yeniden organize etmek bizim vazifemizdir. Doğal olarak bunu üstün bir güç ile yapmayı planlarız. Hayır bunu ancak biz yapabiliriz. O güç ve kudret bizde var. Burası kaçabileceğimiz değil, cennet yapabileceğimiz bir yurt olarak bizlere verilmiştir. Göklerde ve yerde dirlik ve düzeni sağlayan, koruyucusu olan O’dur. Biz de buna sevgi ile katkıda bulunuruz. Geliştiririz ve payımız oldukça büyüktür. Bizler bir halt ettik gel bizi kurtar nidaları artık bir işe yaramaz olur. Neyi nasıl dağıttı isek, öyle toparlayacağız. Neyi yıktık isek yeniden inşaa edeceğiz. Bu güç ve kudret bizde mevcut. Yaratılışımızın en başından beri hem de. Bizden istenen ve beklenen bu. Bunu hatırlamış ve hatırlatmış oldun ey sevgili kuş. Şimdi sen geri dön yurduna. Ve bu söylediklerimi bir bir gerçekleştir. Bu senin asli görevin olsun.” İri bir şahin Hüdhüd’ün yanına varır: “Benim geldiğim yerde savaşlar hiç son bulmaz. Ben de safımı terk ettim ve buraya yol aldım. Oysa kalıp savaşmalı ve sevenlerimi savunmalıydım.” Hüdhüd: “Haklısın ey kuş, ey azametli kuş. Şunu unutma ki, kainatta bir varlığın ya da varlıkların özgür iradesine direkt müdahale olmaz. Savaşı O başlatmadı, son buldursun. Sizler başlattıysanız sizler sonlandıracak olanlarsınız. Barışı sağlayacak ve zulme son verecek olan yine sizlersiniz. Nasıl mı? Bunun bir yolunu da bulacak olan yine sizlersiniz. Bu bilgi sizlerin ruhuna ve bedenlerine kodlanmıştır. Bir adım atmadan adım atılmıyor. Kalk ki senlen kalkayım, yürü ki seninle yürüyeyim, uç ki seninle uçayım diyen bir Tanrı var. Savaş meydanları bir kerbeladır. Kerbela da bir mühürdür, tarihe ezelinden ebedine tüm çağlara, tüm zamanlara ve tüm mekanlara vurulmuş bir mühür. Yaratılanların ruhuna nüfuz eden, canlarından can alınan bir mühür. Orada akan her bir gözyaşı, her bir feryat tüm âlemlerde duyulur. Yağmur olup yağar canlılar üzerine. Orada yaşananlar her birimizin sorumluluğu üzerinedir. Bizler bilsek de bilmesek de, bunun hesabını sonsuzca vermekteyiz. Artık candan can alma 112
YEDİ VADİ
hâlini değil, cana can katma barışını kazanmalıyız. Kerb huzura ersin ve bela manası evet ile bağlansın. Savaş ruhlarımızda son bulsun ki, bedenlerimize barış gelsin. Şimdi Şahin kuşum, var git yoluna ve barışı sağlamaya. Senin elçilik görevin de bu olsun.” Başka bir inançlı kuş gelir ve “Ey kılavuzum, ben inançlarım doğrultusunda hac edecektim ki, bu yola baş koydum. Fakat kalbim ve ruhum yarım kaldı. Emredilmiş ibadetimi tamamlayamadım.” der. Hüdhüd: “A şaşkın kuş, ibadetim yarım kaldı diye üzülen kuş. Kabe yolu Aşk yoludur. Kabe senin gönlündür. Kafanın içinde bir put yaratmış ona tapınır durursun. Sana Allah’tan haber getiririz, bunu bile görmezden gelirsin. Putunu kıracağına, gönül kırarsın. Yolu aşka çevireceğine, taşa çevirirsin. Kanunlarını kendini de dahil edip uyan bir Tanrı karşısında, ne zalim sözler edersin. Emirlerini yarattıklarının özgür iradesine bıraktı, düşünsün seçimini yapsın, dosdoğru olanı uygulasın diye. Bu kadar yüce yaratılışa bu cevap mı verilmeli? Sen emirlere karşı geldim dersin, biz de deriz ki, o emirleri veren seni çağırır gelmez misin? Hangi tarafsın sen şimdi? Bilen mi bilmeyen taraf mı? Bizler yani devam edecek olanlar, bilmeyen bilge tarafımızı seçtik. Oysa sen, bilen cahil tarafınla ibadetini tamamlama peşindesin. Var git yoluna. Uğurlar ola.” Böyle böyle onlarca kuş sürüden ayrılır. Özgürlüğe kanat çırpanların sayısı da her vadi sonunda azalır. Az olan kuşlar ile vadiler bir bir aşılmaya devam eder. Ve sözlerimizi şu cümleler ile bitiriyoruz naçizane. Kur'an. Dur'an değildir. Dur'ağan da değildir. Yaşayan'dır. 113
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Yaşatan'dır. Can veren, Nefes alan, Hayy olandır.. Biz yaşadıkça. Umut! Fark etmede ve tavrı değiştirmede. Bunu fark edenlerin, fark edemeyenlere söyleyecekleri çok şeyler var. Ama dinleyiciler çok az. Her biri amansız arzularının peşinde koşu hâlinde ve bilmiyorlar ve bilmediklerini de kabullenmediler. Her şeyleri var lakin.. Hiçbir şeyleri yok. Enerjimizi yüksek tutamadık. Birbirimize itici güç olamadık. İtici ve Yükseltici. Bunun için buradaydık lakin unuttuk. İnsan, düşünceyi kapadı. Yer ile Gök arasında sıkıştı kaldı. Çare arıyor, el yordamı ile. Çoğu da günü gün etmede. Kibir ve öfke ateşini harlamakla meşgul. Masallar, terk edilmek için yazıldı. Tüm değerler, insandan üstün değildi, Putlar kırılmak için şekillendirildi. Bir zaman gelecek her biri boşa çıkacak. Yazık o vakitte kalanlara. Kararlarımızın sonucunda yaptığımız seçimlerimizin, dünyada varolan tüm canlı yaşamına olan etkisini, gözardı edemeyecek hâldeyiz. Kendimizle olan hesaplaşmamızı hemen başlatalım. İnsan, kendi kendini sınırlar ve bir alan içine hapseder. Sonra da “kudret parmakları arasında çevrilme” duasına başlar. Biz, kendi başımızı, omuzlarımızın üzerinde taşıdığımız sürece, tek dost olduğumuzu ve O’nun her yerde bizi takip ettiğini de unutmayalım. Dünya, peçesini açmıştır ve ona 114
YEDİ VADİ
uyanları da seçmiştir. Çehreler değişiyor. Değişim, durağan olandan iyidir. Özgürleşmeye adım atmak, tutsak olduğumuzun bilincine vardıktan hemen sonra başlar. Yolun tercihi gerek. Ki bu, dibe vurmadan olmayacak gibi görünüyor. Dünyaya köleleştirilmiş halkların başkaldırı örneğini gösteren ilk ülke olma yolundayız. Her birey kendi seçimini yaparken, aslında bilerek yahut bilmeyerek, bunu da yapıyor. Önemli olan bunu hangi bilinçle yaptığıdır. Tümel bilinç mi, yoksa nefsi bilinç mi? Yakında göreceğiz. İyi bir seyirci olmak işin içinde olmamak değildir. Düşünceleri tertemiz olarak kanalize etmek lüzumundayız. Gelişmiş güçleri örnekleyen öz insan olma adayıyız. Bunu ortaya koymak gerek. İşte bize meydan. “Nasıl mümkün olur?” sorusuna gelen cevap: “Ne zamanki özgürlüklerini, birbirlerinin kanatları altına sığınmak yerine, kendi yüreklerindeki güçlerinden alırlar, o zaman düzen, başka bir düzene “Geçiriliverir”. Yaşamın insana ne hazırladığını eğer insan bilmiş olsaydı, karşılaştığı değişik durumlarda, kararını hemen verirdi. Ama içindeki heyecanını diyet olarak vererek. Sen, Bilinmeyene yolcu olan bir bilensindir. Her şey sana A’yan ise, bu “insan oluş” meşguliyetini niye yaşar insan? İşte o heyecanı için. Bilmemenin, bir bilmek olduğunu anlayacaktır en sonunda! Yaşam. Yaşamlar. Diyetlerini elbet isteyecektir. Ona hazırlıklı olsunlar, bunu duyanlar. Çünü en sonunda, inandıkları ve güvendikleri ne varsa, onu vereceklerdir. Ancak o zaman, Bir Bilen’dirler. Sıfatsız ve Gaib. Coşkun pınar, denize doğru giderken geri döner mi? Dönmez. Deniz kokusu yaklaştıkça, yüreği ile görenler şevkle heyecanla, gönül gözü kapalı olanlar da korku ile yoldaştır. Biri kavuşmanın aşkıyla yanar, diğeri “eyvah yolun sonu” der. Temiz Ol Gel. İşte mesele bu. 115
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Elini yüzünü yıkaman nafile. Tüm “benlerinden” soyun da gel. Sınırlanmış dimağlara bir kapak açmak. Ve sınır olmadığını anlamalarını sağlamak. Seni sen yapan ne varsa, ondan soyun da gel. Bütün elbiselerini ve kaftanını soy da gel. Hakikat Deryası öyle bir bilinmezdir işte. Buraya girmek için gelenlere söyle “soyunsunlar”. Bizim yanımıza, onları gönderdiğimiz gibi gelmeliler. Dost, "yanına gelen yoldaşını böyle ister.." Varsa Nal’ınını, Pabucunu çıkar da gel. Hayy’di..
Fakr ü Fena Vadisi "Hâl" hâlinde idim. Sanki varım, ama, bir yoklukta. Bu vadi, öyle bir vadidir ki, orada fakirlik vardır. Bu, maddeden yoksunluk anlamına gelmeyen bir fakirliktir. Manen büyük zenginliğe kavuşan, dünyada fakirleşir. Yani gözü hiçbir şey görmez olur. Her şeyini yitiren ve büyük aşka teslim edenlerin işidir bu vadi. Muhammed Nebi’nin tüm oğullarını yitirişi gibi. Musa Nebi’nin ailesini dahi geride bırakıp vaad edilen kutsal topraklara yürüyüşü gibi. Yusuf Nebi’nin her adı anıldığında yüreği ahh eden Zekeriya Nebi gibi. Tüm uzuvları kesilmiş fakat bu zulmü ve ona yapanları affetmesi için son bir haykırışı gerçekleştiren Hallac-ı Mansur gibi. Ellerinden çivilenmiş, çarmıha gerilmiş İsa Nebi’nin “Baba beni unuttun” diyen son çağrısı gibi. Onlar sonsuz sabır ve sonsuz sevgi ile imtihana tutulanlar. Biz de bunları tarih kitaplarından okuyarak bilgi edinmeye çalışan beşeriyet. Onlar bir taraf, bizler bir taraf. Oysa iki taraf da, ortada buluşmalı artık. Bu fakirlik vadisi öyle bir vadidir ki, nefes alırken, bedenin içinde ölmüş olmalısın. Hiçbir fani bu vadinin sonunu göremez. Ancak bedeninde ölen ve ölümsüzleşenlerin aşabileceği bir vadidir bu. 116
YEDİ VADİ
Ancak beri olanlar, içinde kafur olan bir kadehten içecekler. (Dehr Suresi; 76/ 5)
Ruh, nefes ile kodlandı insanın özüne. Kibir ise nefs ile kodlandı. İnsan, isterse Nefesi ile Hakk’ın, isterse de Nefsi ile İblisin Yüzünü gösterir. Bu onun özgür iradesi ile seçimine bağlı. Böylece, insan ya Hakk’ın ya da Batıl’ın bir yüzüdür. Allah Zat olarak her insanda ve her zerrede tecelli eder. Lakin Hakk, sadece Nefes yüzünü gösterende zuhur etmiştir. Her varlık, yaratıldığı beden formunun zıddı olan zevcesini bulmak, keşfetmek mecburiyeti ile zorunlu kılınmıştır. Adem nasıl ki zevcesi ile görünür olabildiyse, onun oğulları da bunu yapabilmeliler. Her insan, kendi zıddı olan tarafını keşfetmeli ve onunla bir akit imzalamalıdır. Eninde sonunda. Rahman enerjisi ile doğmuşsa, Rahim tarafını, Rahim enerjisi ile doğmuşsa Rahman tarafını keşfedecektir. Fikr-i Meryem felsefesidir bu. Muazzam bir dönüşüm. Bu keşifler, Fetihlerdir. Hakkında hayırlı olanı istemek. İçine, kendini katmadan yapılan tüm sözler için geçerlidir. İçinde senin olmayan bir “Hakkımda Hayırlısı olsun” sözü. Makbul olandır. Unutma. Fikr-i Meryem. Muazzam dönüşümdür. Allah Bir ise, Görünen her şey çift olmalı. Zıtlar çifttir. Üçüncü zıtta yer yoktur kainatta. Görünmeyen Tekliktir ve Birliktir bu âlemde. Görünen ise daima çifttir. İnsana kodlanan bilgi gibi. Nefs ve Nefes birer zıtlıktır ama gereklidir. İnsanın her anı onun bir imtihanı olarak düşünülür. Oysa bazen bazı şeyler bir imtihan değil, bir sonuçtur. İnsanın başına gelen şeyler ya nefsinden ya da nefesindendir. İşte bu olaylar birer felaket gibi görünse de, aslında imtihandan öte bir sonuç yaşamaktır. Sadece yaptıklarının sonuçlarını yaşıyorsundur. İmtihan çoktan geride kalmıştır. Her daim imtihan içinde olduğunu düşünmek de bir zandır. 117
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Ölmeden ölmeyi dilemek ve bunun gerçekleşmesi, insanın yaşaması gereken hâllerden bir “sonuç” hâlidir, bir imtihan değil. Dünyadan geçmek, eşyayı terk etmek birer imtihandır lakin bunların sonucunda yaşanan ölmeden ölme hâli bir “sonuç”tur. Varılan son merhale, soruların bittiği andır. Sorular ve cevaplar bittiği anda, makam, oraya layık olanlara terk edilir. Artık gelecek sorulara cevap verecek olan hâl başlamış olur. Fakat bunun oluşması için, bunu hakikati ile dilemiş olmak icap eder. Bunu, öncesinde oluşması beklenenleri bir bir yaşamak ve vadileri bir bir aşmak gerekiyordu. Aşikar olan şudur ki, şikar olan insan ise, Avcısı, onu kendine yol edendir. Bedeni terk ettiğinde özgür olacağını sanmak ne kadar büyük bir yanılgı. Hep bahsedilen ölmeden beden içerisinde ölümü tatmak. Burada bulamadığını, orada bulmak bir hayal. Bu bedende bulamadığını, bedeni terk ettikten sonra bulamayacak olman bir gerçek. İnsan ölmeyi şöyle anlıyor; şimdi bu zamandayım, ölünce de o zamandayım. Bu bir ikiliktir. Böyle bir şeyin hiç var olmadığını söylesek ne düşünürdünüz? Şimdiki zaman ve öldükten sonraki zaman diye bir ayrım bir yanılgıdan ibarettir. Zaman kaça bölündü? Burada olduğum zamanlar, burada olmadığım zamanlar. Böyle bir şey yoktur. Zamanı bölmeden de istenen yapılabilir. Sadece şuur değiştirerek, alan değişimi yapılabilir. Yaşarken yeryüzündeki ben öldükten sonra göklerdeki ben diye bir ikilim yoktur. Orası burası diye bir mekan da yoktur. Burada yaşarken, başka boyutlarda görev alıyorum diye bir kavram da söz konusu değildir. O da sen, bu da sen. Beden içindeyken de sen, bedenin dışına çıktıktan sonra da yine sen. Sadece idrak farklı. O kadar. Şuursal bir değişim. Burada dediğin sen, yiyen uyuyan bazı ümitler ve korkular arasında giden gelen sen. Orada dediğin, plân yapan, organize eden, görevler alan ve görevlerini yerine getiren sen. İki zaman da tektir. İki sen de tektir. Bir 118
YEDİ VADİ
odadan, bir üst kattaki bir odaya geçtiğinde ne değişti? Mekan aynı mekan, zaman da aynı zaman. Değişkenlik katsayıları senin isteklerinle ikizdir. Ama fark etmen için aşağıyı ve yukarı dediğini birlemelisin. Ayrılık yoktur ve sözlerimiz çok geniş alanda düşünülmeli. Çünkü sen kendinden ayrı bir sen değilsin. Senden ayrı öyle bir Rabbin de yok ve asla olmadı. Yukarıda bir Rab ve aşağıda insan oğlu. Böyle bir kavram da olmadı, olmamalı da. İnsan, bir zamanda ve mekanda olmayı bilir. Peki hiç zaman ve mekan olmayı diledi mi? Evet, gerçek olan şu anda genele dönük bir başka gerçektir. Ölmeden ölmek hâli nasıldır diye soranlara verilen cevaplar çoğalır. Sevgi, sevgilide eriyerek yokluğu tümde hissetmektir.. Senin, sende olmadığın her şeyde olmandır. Her zamanda olmandır ve her yer olmandadır. Zaman da sensin, mekan da sensin. Ait olduğun bir yer ve zaman kalmamıştır. Ölmeden önce ve öldükten sonra diyebileceğin bir durum da kalmamıştır. Artık biçimler levhasının, ademi levhanın da ilerisindeki düşünce boyutuna geçmiş olursun. Her zaman ve mekanda var olabildiğin gibi, zaman ve mekan da sen olabilirsin. Bazı yaşamların senin üzerinde hayat bulabilmeleri için bir zemin olması ne muhteşem bir düşüncedir. Her yerde Ol'anın, Benden işlemde bulunduğunu hayalledim. Yaşadığım tüm An'lar, aslında O'nun yaşadığı tüm Anlar. Aradan sıyrıldım baktım, yaşayan ve yaşanan hep O'na aitmiş. Zevkler, acılar, tüm değerler, yaşayan ile yaşatan arasında aynileşti. Şimdi ben yaşayan mıyım? Yoksa yaşanan mıyım? Ölmeden ölme hâlini nasıl hissedeceğiz diyenlere vereceğimiz cevap şöyle olacaktır: “Olduğun durumdan bir adım öteye hamle edersin. Çekilen insana dair acıların anlamı kalmaz. Çizgiyi aşınca hepsinin oyun içinde oyun olduğunu 119
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
bulursun.” Keşf ne güzeldir. Ölmeden ölme hâli böyle bir şeydir. O hâl içindeyken, diğerleri ya da başkaları bir sanal surettir. Asıl olanın çeşitli suretlerde beyanıdır. Ariflerin hâli böyle idi. Seyr hâlinde iken bunun farkına varır ve her noktada, O’nu görür, sır sayfalarının açılması böyle olur. Artık her muamelesi O’nunladır, suretlerle değildir. Başkaları diye bir şey kalmaz. Sadece O vardır. İnsanı ve tüm varolanları sevmek bir ibadettir. Çünkü sadece O vardır. İşte bu hâli kendinde, ruhunda derinden hissedebiliyor ve yaşayabiliyorsan, ölmeden ölme hâlini yaşamışsın demektir. Fena Vadisini aşmak için, ölmeden ölmeliydi kuşlar. Ve bunu başaran çok az kuş, düşledikleri Büyük Kuş ile karşılaştılar. Gördükleri kendilerinden başka bir şey değildi. Çünkü orası bir aynaydı. Kaç kuş ulaştı ise o kadar kuş göründü karşılarında. Sayı olarak daha az kuş olsaydı o kadar görüneceklerdi. 30 Kuş, karşılarında 30 kuşun bütünleşmiş hâlini, Simurg olarak gördüler.
"Bir kayadan dişi deve çıkarır, sarı öküzü feryada figana getirir." Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
Beka Bir Bilginin alt seviyesinde oyuncağı olursun, Zira o bilginin üst seviyesine erişememişsen. "Suya yazılanlar, Havaya okunanlar" olarak kalır. Beka bir varış değil, bir sonuç idi. Hakikat’in acımasız yüzü ile tanışmak. Kendilerinin Hakikat Özgürlükleri ile bütünleşen ve kendileri ile karşılaşan kuşların özgürlüğüydü 120
YEDİ VADİ
bu. Merkezde kimin olduğu sorusuna cevap arayan her varlığın karşılaştığı Hakikat. Mülk Allah’ındır kutsal ayetinin batini açıklaması. Okumaya hazırsak devam edelim. Beden bir binek ise, dizginler kimin elinde?. Çok önemli bu soruya cevap ne olmalıdır? “Sevdiklerimin elinde.” İşte en büyük yanlış cevap. Sevdiğin senin bineğine baktığında dizginleri kendi elinde görüyorsa, zülmu yine kendine yapacaktır. Çünkü insan kendine zulmeden bir varlık, başkasına değil.. Eğer o dizginleri, sahibinin elinde görürse ona sevgi ve saygı duyacaktır. İşte en büyük cevap; “Dizginler benim bineğimde, kendi elimde” olmalı idi. Merkez benim. Merkezde ben oturuyorum. Allah neden sevilir? Çünkü O Allah’lığını kimselere vermez. Düstur budur. İlahi kanun budur. Bu yüzden O daima sevilir. Dizginler kendi elindedir zira. Dizginleri de herkes kendi tutsun diye kendine emanet etmiştir. İnsan, emanet edilen dizginleri başkasının eline verirse, daima zülum görecektir. Bu yüzden sevmek ile ilgi göstermeyi karıştırmamalı insan. Sevmeliyiz belki sonsuzca, lakin ilgi göstermek, tamamen özgürlüğümüze ve hür irademize bırakılmıştır. İnsan daima kutsal olan her şeyin cevabının da ulaşılmaz bir gerçek olduğunu zanneder. Bu yüzden daima gerçeklerden uzak durur. Oysa hakikat Basit’tir. Çünkü Basit kelimesi, Hakk’ın sonsuz isimlerinden biridir. O’nun kanunları ve iradesi Sade ve Basit’tir. Zihnimizdeki gibi bir Tanrı yok. Onu biz icat ettik, türlü türlü kılıflara soktuk, oysa Tanrı’dan çok, Tanrısal Gücü arasa idik, bunlar olmazdı. Tanrısal Güç de tamamen bizim yüreğimizde. Tanrı arayışında daima yanılıyoruz.. İlahi gücü arasa idik, bunu yüreğimizde bulacaktık. Kaybımız bundandır. 121
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Beka’ya varanlar için yaşam, bir önceki yaşamları gibi asla aynı olmayacaktır. Artık onlar değişimin başlangıcına doğru bir adım atmış olurlar. İlke ve Kanunlar çerçevesinde bilgi ile hareket eden varlıklar olurlar. Varlığın Birliği İlkesi ve Varlığın Özgür İrade İlkesi üzerine yaşamları tekrar tertip ve dizayn olur. Değişimin harcının sevgi ve şefkat olduğunu anlatırlar. İnsanların aynı yaradılışta olduğunu vurgulamaya çalışırlar. Sesleri, her ne kadar cehaletin karanlıklarında duyulmuyor olsa dahi, asla vazgeçmezler. Her şeye rağmen asla durmazlar. Yollarında yürümeye devam ederler, yazarlar, konuşurlar, etkinliklerini devam ettirirler. Her nereye giderlerse gitsinler, bir bütün olarak özleri ile beraber olurlar. Hedeflerine dönük yüzlerini insandan yana çevirirler. Hedefleri daima insan odaklıdır. Bilinçleri yükseldikçe ve idrak seviyeleri arttıkça, dünyasal arzu, istek ve acıları da azalmaya başlar. Bu dünyayı reddetmek ve imkanları görmezden gelmek değildir. Daha kontrollü ve beden dizginleri daima ellerinde olmayı başaran olurlar. Her an değişir ve gelişirler. Çünkü “Her an ayrı bir şende, ayrı bir oluşta ve ayrı bir yaradılışta” ilkesi gereğince, kendi özlerindeki buldukları içsel Hakk ile yol almaya devam ederler. Dünkü sen ile bugünkü sen arasındaki değişimi rahatlıkla gözlemler ve eksiklikleri giderirler. Dünden gelen hak edişler, bugüne değişerek yeni senleri oluşturur ve devamlı gelişim için bir yol alıştır bu. Hak ettikleri, karşılarına gelir ve bu gelişler de imkanları da beraberinde getirir. Öğrenen ve Öğreten olma durumu Beka Vadisi’nden çıkanlar için bir düstur, bir yoldur. Ufukları açan birer yoldaş olma durumudur bu. Her parlayışlarında, ufuklara uzanan bir ışık gibidir onlar. Üst şuuruna ulaşanlar için, alt benlikleri kontrol etmek ve onu ayrı bir yapı olarak görme hâli başlar. Üst şuur daima bir alt şuuru kontrol eder. Üst şuur daima bilen ve öğreten aynı zamanda öğrenen, bilmeyi isteyen büyük bir orandır. Alt şuur 122
YEDİ VADİ
ise, dünya maddesinin yönlendirmesine tabi olmuş bir cahildir. İşte o cahili eğitmek ve daima hatırlamasını sağlayan üst şuur, dizginleri elinde tutar. Beka Vadisinden terfi edenlerin genel hâli böyledir. Onlar daima üst şuuru ile bilen ve öğrenen konumunu korurlar. Ölümsüz ve diri olan taraftır bu. Hakimiyet daima bu yüksek şuurun elindedir. Bedeni yönetir ve yönlendirir. Tıpkı dışardan bakan bir gözlemci gibi. Asla maddenin esareti altına girmesine imkan vermez. Nefsin değil, nefesin daim olduğu bir bakış açısı ile hareket eder. Nefs daima kontrol altındadır. Ve tüm taraflar, bundan oldukça memnundur. Beşerin en büyük hatası, daima bir ilah arama, bir Tanrı bulma peşinde vakit kaybetmesiydi. Tanrı’yı arayacağına, kendi özüne ulaşsa, orada kendi Rabb’i ile tanışacaktı. Kendini bildiği oranda da Rabb’ini bilecekti. İşte bu yol hiçbir zaman beşere öğretilmedi. Tanrı arayışında olanlara, Ademi tarafından bir hatırlatılma yapılsa idi, insan bugün dünya üzerinde halife vazifesini başarı ile yürütür olacaktı. Kainatta her şey çok basittir. Tüm işleyiş, tüm düzen elBasid esması üzerine kuruludur. Zorlaştıran daima alt şuur olmuştur. Zoru seçer ve rahatlar. Basit olandan uzak durur ve hatta korkar. Zihin bunun için var edilir nefs tarafından. Zihne korku yüklenir ve karmaşık olması için elinden gelen her imkan sağlanır. Zor ve karmaşık olması da nefsin ve alt şuurun işine gelir. Çünkü böylece daima uykuda ve maddenin esareti altında güdü ile hareket eder. Üst şuurdan da zerre kadar haberi olmaz. Ona giden tüm yolları tıkar, kapatır, örter. Tanrı arayışı ile de bu uykuyu iyice derinleştirir. Oysa arayışı tamamen kendi özüne olmalıydı. Bu kolay taraftır. Tanrı arayışı ile işi zorlaştıran zihin, uykuyu daha da derinleştirir. Bol ve ihtiyaçtan öte besinler, içki, uyuşturucular ile de bunu daha da alt koridorlara gömer. Rahimin karanlıklarına doğru yürüyüşünü ilerletir. Nefse dönük yüz, sürekli meydandadır. Bu insanın beşer tarafı, uyuyan ve asla uyanmayı dile123
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
meyen hatta haberi dahi olmayan yüzüdür. Oysa Rahimin aydınlık tarafı, Rahmana bakan yüzü daha berrak ve basit taraftır. Orada zihin kontrol edilmiş, nefsin esaretine mahal verilmemiş bir üst şuur kontrolü vardır. Burası basit ve olağanüstü güzellikle mükemmelliyetçi hâldir. Beka Vadisi’ni aşan üst şuuru ile özü ile kontakt kuran ve hakimiyeti eline alan İnsan tarafın temel görevleri vardır. İnsanların bakış açılarını değiştirmek. Değişen, değişimi başlatan olur. Bu temel ihtiyaçtır. Uyanan uyandırmalıdır. On derecelik bakış açısına sahip kişiye, yirmi derecelik bir bakış açısı imkanı sağlamak, onun görevleri başında gelir. Kendi başlı başına bir örnek insan modeli hâline gelir. Bir şey öğretmez. Yapıcı ve olduran tarafı ile bir öğretici konumuna gelir. “Ben yapabiliyorum sen de yap” mesajını iletir tüm varlığı ile. Hatta daha iyisini yap mesajını da gizliden verir. Çünkü yüreğinde bir ateş yanmıştır. Ve o ateşi her gün körükleyen bir ilahi sistem işbaşındadır. O ateşin cazibesine kapılmamak ne mümkündür. İçlerindeki narı nura çevirmek de, onu rehber edinenlerin işi olur. İnsanlık, bir merdivenden inmekte, birbirine tutunarak ve topluca, nereye indiğini de bilmeden. Merdivenin basamakları o kadar diktir ki, bir basamak sonrası neredeyse görünmez. Merdivenin sonunda bizi bekleyen aşk ateşi ile akan lavdan bir ırmak bulunur. Ancak bir önündeki insan kalabalığı o lavda eriyip yok olana kadar, kimse o lavlara yaklaştığını bilmez. Her bir basamağı heyecan ve merak ile iner. İnsanlığın yürüyüşünde umut ışığı hiçbir zaman tükenmez. Merdivenin sonundaki ateşe herkes girecek. Hepimiz. Ve yürüyüşümüz son bulacak. Işık hızı ile fırlatma operasyonu başlayacak. Sonrasında, büyük bir sıçrama. Sonrası hayal bile edilemez, ama önce arınmalı, tortular yakılmalı, çünkü başka çaresi yoktur. Hamdır insan, pişer ve sonunda yanmalıdır. Bizler ancak buraya kadar olanı biliriz. Bundan sonrasına hazır mıyız? Beka Vadisi’ni geçenler için aydınlanma hâline 124
YEDİ VADİ
hazır mıyız? O ateşte külü dahi kalmayana dek yanan için nasıl bir başlangıç vardır? İnsanlığı neler beklemektedir? Bunu bilebilmesi için topyekün yanmalıyız. Arınmalıyız ki bir sonraki duruma geçebilelim. Yaratılış yenilendiğinde neler olacak hep birlikte göreceğiz. O her An ayrı bir yaradılışta. Bizim için, bir An’dan bir An’a geçiş çok uzun bir süreç. Belki binlerce belki de milyonlarca yıl demek. Oysa Allah için An, zamansızlıktır. Allah için bir An, bizim için uzun bir zamandır. Bizler o yanma ve arınma hâlinden çıktığımızda, neler tecelli edecek göreceğiz. Hangi ismi ile âleme görünecek bileceğiz. O da bilmiyor, lakin bilmek istiyor. Bu yüzden yaşamı, varlığın idrakinde özümsüyor. İnsanlar bir sonraki merhaleyi belirleyecek olan tümsel yapıyı oluşturuyor şimdi. Her birimiz tek tek yaratılışa katkıda bulunuyoruz; düşünsel yapımız, hayallerimiz, plânlarımız, kaderi durumlarımız ile. Bu yüzden olumlu olmalı ve iyi olanı dilemeliyiz daima. İşte bizler gibiler, öz şuuru ile dünyada bulunanlar, Beka Vadisi’ni aşanlar, herkesin düşünce yapılarını iyi yönde kanalize etmeye yönelik sihirli cümleler kurmalı ve düşünceler iletmeliyiz. Her zaman ve mekanda bu yapıldı, yapılıyor ve yapılmaya da devam edecek. Cümleler, kelimeler heceler ve harfler. Hepsi gönlünde sevdanın mülk sahibinin ışığı parladığında, bir gizli hazinenin cevherleri gibi yeryüzüne yayılır ve onu bekleyen sinelere bir kıvılcım gibi saçılır. İşte en büyük olanın en küçük olanla karşılaştığı ve bir vücut olduğu andır o an. İşte isteğimiz olan, beklediğimiz olan "O" anda beyan olarak sırrını bu kelimelerle cümleleştirir ve sunar. Ne mutlu buna yol açanlara. İnsanlık şükretsin ki, Beka Vadisi’ni Aşan kuşlar misali insan tarafını keşfeden Onlar burada. Ve yaşamlarını minimize etmişler. Minimumlar. Kimsenin cesaret edemediği fedaları ve terkleri ile. Yaşamları insanlığa adanmış. Bazen isyan da etseler, bu olacak olan sonucu değiştirmiyor. Olması icap eden 125
KUŞ DİLİ
her sey gerçekleşir. Öyle ya da böyle. Plân aksamaz. Kişilerin arzularına bağlı olarak da işlemez. Keyfi değil, İlahi İlkelere uygundur. Onlar “iz”lerdir. O’nun izleri. Hepsi bu. Ayağını bu dünyaya basınca meydana gelen izleri. Ayet içinde ayet misali. Sonsuzluğunda bir belirti. Nurunda bir kıvılcım ve bir parlama. Gelir ve geçer. Sadece gönüllerde izi kalır. İşte Beka Vadisi’ni aşan kuşların bizlere örnek olarak sunduğu bâtıni açılım bunlardan ibarettir.
“Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir aynadır!” Hasili, otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, Ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz. Çünkü, hepsi BİR’dir. Aynı, Aşık ile, Maşuk’un Aşk’ta; Habib ile, Mahbub’un Muhabbet’te; Sacid ile, Mescud’un Secde’de tevhid olması gibi. Aradan zaman geçer, “fenâda kaybolan kuslar yeniden bekâya dönüp” yokluktan varlığa ererler.” Feridüddin Attar Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
126
Yeniden Doğuş Batıda ve Ezoterik bilgilerde bilinen ismi İnisiyasyon, Anadolu’da ve Orta Doğuda’da bilinen ismi ile Tasavvuf konusundan, Tekrardoğuş konusuna geçelim. Birbiri ile bağlantılı olan bu iki konu, yine birbiri ile iç içe ele alındı. Feridüddin Attar’ın Kuş Dili isimli Mantıku’t Tayr eseri, Simurg felsefesi üzerine kurulu bir tekrardoğma anlayışını yansıtır. Küllerinden yeniden doğmak. Ateş ile arınan, inisiye olan her nefs, nefese dönüşür ve birliğin sembolü olan Simurg olarak kainatta kanat çırpmaya başlar. Her kuşun özü, Simurg potansiyelini taşır. Arınan, yeniden doğarak yoluna devam eder. Simurg olabilmek zordur. Yeniden doğabilmek kolay değildir. Yedi Vadi bölümünde ve İnisiyasyon bölümünde buna ancak kelimeler ile ifade edebildik. Bunun okuyanı olduk. Lakin yaşayanı olmak, uzun bir süreci beraberinde getirir. Tekrardoğma bilincini, iki şekilde incelemeyi uygun gördük. Biri “Ruh Göçü” diğeri “Simurg Felsefesi” olarak.
127
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Ruh Göçü Bu dünyada tüm insanlık hakikat bilgisi olarak sadece, “doğum ve ölüm” konusunda eşittir. Bu elimizdeki iki gerçek. Bunun dışında insanlık tarihi henüz başka bir gerçekle tanışmadı. Doğuyoruz ve ölüyoruz. Bu iki kavramın dışında bildiğimiz bir gerçek yok. Diğer edindiğimiz her şey bir rüya, bir yanılsama, ilüzyon ve hayal. Yani gerçeklik bize henüz tam verilmedi. Beş duyumuzla gördüğümüz duyduğumuz ya da hissettiğimizin dışına çıkamıyoruz. Elimizde başka bir veri yok. “Doğmadan önce yaşam plânımızı seçeriz” diyoruz metapsişik anlamda, ama kesin bir kanıt yok. “Öldükten sonra neler oluyor” bilmiyoruz. “Doğmadan önce neredeydik” onu da bilmiyoruz. “Tekrar diriliyoruz ya da doğuyoruz” deniyor o da kesin kanıt değil. Çünkü tüm insanlığın yaşadığı bir durum değil. Tüm insanlığın tek ortak kaderi “doğum ve ölümdür”. Bunun dışındakiler farklıdır ve herkese göre değişir. Karanlık bir odada, elimizle nereye dokunsak onu gerçek sandığımız bir dünyada yaşıyoruz, kaç milyar insan varsa o kadar yorum, inanış ve gerçeklik var. Günümüzden yaklaşık 15.000 yıl önce yazıldığı bilimsel verilerle de ispatlanmış olan Naacal tabletlerinin, Mu uygarlığına ait olduğu düşünülmektedir. Rahip Naacal’ler, uygarlıklarının bir gün son bulacağını bildiklerinden, her türlü bilgiyi taş tabletlere yazma gereği duymuşlardır. Ve tabletlerin James Churcuward’a, Tibet’te başrahip İnisiye Rishi tarafından verilmesiyle bilgiler gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Tabletlerin geri kalan kısmı da, 12.000 yıl önce yazıldığı bilimsel verilerle ispatlanmıştır ve Meksika’da kazılarla bulunmuştur. 2.600 adet tablet tamamlanmıştır. Tabletlerde bahsedilen Mu uygarlığının dünya üzerinde yetmiş bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu da ortaya konmuştur. 128
YENİDEN DOĞUŞ
İlk tekrardoğuş ile ilgili verilere bu tabletlerde rastlandı. Mu dini, bilinen tek tanrılı dinlerin ilkidir. Mu dininin esası, “Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu”. Tekrardoğuş bir inanıştı ve Mu dini bilgilerinin esasını teşkil ediyordu. İnsan yaratıldığı zaman, maddesel bedeninin, geldiği yer olan toprağa geri dönmesi takdir olunmuştu. Bu maddesel beden öldüğü zaman, ruh serbest kalıyor ve öte âleme giderek yeniden bedenlenmek üzere yeni bir çağrı alana dek orada bekliyordu. Mu dininde, yalnızca tek bir maddesel yaşamın tüm maddi arzuların üstesinden gelmeye yetmeyecek kadar kısa olduğu, buna bağlı olarak bu vazifeyi tamamlayana kadar ruhunun birçok maddesel bedenle birleşerek birçok kez dünyaya gelmesinin takdir olunduğu öğretiliyordu. Bu enkarnasyonlar yani sürekli doğuşlar, ruhun kurtuluşuydu. Dünyadaki vazifesi, maddi arzulara galip gelmek suretiyle ruhun maddesel bedene hükmetmesiydi. Bunu başardığı zaman yüce kaynağa geri çağrılacak ve artık sonsuza kadar kusursuz bir uyum, iç ferahlığı ve mutluluk içinde yaşayacaktı. İnsanların hepsinin dünyada aynı refah düzeyinde yaşamadıklarını, eşit şartlarda olmadıklarını görüyoruz. Kadın kimliğinin ezilmesi, erkek egemenliğinin hakimiyeti, zengin fakir ayrımı, açlık ve savaş, sağlıklı olmak ya da hastalıklı yaşam sürmek gibi durumlar, eşitsizlik olarak algılanmaktadır. Ve herkes daha iyi bir hayatın hayalini kurarak, bir sonraki durumunun daha iyi şartlarda olabileceğini düşünmektedir. Böyle gelişen ruhgöçü veya tekrar bedenlenme inancı, tamamen duygusal ve egosal olarak görülmektedir. Diyelim ki ömrünü açlık ve sefaletle geçiren bir insan, yeniden doğduğunda daha iyi şartlarda hatta çok zengin olarak hayata gelebileceğinin hayalini kurabilir ve bu yönde düş129
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
leri olabilir. Hayatının çok genç çağlarında, hiç gün yüzü görmeden, hatta çocuk yaşta ölen kişiler olduğu gibi, çok sağlıklı ve yaşam standartları oldukça iyi bir hayat süren yüzlerce binlerce insan da vardır. Bu dengesizliğin ve adaletsizliğin sebebi nedir? Bu yüzden insanlarda bu inanç sistemi çok fazla yaygınlaşmaya başlamıştır. “Geçmiş yaşamımda iyi yaşamıştım”, ya da “bundan sonraki yaşamımda çok daha iyi şartlar beni bekliyor” gibi düşünce tarzı, tekrardoğuş inancını destekler konuma gelmiştir. Böylece inanç sistemi daha genişlik kazanmaya başlar. “Allah adildir ve sevgi doludur, acı çeken insanı daha iyi şartları olması amacıyla tekrar dünyaya yollayacaktır. Bu hayatta suç işleyen insanlara her seferinde bir önceki suçunun telafisini yapabilmesi amacıyla binlerce seçenek sunacak binlerce hayat vardır.” Akla yatkın olan inanç sisteminde, tekrar tekrar dünyaya gelen ruh, her seferinde gelişecek, olgunlaşacaktır ve tekamül sürecini sonsuza kadar sürdürecektir. Hatta bu inanç sistemi biraz daha genişleyerek, spiritüalizm ve metapsişik alanda yer almaya başlamıştır. Spiritüalizme göre tekrardoğuş, bir inanç değil, evrensel bir yasadır ve gerekliliktir. Spiritüalizme (ruhçuluk) göre, ruh sadece dünyaya değil, kainattaki binlerce yaşam platformlarına da doğuşlar gerçekleştirmektedir. Hatta dünya yaşamında bedenlenirken, aynı zamanda başka maddi dünyalarda da doğmakta ve aynı anda birkaç tecrübeyi de gerçekleştirebilmektedir. Ezelden ebede doğru giden ve özünde mükemmel olan ruh varlığının ihtiyacı olan tekrar bedenlenme olayı bir tekamül yani gelişme sürecidir. Her doğum, her dünyaya tekrar geliş, ruhun bilgisini arttırır ve evren yasalarına nüfuz eder. Evrende her yer varlıkla ve hayatla doludur. Her ortam tekamül yani gelişim için elve130
YENİDEN DOĞUŞ
rişlidir ve ruh her ortama doğabilir. Tekrardoğuş bilgisi, insanlık kadar eskidir, bilebildiğimiz insanlık tarihi içerisinde hemen her topluluğun bazıları tamamen, bazıları ise kısmen tekrar doğma yasasını biliyorlardı. Dünyanın dört bir yanında her devirde, birbirleriyle ilişkisi bile olmayan insanların, tekrar bedenlenme yasasının tüm bilgilerini bilmeleri tesadüf olamaz. Farklı zamanlarda, farklı kıtalardaki inanç sistemleri şaşırtıcı derecede aynılık taşır ve bu asla tesadüf olamaz. En eski devirlerden beri, en ilkel yaşam biçimlerine ve kabilelere kadar hepsinde tekrardoğuş bir yasa olarak bilinir ve kayıtlarına geçmiş binlerce olay bulunmaktadır. Virginia Üniversitesi’nden Prof. Ian Stevenson, reenkarnasyonu destekleyen çok sayıda veri toplamıştır. Dr. Helen Wambach, tekrardoğuş ve geçmiş yaşamlarla ilgili çok değerli çalışmalar yapmış bir araştırmacıdır. Hipnoz ve telkin yöntemiyle, insanın öncesiyle ilgili çok ilginç bilgiler elde etmiştir. Özellikle Amerika’da, özgür düşünce ve araştırmalara yer verildiği için, orada akademisyenler araştırmalarını yapmakta ve kitaplar hâlinde sunmaktadırlar. Özellikle Ian Stevenson, tüm dünyada çok akla yatkın kanıtlar bulmaya çalışmakta ve bunları sunmaktadır. Çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de, tekrardoğuş sadece popüler bir ilgi alanı olarak ele alınmaktadır. Çünkü tekrardoğuşu kabul etmek, İslam’ı reddetmekle eş değer tutulur. Bu yüzden inanıp inanmamak kişinin özgür iradesine bırakılır. Oysa ki, tüm dünyada tekrardoğuş vakalarına tek tük rastlandığı halde, tekrardoğuşu yaşayan ve normal kabul eden bir bölgeye rastlanamamıştır. Sadece Adana, Mersin, Hatay, Antakya civarında bunu görüyoruz. Bu bölgelerde tekrardoğuş çok normal karşılanır. Hatta inanç olayından çıkmış, normal konuşulan ve olağan günlük bir olay olarak bakılmakta131
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
dır. Bir yaşam biçimi olarak benimsenmiştir insanlar tarafından. Bu bölgelerde her üç kişiden biri ya tekrardoğuş yaşamıştır ya da yakınları bunu yaşamaktadırlar. Tekrardoğuş şu şekilde ele alınmaktadır: Birincisi, “Ölüm bir bilinmezliktir ve bilinmez olan da daima korkutur. Ölüm “karanlık” olarak görülür. Ölerek bu dünyadan, yaşamdan, hatta sevdiklerimizden ayrılırız. En başta sıkı sıkı bağlı olduğumuz bedeni terk ederiz ve bedenimizin toprağın altında çürüyeceğini, yok olacağını, ruhumuzun ise, muamma olan bir karanlığa doğru yol alacağını zannederiz. Ne olduğunu bilmediğimiz bir karanlık söz konusudur. Bu gibi benzetmeler binlerce yıldan beri dinlerin bize yaptığı aktarımlardır. Ölüm ile bir karanlık yola çıkacağını düşünen insanların, korkularına biraz çare olabilmek için, araf denilen yerde beklenileceğini, yani ruhlar âleminde beklenileceğini ve zamanı gelince her bir bedenin topraktan tekrar kalkıp ruhu ile buluşacağı, sonra da ebedi nihai varış Noktasında cennete gideceği vaat edilir. Ikinci bir durum ise, yine ölerek yok olacağımız ve ölüm ile karanlığa gömüleceğimizin korkusuna bir çare olarak da tekrar doğacağımız, dünyamıza, yaşama yine gönderileceğimiz, fakat her seferinde farklı kimlik ve bedenler kullanarak yaşamı kucaklayacağımız vaat edilir. Her iki vaat de, binlerce yıldan beri aktarılmış ve insanlar dini inançları hangisini emretmişse, hangisi daha akla yatkın gelmişse ona inanmışlardır. Ve inançlarında da özgürdürler. Tekrardoğuş, ruh göçü ya da reenkarnasyon olarak adlandırılan tekrar dünyaya gelme inancı, Uzakdoğu inançlarının temelinde yer alır. Bunun dışında, Avrupa’da Kelt ve İskandinav dinlerinde ve Eski Mısır dinlerinde de yer almaktadır. Büyük çoğunlukla, Budizm ve Hinduizm dinlerinin inanı132
YENİDEN DOĞUŞ
şında yer alan tekrardoğuş inancı bir karma sistemine dayanmaktadır. Karma sistemi, bir sebep sonuç ve sonuç sebep yasasıdır. Yani bir insan ne ekerse onu biçmektedir, ya bu hayatta ya da diğer hayatlarında. Yaptıklarının cezasını ve mükafatını ya bu hayatta alacaktır ya da tekrar doğduğu bedenlerde. Ve tüm yaşam plânını öldükten sonra kendisi organize edecek, belirleyecektir ve bu seçimler doğrultusunda yeniden dünyaya gelecektir. Hiyerarşi söz konusudur. Geçmiş hayatlarında işlediği suçların sonuçlarını başka bir hayatta yaşayacaktır çünkü bunu planlayarak tekrar gelecektir dünyaya. Ya da şimdiki yaşantısında sonucu yaşayıp, bir sonraki hayatta ise nedenini arayacaktır, nedenini oluşturacaktır hayat planında. Budizm ve Hinduizm dinlerinde, her seferinde bir hiyerarşi söz konusudur, yani insan bitki olarak da doğabilir, insan olarak da hayvan olarak da. En son da Tanrı olarak dünyaya doğarak, gelişimini tamamlayacak ve bir daha da doğmayacaktır. Doğu dinlerinden, Batı dinlerine geçen bu inanış biraz farklılık gösterir. Batı dinlerinde ise, bitki ve hayvan olarak dünyaya tekrar doğmayı kabul etmez. Her seferinde insan olarak doğar ve tekrar insan olarak dünyaya gelişleri sürecektir. Ta ki gelişimini tamamlayana kadar. Tenasüh kavramı inancı, Doğu kökenli dinlere mahsustur. Kelime manası ile bir şeyin diğerini takip ederek yok etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması. Dinsel anlamda ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını dile getirir. Oysa ki gerçek tekrardoğuşta insan olarak tekrardoğmak yer alır. Çünkü akıl verilen akla sahip olan insandır. Ruhun terbiyesi amaçtır ve, yaratılmışlığın amacını anlayabilmesi için insana akıl verilmiştir. Aklı olan insan ancak nihai amacı idrak edebilmek için ruhunu terbiye eder ve bu ancak tekrardoğuşlarla gerçekleşecek bir durum olur. Tekrardoğarak ruhun terbiyesi ise, ancak 133
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ne amaçla dünyaya doğulduğunun hatırlanmasıdır. Amaç budur. İnsan neden dünyada olduğunun ve dünyanın bir rüya âlemi olduğunun ve bu rüyadan ancak, rüyanın içindeyken uyanması ve ne olduğunun hatırlanması ile son bulacağının gerçeğidir. Hatırlama ise ancak ve ancak akıl sahibi insanların bir yeteneğidir. Hatırlayarak nihai amacın gerçekliğini bir nebze hissetmek ve Allah’a ulaşacak yolun yani Gerçeğe ulaşacak yolun rüya âlemindeyken hatırlanması gerektiği, tenasüh kavramı ile mümkün olmayacaktır. Tenasüh kavramı, tekrardoğuş ile bağdaştırılmamalıdır. Üç büyük din, Müslümanlık, Musevilik ve Hristiyanlık gerçek anlamda ruh göçünü ve reenkarnasyonu kabul etmez. Çünkü bu üç büyük dinde, ahiret inancı, cennet ve cehennem inançları mevcuttur. Her ruh bir kere insan olarak doğar ve günahını sevabını kıyamet gününde hesabını vererek, gideceği ebedi hayat orada belirlenecektir. Kur’an’daki bazı ayetlerin, reenkarnasyona yönelik olduğu iddia edilir ve bu yönde yorumlar yapılır. Özellikle şu ifade “öldükten sonra dirilmek haktır” yorumlandığında, kıyamet gününde dirilmeyi anlattığı gibi, tekrar yeniden doğmayı da destekler görünümündedir. Çünkü Arapça ba’s kelimesi dirilmek ve gönderilmek anlamına gelir. Her iki anlam da öldükten sonra dünyaya yeni bir bedenle yeniden doğmayı işaret eder. Allah tarafından yaratılma esnasında öğretilen varlıkların isimleri ve Allah’ın ruhundan üfleyerek yarattığı insanın özünde varolduğu sürece, hayat devam edecektir! Hayatın bir gün son bulacağı anlayışı ''küfr''dür. Yok olmayacaktır, bitmeyecektir bunu düşünmek en büyük günahtır. Yaşam sonsuza kadar devam edecektir. Çünkü Yaradan sonsuzdur. Sonsuz bir Yaradan’ın, ruhundan üflediği insan sonlu olabilir mi? Dünyada yaşayan canlıların nefsleri ölür. Her nefs ölümü tadar. Ancak insan ölümü tatmaz. Çünkü o ölümsüzdür. Gerçek insan nefsini kontrol etmiş, dizginlemiştir. Fakat dünya 134
YENİDEN DOĞUŞ
canlısı beşer insan ise nefsin kurbanı, oyuncağıdır ve bu yüzden ölümlüdür. Ne zaman ki nefsini bertaraf edecek, ölümü tatmayacaktır, ölümsüz olacaktır, diri olacaktır. Nefs tekrardoğmaz, ama ruh tekrardoğar, sonsuz sayıda tekrardoğuşlar yaşar. Her seferinde nefs sahibi olur. Her nefs sahibi olduğunda, onu yeniden yeniden toprağa bırakır, toprağa karışır. Beden toprağa karışır, oysa ruh yeni hayatlara yolculuk etmeye devam eder. Ta ki terbiye olana, terbiye edene kadar bu böyle devam eder. Terbiye olan da odur, terbiye eden de odur. Hatırlatmak isterim ki, bu tamamen kişinin o anki yorumuna ve düşünce sistemine bağlı olarak yorumlanma biçimidir. Bir iddia değildir çünkü üç büyük din de tekrardoğuşu kesinlikle kabul etmek istememektedir. İnsanlar var olduğu sürece inançlar da var olacaktır ve dünyada kaç milyar insan gelip geçtiyse herkesin inancı tamamen kendisinedir. Kalbindeki inancı tamamen kendisine aittir. İnanç konusu çok hassastır. Çünkü inanç, bu dünyada zaruri ihtiyaç duyulan her şey gibi gereklidir ve değerli bir manevi durumudur. Çünkü zifiri bir karanlık yolda elimizdeki fener gibi, görmemiz gereken şeylere ışık tutar ve yol gösterir. Ama fener, yolda yürüyenin elinde olmalıdır. İman ile araya hiçbir şey girmemelidir. Yani olması gereken, inancın Tanrı ile insan arasında kalması gerektiğidir. Tekrardoğuş yüzyıllardır bilinen bir inanç sistemi olsa da, kesinlikle ispatlanamamıştır. Hatta binlerce kanıt ve binlerce veri olmasına rağmen kesinlik kazanamamıştır. Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular, Budistler, Katharlar, Eseniler, Caynacılar, Sihistler, Umbanda'cılar, Yezidiler, Nusayriler, Dürziler ve Anadolu Kızılbaşları sayılabilir. Bu kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Hint'te “Samsara” adıyla bilinen bu kavram, Budist Türkler'de “sansar” adını almıştır. 135
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Antik Çağ’ın Yunanistanı’ndan sonra gnostiklerce de kabul edilmiş ve Roma Uygarlığı’nda özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş bu kavrama Kabbala’da ve belirgin ifadelerde bulunan Sufilerin sayısı az olmakla birlikte tasavvufta da rastlanır. Yapmamız gereken en doğru şey, hemen inkar etmek değil, olan fenomeni incelemek ve neden oluştuğu hakkında yorum yapabilmek ve özgür bırakabilmektir. Ortada bir gerçek vardır ve bu yok sayılamayacak durumdadır.
Simurg Felsefesi İslam tasavvufçusu Feridüddin Attar, “Mantıku’t Tayr” adlı yapıtında Simurg’un hikâyesini anlatır. Zümrüd-ü Anka kuşu olarak da bilinen Simurg, tekrardoğuşun simgesidir. Simurg, uyanma ve aydınlanmanın yolunda ilerlemenin sembolüdür. Simurg, gerçek anlamda var olmak için yok olmayı göze alabilecek kadar korkulardan, bağlardan ve zaaflardan arınmış olmanın ifadesidir. Yanarak cehenneme inişi deneyimleyene dek yok olmaz ve yokluğundan varolurken de arınmış bir saf bilinçle yeniden başlar. Simurg, ruhun bütünleşmesi, arınması ve dönüşümünün tüm kültürlerde ortak yüce bir semboldür. Peki Simurg batini bilgisini, insan ile nasıl bağdaştırabiliriz? Bir canlı dünyaya geldiği zaman, genlerinde ve DNA sında bulunan tüm özelliklerle doğar. Bu yüzden beş bin yıl önce doğmuş bir insan ile, günümüzde doğmuş bir insan arasında farklılıklar mevcuttur. Bilimsel olarak da bu böyledir. Her insan, anne ve babasının genetiğini aldığı gibi, onların da atalarına kadar uzanan bir serüvenin de bilgisini beraberinde getirmektedir. Tekrardoğuşu bu şekilde ele alacak olursak, 136
YENİDEN DOĞUŞ
her insan doğduğunda, binlerce yıl öncesinin atalarından getirdiği bilgi ile doğmaktadır. Özünde, cevherinde, DNA iplikçiklerinde ve tüm hücrelerinin atomlarında binlerce yıllık bir eseri de taşımaktadır ve bunu gelecek nesillere aktarmaktadır. Bu bir dönüşümdür, devri âlemdir ve tekrardoğuşun mistik bir gerçeğidir. Nesilden nesile aktarılan, bitmeyen bir döngü, edinilen tüm gerçeklerin her seferinde bir sonraki doğan nesile aktarılması, tekrardoğuşun farklı bir gerçeğini bize sunmaktadır. Bilgi kaybolmuyor, atom kaybolmuyor, toprağa girip çürüse de yok olmuyor, yine o topraktan besleniyor. Tek yaratım Adem’den günümüze kadar çoğalarak gelen her nesil, ilk insanın bilgilerini hücrelerinde ve atomlarında taşıyor. Çünkü kainat yaratıldığından beri hiçbir atom yok olmadı ve hepsinin yaşı aynı. Kainat yaratıldığından beri ne varsa, şu an bizim bedenlerimizde hücrelerimizdeki atomlarda aynısı mevcuttur. Var oluştan bu yana, tecrübe edilen her bilgi DNA larımızda kayıt altına alınıyor. Ve bir sonraki nesle miras kalıyor. Kısaca bilgi, bedenlerimizde tekrar tekrardoğmaktadır. Bu, evrensel tekrardoğuşun mistik ve kuantum felsefesiyle açıklanmış hâlidir. Hiç ölmeyecek, her daim diri kalacak, evrensel bir yaşamın döngüsüdür. Sonsuzluğun devri âlemidir. Yüce Yaratıcı’ ya iman ederken, bir sondan, bir yok oluştan söz etmek en büyük küfrdür. Yüce Yaradan her daim diri olan kainatı yaratmıştır. Yok olmayan, her daim dönüşen kutsal bir yolculuktur tekrardoğuş. Mistik bir yolculuktur. Varlığın mevcudiyetinin sırrıdır. En büyük sır ise döngüdedir, dönüşümdedir. Her ayrılış tekrar kavuşmanın da garantisidir sanki. Her seferinde geriye dönüp bakmadan ilerler sonsuz yolculuğun yine başlangıç noktasında. Her başlangıç bir sondur, her son ise bir başlangıçtır. Ümitsiz ya da kayıtsız değildir. Çünkü bilir sonunda nereye gideceğini ve kavuşacağı engin bedenini. Tek ümidi bilgiye kavuşmak, yeni keşiflerde bulunmak. En büyük kaşiftir çünkü ruh, maddeye kavuşma özlemi çeker. Madde de 137
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
her seferinde ruhu bekler, yolunu gözler. Kavuşma anında büyük şölen yaşanır adeta. Sarmaşırlar, dolaşırlar, birbirlerine özlemler akar, kavuşmanın aşkı sarar tüm kainatı. Şölene her bir zerre katılır. Ortak olurlar bu görkemli aşka. Tekrar gelmenin, tekrar dönmenin aşkıdır. Yine ayrılışın tekrardoğuşun özlemidir. Tekrar gelmenin heyecanıdır. Her doğum, kainatın kutladığı bir bayramdır, bayram sevincidir. Her doğum, Ruh'un Madde ile olan aşkı’ıdır. Kavuşma AN’ı şölendir, tüm kainat şahitlik eder bu Aşk’a. Her ölüm ise Özüne kavuşmadır. Aşk’ın, Aşk’a kavuşmasıdır. Her doğum sancılıdır, her sancı, Aşk’ın kavuşma anındaki, sessiz sevinç çığlıklarıdır. Değer bu sancıya çünkü aşk hiçbir engel tanımaz. Tekrar kavuşmanın, tekrardoğuşun nefesidir, mistik yolculuğunda zerre kadar bir yol katetmedir. Zerre kadar ama enginlere sığlamayan bir aşktır bu yolculuk. Ölüm kapıyı çalar, sessiz bir bekleyiştir, Aşk’ından ayrılmadır ama selam eder tekrar geleceği güne. Ruh elçidir eser, madde köprüdür geçer, her kavuşmada aşk, her gidişte aşk vardır. Dönüş tekrarın başlangıcıdır, her gidiş dönmenin heyecanıdır, habercisidir. Giden özlenmez, çünkü bilinir ki tekrar edecek bu döngü. Tekrardoğuşlar hiç bitmeyecek. Mistik yolculukta hiç bitmeyen ruhun sonsuzluğudur bu. Sessiz ama Aşk dolu serüveni. En büyük Aşk’tır bu serüven. Ve Simurg, Aşkın sembolüdür. Tekrar doğmak, yeniden bir bedene doğmak mıdır yoksa bilginin tekrar doğması, tezahürü, ortaya çıkışı mıdır? Tekrardoğuşu yeniden bedenlenme olarak düşünmek en kaba hâli, en ince hâli ise, tekrardoğuş bilincidir. Ruh başka bedenden diğerine bedenlenmiyor, bilgi yeniden bedenleniyor olarak düşünmek gerek. Simurg felsefesi, Kolektif şuur bilincidir. Simurg felsefesi, ölümsüzlüktür. Diri olandan, ruhsal kaynaktan beslenmektir. Bir tırtılın kelebeğe dönüşümüdür. Dönüşümdür küllerinden doğmak. Bilginin yeryüzüne yeniden doğmasıdır. Telafi mekanizmasıdır, seçme özgürlüğü 138
YENİDEN DOĞUŞ
yasasıdır, dönüşüm yasasıdır ve tedriç (gelişim) yasasının ifadesidir. Tekamüle, gelişime hizmettir ve kainatın ana gayesidir. Simurg Felsefesi, tüm yasaları içinde barındıran bir bilgidir. Bizlerin milyonlarca yıl öncesinden gelen genetik toplumsal bazı imajlarımız var. Binlerce soydan gelen arşetipler sembolik topluluğun ilk örnekleri olarak gayrişuura çok derin bir şekilde kaydedilmiştir. Bu arşetipler, insan ruhunda önceden şekillenmiş, düzenlenmiş ve düzenleyen durumda olan modeller olarak, yani şekil verici bir dinamizmden ileri gelen yapılanmış tasavvur ve heyecan topluluğu olarak mevcutturlar. Arşetipler her türlü kolektif şuur gibi yarı evrensel, doğuştan miras yoluyla gelmiş psişik yapılar olarak ortaya çıkarlar. Kendilerini, büyük güçler yüklenmiş özel semboller içerisinde ifade ederler ve kişiliğin tekamülünde, birleştirici ve hareket verici önemli bir rol oynarlar. Okültistler, parapsikologlar, metafizik ve metapsişik ile uğraşanlar hiçbir şeyin hiçbir zaman kaybolmayacağını bilirler. Herhangi bir zamanda mevcut olmuş ya da meydana gelmiş olan her bir sahne, fiil, düşünce ve şeyin, hiç değişmeksizin “yüksek bir madde plânı”nda korunduğunu kabul ederler. Bu akaşik kayıtları astral âlem yansıtır ve zaman duru-görürlüğünü geliştirmiş olan ve bu geçmiş ya da gelecek olan olayları aynen bizim televizyon seyretmemiz gibi izleyebilen, ileri seviyeden zeki varlıklar için ulaşılabilir hâldedirler. Kuantum felsefesinde parça bütün ilişkisi mevcuttur. Parça bütünün bilgisini taşır. Parçanın başına gelen bütünün başına gelir. İkisi ayrılmaz bir bütündür. Çünkü her şey enerjidir. Bir atom kainattaki tüm atomlarla “an” zaman içerisinde enerji ve bilgi alışverişi yapar. Her şey her şeyle etkileşmektedir. Bir atomun bildiğini, diğer tüm atomlar bilmektedir ve biz insanlar da dahil tüm evren atomlardan oluşmuştur. En küçük yapı taşı atomdur. Ve tüm atomların yaşı milyarlarca yıldır. 139
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Bu bilgilere bakılırsa, kainatta hiçbir şey kaybolmuyor, hiçbir şey yok olmuyor ve ölmüyor. Tüm bâtıni ekollere bakarsanız, hepsinde ölüm sonrası hayat inanışı mevcuttur. Toprağa ve doğaya saygı inanılmaz boyutlardadır. Çünkü bilir ki dünyaya yaptığını kendisine de yapmaktadır aynı zamanda. Ve evrenin en ucra köşesinde bulunan bir gezegene de yapmış olur. Simurg felsefesi ile kuantumu anlamaya çalışırsak, açıklamakta fazla zorluk çekmeyiz. Tüm kutsal metinlerde ruhun tekamülünden gelişmesinden bahsedilir. Ruh sadece bu dünyada değil başka canlı platformlarda da tecrübe edinmek için doğuşlar yaşamaktadır. Kuantum felsefesinde hiçbir şey kaybolmuyor ve sadece dönüşüyorsa, Simurg Felsefesinin kaçınılmazlığı ortaya çıkar. Ya ruhumuz sayısız bedenlere göçüyor ya da kolektif bilinçten besleniyor ve bilgileri alıyoruz. Çünkü ürettiğimiz tüm düşünceler evrende enerji ortamında etkileşir ve kaybolmaz, biz yaşadığımızı dna’larımıza aktarırız bilgisi kayıtlı kalır. Ve öldükten sonra toprağa karışan dna’larımız, yaşanmışlığın izlerini toprağa kayıt eder. Ve o topraktan besleniriz aynı zamanda. Ve tekrar yaşayanlara geri döner bizim bilgimiz. Etkileşim ve tekrardoğuşlar bu şekilde devam eder. Sürekli sirküle eden, dönüşen, asla kaybolmayan, bilginin sürekli kayıt hâlinde olduğu bir evrende yaşıyoruz. Ana rahminden dünyaya geçiş yaptığımız andan itibaren, her devrede bir tecrübe ve o tecrübeden edindiğimiz bilgiler mevcut. Ve biz buna olgunlaşma diyoruz. Her anlayışına vardığımız bir olayın sonucunda tekrar yenileniyoruz ve bu Simurg Felsefesinin ana teması olan kendinden kendine doğma hâlini bize sunuyor. Yaşadığımız binlerce acı tatlı olaylar karşısında düşüncelerimizin olgunlaşması ve anlayışlarımızın değişmesi bizi yeniliyor. Her olay bize bir şey anlatır ve bunu anladığımızda olayın seyri değişir fakat asla bitmez, ölene kadar sınava tabi oluruz, 140
YENİDEN DOĞUŞ
sevgiyi, hoşgörüyü anlamaya ve uygulamaya çalışırız. Bunun için de çeşitli versiyonlarda olaylar yaşarız ve her seferinde bir uyanış ve anlayış gelişir düşüncelerimizde. Bunu da ruhumuza aktarırız işte her aktarış sonrası yenilenir ve yeniden doğarız. Simurg Felsefesi, ruhun, sonsuz tekrardoğuşlarında âlemden âlemlere ve oradan bütün âlemlere doğru yaptığı mistik bir yolculuğudur. Kudret âleminden hikmet alimine yapılan bir yolculuktur. Şahitlik edilen âlem, gönül gözü açık olanlar için sonsuz sayıdadır. Ve her şahit olunan âlemden, o an için kendisine gayb olan âleme geçişte, terbiye söz konusudur. Her şahitlik ettiği âlem, bir sonraki âlemi de içinde muhafaza ederek bir açılma durumudur. Her şahitlik edilen âleme ancak “biz” kavramı ile ulaşılabilecektir. Sen ben ile değil, “biz” ile ulaşılabilecektir. Her âlem, bir önceki âlemin şahitliği ile birliktedir ve bir sonraki âlem için şahitlik yapılacak zemini de hazırlar. Âlemler sonsuzdur. Gidilecek yol sonsuzdur. Anahtarlar sonsuzdur. Tekrardoğuşlar sonsuzdur. Mistik bir yolculuktur. Ve bu Simurg Felsefesinin bir Hakikatidir. Tekrardoğuşun amacı, gerçek ve nihai amacı, bedenliyken Allah’a ulaşmak, yani hidayete ermedir. Feridüddin Attar, bunu Simurg’a varmak olarak yorumlamıştır. Peki Feridüddin Attar’ın Mantıku’t Tayr isimli yapıtında, Simurg neden ateşler içerisine tasvir edilir? Sufizmde, değiştirici ve arındırıcı bir unsur olan ateşe girenin nur olacağı ifade edilir. Bu sembol, Kur’an’da çoğunlukla cehennem ateşi olarak geçer. Söz konusu anlamıyla ateş acı verici olup sonunda arınmaya varan bir sürecin vasıtası olmaktadır. Cehennem ateşinde yanma sembolizminde belirtilen ateşten canın yanması vicdan azabını simgeler. Bu, ölümden sonraki hesaplaşma sırasında duyulan vicdan azabıdır. Ateş sembolü inisiyatik süreçlerde “içsel ateş” olarak da 141
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
adlandırılmakta ve bu ifade Şamanizm’de, Tibet ve Maya geleneklerinde, Sufizm’de, Hinduizm’de ve Budizm’de de kullanılmaktadır. İnisiyatik süreçte öze ulaşılması için kabuğun kırılması ya da bir başka ifadeyle “içsel ateşle yakılması” gerekmektedir. Burada içsel ateş sembolü, varlığın kendisine çekebileceği yüksek seviyeli ruhsal tesiri ifade etmektedir. Dikey duruş sergileyen içsel ateşe sahip bir insan çevresine ışık saçma, karanlıkları aydınlatma ve aydınlanma yolunda demektir. Demek ki cehennem ateşi öyle korkulacak ürkülecek bir bilgi değildir. Ateş kutsaldır. Arınma yeridir. Birliği ve bütünlüğü sağlayan bir unsurdur. Korkulacak ve ürkülecek bir durum asla değildir. Bilakis cehennem ateşi ile ruhlarımızın arınması gereklidir. “Bana yakın olan ateşe yakındır ve bana uzak olan melekut’tan da uzaktır” der Hz. İsa Sina Dağı’nda, Hz. Musa’ya “Ben Benim” diyen “Ben Allahım” diyen, ona ateş olarak görünmüştü. Ateş olarak tezahür etmişti. İlahi gücün, dünya maddesindeki görünümü ateş olarak ifade edilmişti. Ve Hz. Musa’ya antlaşma levhalarını yazan (yazdıran) o ilahi ateş olmuştu. İslam tasavvufunun da temelini oluşturan evrensel gerçekleri fark etme, yasalarla bütünleşme arzusu duyma, yüksek farkındalığa ulaşma, aydınlanma ve ilahi Aşk anlatılmak istenmiştir. Şimdi ateşin ve cehennem ateşinin ne anlama geldiğini daha iyi anlamaktayız. Cehennem ateşinde yanmamak için, bu dünyada ilahi ateşle yanmak gerekir. Ateş ateşi yakmayacağı için cehennem ateşinden korkmak da gereksizdir. Ateş güneşin sembolüdür. En büyük ateş, yani dünya yaşamının tamamlayıcısı ateş güneştir. Güneş bizim ateşimizdir ve hayat kaynağımızdır. Dört temel unsurdan biri olan ateş, kainatı meydana geti142
YENİDEN DOĞUŞ
ren en büyük güç ve enerjilerdendir ve kutsal bir semboldür. Kainat ateşle meydana gelmiştir, ateş olmadan hayat var olamaz. Ateş olmadan yaşam da olmaz. Hem maddi anlamında hem de manevi anlamında ateşin hayatımızda ve gelişimimizde yeri ve önemi çok büyüktür. Anlam bütünlüğü incelendiğinde, ruhla, “gerçek olan”la, sezgisel bilgiyle, ilahi olanla, arınmayla, dönüşümle, güçlü oluşla, enerjiyle, ruhsal hiyerarşiyle, ıstırapla, güneşle, ışıkla ve ocakla ilişkilendirildiği görülmekte; çevresini etkileyen bir güç kaynağı olma, karanlığı aydınlatma ve arındırma suretiyle yükseltici olma özellikleri öne çıkmaktadır. Spiritüalizmde ise, varoluş, var olmak, hayatta olmak şeklinde açılımı vardır. Ateş aynı zamanda bir şeyin canlandırılması, var edilmesi, açığa çıkarılması anlamına da gelir. Bir ocak veya ateş yandığı zaman orada pişirmek, beslemek ve etrafında insanları toplamak gibi eylemler açığa çıkar. Etrafında toplanan ise bir kabile, bir topluluk olabileceği gibi, küçük bir aile ya da çok daha büyük bir kitle de olabilir. Ocak ve ateş böyle bir örnekte var olmayı ve hayatta kalmayı simgelemekte, ham iken pişirmekte, olgunlaştırmakta, aynı zamanda da besleyip, tortularından arındırmaktadır. Buradaki beslenme kavramı ruhsal olarak beslenmenin bir sembolü olarak düşünülebilir. Dolayısıyla ateş bilginin ışığında pişiren, arındıran, besleyen ve etrafında toplayan bir sembol olarak düşünülebilir. Bu yüzden ateş, kutsiyetin sembolüdür. Ve Simurg, varlığın nefsinin, ateş ile arındıktan sonra, küllerinden yeniden doğuşunun ifadesidir.
Dar Geçit Alanı “Dünya” Bu dünyadan ölerek kurtulamayız. Dünyanın astrali yoğun ve çıkışı olmayan bir enerji ile kaplıdır. Dünya yaşamın143
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
dan kurtulmak, kendi yaşamını sonlandırmak ve kaçmak gibi girişimler, dünya astralinde sıkışıp kalmayı da beraberinde getirir. Kısaca, kaçmak için yapılan her eylemin sonucu, bir sıkışma, bir darlıktır. Dünya ve bağlı olduğu astrali, bir betonarme gibi, ruhlarımızın bu dünyaya olan bağlantılarını kapsamış adeta bir hapishane görevi yapmaktadır. Sanki dünyanın etrafını kaplayan görünmeyende bir çember gibi. Ya dünyada bedenleniyoruz, ya da dünyadan ayrılarak dünyanın astralinde bedenleniyoruz. Bu bir döngü ve dünyadaki işimizi tamamlayana kadar da devam edecek. Dünyayı çevreleyen astral çemberi aşıp çıkmak ve ruhumuzun dünyasal kısmının, aslına dönmesi için yapılacak tüm çabalar nafiledir. İşler, dünyada tamam olacak. Mana ve Maddeyi henüz nefes alırken tamamlamak ve bir etmekten başka çıkış noktası yok. Tekrar söyleyelim ki, bu dünyadan ölerek kurtulmak gibi bir şansımız yok. İnsanın hayatlar boyu biriktirdiği ve o hayatların içerisinde de tüm yaşadıklarını gömdüğü bir astrali var ve bu tüm insanlığın astrallerinin birleşimi sonucu, dünyanın astraline yansıyor. Kısaca, dünyaya gelmeyi isteyerek, dünyanın astral plânına gömülüyoruz. Ve oradan çıkış da, ancak dünyada bulunacak, keşfedilecek bir sır. Dünya üzerine gelen görevli nebiler, veliler, arifler, komutanlar, üstün vazifeli varlıklar, kendi menzillerini terk ederek, feda ederek dünyaya konuşlandılar. Onların vazifesi, dünyayı güzelleştirmek ve iyileştirmekti. Görünürde çok işler başardılar lakin en büyük işleri, astral plânı da temizlemek oldu. Fakat bu yeterli miydi? Kendi hizmetlerinde evet, fakat gelecek zamanlar için yeterli olmadı. Cevabımız; hayır. Tüm insanlığın da bu çabaya katkı sağlaması beklendi, fakat gelinen sonuç nedir? Olumlu katkılarla hizmet etmeleri beklenirken, büyük çoğunluğun negatif planlara yönelmeleri oldu. İşte bu negatif plân, insanın ve insanlığın içinden ancak kusturularak çıkarılacak. Kusturulma işlemi olağanüstü bir hızla devam 144
YENİDEN DOĞUŞ
etmektedir. İç, dışa çıkmadıkça, bu mümkün de görünmüyor. İçerde bir çöplük olduğunu biliyorlar. Çöplüğü deşmek istemiyorlar. Üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de dışarıda bulunan varlıklara karşı da hoş davranmıyorlar. Hayvanlara, insanlara, bitkilere, taşa toprağa da zulmediyorlar. Bu içsel çöplüklerini daha da büyütüyor. Bu içsel çöplük görünümlü negatif plânın temizlenmesi, şeffaf hâle getirilmesi ve hijyenik olması gerekiyor. Bu negatif plândan neyi kastediyoruz? İçimize attığımız, kendimiz ile hesaplaşmaktan korktuğumuz, gözümüzü çevirdiğimizde görmeyerek var olmadığını düşündüğümüz, kaçtığımız tüm gerçeklerimiz. Bunlar bizim kendi astralimiz. Kısaca, kendi cehennemimiz, kendi hapishanemiz. Kendimizi hapsettiğimiz duvarlar, oldukça kalın duvarlar. Tıpkı bildiğimiz, kalın betonarme duvarlar gibi. Bunu tüm insanlığa yaydığımızı düşünürsek, yüzde doksandokuz kısmı bu şekilde yaşıyor. Kendi yarattığı negatif plânın içinde hapis yaşamı. Tüm astraller birleşimi de dünyanın astral yani dünyanın negatif plânını oluşturuyor. Buna ne isim verirsek verelim; ister karanlık boyut diyelim, ister astral âlem, ister negatif plân, bu plândan beslenen büyük güçler var. Hem beslenen, hem de besleyen güçler bunlar. Bu yüzden kendi ördüğümüz negatif plânların duvarını hem kendimiz hem de başka boyutlardaki enerjiler besliyor. Büyük bir etki/tepki mekanizması işliyor. Kısaca, kendi gücümüzü hem yarattığımız negatif plâna, hem de negatif plânımızı besleyen diğer dış karanlık güçlere teslim etmiş bulunuyoruz. Bunu kendi ellerimiz ile yaptık. Kimseyi suçlamaya gerek yoktur bu hususta. Kur’an-ı Kerim’de “düşünenler için” ayetleri bu yüzden sıkça tekrar eder. Düşünemeyen, muhakeme edemeyen, onun bunun uydurduğu hadislerle, batıl olaylarla, geri düşünceli hurafelerle hareket eden tüm insanlar, bu kendi yarattıkları negatif duvarlar içine mahkum oldular. Bu büyük bir kaostur. Bu kaostan da ölerek kurtulmamız diye bir şey söz konusu dahi değildir. Realitemiz, yani gerçekliğimiz şu olmalı: Alt 145
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ve Üst dediğimiz her oluşumu, tamamlayacağımız yer, bu yaşamımız ve doğduğumuz bu dünya. Alt dünyalar ya da üst dünyalar. Burası bizim orta dünyamız. Alt dünyamızı doğrultmadan, üst dünyamızdaki hakikatimiz ile tanışmadan, bulunduğumuz orta dünyamızda ikisini de tamam etmeden, buradan çıkış yok. Madde ve Manayı burada birleme, bir Etme. İşte Tevhid anlamının hakikati bu. Kısaca, Alt dünyanda mahlukat olarak doğdun ve ilkel düşünce ile hareket hâlindeydin; yürüyen, uyuyan, çifteleşen, yiyen ve içen bir mahluk. Ne vakit düşünmeye ve hayallemeye başladın, bu yüksek hayallerin ve ilahi düşüncelerin seni şerefli mahlukat dünyasına yani orta dünyana taşıdı. Şu anki bulunduğun dünyaya. Ve Üst Dünyan ise, tüm öğrendiklerini tatbik edeceğin, yaşayışa aktaracağın, kısaca yaşayacağın dünyan. Bu yüzdendir ki, bir geleceğin yok. Geleceğini sen oluşturuyorsun. Önünde açılmış beyaz sayfalar var ve sen kendi elinle kaderini kaleme alıyorsun. Eğer orta dünyaya gelebildiysen, bu üst dünyaya da geçerek, öğrendiğin her şeyi uygulamaya geçireceğin yerin varlığını göstermektedir. Ve alt, orta ve üst dünyan da, yine bu dünyada gerçekleşecek. İnsan uygulamayı idrakte yaptığı sürece, alt dünyasından orta dünyasına ve daha sonra da üst dünyasına terfi etme işlemi sürecektir. Her ulaştığı üst dünya da yine alt dünya gibi düşünülerek daha daha üstlere terfileri gerçekleştirecektir. Bu sonsuz bir döngüdür. Ne başlangıcı ne de sonu olan bir gelişim süreci. Bu tamamen idrakte bir genişleme hadisesi. Ve tüm bunlar, senin bedeninde gerçekleşiyor. İdrakte genişlediğin sürece, idrak dünyaların gelişiyor ve bedenin de bundan besleniyor. Sen düşünceyi tekamül ettirdiğin müddetçe madde de gelişiyor. İşte bu sensin ve neler başarabildiğini yeni öğreniyorsun. Sorulması gereken bir başka soru da; “bu dünyadan çıkış, tek tek mi olacak yoksa topluca bir çıkış mı söz konusu?” O kapı nasıl açılacak? 146
YENİDEN DOĞUŞ
O kapı açılmadan buradan çıkış yok. Ölerek çıkış yapacağını, kurtulacağını sananlar bilsinler ki, daha da sıkışma söz konusu. Bu bulunduğun hâlden daha da kötü olma durumu söz konusu. Dünyalarının arasında kalmak durumu. Arada kalmak. Bu şekilde sıkışıp darda kalan ölmüş varlıkların enerji alanları bizlerin negatif alanlarından hem beslenmekte hem de plânımızı beslemektedirler. Bundan kurtuluş nasıl mümkün olacaktır? Hiç kimse, başka kimse için bir şey yapamaz. Dua ile kurtuluş mümkün değil. Tanrı, kimsenin hizmetçisi değil. O, özgür iradeyi sana bizzat sunmuş, gönül kuşunu da boynuna dolamış. Özgür bir İnsan olarak seni atamış ve dünyaya göndermiş. Bundan sonra, ne yapacağın sana kalıyor. Negatif plânlarımızla böyle bir parçalanma içerisindeyiz. Kur’an’ın okunacak ve dinlenilecek bir hâlden çıkarılarak, hurafelerle, cımbızlanan hadislerle susturulan bir Kur’an hâline getirilmesi büyük bir helaktır. Benlik o kadar azmış bir durumda ki, Kur’an itildi, terk edildi. İnsanlık, işte bu durumdan, içindeki negatifleri kusarak gün ışığına çıkabilir. Bu kusma işlemi de, bir o kadar zor, acılı ve ıstırap vericidir. Dünyanın o güzel güneşinin altında yürümek. Mutlu bir yer olmalıyken bu gezegen, benliklerimiz ile mahvettik. Aşkı ayaklarımız altında ezdik geçtik. Aşkın zerresi iledahi tanışsa bu dünya bayram edecek. Var mı böyle bir bayram yeri? Gören duyan var mı? Peki bu liyakate erişen oldu mu? Sadece ülkemize değil, 360 derece çevirelim başımızı ve tüm dünyaya bir bakalım. Ve öyle cevap verelim kendimize.
147
Koku “Hakk kokusundan gayrı, âlemde başka bir koku yoktur” der kadim bilgiler. Koku da, tıpkı parmak izi gibi, her canlının, her insanın, her varlığın, hatta maddenin dahi belirleyici bir özelliğidir. Sadece varlıkların değil, yazılan yazıların, edilen sözlerin dahi kokuları mevcuttur kainatta. “Kelamın dahi kokusu” vardır der kadim bilgiler. Biz buna toplumda “yazı üslubu ya da anlatım üslubu” deriz. Oysa sözler ve kelimeler de kendilerine has koku yayarlar. Ve cezbedici bir etki yaratırlar. Eski insanlar birbirlerini kokularından tanırlardı, dünyada bulunan birçok canlı türü de koku uzmanı olmuşlardır. Koku ile iz sürerler ve yollarını böylelikle bulurlar. İşte Feridüddin Attar da bir koku ustadı idi. Bu yüzden “Attar” lakabını almıştır. Koku manasının hem zahiri hem de bâtıni manasına, kısa da olsa, değinmeden geçemezdik. Attar, Âlemlere misk amber kokuları saçan bir sufidir. Ettiği kelamların kokusu da tüm dünyayı sarmıştır. Eseri olan Mantıku’t Tayr’da, kuşların yolculuğu da, kokudan iz sürerek olmuştur. Simurg’un ilhamını işitenler o kokuya cezb olarak ona ulaşabilmişlerdir. Onların gayretlerine sebep olan güç, koku idi. Tıpkı insanların da, Hakk kokusunu aldıkları vakit cezb 149
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
oldukları gibi. Koku, kutsal kitapların ayetlerini okurken, ilham ve vahiy yolu ile iletilen cümleleri duyarken büyük bir cezb alanı yaratır. Ve bedenleri yöneten ruhlar da, bu kokulara doğru çekilirler. İşitme, duyma, görme ve tat alma duyularının yanı sıra, koku alma büyük bir hafıza içerir ve tüm duyular içerisinde en önemli yeri teşkil eder. Koku insan vücudundaki en gelişmiş ve en güçlü duyu hafızasıdır. Kur’an-ı Kerim’de koku “reyhan” olarak nitelendirilmiştir. Reyhan, Arapça manası ile “ruh” anlamı ile aynı kökten gelir. “Sevgiden tohumlar cuttur.”
ve güzel kokulu reyhanlar mev-
(Rahman Suresi; 55/12)
“Meryem’e ruhumuzdan üfledik.” (Tahrim Suresi; 66/12)
İsa Nebi, Meryem’e ruh ile üfürülmesi ile, hoş kokulu Reyhan kelimesi aynı Arapça kökten gelmektedir. Kur’an’da bir başka ayet daha vardır, misk kokusunun manası ile ilgili: “Hu Mührü, Misktir. Nefes edenler, miskte karar etsinler.” (Mutafiffin Suresi; 83/26)
Misk Amber kokuları, ilahidir. İlahi olan her şeyin bir “ruhu” vardır. Ruhu olan her şey de bir cevher ile donanmıştır. Bu yüzdendir ki, koku, ruhtan kaynaklı ilahi bir cevher. Ve O’nun mührü, kokusudur. Her nereye dönersek O’nun Vechi, yani yüzü olduğu gibi, her yerde O’nun kokusundan başka bir koku yoktur. 150
KOKU
Nasıl ki yeni doğan bir bebek annesini kokusundan tanıyor ise, insan da Rabb’ini kokusundan tanır. Simgesel olarak, Tanrı ruhunu, Adem’in “burnuna” üfürmüştür. Burun, kısaca koku alma duyusu, zahirde yol almada en güçlü duyu organıdır. Batında da, koku hafızası Hakk’a yolculukta en büyük güç ve gayrettir. Muhammed Nebi’ye bu dünyada sevdirilen üç şeyden biridir “koku”. Kokunun ne kadar güçlü bir etken ve kudret olduğunun bâtıni manasını açıklamaya çalıştık. Biraz daha derinleşmek gerekirse; Hakk’tan ilham getiren, ilhamını hitap ettiren, Hu’yu anan, Allah’ı kalben zikr ve tespih eden her varlık “Kuş Dili”nden konuşmakta ve Âleme misk amber kokuları saçmaktadır. Hakk yolu ne uzuyor ne de kısalıyor. Ne uzundur ne de kısa. O yol sadece ıssızdır. Yüce yollar böyledir. Sultanlar Sultanı herkese yol göstermez, kokusunu salmaz, aşk ile bir cezb yaratmaz, ki her yoksul bu kapıya gelemesin. Çoğu dünyaya lazımdır, azı Aşka yol almalıdır. Kimi dünyayı dilemeli ki, kimi de Mevla’yı dilesin. İstisnasız her biri, sonunda O’na dönecektir.
151
Sonuç Yaşam bir nefsi müdafaa değildir. Sadece onu tanımadır. Bütün hesabı budur yaşamlarımızın. Bu kitaptaki anlatımla, Yedi Vadi’yi geçtik, Varlığa erdik, fenada eridik, yokluğa karıştık ve Beka’da dirildik. Tüm bunlar, aşk olmasa idi, asla olamazdı. Sebebi “aşk” ve “Hakk’ın Kokusu” idi. Aşk ve Koku, cezb edici ve itici bir kuvvedir. Ve bu kuvve sebebi ile, âlemler yaratılır ve âlemler varlıktan yokluğa, yokluktan varlığa dönüşür durur. Yedi Vadi, isim ve sıfatın olmadığı yerlerdi. Bu vadilerin her birine ayak basmak zordur. Çünkü yaşam, anlamını ancak ölüm ile kazanır. İstekli olsak da, olmasak da bu böyledir. Vadilere anlam kazandıran “ölüm”dür. Fakat bu ölüm bedenin içerisinde iken bir terk etme hâlidir. Terk edemeyen, vadilerin hiçbirini geçemez, fanilikte eriyemez ve bekada dirilemezdi. Ben benliğimi, sen senliğini yitirmeden, bu yollar hiç kimseyi vadiye ulaştıramazdı. Nefsi bedenlerin duyamadığı bir cezbetme hâlidir bu Aşk ve Koku. Ancak Aşkı hisseden ve Kokuyu alabilenlerin bileceği türden bir seviyedir. Düşünmeyi unutanlar, sürü güdüsü ile yürüyenler, bedensel arzuların içerisine sıkışıp kalanlar ve bel153
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
altı dürtüler ile yol alanlar için değil. Onlar için yapabileceğimiz çok fazla bir şey yok. Anlayış idraki yüksek olanlara ve yüksek olmasını dileyenleredir hitabımız. Kimsenin kimseye yapabileceği çok fazla bir şey yoktur aslen. Her şey kendinden kendinedir. Senden sana, benden banadır. Toplu inisiyasyon devri biter, ferdi inisiyasyon zamanı başlar. Herkes kendi Rabb’inin eğitici sistemine bağlı olarak tekamül eder. Kimse güdü ile yönetilmiyor., kimse güdülenmiyor, kimse dürtü yöntemi ile yönlendirilmiyor. Herkes kendi Rabb’ine biat ederek yolunu buluyor, Rabb’inin aşkı ile, Rabb’inin kokusu ile. Nefsini terbiye eden ne azdır. Binlerce sayfa bilgi, sayısını bilmediğimiz Nebi, bir o kadar Veli ve Arif geldi geçti bu dünyadan. Bu nefs, ne Müslüman oldu, ne de ehlileşti. Gönül, Hakk’ın bahçesinden ne avladı ise getirdi nefsin önüne attı. Nefs her birini havada kaptı ve hazım edemedi, yok etti. Kuş Dili Simurg bilgisi, yaşamımıza ne kazandırır? İnsanın yaşamında, olaylar karşısında gösterdiği tepkiler türlü türlü de olsa, iki sonuca bağlıdır. Ya olduğu gibi kabullenip, kavga dövüş yürüttüğü sistemin içinde kaybolacak ya da kabullenmeyip, reddederek, olay ile ilgili bağlantısını sonlandırıp, başka bir oluşumda, yaşaması icap eden imtihanlar zincirine kaldığı yerden devam ederek yaşayacak. Kısaca ya yolda yürüyecek ya da başka bir yola geçecek. Her insan seçiminde özgürdür. İster ana yoldan gider, ister toprak yoldan. Her iki yol da sonuca ulaştırır. Fakat insana üçüncü bir seçeneğin olduğunu gösteren bir öğreti var: Simurg batini bilgisi. Nasıl mı? Yaşam bir öğreti sistemi. İnsanlar da bu öğreti sisteminin bir parçası. Öğretiyor ve öğreniyorlar. Bu İlahi bir Anlaşma. İlahi bir alış veriş. Büyük bir döngü. Muazzam bir varoluş. 154
SONUÇ
“Yaşam Rabbi” Öğretici Sistemi. Tıkır tıkır işleyen bir mekanizma. Sonsuz bir düzen içerisinde. Ona teslim olduğumuz vakit, değmeyin keyfimize. Acısı, tatlısı her şey bu öğreti sistemine dahil. Ayağına toz da değecek, düşeceksin ve kalkmasını da bileceksin. Ve sonunda hamken pişecek ve olgunluğa erişip yanacak, her seferinde o küllerden yeniden doğacağız. Yenilenerek, değişerek, ümit ve Aşkı da kalbimizde bularak. “Bu bilginin, diğer iki bilgiden ne farkı var?” diyebiliriz. İlk iki bilgi, şuursuzca yapılır. Üçüncü bilgi ise, yüksek seviyeden şuurlu hâlde bir tatbikata dönüşür. Ne kadar da kolay dile gelen, kolayca okunan bir metin ve bir paragraf. Oysa iş, uygulamaya geldi mi, işte orada insan durur. Yürümek isterse, bu, kuvvetlice esen rüzgara karşı yürümeye benzeyecektir. Rab Öğretici Sistemi ile, Simurg felsefesi birbiri ile nasıl bağdaşır? Bu bilgiyi açabildiğimiz kadar açacağız. Tabi hazır olanlara. İsimler yok, sıfatlar zamanındayız. Ve oradan sesleniriz. Burada “Rab” kavramına bir batini mana katalım isteriz. Rab kelimesi, Allah’ın 99 ismi arasında yer almaz. Çünkü Rab, bir esma değildir. İnsan tekamül basamaklarını çıkarken, her merhalede, kendi anlayış idrakine uygun, o bütünlüğü adlandırdığı sıfattır. Ve bilinen en eski hitaplardan biridir. Üç bin yıldan fazladır kullanılır. Musa Nebi de Allah’a Rab olarak hitap ediyordu ve kutsal kitap Tevrat’ta da Rab hitabı vardı. Kısaca Rab manası sadece İslam’a ait bir hitap şekli değildir. Rab, eğitici sistemin bir ismidir. Âlemlerin Rabbi’nden başlayan, insanın Rabb’ine kadar inen bir hiyerarşi vardır ve bu hiyerarşi sonsuzdur. Her insanın bir Rabb’i, her topluluğun bir Rabb’i, her ülkenin bir Rabb’i, her gezegenin bir Rabb’i vardır. Kısaca, her “tekil”lik bir eğitici sisteme tabidir. Ve bu eğiti155
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ci sistem de Âlemlerin Rabbi’ne biat eder, O’na bağlıdır. Bu sonsuz bir bilgi alışverişi anlamına da gelir. Allah Tek’tir sözü, yarattığı her şeyin de Tek olduğu anlamına gelir. Onun yarattığı her zerre, “sonsuz, eşsiz, benzersiz ve Tek”tir. O, “Teklik Prensibi” üzerine yaratır. Her bir insan Teklik ilkesi üzerine yaratılır ve bir insan diğer insana, hatta yedi milyar insan arasında kimse kimseye ne ilmen ne ruhen benzer. Her insan, her canlı, her varlık, tek, eşsiz ve sonsuzdur. Allah’ın nebileri, velileri, arifleri de sadece birer hatırlatıcıdır. Diyeceklerini derler ve sırtlarını döner giderler. Arkalarına dahi bakmazlar. Bu acımasızlık değil, bir merhamettir. Düşeni tabi ki kaldırırlar, lakin tek bir kere. Devamını kişi kendi yapar. Kalkmayı öğrenerek. Öğrenmezse, kendi bilir. En yakını bile olsa bu değişmez. Tanrı acımasız mı? Hayır! Kanunu koyar, bu bir eğitici sistem, öğretici ve hatırlatıcı aynı zamanda. Rab, bu sıfatı kullarına da verir. Bir Anne/Baba evlatlarının rabbidir, yani öğreten sistemidir bir süreliğine. Bir süre sonra değişir. Çocuk büyük ve kendi kendinin öğretmeni olur. Kısaca, kendi olur. Kendini bildiği oranda Rabb’ini tanır ve bilir. Yüksek bir bilince sahip ve evrensel enerjiyi kullanabilme liyakatinde olan, bunu dilediği platformda ortaya koyabilir ve bunu zamanı kullanarak yapar. Ve mekanları var eder. Adına Rab Plânları denilen budur. Bilinç yükselişe geçince öğrenciliğin yanında öğretmenlik başlıyor. Yani "Rab" Plânları, bu bir düzen, aynı zamanda bir zincir. Tek Olanın, Tek’leri. Bütün dahi bir Tek’dir. Tek’in bütünü ihtiva ettiği gibi. Bedenimize baktığımızda tek görünür, ama o kadar çoklu bir hücre sistemi vardır ki. Bir hücre içinden bakarsak, beden bir evren gibi görünür. O zaman her Tek, hem Çok’tandır, hem de Tek’dir. Tek oluş ile, çok oluş birbirinden ayrılamaz. Bu konuyu daha da ilerletirsek, O, çokların çokluğu, teklerinde tekliği156
SONUÇ
dir diyebiliriz. O zaman tek ve çok birbirine aynıdır. Sıra ile görünürse de, birbirinin içindedir. Bu içindedir manası, Matruşka bebekler gibi iç içe anlamına gelmez. Ayet içinde ayet, Çöl içinde Çöl gibidir. Ya da bir hâl içinde anlaşılabilir ve hâl yaşanabilir. Bazen imkansızlaşır. Aşığın aşkı tarif ederken, sözler kifayetsiz kalır ve "ben ol da gör" demesi gibi noktalanır. Rab Hiyerarşisi sonsuzdur demiştik. Rab Sistemi, hem öğretendir hem öğrenen. Rab sistemi de tekamül eder, tıpkı insanın tekamül etmesi gibi. Gelişen Rab sistemi, bağlı olduğu insan ile beraber merhale atlar. Çünkü Allah, Rab sıfatı ile, yarattıklarının yoldaşıdır. Şimdi insanlar olarak yaratıma nasıl bir katkımız olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Ve sorumluluğumuzun ne kadar büyük boyutlarda olduğunu. Aynı zamanda da, Hakk Katında ne kadar yüce bir değere sahip olduğumuzu da bilmiş oluyoruz. Bu bilme hâli bize ne kazandırıyor? "İnsan, ancak zahiri bedenini fark ettiğinde ölümsüzleşir." Bu hakikat bilgisi, Feridüddin Attar’ın Kuş Dili kitabının ana temasını oluşturur. Otuz kuş, karşılarında kendilerini gördüklerinde, o birlik hâline Simurg adını verdiler. Simurg, kendilerinden başka bir şey değildi. Simurg bunu şöyle açıkladı: “Siz buraya geldiniz ve kendinizi gördünüz. Çünkü burası bir ayna. Siz, sonsuz hızla ilerlerken, düz bir hat çizmediniz. Yedi Vadi’yi aşarken, kaotik bir çember çizdiniz. Bu, tıpkı ışığın düz bir hat üzerinde gidişi gibi değil. Dairesel ve helezonlar çizerek yol almasına benzer. Ama öyle bir hızda daire çizer ki, bu durum, ışığın hızını bile kat be kat aşar. Ne sen kalır geriye, ne ben. O hızın verdiği yüksek akışkanlık ile varlık yanarak ışığa dönüşür. İşte kendini aşma hâlinde, varlığın kendi yüzü, o hızla karşısında beliriverir. Çünkü dairenin her noktasında, kendi yüzünden başka bir yüz yoktur. Gördüğü her noktadaki kendi yüzüne Rabb sıfatını verir.” 157
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Simurg felsefesinin yaşamımıza bir başka katkısı da; “Bedene değer vermeyen kişi, bunu fark etmek için hastalık ihtiyacındadır”. İşte yeni bir bilgi daha bizlere. Hastalık neden gerekli imiş, bunu fark etmemiz gerek. Eğer bu ihtiyacı gideremez isek, hastalık bedenimizi yok eder. Her hastalığın şifası, yine hastalığın kendisi. Hastalığı yaratan unsur, bedene yeteri derecede değer verilmemesi. Yani hastalıklar, aslında bir şifalanma yolunu açmaktadır. İsimsizler. Ebedi Dilsizler. Birer birer geldiler. Etrafa dizildiler. Sonra halka oluşturdular. Dönmeye başladılar. Tanrım, öyle hızla dönüyorlardı ki, hızlarından ışık çıktı. Işık bir kılıç oldu, ama göğe kadar çıkan bir kılıç, sonra o kılıç hasta bedenime, tam göğsümün ortasına saplandı. Öyle bağırdım ki, mana âleminde. Sesimin yayıldığını gördüm. Dalga dalga. O kadar genişledi ki, sonra, bir şey beni çekti, dışarıdan bedenime baktım. Zavallı, hastalıklı ve zayıf düşmüş o ateşli hâlime. Kılıçla simgeleşen bir yürek açılışı ve âleme saçılan mana. Sesimin maddeleştiğini gördüm. Dalga dalga yayıldı, halkalar şeklinde, çok genişledi, tüm âlemleri kuşattı. Hepsi yayan geldiler. Sadece O. Muhammed Nebi. O, Atı üzerindeydi. Atının ayakları görünüyordu. Bir de pelerini. Atının terkisi, Âlemlere ışık saçıyordu. Ve esSelam. Yaşamadığını anlayamamak, sorun burada. Yaşa ve anla, deneyim yaparken tadına var, sonra terk et. İşte bunu yapamadığımız için hastalıklar paçamızdan tutuyor. Ne olursa olsun, duygunu dibine kadar hisset ve değerlendir. Başkasının kabullerine ve redlerine göre bir yaşam, kimseye fayda getirmez. Yaşamadığın bir yaşamı yargılama hatasına 158
SONUÇ
düşmek, bu hata ancak o hâli yaşamakla tedavi edilebilir. Senin derinin altında çok senler gizli. Onları tanı ve hisset. Sana verdikleri bağışı anlama vaktidir. Yaşanan olmayı derinden kavraman için gerekli olanlar. Yaşamak, yaşanmanın anlamına can verir. Kaldı ki ben diyeceğin bir hayalin bile yok. Çünkü yok demen onu var etmektir. Sen ilerle ki, Senin Rabb’in de seninle ilerlesin. Rabb’in, aşkı daraltmana sınırlanmana izin veremezdi, onu genişletmek ve yaymak zorunda idin. Dünyada bir bilge oluş, arifane bir yaşam, yani anda olduğun gibi olan. Ay hep gökyüzünde değildir. Bazen de yeryüzüne iner. Ama onu insan oğlu görse bile kabullenmez. Bir söz ile olmuş bu âlem. Bu âlemin ışığı, yine bu sözlerle parlayacak. Bir hayalin sözleri, daha kolay kabullenilir, oysa yaşadığını bildiğiniz birinden gelince o sözler, hazmetmesi ne de güçtür. O yüce isimlerin hayallerinin bittiği yerde insanın sözü başlar. Ne kadar etkin, yetkin, ne kadar geniş ve kapsamlı bir ilahi güç de bedene girse, o gücü, bedenin imkanı kadar kullanabilir. Çünkü alan dar ve kısıtlıdır. Eskiler buna çamurun cazibesi derler ama şu da var ki, incileri, domuzların önüne atmayacaksın, Aşkı, birkaç değerbilmeze vermeyeceksin. Bu âlemde en kıymetli yine sensin. Hastalıklar, ancak sen kendini göremediğin, değer veremediğin anda başlar. Bunu fark edemezsen seni yer bitirir. Fark edersen, sağlığına kavuşursun. Dostlar daima kucaklanmalı. Bu en büyük şifa ve deva kaynağıdır. Şimdi, iki elini yana aç, ama iyice aç. Sonra da iki elini üzerine kapat gövdenin ve sık sıkabildiğin kadar. Sevgini anlat, dilinin döndüğünce. Aklının erdiğince anlat. O duyar ve 159
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
yanıt verir. Hakikat çorbasını, ancak onu hazırlayan içebilir. Hiç ölmeyecekmiş gibi plân yap, sonsuzca yaşar gibi, ama bir dakika sonra ölecek gibi de hesabını kes. Bu ikisi bir arada yürümeli. Tıpkı Kevser Suresi’nde olduğu gibi, sana sonsuz bir yaşam verildi, bunun ismi Kevser. Abb-ı Diri sularından iç. Hiç ölmeyecek gibi doğru söz ile dosdoğru yaşa bu senin Salat’ındır, bir dakika sonra ölecek gibi de hesabını Kes!. Kur’an duran değil, yaşayandır demiştik. O ölüleri diriltmeye geldi. Çünkü bedende olan ancak ölüdür ve dirilmelidir. Uyanmalı ve farkına varmalıdır. Kim olduğunun ve ne olduğunun. Bu bize büyük bir şifa kaynağı olsun. Ve güçlü bir hayal ile, zihninde, 15-20 aynı cins ağaç türünü bir araya getir ve etrafını cam çevirmiş olsun. Ve böyle yüzlerce küme küme aynı cins ağaç türlerinin bir araya geldiğini imajine et. Ağaçların bulunduğu toprak, o cins ağaçların kökleri ile besleniyor. Toprak köklerden beslensin. Hastalık cinsine göre, sizi o toprağa boynunuza kadar gömüyorlar ve toprak hastalığınızı çekip alıyor. Toprağın serinliğini düşle, lavanta ağaçlarının ya da çam ağaçlarının kokusunu hisset. Toprağın tenine değdiği yerde oluşan muhteşemliği hayalle. Ve artık sen toprak ile toprak oldun, şifalandın. Simurg batini bilgisinin, Feridüddin Attar anlayışında bir başka açılımı ve katkısı da, “Aşk üzerinedir”. Aydınlık İçinde Ol. Ne güzel bir olumlama cümlesi. Işık her yerden geliyor. Aşkı bilen, sahibini de bilir. Bu yüzden demiştik ki, “Güneşin delili nedir diye sorar isen, yine odur kendisi”. “Ey Aşk, bir vakit gel gönlüme gir gizlice. Kimseler ne duysun, ne bilsin. Mihman ol gönlüme. Turab eyle gayri. Aşk ne bu dünyadan ne öte dünyadan. Hiçbir yere ait değil imiş. Bir kere yakaladı mı paçandan, gayri bırakmaz seni. Gecen gündüzün her anın Aşk oluverir. 160
SONUÇ
Ruhun, gönlün, kalbin, aklın her daim Aşk ile dolar da taşar. Gözün bir şey görmez olur. Sana değil, senin yaşamına göz diker Aşk. Yaşamını senden çeker alır. Nefessiz koyar yaban ellerde. Takatin kesilene kadar da uğraşır durur. Ta ki senden eser kalmayana dek. Sen kalmayınca ortalıkta.. O saltanata kendi kuruluverir de anlamazsın hiç. Çünkü başın Huu 'da. Gönlün ise, Sonsuzlukta salınır durur. Sen neredesin? bilen var mıdır? Soran olur mu hiç hâlini? Sorsalar ne cevap verebilir ki insan, kendi Aşk olmuştur. Aşkın mekanı mı vardır ki haber versin hâlinden? Aşkın zamanı mı vardır ki niceliğini sorsun? İki cihana da hükmeder. Lakin hiç birinin içinde yer almaz Aşk. Seni de iki dünya arasında gezdirir durur. Aşk der ki “Esas yerim içlerinde aşkı bulanların gönülleridir. Onları bırakamam vazgeçemem. Esas evim orasıdır. Aşıkların nasıl bir evren olduğunu ve aralarında doğan aşkın, onların taşıdığı sırların, nasıl “anahtarı” olduğunu bilebilirler mi? Kendinden uzak kalma. O zaman cehennem yolun açılır. Kendine yakın gel, öyle yaklaş'ki, aramızda bir sen dahi olmaya. Cenneti bile perde yapma kendine, o dahi uzaklık gelir aşığa. İlla aşk olmalı, adı anılınca için titremeli. Bir an bile unutsan; binlerce kere özürler dilemeli. Kolay mı feda, kolay mı tenden vazgeçmek, kolay mı adını anmak, yüreğin yanmadan? Babası Zekeriya Nebi, oğlu Yusuf’un adını her andığında göğü yeri titretirmiş, bir gün Cebrail gelir ve Zekeriya’ya Yusuf’un adını anmayı yasaklar. Eğer anacak olursa, isminin nebiler listesinden silineceğini bildirir. Bir gece, Zekeriya, oğlu Yusuf’u rüyasında görür. Yasak olduğundan, ismini anmaz ama, öyle bir “ahh” eder ki. Sabah olur Cebrail gelir, "Evet sözünü tuttun adını anmadın, lakin onu görünce öyle bir ahh ettin ki, hakikatte sen tövbesini boz161
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
dun." İşte böyledir aşk. İnsana tövbesini dahi bozdurur bir ahh ile. Aşk insana neler eder, başına ne işler açar. Adını anmamaya yeminler edersin de, ondan minicik bir işaret görsen, ahh edersin. Hakikatte tövbeni bozarsın. Aşık maşukun hasretinde tövbe etse ne kâr eder. Kaç aşık tövbe bozdu da menzile erişti. O’nun yolları acayipliklerle doludur. Aklın, aklı ermez bu yola. Aklın dahi aklı erer mi bu yola? O çaresiz kalır bu işte. Aşk akıla kalsa idi, ya da aklın işine kalsa idi Aşk olur muydu? Aşk gönüller sultanı. Ne bu dünyada ne öte dünyada işi olmaz. İki cihana da sığmaz. İki dünyada da menzil tutmaz.. Onun işi gücü, gönüldür. Gönül, Âlemi birbirine katar. Aşkın gücüne ne gaib orduları engel olur ne de dünya orduları. Daima galip gelen Aşk olur. Bu hâle düşmeden hâli anlatmak olmuyor. Baksan neler söyletir. Yıllardır yanındadır, canındadır, özündedir bilirsin, ama hâlâ araman tükenmez. Aşka karşı gelen, ne bu dünyada huzur bulur. Ne öte dünyada cennete kavuşur. Aşk bir devadır. Hastalıkların en büyüğüne çare olur. Ölümü bile hiçe sayar. Sana ölümsüzlüğü tattırır. Bu yüzden hiçbir fani, aşkı toprak altına gömmeye güç yettiremez. Aşka sığındın mı, gözünde ne dünya hazineleri kalır ne de cennet ırmakları. Terki dahi terk ettirir Aşk. Suretimiz Fanidir, lakin Siretimiz Baki. Simurg’a ulaşmak için, putları terk et! "Öyleleri var ki, rüzgar nereden eserse yüzünü oraya çevirir. Bin bir surat olmuş insan yüzü. Oysa daima Allah’a dönük olmalı kişinin yüzü. Allah’a yönelmeli sözü, tüm varlığı ile O olmalı özü " "Öyleleri var ki, rüzgar nereden esse, oraya döner yüzü. Oysa unutur kendine dönmeli yüzü, bin bir suratlı insan 162
SONUÇ
modeli." "İnsanlar hâlâ put yaratma yarışında" "Ha bire sıvazlar elleri ile, daha büyüğünü yapalım daha büyüğüne." "Bunca yıl sevgi gösterdim, bu mu olmalıydı karşılığı" diyen bir sistem ile "bunca yıl benimleydi ama bana taş attı" diyen bir sistem karşı karşıya. İnsanlar ne acımasız, ellerinde koca bir silgi var, sil babam sil! Ellerinde kocaman bir put var. Büyüt babam büyüt. İnsan bile olmaktan acizler. Bir de Tanrı yarışındalar. O muhteşem enerjiyi nasıl da heba etmekteler. Yaşıyormuş gibi yapıyoruz. Yaşayan mısın yoksa, -mış gibi mi, yapıyorsun? Artık kendini seyre başlama zamanı, dışarıdan bakan biri gibi. Varmış da bilmiyormuş gibi. “Kaf Dağı’nın ardında ne ya da kim olduğunu bilmiyormuş” gibi. İşte böyle yaşayalım. Kulağına tutsak, gözlerine tutsak ve biraz da ruhunu gizleyerek kendinden. İşte insanoğlu böylesine bir hayal içinde hayata tutunuyor. Gözyaşları ile ifade etsek, her birine âlemleri sığdıranı nasıl anlatabilirdik. Biz O’nu O’nunla bildik. Nefsimizde bulduk ve pes ettik. İllaki Hu Allah, Hayy Allah. Öz ile buluşulan kapı O. Bir yeri güzelleştiren, aydınlık ruhlardır. Kehf Mağarasında daima diri olanlar. O mağarada sınır yok. Bu nedenle, işte bu düzende ayakta sağlıklı ve iyi bir gözlemci olarak yaşamak, yapabildiğimizce bizlere yakın olma çabasında olanlara samimiyet testi yaparak hizmet etmek. Bizim kimseyi seçmek ya da kimsenin bizi seçmesine ihtiyacımız olmayan bir konumdayız. Kendini yıpratmadan ve de yıpranmadan, eteklerinde Arşın rüzgarı var, yürü geç git.
163
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları Rahmân tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi; 67/19)
164
Ek
Ruhsal tekamülde, toplu inisiyasyon devri mühürlendi, Son Nebi ile. Bundan sonra kendi gelişiminde tek ve yalnızsın, Herkes boynuna dolanan kendi kuşu ile kanatlanıp uçacak. Bu yol yalnızlık yolu. Gönül kuşunun sana naklettiklerini İşit!! Buraya kadar olan tüm bölümlerde, az ve öz bilgileri net şekilde vermeyi uygun gördük. Şimdi daha derine inelim ve farklı bir bakış açısını sunalım istedik. Dilerseniz bu bölümü okumayabilirsiniz. Sadece ülkemizde sanıyorduk ama artık dünyanın hiçbir yeri rahat ve refah değil. Ülkelerin iç boşaltma operasyonu halen devam etmekte. Eski zamanlarda savaşlar zenginlik ve toprak elde etmek amacıyla yapılsa da, bir erdemi vardı. Ele geçirilen topraklar üzerinde yaşayanların yaşamlarına saygı duyulur ve himaye altına alınırdı. Lakin günümüz modern zamanların savaşı,"ülkelerin ekonomisi" hedef alınarak yapılıyor. Pazar payını kapmak uğruna yapılan savaşlar, insanları 165
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
hiçe sayan bir tavır sergilemekte. Ateş her yanı sardı. Durdurulamaz bir gidişat. İnsana yönelik yapılan bu “acımasızlık” mesajı dünyaya verildi. Bakalım dünya, bu mesaja karşılık, nasıl bir geri bildirim mesajı iletmeye hazırlanmakta? Lakin her mesajın, insanı korkutan bir mesaj olmadığını da belirtelim. İlla bir tufan, büyük deprem, yalın bir ateş olması icap etmez. Belki de bu mesaj, dünyaya gözlerini açan, minicik bir bebektir. Dünya neye hazırlanıyor, yakındır göreceğiz. Ölüm ile imtihan edilen bir dünya insanı. Ölümü tadıcı olma ihtiyacını hâlâ giderememiş. Dünya ilk kurulduğunda çok az kişiyken de ölümü tadıyordu, yedi milyarı aştı lakin, hâlâ o tada doyamadı. Bu doyumsuzluğu, sadece dünya ve üzerinde yaşayanları değil, tüm evrende yaşayan canlıları da rahatsız etmeye başladı bile. Her doğuma karşılık bir ölüm olması gerekliliği bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Doğum ve Ölüm, Dünya insanlarının karşılaştığı iki hakikat bilgi demiştik. İnsanlar, zuhurda, nebilerin ve velilerin ölümünü gördüler, lakin onlar, hiçbir zaman hakikatte ölmediler. Sadece baş gözü ile görenler için ölü sayıldılar. Onlar her zaman Allah’ın nebi ve velileri idi, ne doğdular ne de öldüler. Kısaca, hiç doğmayan ölümsüzler, daima diriler. Doğum ve Ölüm Hakikatlerinin üzerinde olanlar. Doğum ve Ölüm Hakikatinin dışında, insanlık başka bir Hakikat ile henüz tanışmadı demiştik. Lakin tanışmayı hep bekledi. Yakındır tanışmaları. Yeni ile tanışma zamanı. Yeni dahi eskimiş bir kelimedir. Fizikselin ötesinden gelen mesajlar, dünya zaman uzayına indi, mekanda görülecek. Çünkü o bilgilerin özlerindeki zaman kavramı, mekanını yarattı ve üzerine iniş yaptı. Her bilgi içinde kendi zamanıyla gelir. O zaman enerjisi, mekan enerjisini yaratır. Ve o mekanda konaklar, belli bir süre. İşi bitince, başka âlemlere ihtiyacı olanlara doğru yola çıkarlar. Mekan içinde mekanlar. Tıpkı ayet içinde ayet gibi. 166
EK
Hiçbir cevher diğer cevher ile iç içe girmez, içinde durmaz, ancak alışverişte olur. Ruh, maddenin içine nasıl girer? Madde ruhun içine girebilir mi? Kanunların ve emirlerin öngördüğü ve izin verdiği kadar alışverişte olabilirler ancak. Ruhumuz, bedenimizi ayakta nasıl tutuyor? Uzaktan kumanda ile değil. Bir yerlerimize bağlanmış ipler de yok. Kukla değiliz. Ancak ruhun, maddeye dönük yüzü ile, maddenin ruha dönük yüzü, birlikte belirledikleri bir zaman ölçüsünde, bir alışverişteler, birbirlerine değer katmak amacıyla. Alış ile verişteki oran, iki cevherin kendi ihtiyaçları doğrultusunda. Sonra o alışveriş biter her şey Aslına döner. Biz buna doğduk ve öldük diyoruz o kadar. Çünkü bu tanımlara ihtiyacımız var, öyle anlayabiliriz. İnsan olmanın sanatı, zerafet ve incelikte. İnsan Hakk’ın bir sanatıdır. İnsanın sanatı da zerafetindedir. Kaba ve hoyratlık, zalim olan karanlık tarafından beslenir. Mevlâna bile “bu aşk beni inceltti, zarif etti” demiş yüzyıllar öncesinden. Er Gönüllülerin, bir zerafeti, bir kadın inceliğinde “ruhları” vardı. Erenler, mecliste makamlarında iken, incelikten kırılırlardı. Pamuk yollarda yürür, bulutların üzerinde konuşurlardı adeta. O nasıl bir zerafet, nasıl bir incelik Ya Huu diyesi gelir insanın. Her bir söz bir cevher niteliğinde. Her bir cümle Mü’cevher parlaklığında. Altın tepside insanlığa sunulan değerli ve kıymetli hâller. İşte Hakk ile Hakk olanların “düğün günü” diye adlandırdıkları o paha biçilmez hâller. Allah’ın gelini olmak. Onların bir cinsiyeti yoktur. Makamda hepsi Ayn’dır Hakk’a. Gelin peçesini sadece vuslata erdiğinde açar, kavuştuğu anda, artık şefaff ve zariftir. Ne nefsin fısıltıları ne de egonun ağırlığı galebe çalmıştır. Artık ruhta hafif, aşk hâllerinde ise muazzamdır. Biz de bugüne kadar kitaplarımızda bilgeleri konu ettik. İlham ve sezgilerimiz doğrultusunda onları kaleme almaya çabaladık. Artık bu serüvenimizin sonuna geldik. Kafi derecede batini bilgilerin açılımları, yerini daha farklı bir tarz167
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
da bakış açısına bıraktı. Artık ihtiyacımız olan daha farklı bilgiler bizlerle tanışmaya hazırlanıyor. Kalemden akmak için zamanını bekliyor. Bu kitabın ek bölümüne minik bir anekdot koyalım istedik. Devamındaki kitaplarımızın niteliği de buradan anlaşılsın. Dünyalar ve alt dünyalar. Dünyaya sıkışan düşünceler. Özgürleşme isterler. Sınırsızlığa uçmak. Yoğunlaşan kalıplardan kaçmak ve özgürleşmek. Tutukluluktan kurtuluşa. Yeni ismi ile Vizyon Genişliği. Artık noktayı koyduk tasavvufa. Bilinmek istenenlerin üzeri açıldı, şimdi bunları yaşayışa sunma vakti. Vizyon açıklığı bize neler bahşeder: Gönül dedik, dokuz kitap ve yüzlerce sayfa yazıldı. Artık bundan sonra tasavvuf konulu ilhamlar oluşmaz, zaten istenilse de olmaz, bunu ruhumda derinden hissettim, bu kitap ile artık tamam dendi. Hızla dünya sistemini ve üzerindekileri taradım, lakin elle tutulur bir şey bulamadım, taramayı da ruhen yaptım, çok hızlıca ama yok. Her şey dejenere olmuş, yozlaşmış, ne din bildiğimiz din, ne tasavvuf bilinen tasavvuf, ne bilim gerçeğin bilimi, ne ilim hakikatin ilimi. Elle tutulur bir başlık yok yönelenecek. Her şey bir eskisinin yenilenmiş ve üzerinden tozu alınmış hâlinden başka bir şey değil. Fakat, yeni bir şey var, kokusunu hissettim. Ama ne, bilmiyorum. Onun bize doğru yol aldığını görüyorum sadece, farklı ve yozlaşmamış, el değmemiş, göz görmemiş, hiç bilinmedik bir şey, bize doğru gelmekte, ama biraz dinlenmek gerek sanırım. Yeni bir keşif, yeni bir başlık. Hiçbir şey ile bağdaşmayan, bir şey ile ilişkilendirilmeyen, yeni bir sistem, bir düzen gibi. Bu ne Tanrı, ne ruh, ne insan, ne ben, ne ilim, ne tasavvuf, ne başka bir şey, bu bilmediğimiz bir şey ama bilinmek isteyen bir şey. Din yok içinde, ayetler de yok, Tanrı da yok, insan da yok ruh da yok. Tanımsız şimdilik. Sadece minik bir anekdot olarak. "İşaretlerin" bir yol gösterici olacağı yönünde hissiyatım var. Bu, varolandan soyutlanıp, tüm duyusal ve 168
EK
duygusal bağları kesip, öyle ulaşılacak bir şey olduğu yönünde bir ilham. Var olan hiçbir şey ile bağdaşmıyor, her şeye yabancı ve her şeye karşı. Kışın gelmesi gibi apaçık bir beliriş. Eskiler eskici pazarında, yeniler ise gün ışığında meydanda. Gelen her ne ise, mekan biziz, bizler. Gaybın “bizler”i ile burada olan bizler. Bizler iş başındayız. “Akla Ruh Kat” işareti ile ilerleyelim. Akıla Ruh Katmak, Mutlak Akıl’a yol açmaktır. Dünyevi akıldan, Mutlak Akıl’a rücu ediş. Nasıl ki kitaplarımızla Aşkı, göbek altından, ait olduğu göğe taşıdık, şimdi de şeytan işi diye bilinen Aklı, Mutlak Akıl’a taşımak görevindeyiz. Aşkı, cinsellik gibi bir yükten kurtardık, şimdi de aklı şeytanın yükünden kurtarma eylemi başlayacak. Bu tamamen “ben”den “biz”e bir kapı açmaktır. Zira insanoğlu, “şeytan işi olan aklı” rehber edinmiştir. Şimdi ise, Mutlak olan Rahman Akıla yol almaya başlayacak. Ve gerçek “Ruh Aklını” tanıyacak. Şimdi, Yeni ile tanışma vakti lakin, yeni bile eskimiş bir kelimedir. Ve cevaplanacak birçok soruyu da beraberinde getirir. "Akıl" Ruha göre mi, yoksa Maddeye göre mi hareket gösterir? Zaman mıdır geçip giden, yoksa insan bilinci mi değişken? Beden ve madde cazibelidir. Burası varlık yurdu, yokluk yurdunda olanlar için fazla cazibe alanı mevcut. Madde, ruhtan ve birçok cevherlerden üstün yaratılmıştır. Çünkü madde, “Üstün Akla” sahiptir, içinde ruh olmayan. Bu yüzden ruh ve Tanrı da kendini feda ederek, maddeyi ehlileştirmeye gelir. Akla Ruh katmaya. Madde, üstün bir yaratılmışlık. İnsanın beşeri Aklını çeler, türlü türlü oyunları vardır. Dar geçittir dünya. Dar geçitten geçen milyarlarca insan da olsa, o dar geçitin başında bir kişi o milyarlarca insanı avlayabilir çünkü adı üstünde dar geçit. Ruh ve Tanrısallık, Geniş geçitlerdir. Ama madde gibi dar geçitte avlanırlar. 169
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Aklın Tanrısallığı üzerinde neden duracağız? Gönül uçar, akıl konar. Gönlün menzili yok lakin akıl konaklar. Artık biraz Aklın Vizyon Genişliğine yolculuk başlasın istedik. Akıl muazzam bir inşa edici cevher. Tüm evrenleri inşa yapan bir enerjiye sahip. Ol deyiverince her şeyin Oluverdiği bir yaratımda, fizik âlemleri altı gün gibi bir sürede inşa eden bir Yaradan. Maddenin kıymeti ve hikmeti “zaman” ile şekil almış bir yapı. Zaman manası harcına, Tanrı kendi Mutlak Aklını da karmış. Nasıl ki insana ruhundan üfürmüş ise, bedenin yapı taşı maddeye de aklından katıvermiş. Allah, AlAl’bar olan “Aklın Kaynağı, “Üst Akıl”dır. Hristiyanların “Baba” olarak seslendiği Allah, “Abb”kökünden gelir. Abb-ı Hayy, İslami kelimesinde de “Daima Diri Olan Mutlak Akıl, Sonsuz Yaşam”dır. İki dinin de Allah’ı, Üst Akıl, Mutlak Akıl olarak nitelendirmesi birbiri ile benzeşir. Ruh Cevheri, maddenin bu üstün Tanrı’nın Aklı ile donanmış cevherini tanımaya gelir. Bedenlerimiz de bir vasıtadır. Allah Aşkının, Allah Aklını tanıması içindir tüm bu serüven. Ve bu serüvende Aşk, Aklın inşaalarını tanımak için, tüm ilhamlarını seferber eder. Bu yüzden Aklın ihtişamına bir yolculuk etmek, bizlerin görevi olacaktır. Şu da var ki, biz gönülden akla inmeyeceğiz. Belki de gönül seviyesinden Aklın Vizyonuna çıkacağız. Çünkü şu küçük beyinlerimizin içindeki akıl değil, kalbimizin içindeki de gönül değildi. Her ikisinin de ne zamanı ne mekanı vardır. Biz Gönlü kafi derecede açtık, ilhamlar ile bezedik, döşedik yaydık, okuyucularımıza sunduk. Şimdi Aklın Vizyonu ile yükselelim. Bu yüzdendir ki, hayaller fikir ve düşünce ile kurgulanır, Akıl ile inşa olur, cüzden Küll’e. …
170
EK
Kısacık bir yolculuğa çıkalım ve başka bir evrendeki bir gezegene misafir olalım. Oranın farklı bir yaşam tarzı var. Gezegenin üzerinde bilinen türü ile insanlar yok. Fikirler var. Fikirlerin bedenlenmiş formları. Evvelden ezele yaşayan üstün şuurlu fikirler. Olağanüstü renkleri, ahenk ile dans etmekte. Doğumları yok, zira ölümleri de yok. Doğmadıkları halde, doğurganlar. Ölüm onların lugatında yer almıyor. Onlar düşünce doğurganları. Düşünce doğuran fikir bedenler. Her doğan düşünce, kendi içinden başka bir düşünceyi doğurmakta. Ve bu açılım büyük bir hiyerarşi ile yürümekte. Yüksek şuur ile üretilen bu düşünce formları, fikir bedenleri besler ve başka gıdaya ihtiyaç duymazlar. Sadece düşünceden beslenirler. İnceden kabaya doğru gidişatta, bir gün o fikirler bir araya toparlanıp bir şekle bürünürler. Soyut bir bedendir bu. Titreşimlerini daha seyreltiden azaltarak, katılaşır ve bir forma bürünür. Elle tutulur, gözle görülür bir bedendir lakin, onu görecek ne bir göz, ne de duyacak bir kulak vardır. Sevinirler buna, çünkü bir beden inşa etmişlerdir. Fikir dehasında gelinen en son nokta olmuştur adeta. Her bir yüksek şuurlu düşünce beden, yarattıkları bu eşsiz ve mükemmel fikir bedenin etrafında toparlanır. Ve ona şöyle fikrederler: -
Bizden ne dilersin.
Fikir beden fikren dile gelir ve şu düşünce formunu yaratır: -
Bir dileğim var ise, o da dileksizliktir.
- Dileksizliğin bizim de fikrimizdir. Şimdi sen üstün bir varlık olarak şekillendin. Seni kim dilerse o gelip alır. O vakte kadar hazırlanacaksın. Fikir bedeni, şekillenmesi ve daha da bir forma bürünmesi amacı ile, mekan yaratılır. Muazzam bir fikir gemisi inşa olur. Tüm düşünce bedenler birleşmiş, her biri fikir bedenin konfo171
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
ru için yeni düşünceler üretirler. Fikir beden, çember şeklinde bir zeminin tam ortasına yerleştirilir. Bu mekan, yerden yüksekte ve havada asılı olarak durmaktadır. Fikir bedenin etrafında halka şeklinde ışıktan düşünceler hızla döner. Ve fikir bedeni, yüksek düşünceleri ile beslerler. Fikir beden gittikçe şekil almakta başı ve ayakları oluşmaktadır. Gözleri görmeye başladığında, başını göğe kaldırır ve orada oluşan tüm yaratılışı izler. “Sen sana özgesin, teksin, benzerin yok. Suretin yok, istediğin ruh hâlini deneyimleyebilirsin, istediğin senin kaderindir. Buraya gelirken seçimlerin vardı, yaptın. Yine de seçimlerde bulunabilirsin. İstediğini seçmek senin elindedir. Kendini sınırlamalar içinde bir alan içine hapsettin. Yüksek şuurlu bir düşünce iken, fikir bir bedenden ibaret oldun. Bu yine de senin sınırlama alanın olduğu kadar, sınırsızca özgürlük alanındır. Bilinçli farkındalığa geçtiğin anda, fikir bir bedenden ibaret oldun. Şimdi meçhulsün, fakat öyle bir an gelir ki, seçtiğin bu görünüm, seçilen olur. Ve seni dileyenin seçileni olursun. Dünya zamanı ile binlerce yıl geçer, lakin fikir bedenin zamanında bir an geçmiştir. Dünya denilen gezegende, suyun bitip karanın başladığı, yeşilliğin alabildiğince yayıldığı koordinatlarda, bir dişi Er dünyaya gözünü açar. O dünyaya dünyasını getirmiş, görevi sadece hatırlatıcı olan bir erlerden Gayb Eri’dir. Büyüyüp de olgunlaştığı bir anda artık dilekleri son bulur ve “dileksizlik” diler. İşte o an, zaman ve mekan çakışmasında, fikir dünyasının düşünce deryasındaki dileksizlik dileği ile, mavi dünyanın dileksizlik dileği kesişir ve mekan eğilip bükülür. Dünyadaki Dişi Eri’nin gözlerindeki tüm perdeler kalkar ve kendi zamanı, fikir bedenin zamanı ile kesişir. Dişi Er, gördüğü bu muazzam görüntü karşısında dili tutulur. Elini uzattığı anda, kendini fikir bedenin mekanında bulur. Hiçbir kuvvetin kıramayacağı düşünce halkalarını kırar ve havada asılı duran çemberin üzerine çıkar. Fikir bedenin yanındadır artık. Ve onu kendi zama172
EK
nına ve mekanına götürmek için ilham düşüncesi alır. Ona sarılır ve birlikte çemberin üzerinden aşağıya atlarlar. Binlerce yolu katman katman aşarak, aşağıların aşağısına inerler. Öyle bir hıza erişirler ki, ışık deryasına dönerek, yanarak birleşirler. Dünyanın en derin okyanusuna dalarak, en dibine ulaşırlar. Vizyonları öyle genişler, öyle yayılır ki, o enerji, kudret alanı ve yüksek şuurlu düşünce formları ile donanmış fikir beden ile Dişi Er bütünleşmiş Bir olmuşlardır. Ve bu BİR, dünyaya bir bebek olarak gözlerini açar. Ve esSelam…
Son Sözler Biz Sana
Kevser’i Verdik.
(Kevser Suresi; 108/1)
Kevser, vaad edilen Sonsuz Yaşamdır. Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır. (Yuhanna İncili; 17/3)
Sonsuz yaşamın tek gerçeği O’dur ve O’nun Resulüdür. Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. (Hucurat Suresi; 49/7)
Resul bizimledir ve bizdedir. Dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim. (Matta İncili; 28/9)
173
Sufi Öğretisi KUŞLARIN DİLİ
Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. (Hadid Suresi; 57/4)
Sizin dininiz size, benim dinim banadır. (Kafirun Suresi; 109/6)
Din bir Hakk’tır. Benim Dinim bana Hakk. Senin dinin sana Hakk.
Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin.” (Matta İncili; 22/21)
Sezar maddi âlemi, Tanrı kavramı da mana âlemini temsilen; Mana ve Maddenin tevhid eden ve tamamlama unsuru olan Hakkını, beden içinde iken vermek icap eder.
174
YAYINLANAN KİTAPLARIMIZ
GİZLİ SIRLAR ÖĞRETİSİ
ANTİK MISIR SIRLARI
ErgunCANDAN,Sy:264
ErgunCANDAN,Sy:496
Ezoterik Batıni Öğretiler ile ilgili temel kavramların ele alındığı bu çalışma Ergun Candan’ınilkkitabıdır.Birzamanlargizlimabetlerinderinliklerindesaklanansırlarnelerdi? Busırlarınkaynağıneydi?Vebusırlarneredengelmişti?Busırlarsembollerebüründürülerekgünümüzenasılulaştırılmıştır?
Birzamanlar"EzoterikKültür"ünenöndegelenkalelerindenbiriolanAntikMısır,Dünya coğrafyasında yer almış en gizemli toplumlardanbiridir.Mısır,kadimçağlardaçoksayıda kişiyi eğiten ve yetiştiren bir okuldu... Bu kitapla, Mısır'da gerçekleştirilen "Gizli Öğreti"ye, mabetlerin içine girerek, bizzat kendinizşahitolacaksınız...
TÜRKLERİN KÜLTÜR KÖKENLERİ
RUHSAL GÜÇLERİ GELİŞTİRME TEKNİKLERİ
ErgunCANDAN,Sy:584 Dünya'nın en gizemli yörelerinden biri kuşkusuzki,OrtaAsya'dır.OrtaAsyaGökTanrı Dini ve Atalar kültü. Türk Mitolojisindeki GökyüzündeninenışıklarveKurt’tantüreyiş efsanelerinin perde arkası. Tanrı dağleri, Ergenekon,DemirÇağı,Tufan,Şamanizdem ruh,ölüm,ölümötesi,sırlarladoluAnadolu, gizliyeraltıtünellerivedahapekçoksırlar...
SON ÜÇ PEYGAMBER ErgunCANDAN,Sy:344
ErgunCANDAN,Sy:208 İç potansiyel gücünüzü ortaya çıkartabilir, yaşamiçindebüyükbirgücesahipolabilirve yaşamınızı isteğinize bağlı olarak yönlendirebilirsiniz.DuyularDışıAlgılamalarınızıpratikuygulanabilirmetotlarlasizdegeliştirebilirsiniz. Telepati, Durugörü, Astral Seyahat, Telekinezi,Psikokinezivs...
TEVRAT’IN ŞİFRESİ ve GİZLİ KEHANETLERİ
2000yıldırsaklanan"SırlarBilgisi"2000yıl sonraaçılıyor...Şimdiyekadarhiçbiryerde yayınlanmamışçoközelbilgilerinelealındığı bu kitap; "Dinler Tarihi" nin gizli kalmış önemli bir bölümüne ışık tutacak nitelikte hazırlanmıştır.Sonüçdininbilinmeyengizli tarihiiçindeyolculukyaparken,oyıllarıyenidenyaşayacaksınız...
JosephNOAH,Sy:272
KIYAMET ALAMETLERİ
ÖLÜMDEN SONRA NELER OLUYOR?
ErgunCANDAN,Sy:344
ErgunCANDAN,Sy:248
Gittikçe yoğunlaşan doğal afetlerin fiziksel ve metafiziksel anlamları nelerdir? Dinlerde sözüedilenkıyametinneresindeyiz?Eskiuygarlıklarıyokedenbüyüktufanınbirbenzeri yeniden yaşanacak mı? Kıyamet ve Tufan'ın ön belirtileri nelerdir? Binlerce yıllık gizliezoterikbilgilerinışığındaveensonbilimsel verileredayanılarakhazırlanmıştır.
Ölümüelealdığımızkitabımızıokuduğunuzda,doğumdasizeçokfarklıgörünecek.Böylelikle ölümden sonra sonsuz evrende, bu dünyadan çok daha ileri düzeyde bulunan “GalaktikUygarlıklar”içindebirgünbizlerin deyeralabileceğimizgerçeğiileyüzyüzegeleceksiniz. Kitabın içeriğini tanıtmak yerine isminiyazmayıyeterligörüyoruz:“ÖLÜMDEN SONRANELEROLUYOR”
Tevrat’ın gizli sırlarının anlaşılamayacağı Tevrat’ın içindeki pekçok Bab’da da açıkça ifadeedilmiştir.Busırlardanbirideiçerdiği şifredir.KutsalKitaplar’dakişifrelerdeeski kehanetler de hep aynı şeyi söylüyor: 2004’den sonrasına dikkat!... Asıl değişim 2010’dansonra!...
MAYA KEHANETLERİ
DİN VE BEYİN
A.GİLBERT,M.COTTERELL,Sy:400
Prof.Dr.GaziÖZDEMİR,Sy:547
Mayalar, kehanetleriyle çağımıza büyük bir mesaj iletmişlerdir. Bu kehanetler ilk kez 1996yılındabilimselbiraraştırmadangeçirilmiştir. Kitabı "Uluslararası Bestseller" yapanenönemlietkenMayalar’ınkehanetlerinin astrofizikçilerin bulgularıyla tamamen örtüşmesidir. Ortaya çıkan sonuç gerçekten çokçarpıcıdır.
Müslümanlık üstü örtülmüş bir şekilde insanlara sunulmaktadır. Yazarımız bu kitabındaaslındaherşeyinbirvetekolduğunailişkinevrenselprensibin,insandavedoğadanasılişlemekteolduğunuortayakoyuyor.Beyninvesinirsistemininçalışmaprensipleriileinsanlığıntabiolduğuyaşamprensipleriaynıkurallaragöreişlemeketedir.
KUR’AN-I KERİM’DEKİ GİZLİ AYETLER
ATLANTİS BİLGELİĞİ
MesutYILMAZ,Sy:304 Kur’an-ı Kerim yine çok konuşulacak... Bu kezşifreyok..Rakamyok...Kehanetyok... SadeceKur’anvar... SadeceAyetlervar... Kur’an-ıKerim’inyıllardırfarkedilemeyenbir özelliğidahagençbiraraştırmacıtarafından bulundu!...
Dünyaüzerindemeydanagelentufanlarsırasında birçok uygarlığın batmış olduğu İncil, TevratveKur’an-ıKerim’deuzunuzunanlatılmıştır. Bu uygarlıklardan biri de Atlantis’tir. Bir zamanlar Atlantis’te yaşananlar gelecektemeydanagelmesimuhtemelolaylaradaışıktutmasıbakımındanayrıbirönemesahiptir.
YAŞANMIŞ ESRARENGİZ OLAYLAR
PAPALIĞIN SONU
ErgunCANDAN,Sy:288
HarunKolçak,Sy:320
Bu kitapta aktarılanların tümü, şahitler ve belgelere dayalı 19 yıllık bir araştırmanın ürünüdür.Türkiyegenelindemeydanagelen ve normal yollarla açıklanamayan olayların Parapsikolojiileolanbağlantılarıdaaçıklamalıolarakaktarılmıştır.Kitabıntamamıbir belgeniteliğindedir.
1143yılındabirkişiçıkmışvegünümüzekadargelentümPapalarınkimlerolacağınıtek teksöylemiş.Vebusöylediklerininhepside gerçekleşmiş. Ve bu kişi gelecek Papa’nın sonolacağını,Vatikan’ınsonaereceğinisöylemiş.Vedahadailgincibukişi,Vatikan’ın AzizilanettiğiMalahyimiş.Sonundaherkes beklemeye başlamış... Son Papa’dan sonra neolacak?...
NUH’UN GEMİLERİ
KAHİN VANGA
ErgunCANDAN,Sy:217
RenanSEÇKİN,Sy:248
Nuh Tufanı... Ve Nuh’un Gemisi... Dünya üzerinde geçmişten günümüze kadar, üstünde ençok durulan konulardan biri...Dinlerde ve eski halk inançlarının içindeanılardanhiçsilinmemişbirhikâye... Öyle bir hikâye ki, hiç unutulmayan... İzleri Ağrı Dağı’nda sürülen, hep aranılan ama bulunamayanbirgizem...
«Bir atlı geldi, atıyla beraber odama girdi, tamönümdeydi,nerdeyseüzerimegelecek. Amaöyleparlıyorki,güneşgibi!Odaatıda, atı sanki tek boynuzlu gibi, bembeyaz ışıldayanvekonuşanat.Vebirsesbanaşöyle dedi: Sen insanlara olacakları önceden habervermeküzereseçildin,bilmeleriiçin. Hazırlanmalarıvekorkmamalarıiçin.»
MurryHOPE,Sy:304
İSA PEYGAMBER’İN GİZLİ ÖĞRETİSİ
KABE’NİN SIRRI
ErgunCANDAN,Sy:400
ErdemÇETİNKAYA,Sy:160
İsaPeygamber’ingizlikalmışyaşamıveöğretisihakkındabilgiedinmekisteyenokuyucularımıza yönelik olarak hazırladığımız bu kitaptageçenkonularıniçinde;uzunbirsüredirgizlikalmışolanveTürkiye’deilkkezyayınlanançoközelbilgilerlekarşılaşacaksınız. Bukitapbirromandeğildir.Birdöneminyaşanmış,gizlikalmışgerçekleridir.
İstanbul–Kudüs–MekkeAltınhatmucizesi,Kur’an-ıKerim’deveKâbe’nininşaasında Altın Oran ve Kâbe’nin Dünya üzerindeki Altın Oran noktasındaki yeri, Altın Çağ’da İstanbul’un önemi ve uzaydan bakıldığında ortayaçıkanDünyaüzerindekiAltınSiluet... Ve daha pek çok yeni bulgular, ilk kez Türkiye’deyayınlanmaktadır.
EFSUNLU KEMAL
GİZLİ YÖNLERİYLE ATATÜRK
NehirROGGENDORF,Sy:738
ErgunCANDAN,Sy:243
Dur,durakbilmeyen57yıllıkyaşamserüveni,ateşvemermiyağmurualtında,fırtınalar şimşeklerle geçmişti. Yaşadığı çağ, İmparatorluklarınbattığıveyerlerineyenidevletlerinkurulduğu,savaşlarlaihtilallerledolubir dönemid.Düşmanlarıbileinanamamışlardı. Bunu fark eden Türk Mehmetçiği sonunda onabirisimtaktı:“EfsunluKemal”.
Unutulmaya, unutturulmaya çalışılan Atatürk’ü yeniden hatırlayacak, yeniden tanıyacakveçokşaşıracaksınız. Türkiye’de ilk kez, Tufan Öncesi Uygarlıklar ve Türkler’in kökeni ile ilgili araştırmaları gerçekleştirenMustafaKemalAtatürk’üngizlikalmışyönleriniilgiyleokuyacaksınız....
BUDİZM’İN GİZLİ ÖĞRETİSİ
KADERİN ŞİFRESİ
JoDurdenSMITH,Sy:376
CelalettinİPEKBAYRAK,Sy:304
SidartaBuda'nınTürkçekarşılığı;uyanıpaydınlanmışkişi,üstat'dır.Onabuünvanınverilmesininnedeni,O'nunbilgisizlikuykusundan uyanmış olması ve şartları gerçekte olduğugibigörmesindedir.EğerbizdeBuda'yı model alırsak, aynı başarıları gerçekleştirebiliriz.
Nasılki,evrenioluşturanherunsurbirbiriyle bağlantılı ve birbirini etkilemekteyse, insanı oluşturanherunsurundainsanlabirbağlantısıvardır.Buunsurlara“DOĞUMTARİHİMİZ” ve“İSMİMİZİNENERJETİK”yapısıdadahildir. Bu kitapta yer alan bilgilerin kökeni İsa Peygamber’indemensubuolduğuEsseniler’e aittir.
IŞIĞIN VE KARANLIĞIN OĞULLARI
BEBEĞİMDİ MELEĞİM OLDU
YavuzKESKİN,Sy:135
GülYALÇINKAYA,Sy:208
Agarta&Şambala.IşığınveKaranlığınoğullarının mücadelesinin başlangıcı yaklaşık 12.000 yıl öncesine dayanır. Atlantis kıtasınınbüyükbirtufanlabatmasınınardından ışığın ve karanlığın oğulları bizim kıtamızda gizli yeraltı merkezleri oluşturdular. Işığın oğullarınınkurduğumerkezAgarta,Karanlığın oğullarınıniseŞambala”olarakanıldı.
Birçokaraştırmacınınincelemekonusuolan “Ölümden SonraYaşam”ın kanıtlarını yaşanmış bir öykünün içinde bulacaksınız.Bu kitap,birbebeğinözlemlebeklenişiylebaşlıyor.Ancakbuözlemvesevgihiçbitmiyor.Bir ölüm,yenibaşlangıçlarakapıaçıyor.Anneyle oğulunölümdensonradadevamedensevgi bağınıngerçeköyküsünübulacaksınız.
KUANTUM GİZLİ ÖĞRETİSİ
SESLERİN GİZLİ GÜCÜ
KevserYEŞİLTAŞ,Sy:256
JonathanGOLDMAN,Sy:232
Ezoterik Öğretilerde ve dinlerin sembolik metinlerindebusırlardanhepbahsedilmişti. Vedenmiştiki,“kendinibilenRabbinibilir”, “biz size şah damarından daha yakınız” Bütüne ait bilgi en küçük parçacıkta bile gizlenmişdurumdaydı.Kuantum’unkeşfive teknolojinin katkıları ile bütüne ait bilginin enküçükparçadagizliolduğufarkedildi.
Bugüntümdünyadases,tıbbınçeşitlialanlarındaveşifacılıktakullanılmaktadır. Antikbilgeliklemodernbilimibirleştirenbu çalışmada göreceğiniz gibi kuantum fizikçileriylekutsalmetinleraynışeyitekrarlamaktadırlar: Her şey titreşimdir. Bu kitapla bir şifayöntemiolaraksesinçalışmailkelerive pratikyöntemleribulacaksınız.
ÇİN BİLGELİĞİ HarunM.SOYDAN,Sy:176
HİTLER’İN YÜKSELİŞİNİN ARDINDAKİ SIR VE NAZİ UFOLARI
TaiciÇüen(T'aiChiCh'uan)kökleribeşbinyıl öncesine kadar uzanan Çin kaynaklı bir sağlık sistemi, hareketli meditasyon ve bir savaşsanatıdır.Taiciformlarıolarakbilinen hareket serileri, bu sanatın sadece bir kısmını oluşturu. Taici Çüen görünürdeki sadeleğinerağmenöğrenilmesizorvezaman alanbirsanattır.
Adolf Hitler’in bahsettiği Ari Irk kimlerdi? IrksalmiraslarınıaraştıranAhnanerbeörgütübaştaTibetolmaküzeredünyanındörtbir yanındanearamıştı?Nazilernedenkendilerine binlerce kilometre uzaklıktaki Antarktika kıtasına birçok keşif gezisi düzenleyip burayasahipolmakistemişlerdi?
PARANORMAL FENOMEN
AY’I KİMLER YAPTI
RenanSEÇKİN,Sy:312
ChristopherKNIGHT, AlanBUTLER, Sy:320
EmreÖZYUMURTACILAR,Sy:430
Zihninbilinçaltıfaaliyetleriilebağlantılıolan parapsikolojik fenomenlere ilişkin açıklamalar, fiziğin Kuantum Mekaniği alanından gelmeye başlamıştır. Telepati, kehanet, astral seyahat, telekinezi, regresyon, imajinasyon, levitasyon, aura, psikometri, konsantrasyon gibi parapsikolojik olgulara yer verilenbukitapta,tarihtekiönemliparanormalolaylarvebilimselgörüşleraktarılmıştır.
Uydumuz Ay adeta evrenin başka bir köşesindenalınıpyörüngemizeyerleştirilmiş gibidir!... Eldeki verilere göre Ay içi boş ve yapaybiruydudur!...DünyamızveAy’lailgili tüm bildiklerinizi sorgulayacak bilimsel kanıtları,olağanüstüamamantıklıiddialarla bukitaptabulacaksınız.
KORUYUCU MELEĞİNİZ SİZİ BEKLİYOR
TANRI İNSANDA UYUR İNSANDA UYANIR
AksuBÜYÜKATLI,Sy:232
EmelKESKİNKILIÇ,Sy:320
Bu kitap, meleklerden yardım alarak dua, meditasyon gibi çalışmalarla evrenin yapıcı enerjileriyle bağlantı kurmanızda yardımcı olacaktır.Unutmayınkionlarbizeyardımetmek için bekliyorlar. Atlantis’ten günümüze kadar çeşitli din ve ezoterik çalışmalardaki melekkültürüyleilgilibilgileridebulacaksınız.
Aşağısı yukarıya, yukarısı aşağıya benzer. Tanrı’yıçokuzaklardaaramayın,O’nubelkide gözyaşınızda bile bulabilirsiniz. Çünkü her varlığıniçindeTanrı’danbirözvardır.İnsanoğlubirgünbusırrıniçyüzünüanladığında, içindeki Tanrı uyanmaya başla-yacak ve gerçeğikendikalbindebulacak..
KUR’AN-I KERİM’İN GİZLİ ÖĞRETİSİ
HZ. HIZIR KİMDİR?
ErgunCANDAN,Sy:592
NilüferDİNÇ,Sy:184
Türkiye’de ilk kez!... Kur’an-ı Kerim’in sembolik bilgileri, Bâtıni İslam Tasavvufu’nun ışığındasizlerlebuluşuyor.Kitabınendikkat çekiciözelliğindenbiride,günümüzdehadis kaynaklarına dayandırılan İslamiyet ile ilgili birçok bilginin, gerçeklere uymadığının belgelerleanlatılmışolmasıdır.
Hz.MusaileHızır’ınesrarengizyolculuğunun anlatıldığı Kehf Suresi’nin yorumları, ve Hızır’adairüçbüyükdindeyeralanörnekler incelenmişveTasavvufta,MitolojideveHalk inançlarında yer alan Hızır anlayışı ele alınarakbukonudakaynakbirkitapoluşturulmuştur. Hızır değil Hızırlar vardır ve her yerdedirler.
EN-EL HAK GİZLİ ÖĞRETİSİ
BÂTINİ MEVLÂNA
KevserYEŞİLTAŞ,Sy:352
KevserYEŞİLTAŞ,NilüferDİNÇ,Sy:272
Hallac-ıMansur’unbusırrıaçıklamasıaslındaahirzamanıyaşayanbudevrinhalkıiçindir. Hallac-ı Mansur o dönemde bu sırrı bu şekilde açıklamamış olsaydı, o devirden bu devirekadarbusırüzerindebukadarbüyük araştırmalar yapılamayacaktı. Şu anda biz hâlâtekbircümleyesıkıştırılmışolanbusırrınmahiyetineulaşmayaçalışıyoruz.
Mevlâna’nInbâtıniöğretisi,diğerSufiöğretilerindeolduğugibiüçaşamadanoluşmuştu. Bu aşamalar Şeriat, Tarikat, Hakikat olarak isimlendirilmiştir.“Şeriat muma benzer; insanayolgösterir.Fakatsadecemumuele almaklayolaşılmaz.Omumunışığındayola düştünmü,iştebugidiştarîktir.Yolaçıkıştakihedefinevemaksadınaulaştınmı,iştebu hakikattir.”
İSTANBUL’UN KADİM SIRLARI
IŞIK ERİ HACI BEKTAŞ VELİ
MuratİrfanAĞCABAY,Sy:432
KevserYEŞİLTAŞ,Sy:304
Üç büyük dinin kutsal emanetleri neden İstanbul’dabuluştu?Birçağınsonaerişinin ve yeni bir başlangıcın sembolü Ayasofya, sırrın anahtarını mı saklıyor? Kutsal Ahid sandığı İstanbul’da mı? Kadim sembolizmdeki anahtar işaretler günümüze nasıl birmesajiletiyor?İşaretkoyucuKeltkeşişleri İstanbul’da ne arıyordu? Kıyamet kapısı İstanbul’damıaçılacak?
Hararetnârda’dır,sac’dadeğil, Kerâmetsendedir,tâc’dadeğil. Herneararisen,kendindeara, Kudüs’te,Mekke’de,Hâc’dadeğil. Bu kitapta Makalat isimli eserinin ezoterik açıklamasıyla beraber, Hacı Bektaş’ın hayatı, Bektaşi öğretisinin sembolleri, Kırk Makam,Tanrıkavramıgibipekçokkonuele alınmıştır
SÜRÜDEN AYRILANI KURT KAPMAZ
KADERİMİZE YÖN VEREN EVREN YASALARI
EkinDUMAN,Sy:264 Birinsanınherkesiçin,tümolaniçinyapabileceği en iyi şey “kendi içsel çalışmasını yapmasıdır.”Yazar kitabında, sihirli dönüşüm, simya ile ilgili ana noktaları, nasıl bir seçim yapabileceğinize dair genel perspektifi sunarkenkendiuyanışöyküsündenörnekleri paylaşıyor. Sade bir anlatımla sürüden ayrılmacesaretiaşılayanbirbaşucukitabıbu.
SezaverSEÇKİ,Sy:304 Gücünü içeriğindeki Evrensel Yasalar’dan alan bu kitap, size ait olduğu hâlde, göremediğiniz sizi yöneten gerçekleri anlatıyor. 100kadarEvrenselYasayla,kaderinizeyön verenetkenlerecevapveriyor.Farketmeden hangiYasa’yaaykırıdavrandığınızıvehangi sorunlarlakarşılaştığınızıvurguluyor.
ARİF İÇİN DİN YOKTUR KevserYEŞİLTAŞ,Sy:280
AŞKA VARDIKTAN SONRA KANADI KİM ARAR KevserYEŞİLTAŞ,Sy:200
Anadolu batıni öğretisinin en önemli isimlerindenMuhyiddinİbn-iArabi’nin“Arifİçin DinYoktur”sözününardındaderinbâtınisırlar saklıdır. Bu sözün içinde hem dinlerle ilgilihemdegeleceğeaitçokönemlibilgiler vardır. Bu sözün derinliklerine inildikçe, dinlerin aslında ne olduğu da şimdikinden çok dahafarklıbirşekildealgılanabilecektir.
"Kanat Arşa götürür ancak ötesine geçmek içinkanatyüktür,terkedilir.Ondansonrasınakanatsızdevamedilir."Büyükokyanustakibirdamlanınhikâyesidirbu...Okyanustan süzülüp bu dünyanın karanlığına bürünen amaiçindesakladığıışığıhiçunutmayanve bir gün yeniden o okyanusla kavuşacağını bilenbilgelerinöyküsüdürbu...
KADİM CADILIK ÖĞRETİSİ
EZOTERİZME GİRİŞ
ErhanAltunay,Sy:184
ErgunCANDAN,Sy:400
Wicca’da büyü, bir başkasının iradesine yapılanbireylemdeğil,ancakkişininkendini geliştirmesinin bir yoludur. Bir çeşit ayindir.Buayininyadadahagenelbirifade ileritüelinamacısadeceyapankişininhayrınavesadecekendigelişimiiçindir.Okendi içdünyasındasadeceDünyaveEvrenilebirliğiamaçlayanvekenditekâmülünügözeten kişidir.
Ezoterizminiçindekibilgileriöğrenmekvebu bilgilerışığındadinselmetinleriokumak,dinlerin içindeki gerçek mesajları yakalayabilmemizdebizeçokbüyükkolaylıksağlayacaktır. Dinlerin dili semboliktir ve bu sembollerezoterikiçeriklidir.İnanmışolduğumuz dininbizlereaktarmışolduğuilahimesajları dahakapsamlıöğrenmekisteyenherkesezoterizmemüracaatetmekzorundadır.
MİSTİK BİLİM
ATALARIMIZIN GÖK TANRI DİNİ
NeslihanALANTAR,Sy:464
ErgunCANDAN
Buaraştırmakitabında,geçmiştengünümüzekadarvegünümüzdendegeleceğeuzanan yelpazenin içinde bir zamanlar mistik çalışmaların bilgeliğini ve günümüz biliminin bu bilgeliklebuluşmasınınserüveninitakipedeceksiniz. Hititler’deki mistik bilgelikten, Yunan, Mısır, Anadolu, Mezopotamya, Uzak doğu ve Mayalar’ın mistisizmine kadar, dünyaüzerindekisırlarbilimineeliniziuzatacağınızfarklıbirçalışma.
BirzamanlarOrtaAsya’dayaşananlar,atalarımızınbilinmeyengizlitarihinioluşturmuştur. Ergenekon’dan Çıkış, Yaradılış ve Oğuz Kağan gibi efsanelerde atalarımızın o dönemde yaşadıkları mitolojik bir dille anlatılmıştır. Bunlar atalarımızın dinsel bilgilerini de bize göstermektedir. Gök-Tanrı Dini’nin kozmik bağlantıları, inisiyatik içeriği bu mitolojileriniçindebulunmaktadır.
Sy:192
Geçmişten Günümüze ALTIN ÇAĞ Saklı İzleri
GÖBEKLİ TEPE
EzgiDURAN,Sy:240
Günümüzden 12 bin yıl öncesine ait mabet kalıntılarıUrfa’dagünışığınaçıkmayabaşlamıştır.Genişbiralanayayılanmabetlerinyine bu mabetleri yapanlar tarafından toprakla üstününörtüldüğüvegeleceğeiletilmekistenenbüyükbirmesajıolduğudüşünülmektedir.Taşlaraişlenmişbumesajezoteriksembollerle binlerce yıl öncesinden kutsal bir metnigünümüzetaşımaktadır.
Gelecekte bizi neler bekliyor?.. Nasıl bir sürece doğru gidiyoruz?.. Şu anda karanlık bir ortamın içinde olduğumuzu gözlemliyoruz. Bu doğru. Ama o karanlığın içinde parıldayan milyonlarca ışığı da görmedi ğimizisöyleyemeyiz.Karanlığıniçindeaydınlığa doğru yürüyen milyonlarca parıldayan
LeventSEPİCİ,Sy:160
EZOTERİK ŞİFA
KUTSAL MAKİNE BEYİN
KerimaliDOĞACI,Sy:224 Moderndünyailebirliktekadimuygarlıkarın, varlığımızla ilgili sır derecesindeki bilgileri unutuldu/unutturuldu. Kadim uygarlıkların kadim şifa bilgileri hem zihinsel hem de fiziksel olarak dengeli bir yaşam sürmemizde bize önemli ipuçları sunmaktadır. Bu bilgilervepratikuygulamalarlasağlığımızda oluşmuş ya da oluşacak birçok dengesizliği düzeltmemizmümkündür.
Dr.GüçlüILDIZ,Sy:200 Tüm sorunların kaynağı, gerçekte var olmayan ve ölünce bedenle birlikte yok olacak olan ego-benliktir. Klasik psikiyatri işte bu ego üzerine odaklıdır. Bu nedenle işin içinden çıkamaz, geçiştirirler. Çözüm başka bir yerdedir.Benlik-ego, özden gelen yayına dirençtir/perdedir.Tasavvufehli“kaldırkendini” yani “perde yoğunluğunu saflaştır benliğiniarındır”demiştir.
HZ. MUHAMMED’İN VAHYİ ALIŞI
BUDA EZOTERİK ÖĞRETİSİ
ErgunCANDAN,Sy:352
SınırÖtesiYy.AraştırmaEkibi,Sy:200
Dünyayaindirilensondin..Sonpeygamber… Hz.Muhammed’indünyayadoğmadanöncekihazırıkları..Doğduktansonraortayaçıkan sıradışıhâlleri..Cebraililekarşılaşmalarıve buanlardayaşadıkları…Vahiynedir?Birayet vahiykanalıylapeygamberenasıliletilir.Kim iletir?Oandapeygamberdefizikselveruhsal değişimlermeydanagelir?
Buda’nınyolunutakipetmekiçinöncelikle nihai gerçekten uzaklaştıracak dogmatik fikirlerden uzaklaşmak gerekir. “Söylentilerle,geleneklerle,efsanelerleyeti-nmeyin. Herkesinbelbağladığıyazıtlardaokuduklarınızıezberebilmektenyadabunlarınüstündekafayormadan,birebirolarakuygulamaktandakesinliklemedetummayın.”
LEDÜN İLMİ
RUHUN YEDİ KAPISI
KevserYEŞİLTAŞ,Sy:200
KerimaliDOĞACI,Sy:272
İslam Tasavvufu’na göre görünmez anlaşılmaz yani akıl ve beş duyu ile algılanamaz âlemegaybâlemidenir.Gayb,görüleninzıttıdır ve gayb görülenden üstündür. Eskiler buna“Ledünİlmi”isminivermişlerdi.Şimdi ise “Kendinde Öğretim” diyoruz. Bu içsel bâtıni bir yolculuktur. “Batında derin ol, derinleşki,zahirdegenişleyebilesin.”
Kadim çakra sistemi, kendimizi anlamanın biryoludur.Çakralar;bedenimizdebulunan, Yaşam Enerjisi’ni (Prana) tüm vücuda dağıtan enerji merkezleridir. Bir çakrada sorun oluşuncabuönceçakrailebağlantılıorganları sonra tüm vücudu olumsuz etkiler. Hastalıklarsebepdeğilsonuçtur.Bunedenle enerjiterapilerihastalığınsebebiolanenerji dengesizliğisorununaçözümararlar.
İMGELERİN, OLAYLARIN SEMBOLİK SAKLI MESAJI
HAYVANLARIN GİZEMLİ DÜNYASI
SezaverSeçki,Sy:208
İnsanınkendinievreninmerkeziveefendisi kabuledenyaklaşımındansıyrılıpcanlıcansız tüm varlıklarla iletişimin, bütünsel bir varoluşun parçası olduğunu anlaması hayvanlarla,doğayladahayakın,derinbağkurmasıyla mümkün. Hayvanların olağanüstü özelliklerini, davranışlarını incelemek, doğayla,varoluşlavekendimizleolanbağlarımızıyenilemenineniyiyollarındanbiridir.
Bukitapgünlükhayattakarşılaştığınızolayların, “görünmeyen” ama “görmeniz gereken”tarafı“nasıl”görebileceğinizinipuçlarınıveriyor.Başınızagelen,küçüklübüyüklü, negatifyadapozitifolaylarıntaşıdığımesajları doğru okumanın neler kazandırdığını, okuyamadığınızdanelerkaybettirdiğinianlatıyor.
SınırÖtesiYy.AraştırmaEkibi,Sy:248
Hayvanların davranışlarının tamamıyla içgüdüsel mi, yoksa belirli düşünsel aktivitelere bağlı olarak mı gerçekleştiği sorusu çok eski zamanlardan itibaren bilim dünyasının konusu olmuştur. Uzun yıllar boyunca hayvanların önceden programlanmış basit içgüdülerle hareket ettikleri varsayılmıştı.
YENİ ÇIKTI
Ancak yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki hayvanlar düşündüğümüzden çok daha zekiler, problem çözebiliyorlar, işbirliği yapabiliyorlar. Hatta bunların da ötesinde bizlerin sahip olmadıkları olağanüstü yeteneklere sahip oldukları artık net bir şekilde anlaşılmış bulunmaktadır. Yine yapılan araştırmalar ve gözlemler hayvanların pekçoğunun parapsişik yeteneklerle de donatılmış olduğunu göstermiştir. İnsanın kendini evrenin merkezi ve efendisi kabul eden yaklaşımından sıyrılıp canlı cansız tüm varlıklarla iletişimin, bütünsel bir varoluşun parçası olduğunu anlaması hayvanlarla, doğayla daha yakın, derin bağ kurmasıyla mümkün. Hayvanların olağanüstü çeşitlilikteki özelliklerini, davranışlarını incelemek, bunlara tanık olmak doğayla, varoluşla ve kendimizle olan bağlarımızı yenilemenin en iyi yollarından biridir. Ezoterik sembollerde de bazı hayvanların kullanılmış olması da konunun bir diğer düşünülmesi gereken yönüdür. Hayvanların gizemli dünyası birçok gizeme ışık tutacak bilgilerle doludur. İlgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz…
YAKINDA ÇIKACAK Sufi Bilgesi
NASREDDİN HOCA Ergun CANDAN Dünya insanı hiçbir zaman bu dünyada tek başına bırakılmamış, çeşitli yollarla her an görüp gözetilmiş, korunup bilgilendirilmiştir. Bu bilgilendirme geniş halk kitlelerine hep sembollerle gerçekleştirilmiş, bu fonksiyonunu yöneten ilâhi eller kendilerini hiçbir zaman açıkça belli etmemişlerdir. Mevlânalar, Hallac-ı Mansurlar, Yunus Emreler, Muhyiddin İbn Arabiler ve daha niceleri... Spiritüel Coğrafya’da çok önemli bir yeri olan Anadolumuz’da öyle bir inisiye, öyle bir Sufi çıkmıştır ki, dünya üzerinde hiçbir bilgenin yapmadığı bir yöntemle insanlara o inisiyatik ışığı yansıtmayı başarabilmiştir... O inisiye, mizahi yolla derin Sufi bilgeliğini Anadolu’da insanlara aktarmıştır.. Bu yöntem sadece kendisi tarafından kullanılmıştır. Bu bakımdan dünya literatüründe tektir.. Özeldir.. O, Sufi Bilgesi NASREDDİN HOCA’dır...
Kitaplarımızawebsitemizdenulaşabilirsiniz.
www.sinirotesi.com